AHLAKİ DEĞERLER VE SANAT
|
Babek Osmanoğlu KURBANOV
Sanatın eğitici fonksiyonu felsefi fikir tarihinde daima merkezi yerlerden birini tutmuştur. Artık Eski Yunan filozofları sanatın tasnifatı (sınıflandırılması) sorunu ile ilgili felsefı-estetik kavramlarında bu problemi daima ön plana çekmiş, sanatın belli bir ahlaki-etik davranış kaidelerine riayet etmesini, aynı zamanda bu kaidelerin tebliğinde geniş imkanlara sahip olmasını defalarca kaydetmişlerdir. Daha doğrusu estetik ideal anlayışı daima mânevi, ahlaki kamillik anlayışı ile bir arada düşünülmüştür. Güzel insan-ahlaki yönden de kusursuz kabul ediliyor. Eski Yunanlıların kullandıkları kalokagatiya kelimesi bu her iki anlamı bir araya getirirdi. Antik Çağ için çok önemli sayılan bu anlamı yani kalokagatiyayı (Yunanca calos-güzel ve agathos-iyi, manevi bakımdan mükemmel anlamlarına geliyor) Aristoteles daha da geliştirmiş ve onun daha çok güzel sanatlarla, özellikle de tiyatro sanatı ve trajedi ile ilgili şekilde izah etmeye çalışmıştır. İnsan güzelliğinin zahiri yok, iç güzelliğini önemli sayan Aristoteles burada etik (ahlaki) örfleri ve özellikle adillik, cesurluk, dürüstlük gibi ahlâk değerleri güzelliğin esas niteliklerinden sayıyordu. O, böyle düşünüyordu ki, kalokagatiya anlamı etik (iyi)ve estetik (güzel) yönlerin birbiriyle kavuşmasından ortaya çıkıyor. İnsanın her yönlü uyumlu gelişmesi ideali eski zamandan beri beşeriyeti düşündürmüştür.
Tesadüfi değil ki, biz dünya sanatı tarihinde ve pratiğinde de bu eğilimin güzel ifadesini görebiliriz. Eski Yunanistan'da mütenasipliğin (uygunluğun), ahengdarlığın güzel örnekleri olan ünlü Parfenon mimarlık abidesi, Miloslu Venera, Miron'un Diskobolçu, heykellerini, daha sonralar Rönesans çağında Miçelancelo'nun David, Nizami'nin Ferhat vs. gibi suretlerinde izleyebilirsiniz. Bu sanat eserlerinde fiziki ve manevi gelişmenin yüksek zirvesinde dayanmış insan ideali terennüm olunmuştur. Hatırlatalım ki, yüksek mânevi-ahlaki niteliklere sahip olan halk yaratıcılığının, destanların, masalların, atasözlerinin, bilmecelerin vs. her zaman ana hattını oluşturmuştur. Mesela, bütün Türk Cumhuriyetleri için ortak manevi-kültür örnekleri gibi değerlendirilen Ergenekon, Kitabi-Dede-Korkut, Manas, Köroğlu gibi destanlarımızda, Nevruz bayramı gibi sosyo-kültürel hadiselerde biz en yüksek ve adil ahlak prensiplerini duyabiliriz.
Mesela, Köröğlu'yu halk yalnızca cesur bir halk kahramanı gibi değil, aynı zamanda sözüne ve sevgisine vefalı, zeki ve hikmetli, adil bir şahsiyet gibi halk ozanı, aşığı gibi tasavvur ediyordu. Tesadüfi değil ki, vatanının, halkının savunucusu olan Köroğlu, aynı zamanda onun mânevi kültürünün, dilinin, dininin, güzel sanallarının da savunucusu gibi tasavvur ediliyordu. Gerçekten de öylecesine ahlakı prensip yok ki, sanatta, onun çeşitli türlerinde kendi ifadesini bulmamış olsun. Mesela, ahlaki nitelikleri biz çoğu kez bir dizi genelleştirilmiş anlamlarla ilgilendiriyoruz, mesela vicdan, borç, vatanseverlik, hoşgörü, hikmetlilik, doğruculuk, iyimserlik, saf muhabbet, rehimdillilik vs. bunların en önemlilerinden sayılmaktadır. Tabii ki, bu olumlu ahlaki niteliklerin, faziletlerin diyametral olarak zıt yönleri de vardır ve insanın manevi saflaştınlmasmda bu kabahatlardan hür olabilmesi için toplumun, şahsiyetin manevi hayatında onların oynayabileceği çirkin rolü açığa çıkarmanın olumlu manevi-etik ideal açısından eleştirilmesinin son derece büyük önemi vardır. Aynı zamanda yukarıda kaydettiğimiz ahlaki faziletlerin geniş tebliği, incelenmesi ve yüce örnek gibi tebliğ edilmesi de az önem taşımıyor. Bununla bile hatırlatalım ki, ahlaki eğitim süresince kaybettiğimiz ahlaki faziletler ve kabahatlar birbirleriyle karşılaştırıldığında, uzlaştırıldığında ve tabii ki, somut insan karakterlerinin aynı zamanda bireylerin ve hatta tüm bir toplumun simasında gözden geçirildiği zaman kendi gerçek ahlaki mahiyetlerini açıklayabiliyorlar. Bu bakımdan da sanat eserleri sonsuz estetik-ahlaki potansiyele sahiplerdi. Hatırlatalım ki, biçimine, kompozisyon yapısına göre daha kapsamlı sanat eserleri (mesela, roman, poema, tiyatro oyunu, opera veya bale eseri vs.) yukarıda kaydettiğimiz ahlaki niteliklerin bir çoğunu ifade etmekte zorunluluk çekmiyorlar. Bu türlü eserlerde bazen gösterdiğimiz ahlaki ilkelerin birlikte ifade olunmasının şahidi oluyoruz. Sanatın ahlaki-eğitici gücü bir de ona göre büyüktür ki, gösterdiğimiz ahlaki nitelikler ve davranış kayideleri: genellikle burada somut bedii (sanatsal) suretler, tipler aracılığı ile açıklığa kavuşuyorlar. Mesela, Sheakspeare'in ünlü "Otello" trajedisinde saf muhabbetle kıskançlık, gerçekçilikle yalan, kin- kudretle (öfkeyle) sevgi, dostlukla inayet, ırkçılıkla insanseverlik, gıpta ile hoşgörü vs. gibi duygular ve tezat teşkil eden anlamların ifadesini duyuyoruz. Eğer Otello, Dezdemona güzel ve beşeri ahlaki değerlerin ifadecisi gibi kendisini gösteriyorsa, Yago aksine toplum tarafından sevilmeyen, çirkin ve egoist ahlaki sıfatların ifadecisine çevrilmiş oluyor. Sanatın bir önemli özelliği de orasındadır ki,onun eğitici tesiri hiç bir milli, coğrafi, dini sınır tanımıyor. Daha doğnısu en güzel sanat eserleri adeta beşeri evrensel ahlaki değerleri savunuyor, toplumun, insanların manevi terakkisine engel olabilen ahlak prensiplerini çeşitli yollarda eleştirir, onların bozucu mahiyetini spesifik ve bedii bir dille ortaya çıkarmaya çalışıyorlar Tabii ki, sanat bu yüksek ahlaki misyonu yerine getirmekten ötürü kendi eseri için seçtiği estetik objeyi olumlu bir estetik ideal pozisyonundan değerlendirmelidir ve burada tesadüfi değil ki. sanatçının, bu sırada yazarın, bestekarın, ressamın, tiyatro yönetmeninin vs. sosyal mesuliyeti (sorumluluğu), daha doğrusu manevi-ahlaki dünya görüşü vs. son derece önemli rol oynuyor ve uzmanlar bu özelliği sık sık vurguluyorlar.
Genelde sanat eserlerinin amacı sırf olumlu nıanevi-estetik idealleri terennüm etmek, insanları yüksek manevi amaçlarla yaşamağa, kendi gündelik hayatlarında bu yüce davranış yasalarına ve manevi değerlerine riayet etmelerini saklamaktadır. Hatta gerçek hayattaki çirkin mânevi olayları yansıttığı zaman bile sanat eserleri çoğu kez kendi yüksek eğitici fonksiyonunu kaybetmiyor. Çünkü bu kabilden olan eserlerde kendi yansıminı bulan objeler, olumsuz ahlaki olaylar adeta ilerici estetik ideal pozisyonlarından eleştirilir, toplumun, halkın hayatında onların engelleyici, çirkin mahiyeti açıklanıyor. Bu nedenlere göre de sanat eserleri,özellikle de onun polifonksiyonel (bir kaç fonksiyonu yerine getirebilmek yeteneği)karaktere, duygusal dile sahip olması gibi özellikleri ve tabii ki, ilerici mânevi-estetik ideal pozisyonundan onları kullanabilen sanatçının olması sayesinde insanların kendisine olan sevgisini artırabiliyor. Tesadüfi değil ki, Batı'nın Gothe, Heine, Byron, Cervantes gibi yazarları gibi Doğu'nun Mevlâna, Nizami, Fuzuli gibi düşünür şairlerinin eserleri de tedricen bütün dünyada yayılmağa,anlaşılmağa ve sevilmeye başlıyor. Manevi ve beşeri faziletleri terennün, kabahatleri ise eleştiren bu dehalar artık bir milletin manevi kültüründe olduğu gibibütün milletlerin de manevi-estetik kültüründe önemli yer oynamağa başlıyor.
Mesela, ünlü Rus satirik yazarı GogoUun "Müfettiş", "Ölü Ruhlar", Saltıkov Şedri'nin "Rus Mujiki (köylüsü) İki Generali Nasıl da Doyurdu" gibi eserlerinde ortaya koyulmuş çirkin manevi ahlaki problemler (yolsuzluk, rüşvetçilik, yaltaklık, darkafalılık, yobazlık, nadanlık, cehalet vs.)hiç de yalnız bu halkın manevi kültürü ile sınırlanmamalıdır. Aksi halde onların bütün dünyada bile böyle bir büyük aksi sedaya neden olmasının sebebini anlamak imkansız olurdu. Hatırlatalım ki, mesela, Gogol'un '"Müfettiş" komedisi vaktiyle Türk diline de tercüme edilmiş ve büyük başarıyla tiyatro sahnesinde oynanmıştır. Yukarıda adı geçen eserin büyük etkileyici, eğitici gücü bir de orasındadır ki, burada yazarlar değindikleri ahlaki olayların çirkinliği, sahteciliğini, halkın yüksek maneviyatına zıt olmasını açıklıyor ve onlara karşı okuyucuların, seyircilerin olumsuz tepkilerini oluşturabiliyorlar.
Vaktiyle ünlü Türk yazan Reşat Nuri Güntekin'in sinemaya alınmış "Çalı Kuşu" dizisi eski Sovyetler Birliğinde, bu sırada Rusya'da seyircilerin büyük bir sevgisine neden olmuştur. Zahiren Türkiye'nin ve Rusya'nın birbirlerinden farklı görülebilen manevi-ahlaki kültürüne, davranış kayidelerine, psikolojik düşünme, tarzına vs. rağmen eserin kahramanı Feride sureti, burada yansıtılan olaylar diğer milletlerden (özellikle de tabii ki, Türk Cumhuriyetlerinden olan izleyiciler gibi Rus halkının çeşitli tabakalarından olan, insanları da son derece etkilemiş, estetik açıdan heyecanlandırmıştır. Bunun nedenim ise eserde yansıtılan yüksek manevi-ahlaki niteliklerin, daha doğrusu evrensel öneme sahip saf muhabbetin, bütün zorluklara rağmen kendi öğretmenlik görevim sonuna kadar şerefle yerine getirmek arzusunun, yüksek maneviyatın, halkının ahlaki geleneklerine ve yeteneklerine derin sevgi ve saygının eserde yüksek sanatsallıkla ifade olunması ile izah etmek mümkündür. Ünlü Kırgız yazan Cengiz Aytmatov'un eserlerinde de biz millilikle beşeri (evrensel) öğelerin diyalektiğini görebiliriz. Bütün dünyada sevgi ile karşılanan bu eserlerde Kırgız halkının gündelik hayatı, adet-ananeleri, imkan ve yetenekleri hakkında geniş fikir yaratan yazar, aynı zamanda halkın temsilcileri olan Gülsara, Tohınay gibi bedii suretler aracılığıyla en yüce beşeri ahlaki nitelikleri ifade edebilmiştir.
Birçok yabancı dillere, bunun yamnda Türk diline de çevrilmiş bu eserler bütün dünyada geniş bir şöhret kazanmıştır. Cengiz Aytmotov'un oluşturduğu kahramanların gücü her şeyden önce Kırgız Türklerine özgü olan metanet, mütevazilik, çalışkanlık, namusluluk, hoşgörütük, saygınlık vs. gibi yüce manevi niteliklerdir ki, genelde halkın psikolojisini ve karakterim onlarsız tasavvur etmek mümkün olmuyor. Yazar bu yüce manevi niteliklerin en ağır sosyal-ekonomik ve ideolojik baskılara mâruz kaldığı dönemlerde, aynı zamanda Sovyetler Birliği'nde hakim olan aşın milliyetçiliğin, şovenizmin, sömürgeciliğin ve hükümranlık ideolojisi koşullarında bile kaybedilmemesi fikrini savunmakla asırlarca onları yaşatabilen nedenleri-halkın vatanına, ulu geçmişine, dinine, diline,özgürlüğüne olan sönmez muhabbetini ve hiç bir zaman mahvedilmeyen yüce ideallerini de açıklamağa çalışıyordu. Hatırlatalım ki, aslında bu gibi ahlaki idealler özellikle 1960'lı yıllarından başlayarak devletin ahlak prensiplerinde bile resmi olarak yer almasına ve komünist ahlak prensipleri gibi onun resmi kanunlar mecmuasına dahil olmasma rağmen, aslında hiç bir türlü real gerçekliği buradaki sosyal haksızlıktan insan haklarının, hatta tüm milletlerin bile yok edilmesi (genositi) gibi oiaylan yansıtmıyor ve tabii ki bu nedenlere göre de inandıncı olmayıp, daha çok ütopik karakter taşıyorlardı.
Somut olarak bu ahlaki prensipler daha çok şahsiyeti, şahsi teşebbüskarhğı, şahsi mülkiyeti, milli, dini inançları, ahlaki-etik prensipleri sınırlıyor, onları içtimai mülkiyete dayanan ve aslında yukarıda, kaydettiğimiz çok asırlık kültürel değerleri inkar eden vahid sosyalist, komünist ideolojisi ile değiştirmek amacını yerine getirmiş oluyordu. Aynı zamanda buradaki ahlak prensipleri gerçek yaşam koşullarında yerine getirmemesine rağmen yayın, basın, güzel sanatlar, sosyal bilimler, tüm eğitim sistemi vs. mecburi olarak kendi faaliyetlerini mutlaka bu istikamette yapmalannı talep ediyordu. Hatta tesadüfi değil ki, mesela güzel sanatlar gibi universal
imkanlara ve çeşitli sosyal fonksiyonlara, bir dizi bedii akımlara sahip olan eğitim aracının bile yalnız bir bedii metod-sosyalist realizmi metodu ilkelerine ve sınırlarına uygun olarak davranmasını mecburi hesap ediyorlardı. En yetenekli ve ünlü yazarlann bile bu ilkelere (mesela N. Gorki, S. Yesenin, F. Fadeyev.gibi ünlü Rus yazarlarının bile mecburen bu çevreler içerisinde davranmaları, takiplere mâruz kalmalan son zamanlar açıklığa kavuşmuştur) uymaları, eserleriyle Marksist-Leninist ideolojinin ilkelerini tebliğ etmeleri son derece önemli kılınıyordu. Hatta karmaşık hayat yolu geçmiş ünlü Türk şairi Nazım Hikmet'in bile uzun bir süre bu ideolojinin etkisi altında yazıp yaratması malum hakikattir, O, Durhan H. Hatipoğlu'nunda yazdığı gibi hatta bir zamanlar şair arkadaşlarına mutlaka komünist partisinin emrine amade etmelerini öneriyor ve yeryüzüne en ilerici Türk şiirinin yaranmasını bu bedii metod ile ilgilendiriyordu .
Sanatın eğitici fonksiyonu felsefi fikir tarihinde daima merkezi yerlerden birini tutmuştur. Artık Eski Yunan filozofları sanatın tasnifatı (sınıflandırılması) sorunu ile ilgili felsefı-estetik kavramlarında bu problemi daima ön plana çekmiş, sanatın belli bir ahlaki-etik davranış kaidelerine riayet etmesini, aynı zamanda bu kaidelerin tebliğinde geniş imkanlara sahip olmasını defalarca kaydetmişlerdir. Daha doğrusu estetik ideal anlayışı daima mânevi, ahlaki kamillik anlayışı ile bir arada düşünülmüştür. Güzel insan-ahlaki yönden de kusursuz kabul ediliyor. Eski Yunanlıların kullandıkları kalokagatiya kelimesi bu her iki anlamı bir araya getirirdi. Antik Çağ için çok önemli sayılan bu anlamı yani kalokagatiyayı (Yunanca calos-güzel ve agathos-iyi, manevi bakımdan mükemmel anlamlarına geliyor) Aristoteles daha da geliştirmiş ve onun daha çok güzel sanatlarla, özellikle de tiyatro sanatı ve trajedi ile ilgili şekilde izah etmeye çalışmıştır. İnsan güzelliğinin zahiri yok, iç güzelliğini önemli sayan Aristoteles burada etik (ahlaki) örfleri ve özellikle adillik, cesurluk, dürüstlük gibi ahlâk değerleri güzelliğin esas niteliklerinden sayıyordu. O, böyle düşünüyordu ki, kalokagatiya anlamı etik (iyi)ve estetik (güzel) yönlerin birbiriyle kavuşmasından ortaya çıkıyor. İnsanın her yönlü uyumlu gelişmesi ideali eski zamandan beri beşeriyeti düşündürmüştür.
Tesadüfi değil ki, biz dünya sanatı tarihinde ve pratiğinde de bu eğilimin güzel ifadesini görebiliriz. Eski Yunanistan'da mütenasipliğin (uygunluğun), ahengdarlığın güzel örnekleri olan ünlü Parfenon mimarlık abidesi, Miloslu Venera, Miron'un Diskobolçu, heykellerini, daha sonralar Rönesans çağında Miçelancelo'nun David, Nizami'nin Ferhat vs. gibi suretlerinde izleyebilirsiniz. Bu sanat eserlerinde fiziki ve manevi gelişmenin yüksek zirvesinde dayanmış insan ideali terennüm olunmuştur. Hatırlatalım ki, yüksek mânevi-ahlaki niteliklere sahip olan halk yaratıcılığının, destanların, masalların, atasözlerinin, bilmecelerin vs. her zaman ana hattını oluşturmuştur. Mesela, bütün Türk Cumhuriyetleri için ortak manevi-kültür örnekleri gibi değerlendirilen Ergenekon, Kitabi-Dede-Korkut, Manas, Köroğlu gibi destanlarımızda, Nevruz bayramı gibi sosyo-kültürel hadiselerde biz en yüksek ve adil ahlak prensiplerini duyabiliriz.
Mesela, Köröğlu'yu halk yalnızca cesur bir halk kahramanı gibi değil, aynı zamanda sözüne ve sevgisine vefalı, zeki ve hikmetli, adil bir şahsiyet gibi halk ozanı, aşığı gibi tasavvur ediyordu. Tesadüfi değil ki, vatanının, halkının savunucusu olan Köroğlu, aynı zamanda onun mânevi kültürünün, dilinin, dininin, güzel sanallarının da savunucusu gibi tasavvur ediliyordu. Gerçekten de öylecesine ahlakı prensip yok ki, sanatta, onun çeşitli türlerinde kendi ifadesini bulmamış olsun. Mesela, ahlaki nitelikleri biz çoğu kez bir dizi genelleştirilmiş anlamlarla ilgilendiriyoruz, mesela vicdan, borç, vatanseverlik, hoşgörü, hikmetlilik, doğruculuk, iyimserlik, saf muhabbet, rehimdillilik vs. bunların en önemlilerinden sayılmaktadır. Tabii ki, bu olumlu ahlaki niteliklerin, faziletlerin diyametral olarak zıt yönleri de vardır ve insanın manevi saflaştınlmasmda bu kabahatlardan hür olabilmesi için toplumun, şahsiyetin manevi hayatında onların oynayabileceği çirkin rolü açığa çıkarmanın olumlu manevi-etik ideal açısından eleştirilmesinin son derece büyük önemi vardır. Aynı zamanda yukarıda kaydettiğimiz ahlaki faziletlerin geniş tebliği, incelenmesi ve yüce örnek gibi tebliğ edilmesi de az önem taşımıyor. Bununla bile hatırlatalım ki, ahlaki eğitim süresince kaybettiğimiz ahlaki faziletler ve kabahatlar birbirleriyle karşılaştırıldığında, uzlaştırıldığında ve tabii ki, somut insan karakterlerinin aynı zamanda bireylerin ve hatta tüm bir toplumun simasında gözden geçirildiği zaman kendi gerçek ahlaki mahiyetlerini açıklayabiliyorlar. Bu bakımdan da sanat eserleri sonsuz estetik-ahlaki potansiyele sahiplerdi. Hatırlatalım ki, biçimine, kompozisyon yapısına göre daha kapsamlı sanat eserleri (mesela, roman, poema, tiyatro oyunu, opera veya bale eseri vs.) yukarıda kaydettiğimiz ahlaki niteliklerin bir çoğunu ifade etmekte zorunluluk çekmiyorlar. Bu türlü eserlerde bazen gösterdiğimiz ahlaki ilkelerin birlikte ifade olunmasının şahidi oluyoruz. Sanatın ahlaki-eğitici gücü bir de ona göre büyüktür ki, gösterdiğimiz ahlaki nitelikler ve davranış kayideleri: genellikle burada somut bedii (sanatsal) suretler, tipler aracılığı ile açıklığa kavuşuyorlar. Mesela, Sheakspeare'in ünlü "Otello" trajedisinde saf muhabbetle kıskançlık, gerçekçilikle yalan, kin- kudretle (öfkeyle) sevgi, dostlukla inayet, ırkçılıkla insanseverlik, gıpta ile hoşgörü vs. gibi duygular ve tezat teşkil eden anlamların ifadesini duyuyoruz. Eğer Otello, Dezdemona güzel ve beşeri ahlaki değerlerin ifadecisi gibi kendisini gösteriyorsa, Yago aksine toplum tarafından sevilmeyen, çirkin ve egoist ahlaki sıfatların ifadecisine çevrilmiş oluyor. Sanatın bir önemli özelliği de orasındadır ki,onun eğitici tesiri hiç bir milli, coğrafi, dini sınır tanımıyor. Daha doğnısu en güzel sanat eserleri adeta beşeri evrensel ahlaki değerleri savunuyor, toplumun, insanların manevi terakkisine engel olabilen ahlak prensiplerini çeşitli yollarda eleştirir, onların bozucu mahiyetini spesifik ve bedii bir dille ortaya çıkarmaya çalışıyorlar Tabii ki, sanat bu yüksek ahlaki misyonu yerine getirmekten ötürü kendi eseri için seçtiği estetik objeyi olumlu bir estetik ideal pozisyonundan değerlendirmelidir ve burada tesadüfi değil ki. sanatçının, bu sırada yazarın, bestekarın, ressamın, tiyatro yönetmeninin vs. sosyal mesuliyeti (sorumluluğu), daha doğrusu manevi-ahlaki dünya görüşü vs. son derece önemli rol oynuyor ve uzmanlar bu özelliği sık sık vurguluyorlar.
Genelde sanat eserlerinin amacı sırf olumlu nıanevi-estetik idealleri terennüm etmek, insanları yüksek manevi amaçlarla yaşamağa, kendi gündelik hayatlarında bu yüce davranış yasalarına ve manevi değerlerine riayet etmelerini saklamaktadır. Hatta gerçek hayattaki çirkin mânevi olayları yansıttığı zaman bile sanat eserleri çoğu kez kendi yüksek eğitici fonksiyonunu kaybetmiyor. Çünkü bu kabilden olan eserlerde kendi yansıminı bulan objeler, olumsuz ahlaki olaylar adeta ilerici estetik ideal pozisyonlarından eleştirilir, toplumun, halkın hayatında onların engelleyici, çirkin mahiyeti açıklanıyor. Bu nedenlere göre de sanat eserleri,özellikle de onun polifonksiyonel (bir kaç fonksiyonu yerine getirebilmek yeteneği)karaktere, duygusal dile sahip olması gibi özellikleri ve tabii ki, ilerici mânevi-estetik ideal pozisyonundan onları kullanabilen sanatçının olması sayesinde insanların kendisine olan sevgisini artırabiliyor. Tesadüfi değil ki, Batı'nın Gothe, Heine, Byron, Cervantes gibi yazarları gibi Doğu'nun Mevlâna, Nizami, Fuzuli gibi düşünür şairlerinin eserleri de tedricen bütün dünyada yayılmağa,anlaşılmağa ve sevilmeye başlıyor. Manevi ve beşeri faziletleri terennün, kabahatleri ise eleştiren bu dehalar artık bir milletin manevi kültüründe olduğu gibibütün milletlerin de manevi-estetik kültüründe önemli yer oynamağa başlıyor.
Mesela, ünlü Rus satirik yazarı GogoUun "Müfettiş", "Ölü Ruhlar", Saltıkov Şedri'nin "Rus Mujiki (köylüsü) İki Generali Nasıl da Doyurdu" gibi eserlerinde ortaya koyulmuş çirkin manevi ahlaki problemler (yolsuzluk, rüşvetçilik, yaltaklık, darkafalılık, yobazlık, nadanlık, cehalet vs.)hiç de yalnız bu halkın manevi kültürü ile sınırlanmamalıdır. Aksi halde onların bütün dünyada bile böyle bir büyük aksi sedaya neden olmasının sebebini anlamak imkansız olurdu. Hatırlatalım ki, mesela, Gogol'un '"Müfettiş" komedisi vaktiyle Türk diline de tercüme edilmiş ve büyük başarıyla tiyatro sahnesinde oynanmıştır. Yukarıda adı geçen eserin büyük etkileyici, eğitici gücü bir de orasındadır ki, burada yazarlar değindikleri ahlaki olayların çirkinliği, sahteciliğini, halkın yüksek maneviyatına zıt olmasını açıklıyor ve onlara karşı okuyucuların, seyircilerin olumsuz tepkilerini oluşturabiliyorlar.
Vaktiyle ünlü Türk yazan Reşat Nuri Güntekin'in sinemaya alınmış "Çalı Kuşu" dizisi eski Sovyetler Birliğinde, bu sırada Rusya'da seyircilerin büyük bir sevgisine neden olmuştur. Zahiren Türkiye'nin ve Rusya'nın birbirlerinden farklı görülebilen manevi-ahlaki kültürüne, davranış kayidelerine, psikolojik düşünme, tarzına vs. rağmen eserin kahramanı Feride sureti, burada yansıtılan olaylar diğer milletlerden (özellikle de tabii ki, Türk Cumhuriyetlerinden olan izleyiciler gibi Rus halkının çeşitli tabakalarından olan, insanları da son derece etkilemiş, estetik açıdan heyecanlandırmıştır. Bunun nedenim ise eserde yansıtılan yüksek manevi-ahlaki niteliklerin, daha doğrusu evrensel öneme sahip saf muhabbetin, bütün zorluklara rağmen kendi öğretmenlik görevim sonuna kadar şerefle yerine getirmek arzusunun, yüksek maneviyatın, halkının ahlaki geleneklerine ve yeteneklerine derin sevgi ve saygının eserde yüksek sanatsallıkla ifade olunması ile izah etmek mümkündür. Ünlü Kırgız yazan Cengiz Aytmatov'un eserlerinde de biz millilikle beşeri (evrensel) öğelerin diyalektiğini görebiliriz. Bütün dünyada sevgi ile karşılanan bu eserlerde Kırgız halkının gündelik hayatı, adet-ananeleri, imkan ve yetenekleri hakkında geniş fikir yaratan yazar, aynı zamanda halkın temsilcileri olan Gülsara, Tohınay gibi bedii suretler aracılığıyla en yüce beşeri ahlaki nitelikleri ifade edebilmiştir.
Birçok yabancı dillere, bunun yamnda Türk diline de çevrilmiş bu eserler bütün dünyada geniş bir şöhret kazanmıştır. Cengiz Aytmotov'un oluşturduğu kahramanların gücü her şeyden önce Kırgız Türklerine özgü olan metanet, mütevazilik, çalışkanlık, namusluluk, hoşgörütük, saygınlık vs. gibi yüce manevi niteliklerdir ki, genelde halkın psikolojisini ve karakterim onlarsız tasavvur etmek mümkün olmuyor. Yazar bu yüce manevi niteliklerin en ağır sosyal-ekonomik ve ideolojik baskılara mâruz kaldığı dönemlerde, aynı zamanda Sovyetler Birliği'nde hakim olan aşın milliyetçiliğin, şovenizmin, sömürgeciliğin ve hükümranlık ideolojisi koşullarında bile kaybedilmemesi fikrini savunmakla asırlarca onları yaşatabilen nedenleri-halkın vatanına, ulu geçmişine, dinine, diline,özgürlüğüne olan sönmez muhabbetini ve hiç bir zaman mahvedilmeyen yüce ideallerini de açıklamağa çalışıyordu. Hatırlatalım ki, aslında bu gibi ahlaki idealler özellikle 1960'lı yıllarından başlayarak devletin ahlak prensiplerinde bile resmi olarak yer almasına ve komünist ahlak prensipleri gibi onun resmi kanunlar mecmuasına dahil olmasma rağmen, aslında hiç bir türlü real gerçekliği buradaki sosyal haksızlıktan insan haklarının, hatta tüm milletlerin bile yok edilmesi (genositi) gibi oiaylan yansıtmıyor ve tabii ki bu nedenlere göre de inandıncı olmayıp, daha çok ütopik karakter taşıyorlardı.
Somut olarak bu ahlaki prensipler daha çok şahsiyeti, şahsi teşebbüskarhğı, şahsi mülkiyeti, milli, dini inançları, ahlaki-etik prensipleri sınırlıyor, onları içtimai mülkiyete dayanan ve aslında yukarıda, kaydettiğimiz çok asırlık kültürel değerleri inkar eden vahid sosyalist, komünist ideolojisi ile değiştirmek amacını yerine getirmiş oluyordu. Aynı zamanda buradaki ahlak prensipleri gerçek yaşam koşullarında yerine getirmemesine rağmen yayın, basın, güzel sanatlar, sosyal bilimler, tüm eğitim sistemi vs. mecburi olarak kendi faaliyetlerini mutlaka bu istikamette yapmalannı talep ediyordu. Hatta tesadüfi değil ki, mesela güzel sanatlar gibi universal
imkanlara ve çeşitli sosyal fonksiyonlara, bir dizi bedii akımlara sahip olan eğitim aracının bile yalnız bir bedii metod-sosyalist realizmi metodu ilkelerine ve sınırlarına uygun olarak davranmasını mecburi hesap ediyorlardı. En yetenekli ve ünlü yazarlann bile bu ilkelere (mesela N. Gorki, S. Yesenin, F. Fadeyev.gibi ünlü Rus yazarlarının bile mecburen bu çevreler içerisinde davranmaları, takiplere mâruz kalmalan son zamanlar açıklığa kavuşmuştur) uymaları, eserleriyle Marksist-Leninist ideolojinin ilkelerini tebliğ etmeleri son derece önemli kılınıyordu. Hatta karmaşık hayat yolu geçmiş ünlü Türk şairi Nazım Hikmet'in bile uzun bir süre bu ideolojinin etkisi altında yazıp yaratması malum hakikattir, O, Durhan H. Hatipoğlu'nunda yazdığı gibi hatta bir zamanlar şair arkadaşlarına mutlaka komünist partisinin emrine amade etmelerini öneriyor ve yeryüzüne en ilerici Türk şiirinin yaranmasını bu bedii metod ile ilgilendiriyordu .