FARABİ EPİSTEMOLOJİSİNDE AKIL (...devam )

Güç halinde yani etkin halde olmayan düşünülürlerin (makullerin) etkin halde düşünülür olabilmeleri onların etkin akıl tarafından kavranmalarını gerektirir. Etkin Akıl (Bil fi’il akıl)’a etkin ve işlek halde akıl, güç halinden (kuvveden) hareket haline, işler hâle geçmiş akıl denilebilir. Fakat aklın bu aşamaya gelmesi için bir takım nitelikleri kazanması gerekmektedir. “Onları edilgin olmadan etkin olmaya çıkaran aklın özünün, Farabi’ye göre herhangi bir maddeyle asla ilgisi yoktur”. Kendinde, etkin halde bulunmayan düşünülürlerin veya formların, on kategorinin ancak bir kısmının uygulanması neticesinde ve yeni bir varlık tarzı kazanması sonucunda etkin akıl olur. Düşünülürlerin etkin akılda düşünülür olmaları demek, düşünülürler o aklın formları olur demeye gelir. Bu anlamda etkin akıl, etkin düşünülür ve etkin akıl olanın hepsi bir ve aynı şey demek olur. “O halde Farabiye göre, hatırlama (taakkul) işlevi yani varlığın düşünce haline gelmesi, varlığın formunun aynen akılda hissedilmesi” anlamını taşımaktadır. Bu duruma göre, varlık ve düşünce arasında ortak olan yön ise formdur, form sayesinde düşünce varlığı kavrayabilmekte, varlığı kendi özüne çevirebilmekte, veya aynı şey yani form hem kavranılacak olan nesne durumuna geçmekte hem de kavrayan özne durumunda olabilmektedir. Edilgin akıl kendi kendine etkin akıl haline gelemez, o halde onu edilginlikten etkinliğe geçirecek olan birtakım şartların bulunması gerekmektedir, çünkü o kendi kendine bu etkinliği yani dönüştürme işlemini yapamamaktadır.

Gerçekte etkin hâle gelmeyi bekleyen düşünülürler, etkin halde düşünülür olmaları bakımından maddenin veya nesnenin formlarıdır. Bu formlar etkin halde olmaları bakımından ruhun dışında bulunmaktadırlar. Bu düşünülürler zihinde etkin olarak bulundukları zaman, onların etkin olan bu varlıkları, kendi maddelerinde form olmaları bakımından olan varlıklar değildir. Çünkü “bu formlar zati olarak var olmaları için, zaman, mekan, durum, nitelik, nicelik, etkinlik veya hareket gibi bir takım kategorilere ihtiyaç duyarlar”. Ne var ki, düşünülürler zihinde işler halde düşünülür oldukları anda kategorilere olan ihtiyaçları ortadan kalkmakta ve düşünülür dışarıda etkin olarak bulundukları zaman evrenin varlıklarından biri olurlar. Bununla birlikte bütün varlıklar kavranabilirler ve aklın hazır halde bulunan şekilleri haline gelebilirler. Böylece etkin haldeki düşünülürler yine aklın kendi çabası ile etkin akıl haline gelebilirler. Bu şekildeki akıl ancak bu form’a kıyasla etkin halde akıldır, başka formlara yani dışarıda bulunan algılanmaya hazır formlara göre güç halinde akıl olmaya devam eder.

Çünkü onun etkin halde akla bürünmesi için form biçiminde olması gerekmektedir. Etkin aklın hatırlaması veya ince işleyişi (taakkul) söz konusu olduğu zaman onun anımsayabileceği şeyin ancak kendisi olması durumu ortaya çıkabilir. Bundan dolayı hatırlanan, ince işleyişe konu olan bu durum aynı zamanda etkin olan düşünülürden başka bir şey olamaz. Burada aklın hatırladığı konu, yani kendisi, daima etkin akıl olmaktadır. Fakat dışarıdaki nesneler edilgin halde düşünülür durumundadırlar, o şeyler hatırlanmadan önce yani ince kavrayışa konu olmadan önce, onların formlarının maddeden ayrılmış veya sıyrılmış olması gerekmektedir. Ne var ki, ortada birtakım şeyler vardır ve bunlar sadece form olarak bulunmaktadırlar. Bu formların kavranması veya düşünülmesi için maddeden sıyrılma işlemine uğramaları gerekmez. Ancak o formlar yeniden kavranma konusu olmakla, etkin akıl yeni bir akıl haline gelir, işte bu akıl “kazanılmış” (müstefad) akıldır.

