FENOMENOLOJI BİLİM MİDİR?

Emel KOÇ

Felsefenin öteden beri en sıkı ilişki içerisinde bulunduğu alanlardan birisi bilimdir. Felsefe, herhangi bir dönemde gündemde olan bilimsel yaklaşımları ve bu yaklaşımların sonuçlarını çok sıkı bir eleştiri süzgecinden geçirdiği dönemlerde bile, aktif ve kritik bir zihniyeti birlikte paylaşmaları sebebiyle, bilimle yakın bir ilişki içerisinde olmuştur.

Ancak böylesi bir yakın ilişkiye dayanarak Felsefe ve Bilimin hareket noktalarının, ulaştıkları sonuçların ve metodlarının tümüyle uzlaştığını düşünmek yanıltıcı olur. Çünkü Bilim ve Felsefe birbirlerinden önemli farklarla ayrılırlar ve birbirlerinin alanlarını bütünüyle kapsamazlar. Bu durumda çağdaş bir felsefî tavır olan Fenomenolojinin temel bir bilim olma iddiasıyla ortaya çıkışını hangi bağlamda ele almalıyız?

Fenomolojinin "temel bir bilim olma" iddiasını ya da başka bir deyişle "tüm bilimlerin bilimi olma" iddiasını anlayabilmek için "ilim" ve "bilim" kelimelerinin anlamlarını bir kez daha gözden geçirmemiz gerekir. "İlim kelimesi çok geniş bir manada kullanılmıştır. Bu sağlam ve güvenilir bilgi anlamındadır ve herhangi belirli bir bilimin konusunu aşarak temel ve umumî bilgiye delâlet etmek durumundadır Bugün kullandığımız "bilim" ile "bilgi"den ikisi de ilim kavramının içinde saklıdır. İlim, bilim kelimesinden çok daha geniş ve köklüdür" .

"Bilim kelimesi genellikle daha dar anlamda kullanılagelmiştir. Yani "İlim" ile "bilim" arasında bir fark gözetmek mümkündür. Ve buna ihtiyaç vardır. "Sizin ilminizden istifade etmeye geldim" sözü, daha fazla, "Sizin bilginizden istifade etmeye geldim" anlamına gelir. Ancak burada bunda bir derin bilgi, ağırlığı olan çok tatmin edici bir bilgi manası vardır. Öte yandan da "hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir" dendiğinde "fendir" sözcüğü "ilimdir" sözcüğünün temel bilim anlamını vurgulamaya yaramaktadır ".

"Bilim"i, kendine has, bir olgu (varlık) alanı seçip ona yine kendine has bir metodla yaklaşan, ayrı ayrı ilim dalları için; "ilim"i ise, bunların temelindeki geniş ve genel manada kullanmak imkânını deneyebiliriz" . "İlim" ve "Bilim" kelimelerinin anlamlarını bu biçimde belirledikten sonra, Husserl'in sözkonusu iddiasının ancak O'nun almış olduğu eğitim gözönünde bulundurulduğu zaman daha iyi anlaşılabileceğini belirtmeliyiz.

Husserl felsefeye, bir matematikçi olarak girmiştir.Ve doğal olarak, O'nun felsefeye ilgisi ilk olarak matematik felsefesi çerçevesinde olmuştur. İlk önemli eseri "Aritmetik Felsefesi" (1891)dir. Uzun yıllan kapsayan matematik ve mantık eğitiminin etkisiyle Husserl, bilim ve felsefenin ideallerinin özdeşleştirilebileceğini düşünmüştür.

Husserl, bir yandan, felsefenin her dönemde, insan ruhunun en yüksek arzusu olarak belirlenen, varlığın anlamına ilişkin birleştirici ve bütünleştirici bir araştırma olduğunu kabul ederken, öte yandan, Modern Çağ'ın en yüksek idealinin bilim ideali-Modern Çağ bilim idealinden daha az bir şeyle tatmin olmadığı için- olduğunu benimsiyordu .

Husserl bu iki idealin özdeşleştirilebileceğini düşündüğü için insanlık bilim olmaksızın yapamaz ancak bilimsel bir felsefe olmaksızın hiç bir türden bilim olamaz düşüncesine ve bu düşünceyi temele alarak, felsefenin tıpkı matematik kadar bilimsel olması gerektiği düşüncesine ulaşmıştır.

Felsefenin matematik ve pozitif bilimlerden daha az bilimsel olması, Husserl'e göre, felsefenin matematik ve pozitif bilimlerden aşağı olması anlamına gelecekti. Böyle bir durum filozof için felsefenin felsefe olamayacağını söylemekle aynı anlamdaydı. Çünkü filozof bütün bilimlerin bilimi olduğunu iddia ettiği felsefenin, diğer bilimlerin herhangi bir sorgulama yapmadan kabul ettikleri varlığı, incelikle araştıran bir bilim olduğunu belirtmiştir. Felsefe, felsefe olma durumundaysa, o tam anlamıyla bilimsel olmalıdır, yani o hiç bir anlamda yalnızca sanı ya da "inanç" olmayan bir bilgi, rastlantısal olarak gelmeyip, bilinçli olarak uygulanan metodlann sonucu olan bir bilgi sağlamalıydı. Bunun gibi, eğer o bir özler bilimi olma durumunda değilse, felsefeden sözetmenin hiçbir anlamı yoktur .

Bu görüşler çerçevesinde Husserl'in felsefenin felsefe adını hak edebilmek için bilimsel olması gerektiğini düşünmesi sebebiyle -şimdiye değin gerçekten bilimsel olan bir felsefe varolmadığından şimdiye dek tam anlamıyla bir felsefe varolmamıştır iddiası önemlidir . Çünkü bu Husserl'in felsefe tarihiyle ilgili tavrını açıklamaktadır.

Husserl için tarih, bilimsel bir felsefeyi oluşturma yolunda boş denilebilecek girişimler dizisini kaydettiğinden dolayı önemlidir. "Bir çok eleştirmenin görüşü şudur: Husserl'in felsefe tarihi aynı zamanda, hatta öncelikle bir tarih felsefesidir. Bu tarihsel geriye gidişte Husserl, tarihsel gelişme ve onun teleolojisini kavramaya çalışmaktadır" .

Husserl'in düşüncesine göre, felsefedeki hiç bir tarihsel bakış açısı, fenomenolojik yöntemin ışığında yeniden inceleninceye kadar, kabul edilemez. Ancak o bir kez yeniden incelenince onun tarihsel bir bakış açısı olması hiç bir farklılık yaratmaz. O halde, fenomenolojik yöntemin ışığında inceleninceye kadar hiç bir tarihsel bakış açısının kabul edilemeyeceğini söylerken Husserl, tarih alanında bir fenomenolojinin gerekliliğine dikkatlerimizi çekmektedir. Maurice Merleau Ponty'nin de belirttiği gibi "Husserl, bir tarih estetiğinin, tarihçilerin kör bir şekilde kullandıkları belli sayıda mefhumun geçerli manâsını belirleyecek a priori bir ilmin zaruril iğini ortaya koymuştur. Sadece empirik tarih yapmak ve tarihçi olmak suretiyle bir "sosyal vetire"nin, bir "din"in ne demek olduğunu bilebilmek imkânı yoktur. Ve tarihçiler kullanmakta oldukları bu kelimelerin mânâlarını aydınlatmadıkça, neden bahsettiklerini kendileri dahi, kesinlikle bilmeyeceklerdir" .

Hiç bir tikel bilim kullandığı kavramların "öz"ü ile ilgilenmediği için, Husserl'e göre, hiç bir tikel bilim hakkında konuştuğunun "ne" olduğunu bilinceye kadar tam anlamıyla bilimsel değildir. Örneğin, matematikçi rakamlardan, ölçülerden, şekillerden v.b. söz eder; fizikçi ağırlık, yoğunluk, hacimden v.b. söz eder; psikolog ise duyum, algı, iradeden v.b. söz eder. Her bilim adamı kendi alanıyla ilgili önemli sonuçlara ulaşır, ancak hiç bir bilim adamı, kendi alanında uğraştığı nesnelerin "öz"lerini bilme durumuna gelmedikçe, verilerinin ya da ulaştığı sonuçların tam olarak "ne anlama geldiğini" bilemez. Özlerin bilimi olan fenomenoloji, nesneleri, doğal ve naif tecrübenin tüm duyusallık öğelerinden ayırarak, onların özlerini bilmemize imkân tanımaktadır. Husserl'e göre, bir özü bilmek, zorunlu ve ebediyen gerçek olanı bilmektir .

Fenomenoloji kritik bir öz bilimidir. Fenomenoloj inin gözönünde bulundurduğu fenomenler, öz fenomenleridir. Öz fenomenleri real bir karaktere sahip değildir. Bu fenomenler kritik bir tavıra, yani naif ve doğal olmayan refleksiyonlu bir tavıra ihtiyaç gösterirler, bu fenomenoloj ik tavırdır. Fenomenolojik tavınn yöneldiği alanın elde edilmesi için, "fenomenolojik redüksiyon" adı verilen özel bir yönteme ihtiyaç vardır. Redüksiyon yöntemi ile fenomenoloji psikolojik ve diğer fenomenlerden "saf öze" vardır.

Husserl'e göre "birisinin, birşeyin özünü kavradığını söylemek, O kişinin O'nun anlamını kavradığını söylemektir" . İşte Husserl akılda varlığın özünü yani anlamını oluşturmak olanaklı olduğu için varlık hakkında tümel bir bilimin olanaklı olduğunu düşünür.

O halde Husserl'e göre, tümel bilim olanaklıysa, her bir tikel bilim kendi temellerini onda bulmaları, başka bir deyişle kendi verilerinin ya da sonuçlarının ne anlama geldiklerini ve ilgi alanındaki nesnelerin özlerinin ne olduğunu tümel bilimde bulmaları sebebiyle hiç bir tikel bilim, tümel bilimden üstün olamaz. Aksini düşünmek onun tümeli iğini reddetmekle aynı anlama gelir.

Husserl "Aritmetik Felsefesi" adlı ilk eserini yazdığı sıralarda matematiği felsefe çalışmaları nedeniyle henüz terketmişti. Günün psikolojisinin nüfuzu altında yazdığı bu eserinde Husserl'in yaklaşımı oldukça psikolojiktir. Bu eserinde Husserl, felsefeyi "kesin bir bilim" haline getirme ihtiyacından sözeder, ancak bu ihtiyaç felsefeyi psikolojiye indirgemek anlamına gelmektedir . Eserde Husserl, aritmetik işlemlerini, sayma işlemi gibi, psikolojik esaslar üzerinde temellendirrnek amacındadır. Ve o yıllarda Husserl "fenomenoloj iyi betimsel psikoloji" olarak tanımlamaktadır.Ancak daha sonraları bu görüş Husserl tarafındaıi, bir yandan, psikolojizme götürmesi, diğer yandan psikoloji dahil, tüm bilimlerin temelinde özerk bir disipline olan ihtiyacın açıklanarak fenomenolojinin betimsel psikolojiden ayrılması gerektiği için terk edilmiştir . Husserl, felsefe çalışmalarının ilk yıllarında "şuura geri dönülmesi lazım geldiğini, matematik kavramların manasının, kendisine dayandıkları şuurun hayatında aranmasının mecburî olduğunu fark etti" . Yalnız O, bu dönemde bilinci gerektiği gibi anlamıyor, onu bir varlık bölgesi olarak bir diğerinin karşısına koyuyordu.

Bir filozof olarak Husserl'in bilince gereken anlamını vermesi daha sonraki yıllarda olmuştur. Bu yıllarda Husserl, düşüncesinin dönüm noktası denebilecek entansiyonalite fikrine ulaşmıştır. "Her bilinç bir şeyin bilincidir" . Bu bilincin özü itibariyle bir nesneye yönelmiş olduğunu söylemenin başka bir biçimidir. O halde bilincin her aktmda bir harekete geçiş sözkonusu edilmektedir. İşte bu harekete geçiş onun entansiyonalitesidir. Husserl'e göre, varlıkla bilincim arasında entansiyonel bir bağ olduğuna göre varlığın varlık olarak değerlendirilebilmesi için kendisini bilince anlam olarak vermesi gerekir.

"Saf Mantığa Prolegomena"da Husserl, mantığın zihni gelişmelerin bir incelenmesine indirgenebileceğini iddia edenlerle mücadele eder. Husserl'e göre bu iddiayı yapanlar düşünceleri ve bilinci yalın bir biçimde doğallaştırmışlardır.

Husserl "temel bir bilim olarak fenomenoloji" düşüncesini, 1911 yılında "Mantık Araştırmaları" adlı eserinin birinci ve ikinci baskısı arasında yayınladığı "kesin bir bilim olarak felsefe" adlı makalesinde ayrıntılı bir biçimde ele alırken, O'nun asıl amacı Saf Mantığa Prolegomena'da başlattığı bir mücadeleyi devam ettirmekti. "Eğer bilinç ve düşünceler psikolojistlerin yapmaya alışkın olduklarına mani olacak halde doğallaştırılmadıysa kesin bir felsefe biliminin mümkün olduğunu göstermekti. Psikolojistlerin mücadelesi şu olmuştur. "Eğer felsefe, kesin bir bilim olma durumundaysa, empirik bir bilim olmak zorundaydı. Çünkü hiç bir disiplin, hiç bir surette bilim ismini hak etmemişti. Ve eğer felsefe, empirik bilim olma durumundaysa, O sadece insanın incelenebilir psikolojik fonksiyonlarına ilişle" "bir bilim olacaktı". Bu makalede Husserl, psikoloji ile felsefenin eşdeğerde olmayan iki bilim olduklarını göstermek suretiyle düşüncesini temellendirmek yolunu seçmiştir.

Husserl'e göre, psikolojistler, empirik doğrular ve a priori doğrular arasında ayrım yapmamışlardı. Felsefe bir bilim olma durumundaysa ideal bir bilim olmak zorundaydı. Felsefenin nesnesi olgusal değildi, o bir idealdi. Ve ideal olarak o, empirik terimler aracılığıyla betimlenemeyen ve hepsi kendisine ait bir dünya meydana getiren bilinçten çıktı .

Husserl düşüncesinde "olgu bilimleri" ve "öz bilimleri" ayrımı açıkça görülmektedir. Filozofa göre, her olgu bir öz taşıdığı gibi, her olgu bilimi de öz biliminde kendi temellerini bulur. Diğer bir deyişle, bireysel nesne ile öz arasında varolan bağlantı -bu bağlantı her bir bireysel nesneye bir özsel varlık halinin, onun özü olarak bağlı olacağı biçimindedir- olgu bilmıleri ve öz bilimleri arasındaki karşılıklı bir ilişki için gerekli temeli sağlar . O halde Husserl'e göre, "Kesin bir felsefe bilimi"ni olanaklı kılan, felsefenin empirik bir bilime indirgenebilmesi değil, fakat onun yalnızca bilince ait olan ideal nesnelerin yani Husserl'in ifadesiyle özlerin, bilimsel bilgisine varmanın olanaklı olmasıdır .

Olguya dayalı bilimler, örneğin psikoloji, kendi alanındaki problemleri çözerken naif ve refleksiyonlu olmayan bir tavır olan doğal tavrı kullanmaktadır. Ve psikolog bilinci, Husserl'e göre, üzerinde araştırma yapılması gereken bir nesne gibi alacaktır. Oysa ki bilinç böyle bir yaklaşımla ele alınmaya uygun değildir. O kendisini ancak varlıkla entansiyonel bir bağ halinde ortaya koyabilmektedir.

Bu düşünceler çerçevesinde Husserl'in felsefesinin felsefe adını hak edebilmesinin, ancak bilimsel olmasıyla mümkün olabileceği düşüncesi açıklık kazanmaktadır. O'nun bilimle ifade ettiği, şüphesiz, zamanının pozitif bilim adamlarının ifade ettiğinden tamamıyla farklıydı. Tüm diğer bilimler, kendi nesnelerinin "ne" olduklarını, kendisinden öğrendikleri için, felsefe, temel bir bilim olma özelliğini taşıyacaktır. Burada, Husserl "bilim'le, kendine has bir olgu alanı seçip ona yine kendine has bir metodla yaklaşan ayrı ayrı ilim dallarını değil, onların temelinde yer alan, sağlam ve güvenilir bilgi anlamındaki "ilim"i kastetmektedir. Ve, O'na göre felsefe, zorunlu ve ebedi gerçek olan özü araştırması sebebiyle, en sağlam ve en güvenilir bilgi olma özelliği ile, temel bir bilim olma hakkına sahiptir.

2 Yorumlar

Adsız
11 Mayıs 2008 22:56  

Site çok güzel felsefe alanında uzman diyebileceğim bir şekilde gerçekten, başarılarınızın ve kazançlarınızın devamını dilerim...

Adsız
4 Ocak 2009 23:30  

BURADAN BİR SONUÇ ÇIKARMAK GEREKİRSE;HUSSERL MUTLAK BİR FELSEFEDEN VE AYNI ZAMANDA MUTLAK BİR BİLİMDEN YANİ KENDİNE HAS İLİMDEN BAHSEDEREK BUNLARIN EŞDEĞER OLMASI GEREKTİĞİNİ VE ANCAK GERÇEK BİLGİYE YANİ ÖZE BU ŞEKİLDE ULAŞILABİLECEĞİNİ AKSİ HALDE BİLGİYE GÜVENİLEMEYECEĞİNİ ANLATMAYA ÇALIŞMIŞTIR.

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP