DOĞU-BATI PANTEİZMİ ÇERÇEVESİNDE YUNUS EMRE MİRASI
|
ZÜMRÜT KULAZADE
Ortaçağlarda İslam Doğu bölgesinde, kültürel gelişmenin en belirgin özelliklerinden biri felsefi nazmın (edebiyatın) yaygın olmasıdır. Felsefi nazım, felsefî muhteva ve nazım (mesnevi gazel, rübaî vs.) tarzının sentezinden oluşmuş orijinal bir kültür çeşididir. Doğuda felsefe ve mantık ilimlerinin rağbet gördüğü devirlerde zaten kültürel gelişmenin bunlara özel bir ihtiyacı vardı.
Ortaçağlarda, İslam kültür bölgesindeki felsefî nazım, burada yapılan Sufi İsmaili, Bektaşi, Hurufi ve bunun gibi ideolojik ve siyasi akımların dünya görüşünü aksettirmekteydi.Yunus Emre'nin, felsefî nazmın yüzlerce parlak temsilcileri arasında çok özel bir yeri vardır. Emre'nin şiir türk dili Osmanlı felsefi nazmının temeli, onun müteakip gelişme geleneklerini yaratan amillerin en önemlisidir.
Türk dili felsefî nazım, Emre'den çok önce zaten mevcuttu. XII. Yüzyıl yazarı Mes'ud İbn Namdar "Hikaye, Mektup ve Şiir Kitabı" adlı eserinde, yüksek rütbeli devlet adamlarına sunulan talepler arasında Arap, fars, Türk ve Zımmi dillerinde şiir yazmanın da olduğunu belirtmiştir. Bu Türk dilinin XII.yüzyılda arak" elit şiir dili haline geldiğini ve daha önceki yüzyülardaki saray şiirinin devrin felsefi akımları ile alakasının olması elit şiirin felsefi muhtevaya sahip bulunduğunu gösteriyor. Böylelikle Yunus Emre'nin şiiri Türkdilli türk felsefi şiirinin muayyen bir yüksek seviyeye ulaşmış noktasını temsil ediyor. (İlk merhalesi pek bilinmiyor, bu ilk merhalelerin açığa çıkarılması gerekir.)
Yunus Emre'nin eserleri, İslam aleminde çok yaygın olan sufî felsefesinin Türk menşe'ü Türkdilli akımın en güzide nazım örneğini oluşturmaktadır. Tusawufi felsefi dünya görüşü hakkındaki yazılarda, sufizmin ortaya çıktığı devirden bugüne kadar sayılamayacak derecede zıtlıklar görülmüştür.Zıtlıkların bir kısmı bin yıldan beri sufizmin kendi içindeki zıtlıkları ile, bir kısmı ise araştırıcıların eksiklikleri ile izah edilmelidir.
Bu zıtlıkların başhcası tasavvuf felsefesinin bir taraftan panteizm diğer taraftan İslamiyetle ilgili olmasıdır. Yunus Emre'nin mirasına bu bakımdan müracaat edeceğiz. Günümüzdeki kültüroloji ve felsefe araştırmalarında panteizm hakkında farklı fikirlerle karşılaşmaktayız.
Doğu ve Batı Panteizmi kavranılan panenteizm, teophanism ve saire gibi kavramlar kanaatimizce tasavvufî panteizmin anlaşılmasına yardım etmekten çok engel olmaktadır. Evvela "panteizm" bir bilimsel kategori olarak dünyanın bütün cağrafi bölgelerinde genel bir manaya sahip olmalıdır ve de sahiptir. Doğu ve batı Panteist öğretilerin tipolojik karşılaştırılması bunu apaçık göstermektedir. Şu da var ki, karşılaştırma yapıldığında aynı devrin temsilcilerinin eserlerinden istifade edilmelidir. Genelde yapılmış olduğu gibi XII-XIII.yüzyıl Doğu Panteistlerinin eserlerinin Spinoza'nın eserleriyle karşılaştırılması ilmi açıdan maksada uygun değildir.
Lakin David Dinant, Almarik, hatta Mayster Ekhart ve Kuzalı Nikola ile karşılaştırmalar ilmi önemi haizdir. Bu her iki bölgede kültür ve felsefenin aynı kanuna uygun olarak gelişmelerini bir defa daha isbata kâfidir. Bu meseleyi biz 1984 yılında Bakü'de basılmış olan "XIII. ve XVI. yüzyıl Doğu Felsefesinin Gelişme Kanununa Uygunlukları ve Batı Doğu Problemi" adlı kitabımızda açıklamak için elimizden geleni yaptık.
Panteizm her şey Allah'tır, demektir. Bu öğreti kendini şu iki esas şekilde bulur: "Her şey Allah'tır", "AUah her şeydir". Aslında bu iki şekle herhangi bir bölgeye ait olmaksızın bütün panteistlerin eserlerinde rastlanmaktadır. Buna rağmen son yüzyılda Doğuda panteist felsefesini teophanizm ve Panenteizm şeklinde takdim etmek oldukça yaygınlaşmaktadır. Özellikle Sovyet alemi araştırmacılarının (Cevalidze, Azimor vs.) son araştırmalarında da bunun yansıdığı görülür. Batı ve Gürcistan'da aynı görüşlerin panteizm olmasına karşı çıkmayan alimler, Doğu kültüründe panenteizm ve teophanizm den bahsederler." Panenteizm "Herşeyi Allah'ta", teophanism ise "Allah her şeydir" demektir. Aslında Panteizm kavramı hacim ve mana itibariyle panteizmi ve teophanizmi ihtiva etmektedir.
Kanaatimizce yeni terimlerin kullanılması, hem onların bilimsel belirlenimlerinin çok hassas bir şekilde yapılmış olmasını, hem de onların Doğu ve Batı kültürlerini değerlendirmede eşit derecede yaygınlık kazanmasını gerekli kılmaktadır. Biz bu gerekleri yerine getirme konusunda yaygınlık kazanma ve özellikle Doğu kültürüne uygulamada pek isabetli davranmıyoruz.
Bütün bu söylediklerimize delil olarak Ortaçağ kültür tarihinde şöhret kazanmış filozof-şair Yunus Emre mirasına müracaat edeceğiz. Biz Yunus Emre'nin divanında, panteizmin tam ve dolgun bir şekilde etraflıca sunulduğunu müşahade ediyoruz. Allah yaratıcı, yaratılmışla varolan herşey ile birlik ve özdeşlik teşkil ediyor. Allah tabiat ve insanda, tabiat ve insan ise Allah'da tezahür ediyor. Bu hükümlere onun divanında çok sıkça rastlanır, tekrar tekrar ifade edilir. Düşünürümüz Allah Hakkında şunları yazıyor:
"Ulvi vü süfli cümleten oldur bana gönnen"
"Dünya Ahiret ol Hak yir gökdoludur mutlak"
"Cümle yerde Hak hazır göz gerekdür göresi"
"Her kancuru baktımsa hep görinendür cümle hak"
Her yerde hazır gördüğü Allah'ı Yunus Emre görünen şeylerden ayırmıyor, bizi ihata eden dünya, süfli zerre, yer, nesne ne var ise Allah'ın bir tezahürüdür. Hepsinde Allah vardır. (Hepsi de Allah'tır.) Yunus Emre Allah'ın ezeli ve ebediliğini aşk ve insana da atfeder. Aşk kadimdir, insan ise aşk denizidir. Bir taraftan her ne var ise Allah'tır, Haliktır diye ikrar eden şair diğer taraftan her. ne var ise onların mahluk olduğunu da ikrar eder. Yani panteizmin iki temel iddiasını bu ifadelerde görüyoruz. Allah'ı vasfetmek için yapılan bütün belirlemeler insana da atfedilir. İnsan ezeli, ebedi, kadir, herşeye sahip Allah'ın madenidir.
"Benem şabib-i kıran devran benümdür."
"Ben de baktım, ben de gördüm benimle biz olanı"
"Vücuda gelmeyince Kimse Hakk'ı bilmedi."
"Bu vücutta gösterdi dost bize didarını."
Yunus Emre'nin- "Beni" sonsuzdur. O vahdette kesretin, isbat, bin elbisede bin sıfatta görünen daimi varlıktır. Bazen mücerred bir insan bazen de özü Hak'ta olan şair şöyle yazar:
"Belki ebedi varisin, ölmek fasid işidir."
"Gökte peygamber ile mıraa kılan benem"
"Hallac-ı Mansur ile dara asılan benem"
"İsa Peygamber ile göklere çıkan benem"
Dikkat çekicidir ki, şair kendini hem Hallaç hem de onun celladı ile özdeşleştirir:
"Ol Hallac-ı Mansur ile söylendim Ene'l-Hakki"
"Benem yine onun boynuna dar urganın takan benem"
Ene'I-Hakk fikrini Yunus Emre pek çok delille temellendiriyor ve evvel, ahir, dört kitabı yazan, yazılan Kur'an, Kabe, büt, îman, carh uruban dönen, her bir yeri düz eyleyen, herşeyden münezzeh olan Kur'an'ın sahibi ve muhtelif sıfatlarda ortaya çıkan benim diyor. "Ben bu suretten ileri adım Yunus değilken, ben O idim, ol ben idim, ve bu aşkı ben sundum. Gövdemde kuvvet olan, gözümde gören, dilimde söyleyen sensin diyen şair, Ene'l-Hakk anlayışına şüphe bırakmaz.
Böylelikle tabiat-ı süfliyi, yeri, zerreyi, insanı Allah'da, Allah'ı tabiatta, mahlukta tasavvur eden sufi mütefekkir Yunus Emre kesinlikle panteist bir anlayışa sahiptir. Bu panenteizm, teopanizm, doğu panteizmi değil, her iki bölgede (Doğu-Batı) mevcut bulunan ve aynı muhtevaya sahip bulunan panteizm anlayışıdır.
Bu durumun ve Yunus Emre'nin fikirlerinin Allah ve Din ile olan münasebeti nasıl anlaşılmalıdır. Allah'ı şüphesiz kabul ediyor. Fakat panteistlerin Allah anlayışı ve akideleri şüphesiz İslam ve başka monoteist dini akidelerle özdeşleştirilemez. Ezoterik bir şekilde İslamı şerh eden sufiler ve bu cümleden Yunus Emre'nin dünya görüşü orijinal, felsefi bir nazariyedir. Evrensel ahenkden ve birlikten bahseden, insanı bütün mevcut biyolojik ve manevi ölçülerde yükselten sufilik ve Yunus Emre'ninpanteist felsefesi çağdaş yüksek manevi değerler taşıyan, hümanist dünya felsefesine özellikle uygun ve onun ayrılmaz bir parçasıdır.
Ortaçağlarda İslam Doğu bölgesinde, kültürel gelişmenin en belirgin özelliklerinden biri felsefi nazmın (edebiyatın) yaygın olmasıdır. Felsefi nazım, felsefî muhteva ve nazım (mesnevi gazel, rübaî vs.) tarzının sentezinden oluşmuş orijinal bir kültür çeşididir. Doğuda felsefe ve mantık ilimlerinin rağbet gördüğü devirlerde zaten kültürel gelişmenin bunlara özel bir ihtiyacı vardı.
Ortaçağlarda, İslam kültür bölgesindeki felsefî nazım, burada yapılan Sufi İsmaili, Bektaşi, Hurufi ve bunun gibi ideolojik ve siyasi akımların dünya görüşünü aksettirmekteydi.Yunus Emre'nin, felsefî nazmın yüzlerce parlak temsilcileri arasında çok özel bir yeri vardır. Emre'nin şiir türk dili Osmanlı felsefi nazmının temeli, onun müteakip gelişme geleneklerini yaratan amillerin en önemlisidir.
Türk dili felsefî nazım, Emre'den çok önce zaten mevcuttu. XII. Yüzyıl yazarı Mes'ud İbn Namdar "Hikaye, Mektup ve Şiir Kitabı" adlı eserinde, yüksek rütbeli devlet adamlarına sunulan talepler arasında Arap, fars, Türk ve Zımmi dillerinde şiir yazmanın da olduğunu belirtmiştir. Bu Türk dilinin XII.yüzyılda arak" elit şiir dili haline geldiğini ve daha önceki yüzyülardaki saray şiirinin devrin felsefi akımları ile alakasının olması elit şiirin felsefi muhtevaya sahip bulunduğunu gösteriyor. Böylelikle Yunus Emre'nin şiiri Türkdilli türk felsefi şiirinin muayyen bir yüksek seviyeye ulaşmış noktasını temsil ediyor. (İlk merhalesi pek bilinmiyor, bu ilk merhalelerin açığa çıkarılması gerekir.)
Yunus Emre'nin eserleri, İslam aleminde çok yaygın olan sufî felsefesinin Türk menşe'ü Türkdilli akımın en güzide nazım örneğini oluşturmaktadır. Tusawufi felsefi dünya görüşü hakkındaki yazılarda, sufizmin ortaya çıktığı devirden bugüne kadar sayılamayacak derecede zıtlıklar görülmüştür.Zıtlıkların bir kısmı bin yıldan beri sufizmin kendi içindeki zıtlıkları ile, bir kısmı ise araştırıcıların eksiklikleri ile izah edilmelidir.
Bu zıtlıkların başhcası tasavvuf felsefesinin bir taraftan panteizm diğer taraftan İslamiyetle ilgili olmasıdır. Yunus Emre'nin mirasına bu bakımdan müracaat edeceğiz. Günümüzdeki kültüroloji ve felsefe araştırmalarında panteizm hakkında farklı fikirlerle karşılaşmaktayız.
Doğu ve Batı Panteizmi kavranılan panenteizm, teophanism ve saire gibi kavramlar kanaatimizce tasavvufî panteizmin anlaşılmasına yardım etmekten çok engel olmaktadır. Evvela "panteizm" bir bilimsel kategori olarak dünyanın bütün cağrafi bölgelerinde genel bir manaya sahip olmalıdır ve de sahiptir. Doğu ve batı Panteist öğretilerin tipolojik karşılaştırılması bunu apaçık göstermektedir. Şu da var ki, karşılaştırma yapıldığında aynı devrin temsilcilerinin eserlerinden istifade edilmelidir. Genelde yapılmış olduğu gibi XII-XIII.yüzyıl Doğu Panteistlerinin eserlerinin Spinoza'nın eserleriyle karşılaştırılması ilmi açıdan maksada uygun değildir.
Lakin David Dinant, Almarik, hatta Mayster Ekhart ve Kuzalı Nikola ile karşılaştırmalar ilmi önemi haizdir. Bu her iki bölgede kültür ve felsefenin aynı kanuna uygun olarak gelişmelerini bir defa daha isbata kâfidir. Bu meseleyi biz 1984 yılında Bakü'de basılmış olan "XIII. ve XVI. yüzyıl Doğu Felsefesinin Gelişme Kanununa Uygunlukları ve Batı Doğu Problemi" adlı kitabımızda açıklamak için elimizden geleni yaptık.
Panteizm her şey Allah'tır, demektir. Bu öğreti kendini şu iki esas şekilde bulur: "Her şey Allah'tır", "AUah her şeydir". Aslında bu iki şekle herhangi bir bölgeye ait olmaksızın bütün panteistlerin eserlerinde rastlanmaktadır. Buna rağmen son yüzyılda Doğuda panteist felsefesini teophanizm ve Panenteizm şeklinde takdim etmek oldukça yaygınlaşmaktadır. Özellikle Sovyet alemi araştırmacılarının (Cevalidze, Azimor vs.) son araştırmalarında da bunun yansıdığı görülür. Batı ve Gürcistan'da aynı görüşlerin panteizm olmasına karşı çıkmayan alimler, Doğu kültüründe panenteizm ve teophanizm den bahsederler." Panenteizm "Herşeyi Allah'ta", teophanism ise "Allah her şeydir" demektir. Aslında Panteizm kavramı hacim ve mana itibariyle panteizmi ve teophanizmi ihtiva etmektedir.
Kanaatimizce yeni terimlerin kullanılması, hem onların bilimsel belirlenimlerinin çok hassas bir şekilde yapılmış olmasını, hem de onların Doğu ve Batı kültürlerini değerlendirmede eşit derecede yaygınlık kazanmasını gerekli kılmaktadır. Biz bu gerekleri yerine getirme konusunda yaygınlık kazanma ve özellikle Doğu kültürüne uygulamada pek isabetli davranmıyoruz.
Bütün bu söylediklerimize delil olarak Ortaçağ kültür tarihinde şöhret kazanmış filozof-şair Yunus Emre mirasına müracaat edeceğiz. Biz Yunus Emre'nin divanında, panteizmin tam ve dolgun bir şekilde etraflıca sunulduğunu müşahade ediyoruz. Allah yaratıcı, yaratılmışla varolan herşey ile birlik ve özdeşlik teşkil ediyor. Allah tabiat ve insanda, tabiat ve insan ise Allah'da tezahür ediyor. Bu hükümlere onun divanında çok sıkça rastlanır, tekrar tekrar ifade edilir. Düşünürümüz Allah Hakkında şunları yazıyor:
"Ulvi vü süfli cümleten oldur bana gönnen"
"Dünya Ahiret ol Hak yir gökdoludur mutlak"
"Cümle yerde Hak hazır göz gerekdür göresi"
"Her kancuru baktımsa hep görinendür cümle hak"
Her yerde hazır gördüğü Allah'ı Yunus Emre görünen şeylerden ayırmıyor, bizi ihata eden dünya, süfli zerre, yer, nesne ne var ise Allah'ın bir tezahürüdür. Hepsinde Allah vardır. (Hepsi de Allah'tır.) Yunus Emre Allah'ın ezeli ve ebediliğini aşk ve insana da atfeder. Aşk kadimdir, insan ise aşk denizidir. Bir taraftan her ne var ise Allah'tır, Haliktır diye ikrar eden şair diğer taraftan her. ne var ise onların mahluk olduğunu da ikrar eder. Yani panteizmin iki temel iddiasını bu ifadelerde görüyoruz. Allah'ı vasfetmek için yapılan bütün belirlemeler insana da atfedilir. İnsan ezeli, ebedi, kadir, herşeye sahip Allah'ın madenidir.
"Benem şabib-i kıran devran benümdür."
"Ben de baktım, ben de gördüm benimle biz olanı"
"Vücuda gelmeyince Kimse Hakk'ı bilmedi."
"Bu vücutta gösterdi dost bize didarını."
Yunus Emre'nin- "Beni" sonsuzdur. O vahdette kesretin, isbat, bin elbisede bin sıfatta görünen daimi varlıktır. Bazen mücerred bir insan bazen de özü Hak'ta olan şair şöyle yazar:
"Belki ebedi varisin, ölmek fasid işidir."
"Gökte peygamber ile mıraa kılan benem"
"Hallac-ı Mansur ile dara asılan benem"
"İsa Peygamber ile göklere çıkan benem"
Dikkat çekicidir ki, şair kendini hem Hallaç hem de onun celladı ile özdeşleştirir:
"Ol Hallac-ı Mansur ile söylendim Ene'l-Hakki"
"Benem yine onun boynuna dar urganın takan benem"
Ene'I-Hakk fikrini Yunus Emre pek çok delille temellendiriyor ve evvel, ahir, dört kitabı yazan, yazılan Kur'an, Kabe, büt, îman, carh uruban dönen, her bir yeri düz eyleyen, herşeyden münezzeh olan Kur'an'ın sahibi ve muhtelif sıfatlarda ortaya çıkan benim diyor. "Ben bu suretten ileri adım Yunus değilken, ben O idim, ol ben idim, ve bu aşkı ben sundum. Gövdemde kuvvet olan, gözümde gören, dilimde söyleyen sensin diyen şair, Ene'l-Hakk anlayışına şüphe bırakmaz.
Böylelikle tabiat-ı süfliyi, yeri, zerreyi, insanı Allah'da, Allah'ı tabiatta, mahlukta tasavvur eden sufi mütefekkir Yunus Emre kesinlikle panteist bir anlayışa sahiptir. Bu panenteizm, teopanizm, doğu panteizmi değil, her iki bölgede (Doğu-Batı) mevcut bulunan ve aynı muhtevaya sahip bulunan panteizm anlayışıdır.
Bu durumun ve Yunus Emre'nin fikirlerinin Allah ve Din ile olan münasebeti nasıl anlaşılmalıdır. Allah'ı şüphesiz kabul ediyor. Fakat panteistlerin Allah anlayışı ve akideleri şüphesiz İslam ve başka monoteist dini akidelerle özdeşleştirilemez. Ezoterik bir şekilde İslamı şerh eden sufiler ve bu cümleden Yunus Emre'nin dünya görüşü orijinal, felsefi bir nazariyedir. Evrensel ahenkden ve birlikten bahseden, insanı bütün mevcut biyolojik ve manevi ölçülerde yükselten sufilik ve Yunus Emre'ninpanteist felsefesi çağdaş yüksek manevi değerler taşıyan, hümanist dünya felsefesine özellikle uygun ve onun ayrılmaz bir parçasıdır.
1 Yorum
YUNUS EMRE GERÇEKTEN BİR ÜSTADDIR.O HER ZAMAN İNSANI MERKEZE ALMIŞ GERÇEK BİR HÜMANİSTTİR. VE İNSANI YERERKEN BİLE HOŞGÖRÜSÜ SONSUZ BİRİDİR.
İLİM İLİM BİLMEKTİR
İLİM KENDİN BİLMEKTİR
SEN KENDİNİ BİLMEZSEN
YA NİCE OKUMAKTIR..
KENDİNİ BİLMEK SÖZÜ MATRİX FİLMİNDE BİLE ÖNEMLE VURGULANMIŞ BİR SÖZDÜR..