Eğer etkin aklın nasıl bütün etkin haldeki düşünülür formları bildiği ve onlarla aynı olduğunu düşünürsek, bu durumda onun bilme nesnesinin aklın kendinden başka bir şey olmadığının farkına varırız ki, bu durumda akıl kazanılmış (müstefad) akıl ismini alır.

Kazanılmış akıl (Müstefad Akıl) “sırf düşünülürleri -makulleri- kavrayacak hâle gelmiş” akıl demektir. Bu akıl insani varlığın elde edebileceği varoluş mertebelerinin en son basamağını oluşturmaktadır. Teorik aklın bu en son düzeyinde insan adeta yeni bir ontolojik statü kazanmakta; kendisi için bütünüyle farklı olan entelektüel bir deneyim yaşamaktadır. Bu mertebede akıl, daha önce bir soyutlama etkinliği içerisinde kazanılmış düşünülürleri -ki bunlar kendisinin formlarıdır- edilgin düşünülürler olarak kavrar ve yeni bir statü kazanır.

Bu durum içinde teorik akıl, maddi bağıntılarından tamamen bağımsız olarak gerçekleşmiş bulunan düşünülürleri kendinde kavrar ve ay-üstü dünyanın maddeden yani öncesiz ve sonrasız olarak ayrı bulunan etkin olarak düşünülürleri kavrayabilecek duruma yükselir. Bunun anlamı ise maddede varolan formların olduğundan farklı bir varlık kazanacak tarzda maddelerinden ayrılmasıdır.

Böylelikle artık soyut varlıklar düzeninin insana en yakın olan basamağında, hiçbir zaman maddede bulunmamış ve bulunmayacak olan faal akıl yer almaktadır. Bu seviyeye gelmiş olan insan aklı artık faal aklın kendisine bağışlayacağı soyut kavramları kavrama yeteneğini kazanarak, kazanılmış akıl en üstte bulunan faal akıldan bir şeyler almış akıl seviyesine çıkar. Kazanılmış akıl soyut kavramları kavrayan akıl anlamını da taşıdığı için aklın bu seviyesini, bir takım yeti ve edimleri kazanmış olan akıl olarak adlandırılmaktadır.

Kazanılmış akıl önceki kısma, yani etkin akla nazaran maddeye göre form, etkin hâle gelen akla göre bu eylemi gerçekleştirenin konumu görünümündedir. Kazanılmış akıl etkin aklın formuna benzer; etkin akıl ise kazanılmış aklın maddesi ve konusu gibidir. Ne var ki, etkin akıl ayrıca edilgin aklın da formudur, edilgin akıl ise onun maddesidir, hatta, madde ve form bakımından Farabi akıllar arasında bir sıralama ortaya koyar; şöyle ki: “Kazanılmış akıl konu gibidir, bununla beraber işlek aklın formu yerindedir, işlek akıl da kazanılmış aklın konusu yerinde olup, edilgin aklın formu konumundadır”.

Bundan başka kazanılmış düşünülürler, konularının yalnızca etkin olması bakımından da etkin akıldan ayrılırlar. Bu kısımda etkin akıl tarafından maddeden ayrılan düşünülürleri ve maddi olmayan formları, madde olmaması özelliğiyle kendini kavradığı gibi doğrudan doğruya kavrar. Kendisinde madde olmamanın en yüksek seviyesine ulaşan kazanılmış akla, akıllara ilişkin ilerlemenin en yüksek noktası olarak gösterebiliriz. Çünkü kazanılmış akıl maddeye en uzak olan bir akıldır. Sonra etkin akıl gelir, nihayet daha aşağı derecelerde bulunan ve gitgide maddeye yaklaşan formlar gelir. Nefsani formlar, tabiat unsurlarının formları ve nihayet ilk madde. Düzen aşağıdan yukarıya doğru, yani ilk maddeden itibaren düşündüğümüz zaman, heyulani maddedeki cismani form demek olan doğaya, ondan sonra edilgin akla gelinir, sonra kazanılmış akıldan geçilerek fa’al akla ulaşılır.

O halde, bu dünyada kazanılmış akıldan başlayan etkin akıldan geçerek aşağı güçlere, doğaya, dört unsurun formlarına ve nihayet bu dünyadaki varlık mertebelerinin en alt basamağını gösteren ilk maddeye inen bir düzen vardır. Bundan dolayı bütün kavranabilir formların toplamı olan kazanılmış akla, bu dünya düzeninin saçağı olarak bakılabilir. Ayrıca tersten yorumlandığında yine kazanılmış akıldan başlayarak, ötesinde, göksel küreye ya da en altta fa’al aklın bulunduğu ay-üstü dünyaya ulaşan bir yükselme vardır. Farabiye göre kazanılmış akıl insan kavrayışının ve aklının ulaşmış olduğu en yüksek seviyedir.

İnsan aklının maddi düzeydeki varlığı, başlangıçta gerçekleşmemiş olan tam bir yatkınlık veya olabilirliktir ve böylece bir yatkınlığa sahip olma açısından bütün insanlar eşittir. Ne var ki özü gereği akıl olmamasından dolayı insan, ancak bir yatkınlık olarak sahip olduğu entelektüel varlığını kendi başına gerçekleştirip etkin hale getiremez. Farabi özellikle bu bağlamda, fiziksel dünya ile fizik ötesi varlık dünyası arasında, insanın bundan sonraki hayatının ayrılmaz bir parçası olarak sürekli devam edecek bir bağlantı ortaya koymaya çalışır. Bu bağlantıda aktif olan taraf, hiç olmazsa işin başında, metafiziksel olan taraf yani soyut akılların sonuncusu olan “faal akıl”dır. Bu akıl, insandaki entelektüel oluşumun ve gelişimin insanın dışındaki nedenidir. Faal akıl, edilgin aklı etkin akıl, edilgin düşünülürleri de etkin düşünülürler haline getiren ve böylece insandaki akli gelişmeyi yöneten etkendir.

Faal akıl insani akıl ile Tanrısal akıl arasında bir köprüdür. Bu akıl maddeden arınmış olan, maddeden bağımsız olan varlıkların birinci basamağını meydana getirir. Faal akıl hazır halde veya güç halinde olan düşünülürü etkin hâle getiren akıldır. Faal aklın edilgin akla durumu ise, güneşin, karanlıkta kaldıkça, edilgin halde görüş olan göze durumu gibidir. Karanlık demek edilgin halde ışık demektir veya etkin halde ışığın yokluğu anlamına gelir. Işık ise, aydınlık bir kaynakla aydınlanmadır. Göz ışık olduğu zaman, etkin olarak görür, yani renkler etkin olarak görünürler. Ve böylece bu ışık sayesinde göz, güneşin kendisini görür, bu durumda da edilgin olarak göz, etkin olarak göz olur.

Dolayısıyla maddi akla hareket haline geçebilecek olan akıl yani münfail akıl denilir. Demek ki ışık edilgin olarak görünen şeyleri etkin olarak görünen şeyler haline getirebilmektedir, işte edilgin akıl şeffaf olan fakat, henüz ışık olmamış olan şeye benzemektedir. Nasıl güneş ışık gibi bir şey aracılığıyla gözü etkin olarak görücü durumuna getiriyorsa, faal akıl da güneşe benzeyen bir hareketle edilgin aklı etkin akıl haline getirebilmektedir.

Farabi’ye göre düşünen ruhta (kuvve-i natıka) ve doğanın verdiklerinde, kendiliklerinden etkin halde akleden olma yeteneği yoktur. Bunlar etkin halde akleden etkin akıl olabilmek için kendilerini güç -potansiyel- halinden etkin, hareket haline geçirecek olan bir şeye ihtiyaç duyarlar ki, buna da faal akıl denilir. Faal akıl yardımıyla kendilerinde akledilenler -düşünülürler-meydana gelince edilgin olan akıl etkin halinde olan akıl konumuna geçer.

Faal akıl sayesinde insan aklı etkin akıl ve düşünme veya akledebilme yeteneği kazanmış olur. Fa’al akıl insan aklını etkin akıl durumuna getirir ve ayrıca edilgin olarak düşünülür olanları da etkin olarak düşünülür durumuna getirir. Faal akıl varlıksal olarak insan üzerinde ve insanın evrenine en yakın varlıktır, maddelerin üzerine şekillerini yansıtarak ve edilgin olan insan kavrayışına bu şekillerin bilgisini yansıtır.

Farabi’ye göre faal akıl, maddeden sıyrılmış olarak ezelden beri mevcut bulunmaktadır, sonradan maddesinden sıyrılmış değildir. Formların ilk madde ile veya diğer maddelerle birleşmesi faal akılda ezelden beri bulunan formların onlara uygulanmasıyla gerçekleşir. Faal akıl form yarattığı maddeye göre bazen etkindir bazen edilgindir. Ancak faal akıl ilk neden değildir; tek başına, içinde harekette bulunduğu maddeyi yaratamaz. Bundan dolayı faal akıl etkinlikte bulunduğu maddeyi kendisine verecek olan başka bir nedene veya illete ihtiyaç duymaktadır.

Faal aklın faaliyeti ve etkinlikte bulunduğu konu ya cisimlerdir veya cisimlerdeki kuvvetlerdir, bu konular ve maddeler faal akla göksel cisimler tarafından verilmektedir. Ne ki faal aklın faaliyeti kesintisiz ve değişmez değildir, bu ondaki bir hareketsizlik nedeninden değil, ancak daha çok onun üzerinde etki yapması gereken maddenin eksikliği veya ondan taşan formu almaya yeterince hazır olmaması gibi bazı nedenlerdendir.

Farabi’ye göre faal aklın etkinliği mükemmelliğinden dolayıdır. Bu nedenle de bir halden bir hâle geçme olanağı yoktur. Böyle olduğu halde etki yapması ve birçok formlar oluşturmasının nedeni ise, maddenin çeşitliliğinden ve niteliğinden meydana gelmektedir. Daha doğrusu faal akıl insana bilgiyi veren insan ruhuyla ilişkide bulunan bir akıldır, aksi halde insanın bilgisi, kendi aklının çalışmasıyla meydana gelmiş değildir.

Farabi’de varlığın düşünceye etkisi duyular ve imgeler aracılığıyla gerçekleşirken, düşüncenin varlığa etkisi, yani kanıtlamalı akılyürütmeler bir takım düşünce edimleri sayesinde gerçekleşmektedir. Düşüncenin varlığa etkisini sağlayan akılyürütmeler içinde öyleleri vardır ki onlar ne kanıtlama ile, ne de bir kıyas veya akıl yürütme sonucunda elde edilmişlerdir; onların nereden ve nasıl oluştukları tam olarak bilinmez. Bununla beraber onlar tümel, zorunlu ve doğru olan önermelerdir ve zihinde kesin bir bilimle kavranırlar. Bu ilk öncüller (hakikatler) olarak sınıflandırılan grubun zıtlarından biri ebediyyen doğru, diğeri ise ebediyyen yanlış olarak kabul edilmektedir. İşte bu noktada, insanın gayesi olan mutluluğa ulaşmasını sağlayacak olan bilim ve felsefenin amacı, bu ilk bilgi ve hakikatlerin nereden ve nasıl geldiğini araştırmak ve bilmektir.

Bu anlamda Farabi’ye göre ilk öncüller ve hakikatleri kavrayan bir ruh yetisidir. Bu yeti ruhun bir parçası olup; yaratılıştan itibaren insanla beraber bulunan bundan dolayı doğuştan getirilen ilk öncülleri kavrar; madem ki genel olarak asıl düşünme edimi etkin aklın bir işlevidir, edilgin aklı etkin akıl haline getiren de faal akıldır. Dolayısıyla da ilk öncülleri kavrayanın asıl faal akıl olduğu rahatlıkla söylenebilir. Ve aynı zamanda ilk öncülleri varlığa getirenin de faal akıl olabileceği söylenebilir.

Çünkü faal aklın insan aklında yaptığı bu aydınlatma ile, insan ile insan üstü arasında bir köprü kuran ruhun düşünen yanı, faal aklın kendisinde meydana getirdiği bu köklü değişim sayesinde, bizzat faal aklın kendisini düşünme olanağını elde eder. Bu ilişki insanın sanatsal, teknik, ahlaksal ve metafiziksel olanakları ile başarılarının varlık zeminini oluşturur. Bu metafizik ilişkinin insani varlıktaki ilk belirtisi, onda, onun ilk yetkinliğini oluşturan “ilk öncüllerin” meydana gelmesidir ki, bunların sağladığı olanak içerisinde insanlık düzeyinde evrensel bir anlaşma zemini oluşur. Böylelikle ilk öncüller bütün insanlarda ortak olarak bulunan a priori ilkeler olurlar.

Çünkü faal aklın insan aklında yaptığı bu aydınlatma ile, insan ile insan üstü arasında bir köprü kuran ruhun düşünen yanı, faal aklın kendisinde meydana getirdiği bu köklü değişim sayesinde, bizzat faal aklın kendisini düşünme olanağını elde eder. Bu ilişki insanın sanatsal, teknik, ahlaksal ve metafiziksel olanakları ile başarılarının varlık zeminini oluşturur. Bu metafizik ilişkinin insani varlıktaki ilk belirtisi, onda, onun ilk yetkinliğini oluşturan “ilk öncüllerin” meydana gelmesidir ki, bunların sağladığı olanak içerisinde insanlık düzeyinde evrensel bir anlaşma zemini oluşur. Öyle ki ilk öncüller bütün insanlarda ortak olarak bulunan a priori ilkeler olmaktadırlar.

Buraya kadar anlatılanlara baktığımızda, Farabi’nin akıl anlayışıyla Aristoteles’in etkisinde kaldığı söylenebilir. Ne var ki, Farabi Aristoteles’ten farklı olarak, ilk öncüllerin veya düşünülürlerin kavranması ve ortaya konulmasıyla ilgisinde “Kazanılmış Akıl” ve “Faal Akıl”ı ortaya koyar. Bu durumda bilgisel belirlenimlerde bulunan akıl, ilk öncüllere ilişkin bilginin elde edilmesinde, ruhun bir yetisi ve ruhun bir parçasıdır. Bu yüzden, maddi dünyadan daha doğrusu cisimsel olmaktan yoksun olan formların kavranması da, madde olmaktan yoksun olan akıl aracılığıyla gerçekleşmektedir. Ancak akıl üst formlara ulaşmada birtakım değişikliklere uğrayarak bir farklılaşmayı göstermektedir. Bu süreç esnasında aklın kendisini kavrayarak ortaya koyduğu, kendisinin bilincine erişerek başka bir değişle etkinleşerek yetkinleştiği söylenebilir. Çünkü aklın kavradığı düşünülürler aklın kendisiyle aynı olmaktadır ve dolayısıyla akıl kendi kendini kavramaktadır.

Ancak Farabi, felsefesinde bütünlüğü oluşturmak daha doğrusu insanın varlığını bir yönüyle maddi dünyaya bağlı olduğunu bir yanıyla da akıllar dünyasına bağlı olduğunu göstermek için, aklı varlıksal olarak da iki dünya arasına yerleştirir. Bu durumda akıl, insanın teorik düşünmesinin gerçekleşmesini sağlayarak, maddi olmayan bir başka değişle ay-üstü dünyaya ulaşmasını sağlar ki, bu akıl da “faal akıldır”. Bu yüzden faal akıl herşeyin üstünde bir akıl olarak hem varlıksal hem de bilgisel bir belirlenimi gösterir. Faal akıl varlıksal olarak maddi dünya ile maddi olmayan dünya arasında bir köprüdür; aynı zamanda da ilkeleri ortaya koyan, onların kavranmasını sağlayan “genel” bir akıldır.

Akla ilişkin bu belirlenimlere göre, insanın bir gücü olarak akıl anlayışından ayrıca ay-altı dünyayı yöneten akılla ve sonunda kendini düşünen etkin düşünce olarak tanımlanılan bütün varlığın nihai ilkesi şeklindeki akıl anlayışına yükselen bilgi kuramı ortaya çıkmaktadır. O halde Farabi tarafından akıl’ın birbiriyle yakın ilişki içinde epistemolojik, kosmolojik ve metafizik olarak üç ayrı bakımdan tasarlandığını ve sınıflandırıldığını söyleyebiliriz.

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP