ARİSTOTELES'İN RUH ÜSTÜNE ADLI YAPITINDA ALGI PROBLEMİ (... devam )
|
Aristoteles'in yüzyılımızda yaşamış önemli bir yorumcusu olan Y.R. Simon, konumuzun bu önemli noktasına güzel bir açıklık getirir. O, Aristoteles'in birbirinden ayırdığı iki tür değişimi iki ayrı terimle açıklar. Simon, içinde değişim öncesi niteliğin değişim sonrası nitelik tarafından yok edildiği değişim sürecine 'heteronomic', birinci niteliğin değişim sonrasında da devamının sağlandığı sürece de 'autonomie' adım verir. Yukarıdaki örnekleri bu terimlerle ifade edecek olursak, heteronomic değişim, hem sandalye ve hem de ellerde meydana gelen değişimdir. Buna karşılık autonomie değişim ise buradaki heteronomic değişimin yanı sıra sadece ellerde meydana gelen ve olaya algılama adını vermemize neden olan değişimdir. Bu nedenle Simon "algılama heteronomic değişimin bittiği yerde başlar" der ve söze şöyle devam eder:
'Dokunma olayında, eş zamanlı olan iki değişimden heteronomic olan autonomie olandan daha yaygın ve göze çarpar bir durumda olabilir. Ancak, ısınan cansız şeylerde- örnekte geçen sandalyede- meydana gelen olay ile ısının soğukluk ile sadece yer değiştirmeyip aynı zamanda algılanmasının gerçekleştiği duyu organında- örnekte geçen ellerde- meydana gelen olay arsındaki fark, tamamen bu ikinci değişimin ürünüdür. '
Materyalist yoruma karşı olan diğer bir kanıtın kökenini Aristoteles'in algı tanımında buluruz. Hatırlanacağı gibi o algıyı 'bir tür' nitelik değişimi olarak tanımlamaktadır. Yine şunu da biliyoruz ki o bu 'bir tür' ifadesi ile sürecin sonunda değişim öncesi niteliğin değişim sonrası nitelik tarafından devamının sağlandığı değişim sürecini kastetmektedir.
Şimdi bu sürecin- yani devam ettirme özelliğine sahip olan sürecin- fiziksel değişim süreci olması olanaksızdır. Zira ısıyı algılama örneğimizden çok açık bir şekilde anlaşılmaktadır ki ellerin değişim öncesi niteliği olan 'soğukluk' yeni nitelik olan ısı tarafından yok edilmiştir. Bir Aristoteles uzmanı olan W.K.C. Guthrie de Aristoteles'in, organdaki fiziksel değişim ile algılamanın farklı şeyler olduğu konusunda ısrarlı olduğunu söyleyerek görüşümüzü desteklemektedir.
İndirgemeci materyalist görüşün Aristotelesci algı kavramını açıklamada yetersiz olduğunu söyleyen bir diğer Aristoteles uzmanı ise Sorabji'dir. Ona göre Aristoteles bu gün yaşıyor olsaydı algılamanın basit bir fiziksel süreçten ibaret olduğunu söyleyen bu materyalist yorumu kesin olarak reddederdi. Çünkü bu indirgemeci yorum, Aristotelesci sistemde mevcut olan formal sebebi (formal cause) görmezlikten gelerek problemi sadece maddesel sebep (material cause) ile açıklamak ister. Ancak Aristoteles'in meşhur örneğinde de belirtildiği gibi bir ev sadece tuğla ya da yapı taşlarından ibaret olmayıp aynı zamanda belli bir forma sahip olan bir barınaktır. Algılama kavramını salt fiziksel değişim ile açıklamaya çalışmak, ev kavramını ev formuna girmemiş tuğla ya da taş yığınlanyla açıklamaya çalışmak gibidir.
Materyalist yorumun Aristotelesci algı kavramını açıklamasının mümkün olup olmadığı konusundaki tartışmamızın buraya kadarki kısmında bu yorumun lehine önemli bir varsayımla konuyu ele aldık. Bu varsayım, 'algılama fonksiyonunu yerine getiren bir duyu organı, aktüel algılama olayı sırasında her zaman fiziksel bir değişime uğrar" şeklinde ifade edilebilir. Bu varsayımın, dokunma duyusu sözkonusu olduğu zaman doğru olduğu açıktır. Ancak, böyle bir değişimin her türlü algılama için- örneğin, görme ya da duyma için- zorunlu olduğu söylenebilir mi? Yani, aktüel bir algılama olayı duyu organının fiziksel bir değişime uğramasını her zaman gerektirir mi?
Doğrusu bu konu, çağdaş Aristoteles yorumcuları arasında tartışmalı olan bir konudur. Onlardan kimi bu soruyu olumsuz yanıtlarken kimi de olumlu yanıt verme eğilimindedir. Hatta kimi de beş duyu ile gerçekleştirdiğimiz algılamaları üst ve alt derecelerine ayırıp üst dereceden algılamayı gerçekleştiren duyu organlarının- örneğin,göz ve kulağın- herhangi bir değişime uğramadığım, fiziksel değişmeyi sadece alt dereceden algılamayı yapan duyu organlarının uğradığını söylemişlerdir. Bu tartışmaların varlığı, yeterli olması şöj'le dursun gerçekte varlığı bile tartışılan fiziksel değişmenin Aristotelesci algı kavramını açıklamada yeterli olmadığı görüşünü önemli ölçüde desteklemektedir.
Bununla birlikte burada şunu da söylemek gerekir ki Aristoteles'in bazı ifadelerinde algılama esnasında duyu organının bir değişime uğradığına dair işaretler bulmak mümkündür. Bu nedenle, tamamen spirituel ya da manevi bir yorum veya yaklaşımın da Aristotelesci algı kavramını tam anlamıyla açıklayabilmesi olası görünmüyor. Peki bu neden olası değil? Şimdi de bu soruya cevap arayalım. Her şeyden önce şunu tekrar hatırlayalım ki duyu organına ilk ateşleme veya uyarıyı yapan dış dünyadaki nesne Aristotelesci algı kavramının temel bir unsurudur. Ayrıca bu, Aristotelesci sistemde "algılama' ile "bilme' fiillerini birbirinden ayıran en önemli noktalardan biridir. Çünkü bir kişi, her hangi bir dış nesneye gereksinim duymaksızın canının istediği zaman bilme fiilini gerçekleştirebilir. Fakat algılamada bunu yapamaz. Diğer bir deyişle, dış dünyadaki nesnenin varlığı, bilgiyi ortaya koymada bir şart olmazken algılamayı gerçekleştirmede bir şart olmaktadır.
İkinci olarak, Aristoteles'in, algı konusunun sonuçlarını özetlerken sunduğu algı tanımı da tamamen spirituel bir yoruma izin vermeyen unsurlar içermektedir. Bu algı Tanımına göre "algılayıcı" iki unsurdan meydana gelir: duyu (sense) ve duyu organı (organ of sense). Aristoteles buradaki birinci unsur ile algılanabilir nesnenin formunu alıp kabul etme yetisini, ikinci unsur ile de bu yetinin bulunduğu organı kastetmektedir. Buradan, algılama yetisinin bulunduğu ya da mekan edindiği şeyin duyu organı olduğu anlaşılmaktadır. Formal olarak ifade edecek olursak:
Duyu (sense) = algıyı gerçekleştirme yetisi Bu yetiye sahip olan = duyu organı (çünkü duyu yetisi orada ikamet eder) Şu halde öyle görünüyor ki algılama yetisine sahip olan = duyu organı. Tabii ki bu duyu organı, cansız bir cesedin organı olmayıp, fonksiyonunu yapan bir organdır. Diğer yandan, Aristoteles'in 'duyu ile duyumlanabilir formun ayniyeti' konusunu açıklarken 'algılama yetisinin sahibi' terimini kullanış biçimi salt fizikalist yoruma açık bit kullanış biçimidir. Örneğin o, "algılama yetisine sahip olanın potansiyellik durumu, algılanan nesnenin aktüellik durumu gibidir" der.
Bu örnek ve devamındaki ifadelerden, algılamadaki etkileşimin dışsal nesne ile duyu organı arasında gerçekleştiği ve dolaysı ile de algılama denilen nitelik değişiminin fiziksel bir değişim olduğu yorumu yapılabilir görünmektedir. Hatta Aristoteles'in, 'duyu ile duyulurun aynılığı' genel teorisini dokunma duyusuna uygulayış tarzı da bu yorumu destekler durumdadır. O, 'dokunulabilir' kavramı kapsamına giren sıcaklık, soğukluk, yaşlık, kuruluk vb. gibi nitelikleri açıkladıktan sonra şöyle der: "Bunları algılama organı dokunma organı- vücudun, dokunma duyusunun öncelikli olarak ikamet ettiği kısmıdır. Bu kısım da potansiyellik durumu objesinin aktüellik durumu gibi olan kısımdır."
Salt fizikçi yorumu destekler görünen diğer bir işaret, Aristoteles'in, 'duyu organının- duyu yetisinin değil- algılanabilir nesnenin formunu maddesinden soyutlanmış olarak alıp kabul etme gücüne sahip olduğu' şeklindeki ifadeleridir. Fizikçi yorumcuları sevindiren diğer bir konu da Aristoteles'in, aktüel işitme ve tatma algılarını açıklarken bunlardan salt fizyolojik birer süreç gibi söz ediyor görünmesidir.
Sıralayageldiğimiz bu hususların tümü gösteriyor ki Aristotelesci algı kavramı, her hangi fiziksel bir yönü içermeyen salt spirituel ya da zihinsel bir aktivite ile açıklanamaz. Aristoteles'in, "kendinden önceki materyalist düşünürlerden etkilendiği" " sonucuna varan düşünürlere dayanak noktası teşkil eden hususlar da işte bu hususlardır.
Araştırmamızın buraya kadar olan bölümünde tek taraflı- salt fizikçi ya da salt spiritualist- yorumların Aristotelesci algı kavramını açıklamada yeterli olup- olamayacağıni tartıştık ve gördük ki iki yorum da tek başına sonuca gitme başarısını gösterecek niteliğe sahip görünmemektedir. Peki çift taraflı bir yorumun durumu nedir? O da mı bu algı kavramını açıklama başarısını gösteremeyecektir? Şimdi de bu soruların cevabını bulmaya çalışalım.
Bilindiği gibi dualism, felsefe tarihinde en köklü ve parlak ifade şeklini Descartes'in felsefesinde bulmuştur. Bu nedenle, Aristotelesci algı kavramını düalist bir yaklaşımla yorumlayan kişi Descartes felsefesine baş vurmakta ve onun ışığında gayret sarf etmektedir. Bu felsefenin konumuzla ilgili ana karakteri ise şudur: İnsan denilen bileşik varlığı oluşturan iki ayrı cevher vardır ve bunlar ruh (mind) ve beden (body)dir. İnsanın yapısı bu iki farklı ve bağımsız cevherden oluştuğu için onun gerçekleştirdiği aktiviteler de iki ayn kategoriden aktivitelerdir: Zihinsel aktiviteler ve bedensel (ya da fiziksel) aktiviteler. Aristoteles'i bu kartezyen düalizmin ışığında yorumlayan kişi de algılamadaki duyu organının aktivitesini—ya da daha genel bir ifade ile algılamanın fiziksel yönünü- beden cevherinin aktivitesine, duyu yetisinin aktivitesini- ya da algılamanın fiziksel olmayan yönünü- de zihin cevherinin aktivitesine karşılık olarak görmekte ve algı açıklamasını da buna göre yapmaktadır.
Ancak, burada şunu hemen belirtmek gerekiyor ki bu şekildeki bir açıklamanın da Aristotelesci algı kavramına tam olarak uymadığı görülmektedir. Her şeyden önce, Aristoteles felsefesinde kartezyen insan anlayışını bulmak mümkün değildir. Yani iki ayrı ve bağımsız cevherden oluşan insan görüşüne Aristoteles felsefesinde yer yoktur.
Ruh ile beden arasındaki ilişkiyi açıklama konusu Aristoteles için çok büyük bir zorluk oluşturmazken cevherler arası ilişkiyi açıklamanın Descartes felsefesi için açıklanmamış büyük bir problem olmasının nedeni de bu olsa gerektir. İkinci olarak, kartezyen felsefenin bir gereği olarak her cevher kendine mahsus bir aktiviteye sahip olduğu için algılamanın iki ayrı aktivite ile açıklanması durumu Descartesci felsefede sözkonusu iken Aristotelesci anlayış algıyı tek bir aktivite olarak görür.
Ayrıca, bu genel farklılıkların ötesinde Aristoteles'in kendine ait olan bazı ifadeler de dualist anlayış ya da yorumu engeller görünmektedir. Bunların birincisi, dualist yorumun ileri sürdüğü gibi iki ayrı aktivitenin algılama olayında bulunmadığına işaret eden şu ifadelerdir: "Algılanabilir nesnenin aktivitesi ile algılayan duyunun aktivitesi bir ve aynı akliviledir." " Şu halde denilebilir ki Aristotelesci anlayışta algılamanın ana karakteristiklerinden biri, niteliksel bîr değişim olan algılama aktivitesinin tek bir aktivite oluşudur. İkinci olarak, algılayıcının birliği.
Aristotelesci algı kavramının diğer bir ana özelliğidir. Her ne kadar algılamayı yapan şey maddesel bir yapı ve algılama yetisi maddesel olmayıp bu maddesel yapının sahip olduğu bir güç ise de duyu ve onun organı Aristoteles'e göre gerçekte birdir ve bir ikilik sözkonusu değildir. Üçüncü olarak, Aristoteles sisteminde duyu (sense) ve duyumlanabilir (sensible)in aynılığı prensibini biliyoruz. Ayrıca Aristoteles bilgi ve algılamanın birer realitenin karşılığı olduklarını ve "ruhtaki bilme ve algılama yetilerinin de realite dediğimiz dış dünyadaki nesnelerin potansiyellik durumu olduğunu" söyler. Dördüncü olarak, Aristoteles felsefesinde tüm bu 'bir'liklerin ötesinde diğer bir 'birlik daha mevcuttur. Aristoteles bu birliği "ruh, bir bakıma var olan şeylerin tümüdür" şeklinde ifade eder. Şimdi tüm bu söylenenlerden, dualist bir algı anlayışının Aristoteles'e atfedilemeyeceği anlaşılmaktadır.
İmdi, bu bağlamda 'dış dünyadaki nesne ile onu algılayan kişi ayrı varlıklar oldukları halde nasıl olur da bir birlikten söz edilebilir veya bir birlik mümkün olur?' şeklinde bir soru akla gelmektedir. Bu sorunun yanıtım, İbn-i Rüşd'e atfedilen ve iki tür 'birlik! birbirinden ayıran şu ayrımda bulmaktayız: Birinci birlik ya da birliktelik (union), kimyasal bir bileşik özelliğine sahiptir. Burada, birleşmenin sonunda, reaksiyona giren her iki elementten de farklı özelliklere sahip üçüncü bir unsur ortaya çıkar. Bu türden olan birliktelik, peripatetik felsefe dilinde madde-form birliği ile ifade edilir. İkinci türden olan birlikte ise reaksiyon sonucunda oluşan unsur, reaksiyona giren unsurlardan tamamen farklı özelliklere sahip değildir. Burada, reaksiyona giren unsurlar yüzyüzedirler. İki birlik türünün arasındaki bu farkı belirtmenin önemli bir yolu ya da ifade şekli de şudur: Birinci türden olan birlik daha çok varlık alanıyla ilgili durumlarda (existential veya ontological situations) sözkonusu olurken ikinci türden olan birlik bilgi alanında (epistenıological sphere) gerçeklik kazanır. Başka bir deyişle, bu iki tür birlik arasındaki farklılık, 'olmak' ile 'bilmek' arsındaki farklılıktır da denebilir. Örneğin, 'ahlaklı bir birey olmak' ile 'ahlaklı bir birey olmanın ne olduğunu bilmek' arasındaki farklılık gibi. Burada, ahlaklı bir birey olmak, ahlaklılık ile birey arasında gerçekleşen 'varoluşsal' bir birlik oluştururken ahlaklı bir birey olmayı bilmek ise 'bilgisel' bir birliktir. Bu nedenle, birey bildiğinden farklı olabilir fakat olduğundan ibarettir. Bunu yansıtan güzel bir örnek, güzel ahlaklı olmayı bilen fakat kötü ahlaklı olan bir kişinin durumudur. Burada epistemolojik birlik çok açık bir şekilde göze çarpar. Yani (kötü ahlaklı olan) birey ile onun güzel ahlaklılık konusundaki bilgisi yüz yüze gelmiş ve epistemolojik bir birlik oluşturabilmiştir ancak ontolojik bir birlik oluşturmamıştır. Y.R. Simon bu farklılığı şöyle dile getirir:
"Bilme'yi (knowing) 'olmak'tan (being) ayıran özellik şudur: Bilme olayında bilinen nesne bilen sujeden farklı olma özelliğini ve bilen suje de aynı kalma özelliğini koruyabilmesine karşılık salt varoluş alanında bir durum ya da nitelik kazanmış olan suje bir değişime uğrar ve kendinden- önceki halinden- başkası olur."
İmdi, Aristoteles'in algı kavramında sözkonusu olan birliği (union) bu ayrımın ışığında değerlendirecek olursak onun ontolojik değil de epistemolojik bir birlik olduğu görülecektir. Çünkü algılayan kişi veya onun algı yetisi ile diş dünyadaki nesnenin ontolojik birlik ya da aynılığı iddiasını değil Aristoteles, sıradan bir kişi bile ileri sürmeyecektir.
Buraya kadarki incelemelerimizde Aristotelesci algı kavramının üç farklı yorumunun bu kavramı açıklamadaki yeterlilik iddialarının bir tartışmasını yaptık. Tartışmanın sonunda ise Aristoteles'in algı anlayışının ne salt materyalist veya fizyolojik, ne idealist veya spiritualist ve ne de dualist yaklaşımlardan biri ile açıklanamayacağı kanaatine ulaştık. Aristoteles'i bu tür yaklaşımlardan biri ile açıklama gayreti bizce Aristoteles'i anlamaya çalışmak çabasından ziyade onu önceden sahip olunan bir kalıp ya da şablon içerisine yerleştirme veya indirgeme mücadelesidir.
Ya da buna kısaca Aristoteles'i olduğu gibi değil de olmasını istediği gibi görme gayreti de diyebiliriz. Realist bir açıdan bakıldığında bu tür yorum ve yaklaşımların doğal sonucunun konuyu çarpıtma olduğu söylenebilir. Burada şunu da belirtelim ki tabii her yorum ve yaklaşımın kesinlikle böyle olduğunu da söylemek istemiyoruz. Mutlaka bunun masum niyet taşıyan istisnaları vardır. Ancak felsefe gibi bilinçli olarak yapılan gayretler sözkonusu olunca, masum olan gayretlerin çok azınlıkta kalacağı iddia edilebilir.
Aristotelesci algı kavramının yukarıda sözü edilen kategorilerden her hangi biri altında sıniflanamayacağını söyledik. Peki nedir bu Aristotelesci algı kavramı? Onu doğru olarak nasıl açıklayabiliriz? Kanaatimizce bu soruların cevabı, 'Aristotelesci algı anlayışının kendine mahsus bir statüye sahip olduğu" şeklindedir. Peki öyleyse bu statü nedir? Bizce bu soruyu yanıtlamak, başlı başına uzunca ele alınıp işlenecek bir başka çalışmayı gerektirir. Bir şeyin ne olduğunu bilmek bir bakıma onun ne olmadığını bilmeye bağlı ojduğu göz önünde bulundurulursa esasen bizim bu çalışmada yaptığımız da bu soruyu yanıtlama gayretinin bir parçası- yanıta negatif açıdan yaklaşma- olarak değerlendirilebilir. Dediğimiz gibi soruya pozitif bir yanıt bulmak ise diğer bir çalışmanın ürünü olacaktır. Bunu ise uygun bir zaman ve zemin bulduğumuzda yapmayı amaçlayıp bu çalışmamızı burada noktalıyoruz.
'Dokunma olayında, eş zamanlı olan iki değişimden heteronomic olan autonomie olandan daha yaygın ve göze çarpar bir durumda olabilir. Ancak, ısınan cansız şeylerde- örnekte geçen sandalyede- meydana gelen olay ile ısının soğukluk ile sadece yer değiştirmeyip aynı zamanda algılanmasının gerçekleştiği duyu organında- örnekte geçen ellerde- meydana gelen olay arsındaki fark, tamamen bu ikinci değişimin ürünüdür. '
Materyalist yoruma karşı olan diğer bir kanıtın kökenini Aristoteles'in algı tanımında buluruz. Hatırlanacağı gibi o algıyı 'bir tür' nitelik değişimi olarak tanımlamaktadır. Yine şunu da biliyoruz ki o bu 'bir tür' ifadesi ile sürecin sonunda değişim öncesi niteliğin değişim sonrası nitelik tarafından devamının sağlandığı değişim sürecini kastetmektedir.
Şimdi bu sürecin- yani devam ettirme özelliğine sahip olan sürecin- fiziksel değişim süreci olması olanaksızdır. Zira ısıyı algılama örneğimizden çok açık bir şekilde anlaşılmaktadır ki ellerin değişim öncesi niteliği olan 'soğukluk' yeni nitelik olan ısı tarafından yok edilmiştir. Bir Aristoteles uzmanı olan W.K.C. Guthrie de Aristoteles'in, organdaki fiziksel değişim ile algılamanın farklı şeyler olduğu konusunda ısrarlı olduğunu söyleyerek görüşümüzü desteklemektedir.
İndirgemeci materyalist görüşün Aristotelesci algı kavramını açıklamada yetersiz olduğunu söyleyen bir diğer Aristoteles uzmanı ise Sorabji'dir. Ona göre Aristoteles bu gün yaşıyor olsaydı algılamanın basit bir fiziksel süreçten ibaret olduğunu söyleyen bu materyalist yorumu kesin olarak reddederdi. Çünkü bu indirgemeci yorum, Aristotelesci sistemde mevcut olan formal sebebi (formal cause) görmezlikten gelerek problemi sadece maddesel sebep (material cause) ile açıklamak ister. Ancak Aristoteles'in meşhur örneğinde de belirtildiği gibi bir ev sadece tuğla ya da yapı taşlarından ibaret olmayıp aynı zamanda belli bir forma sahip olan bir barınaktır. Algılama kavramını salt fiziksel değişim ile açıklamaya çalışmak, ev kavramını ev formuna girmemiş tuğla ya da taş yığınlanyla açıklamaya çalışmak gibidir.
Materyalist yorumun Aristotelesci algı kavramını açıklamasının mümkün olup olmadığı konusundaki tartışmamızın buraya kadarki kısmında bu yorumun lehine önemli bir varsayımla konuyu ele aldık. Bu varsayım, 'algılama fonksiyonunu yerine getiren bir duyu organı, aktüel algılama olayı sırasında her zaman fiziksel bir değişime uğrar" şeklinde ifade edilebilir. Bu varsayımın, dokunma duyusu sözkonusu olduğu zaman doğru olduğu açıktır. Ancak, böyle bir değişimin her türlü algılama için- örneğin, görme ya da duyma için- zorunlu olduğu söylenebilir mi? Yani, aktüel bir algılama olayı duyu organının fiziksel bir değişime uğramasını her zaman gerektirir mi?
Doğrusu bu konu, çağdaş Aristoteles yorumcuları arasında tartışmalı olan bir konudur. Onlardan kimi bu soruyu olumsuz yanıtlarken kimi de olumlu yanıt verme eğilimindedir. Hatta kimi de beş duyu ile gerçekleştirdiğimiz algılamaları üst ve alt derecelerine ayırıp üst dereceden algılamayı gerçekleştiren duyu organlarının- örneğin,göz ve kulağın- herhangi bir değişime uğramadığım, fiziksel değişmeyi sadece alt dereceden algılamayı yapan duyu organlarının uğradığını söylemişlerdir. Bu tartışmaların varlığı, yeterli olması şöj'le dursun gerçekte varlığı bile tartışılan fiziksel değişmenin Aristotelesci algı kavramını açıklamada yeterli olmadığı görüşünü önemli ölçüde desteklemektedir.
Bununla birlikte burada şunu da söylemek gerekir ki Aristoteles'in bazı ifadelerinde algılama esnasında duyu organının bir değişime uğradığına dair işaretler bulmak mümkündür. Bu nedenle, tamamen spirituel ya da manevi bir yorum veya yaklaşımın da Aristotelesci algı kavramını tam anlamıyla açıklayabilmesi olası görünmüyor. Peki bu neden olası değil? Şimdi de bu soruya cevap arayalım. Her şeyden önce şunu tekrar hatırlayalım ki duyu organına ilk ateşleme veya uyarıyı yapan dış dünyadaki nesne Aristotelesci algı kavramının temel bir unsurudur. Ayrıca bu, Aristotelesci sistemde "algılama' ile "bilme' fiillerini birbirinden ayıran en önemli noktalardan biridir. Çünkü bir kişi, her hangi bir dış nesneye gereksinim duymaksızın canının istediği zaman bilme fiilini gerçekleştirebilir. Fakat algılamada bunu yapamaz. Diğer bir deyişle, dış dünyadaki nesnenin varlığı, bilgiyi ortaya koymada bir şart olmazken algılamayı gerçekleştirmede bir şart olmaktadır.
İkinci olarak, Aristoteles'in, algı konusunun sonuçlarını özetlerken sunduğu algı tanımı da tamamen spirituel bir yoruma izin vermeyen unsurlar içermektedir. Bu algı Tanımına göre "algılayıcı" iki unsurdan meydana gelir: duyu (sense) ve duyu organı (organ of sense). Aristoteles buradaki birinci unsur ile algılanabilir nesnenin formunu alıp kabul etme yetisini, ikinci unsur ile de bu yetinin bulunduğu organı kastetmektedir. Buradan, algılama yetisinin bulunduğu ya da mekan edindiği şeyin duyu organı olduğu anlaşılmaktadır. Formal olarak ifade edecek olursak:
Duyu (sense) = algıyı gerçekleştirme yetisi Bu yetiye sahip olan = duyu organı (çünkü duyu yetisi orada ikamet eder) Şu halde öyle görünüyor ki algılama yetisine sahip olan = duyu organı. Tabii ki bu duyu organı, cansız bir cesedin organı olmayıp, fonksiyonunu yapan bir organdır. Diğer yandan, Aristoteles'in 'duyu ile duyumlanabilir formun ayniyeti' konusunu açıklarken 'algılama yetisinin sahibi' terimini kullanış biçimi salt fizikalist yoruma açık bit kullanış biçimidir. Örneğin o, "algılama yetisine sahip olanın potansiyellik durumu, algılanan nesnenin aktüellik durumu gibidir" der.
Bu örnek ve devamındaki ifadelerden, algılamadaki etkileşimin dışsal nesne ile duyu organı arasında gerçekleştiği ve dolaysı ile de algılama denilen nitelik değişiminin fiziksel bir değişim olduğu yorumu yapılabilir görünmektedir. Hatta Aristoteles'in, 'duyu ile duyulurun aynılığı' genel teorisini dokunma duyusuna uygulayış tarzı da bu yorumu destekler durumdadır. O, 'dokunulabilir' kavramı kapsamına giren sıcaklık, soğukluk, yaşlık, kuruluk vb. gibi nitelikleri açıkladıktan sonra şöyle der: "Bunları algılama organı dokunma organı- vücudun, dokunma duyusunun öncelikli olarak ikamet ettiği kısmıdır. Bu kısım da potansiyellik durumu objesinin aktüellik durumu gibi olan kısımdır."
Salt fizikçi yorumu destekler görünen diğer bir işaret, Aristoteles'in, 'duyu organının- duyu yetisinin değil- algılanabilir nesnenin formunu maddesinden soyutlanmış olarak alıp kabul etme gücüne sahip olduğu' şeklindeki ifadeleridir. Fizikçi yorumcuları sevindiren diğer bir konu da Aristoteles'in, aktüel işitme ve tatma algılarını açıklarken bunlardan salt fizyolojik birer süreç gibi söz ediyor görünmesidir.
Sıralayageldiğimiz bu hususların tümü gösteriyor ki Aristotelesci algı kavramı, her hangi fiziksel bir yönü içermeyen salt spirituel ya da zihinsel bir aktivite ile açıklanamaz. Aristoteles'in, "kendinden önceki materyalist düşünürlerden etkilendiği" " sonucuna varan düşünürlere dayanak noktası teşkil eden hususlar da işte bu hususlardır.
Araştırmamızın buraya kadar olan bölümünde tek taraflı- salt fizikçi ya da salt spiritualist- yorumların Aristotelesci algı kavramını açıklamada yeterli olup- olamayacağıni tartıştık ve gördük ki iki yorum da tek başına sonuca gitme başarısını gösterecek niteliğe sahip görünmemektedir. Peki çift taraflı bir yorumun durumu nedir? O da mı bu algı kavramını açıklama başarısını gösteremeyecektir? Şimdi de bu soruların cevabını bulmaya çalışalım.
Bilindiği gibi dualism, felsefe tarihinde en köklü ve parlak ifade şeklini Descartes'in felsefesinde bulmuştur. Bu nedenle, Aristotelesci algı kavramını düalist bir yaklaşımla yorumlayan kişi Descartes felsefesine baş vurmakta ve onun ışığında gayret sarf etmektedir. Bu felsefenin konumuzla ilgili ana karakteri ise şudur: İnsan denilen bileşik varlığı oluşturan iki ayrı cevher vardır ve bunlar ruh (mind) ve beden (body)dir. İnsanın yapısı bu iki farklı ve bağımsız cevherden oluştuğu için onun gerçekleştirdiği aktiviteler de iki ayn kategoriden aktivitelerdir: Zihinsel aktiviteler ve bedensel (ya da fiziksel) aktiviteler. Aristoteles'i bu kartezyen düalizmin ışığında yorumlayan kişi de algılamadaki duyu organının aktivitesini—ya da daha genel bir ifade ile algılamanın fiziksel yönünü- beden cevherinin aktivitesine, duyu yetisinin aktivitesini- ya da algılamanın fiziksel olmayan yönünü- de zihin cevherinin aktivitesine karşılık olarak görmekte ve algı açıklamasını da buna göre yapmaktadır.
Ancak, burada şunu hemen belirtmek gerekiyor ki bu şekildeki bir açıklamanın da Aristotelesci algı kavramına tam olarak uymadığı görülmektedir. Her şeyden önce, Aristoteles felsefesinde kartezyen insan anlayışını bulmak mümkün değildir. Yani iki ayrı ve bağımsız cevherden oluşan insan görüşüne Aristoteles felsefesinde yer yoktur.
Ruh ile beden arasındaki ilişkiyi açıklama konusu Aristoteles için çok büyük bir zorluk oluşturmazken cevherler arası ilişkiyi açıklamanın Descartes felsefesi için açıklanmamış büyük bir problem olmasının nedeni de bu olsa gerektir. İkinci olarak, kartezyen felsefenin bir gereği olarak her cevher kendine mahsus bir aktiviteye sahip olduğu için algılamanın iki ayrı aktivite ile açıklanması durumu Descartesci felsefede sözkonusu iken Aristotelesci anlayış algıyı tek bir aktivite olarak görür.
Ayrıca, bu genel farklılıkların ötesinde Aristoteles'in kendine ait olan bazı ifadeler de dualist anlayış ya da yorumu engeller görünmektedir. Bunların birincisi, dualist yorumun ileri sürdüğü gibi iki ayrı aktivitenin algılama olayında bulunmadığına işaret eden şu ifadelerdir: "Algılanabilir nesnenin aktivitesi ile algılayan duyunun aktivitesi bir ve aynı akliviledir." " Şu halde denilebilir ki Aristotelesci anlayışta algılamanın ana karakteristiklerinden biri, niteliksel bîr değişim olan algılama aktivitesinin tek bir aktivite oluşudur. İkinci olarak, algılayıcının birliği.
Aristotelesci algı kavramının diğer bir ana özelliğidir. Her ne kadar algılamayı yapan şey maddesel bir yapı ve algılama yetisi maddesel olmayıp bu maddesel yapının sahip olduğu bir güç ise de duyu ve onun organı Aristoteles'e göre gerçekte birdir ve bir ikilik sözkonusu değildir. Üçüncü olarak, Aristoteles sisteminde duyu (sense) ve duyumlanabilir (sensible)in aynılığı prensibini biliyoruz. Ayrıca Aristoteles bilgi ve algılamanın birer realitenin karşılığı olduklarını ve "ruhtaki bilme ve algılama yetilerinin de realite dediğimiz dış dünyadaki nesnelerin potansiyellik durumu olduğunu" söyler. Dördüncü olarak, Aristoteles felsefesinde tüm bu 'bir'liklerin ötesinde diğer bir 'birlik daha mevcuttur. Aristoteles bu birliği "ruh, bir bakıma var olan şeylerin tümüdür" şeklinde ifade eder. Şimdi tüm bu söylenenlerden, dualist bir algı anlayışının Aristoteles'e atfedilemeyeceği anlaşılmaktadır.
İmdi, bu bağlamda 'dış dünyadaki nesne ile onu algılayan kişi ayrı varlıklar oldukları halde nasıl olur da bir birlikten söz edilebilir veya bir birlik mümkün olur?' şeklinde bir soru akla gelmektedir. Bu sorunun yanıtım, İbn-i Rüşd'e atfedilen ve iki tür 'birlik! birbirinden ayıran şu ayrımda bulmaktayız: Birinci birlik ya da birliktelik (union), kimyasal bir bileşik özelliğine sahiptir. Burada, birleşmenin sonunda, reaksiyona giren her iki elementten de farklı özelliklere sahip üçüncü bir unsur ortaya çıkar. Bu türden olan birliktelik, peripatetik felsefe dilinde madde-form birliği ile ifade edilir. İkinci türden olan birlikte ise reaksiyon sonucunda oluşan unsur, reaksiyona giren unsurlardan tamamen farklı özelliklere sahip değildir. Burada, reaksiyona giren unsurlar yüzyüzedirler. İki birlik türünün arasındaki bu farkı belirtmenin önemli bir yolu ya da ifade şekli de şudur: Birinci türden olan birlik daha çok varlık alanıyla ilgili durumlarda (existential veya ontological situations) sözkonusu olurken ikinci türden olan birlik bilgi alanında (epistenıological sphere) gerçeklik kazanır. Başka bir deyişle, bu iki tür birlik arasındaki farklılık, 'olmak' ile 'bilmek' arsındaki farklılıktır da denebilir. Örneğin, 'ahlaklı bir birey olmak' ile 'ahlaklı bir birey olmanın ne olduğunu bilmek' arasındaki farklılık gibi. Burada, ahlaklı bir birey olmak, ahlaklılık ile birey arasında gerçekleşen 'varoluşsal' bir birlik oluştururken ahlaklı bir birey olmayı bilmek ise 'bilgisel' bir birliktir. Bu nedenle, birey bildiğinden farklı olabilir fakat olduğundan ibarettir. Bunu yansıtan güzel bir örnek, güzel ahlaklı olmayı bilen fakat kötü ahlaklı olan bir kişinin durumudur. Burada epistemolojik birlik çok açık bir şekilde göze çarpar. Yani (kötü ahlaklı olan) birey ile onun güzel ahlaklılık konusundaki bilgisi yüz yüze gelmiş ve epistemolojik bir birlik oluşturabilmiştir ancak ontolojik bir birlik oluşturmamıştır. Y.R. Simon bu farklılığı şöyle dile getirir:
"Bilme'yi (knowing) 'olmak'tan (being) ayıran özellik şudur: Bilme olayında bilinen nesne bilen sujeden farklı olma özelliğini ve bilen suje de aynı kalma özelliğini koruyabilmesine karşılık salt varoluş alanında bir durum ya da nitelik kazanmış olan suje bir değişime uğrar ve kendinden- önceki halinden- başkası olur."
İmdi, Aristoteles'in algı kavramında sözkonusu olan birliği (union) bu ayrımın ışığında değerlendirecek olursak onun ontolojik değil de epistemolojik bir birlik olduğu görülecektir. Çünkü algılayan kişi veya onun algı yetisi ile diş dünyadaki nesnenin ontolojik birlik ya da aynılığı iddiasını değil Aristoteles, sıradan bir kişi bile ileri sürmeyecektir.
Buraya kadarki incelemelerimizde Aristotelesci algı kavramının üç farklı yorumunun bu kavramı açıklamadaki yeterlilik iddialarının bir tartışmasını yaptık. Tartışmanın sonunda ise Aristoteles'in algı anlayışının ne salt materyalist veya fizyolojik, ne idealist veya spiritualist ve ne de dualist yaklaşımlardan biri ile açıklanamayacağı kanaatine ulaştık. Aristoteles'i bu tür yaklaşımlardan biri ile açıklama gayreti bizce Aristoteles'i anlamaya çalışmak çabasından ziyade onu önceden sahip olunan bir kalıp ya da şablon içerisine yerleştirme veya indirgeme mücadelesidir.
Ya da buna kısaca Aristoteles'i olduğu gibi değil de olmasını istediği gibi görme gayreti de diyebiliriz. Realist bir açıdan bakıldığında bu tür yorum ve yaklaşımların doğal sonucunun konuyu çarpıtma olduğu söylenebilir. Burada şunu da belirtelim ki tabii her yorum ve yaklaşımın kesinlikle böyle olduğunu da söylemek istemiyoruz. Mutlaka bunun masum niyet taşıyan istisnaları vardır. Ancak felsefe gibi bilinçli olarak yapılan gayretler sözkonusu olunca, masum olan gayretlerin çok azınlıkta kalacağı iddia edilebilir.
Aristotelesci algı kavramının yukarıda sözü edilen kategorilerden her hangi biri altında sıniflanamayacağını söyledik. Peki nedir bu Aristotelesci algı kavramı? Onu doğru olarak nasıl açıklayabiliriz? Kanaatimizce bu soruların cevabı, 'Aristotelesci algı anlayışının kendine mahsus bir statüye sahip olduğu" şeklindedir. Peki öyleyse bu statü nedir? Bizce bu soruyu yanıtlamak, başlı başına uzunca ele alınıp işlenecek bir başka çalışmayı gerektirir. Bir şeyin ne olduğunu bilmek bir bakıma onun ne olmadığını bilmeye bağlı ojduğu göz önünde bulundurulursa esasen bizim bu çalışmada yaptığımız da bu soruyu yanıtlama gayretinin bir parçası- yanıta negatif açıdan yaklaşma- olarak değerlendirilebilir. Dediğimiz gibi soruya pozitif bir yanıt bulmak ise diğer bir çalışmanın ürünü olacaktır. Bunu ise uygun bir zaman ve zemin bulduğumuzda yapmayı amaçlayıp bu çalışmamızı burada noktalıyoruz.