DESCARTES VE SPİNOZA DÜŞÜNCESİNDE GERÇEK İYİ KAVRAMI - 1
|
Nurten GÖKALP
İlkçağdan özellikle de Platon’dan beri sürdürülmekte olan gerçek iyinin araştırılması çabası 17. yüzyılda, Descartes’le başlayan gelenekte de önemlidir ve hakikatin anlaşılması ile yakından ilgilidir.
Kartezyen filozoflar arasındaki bu ortak belirleyici, aralarındaki farklılıklara rağmen temeldir. Buradaki amacımız gerçek iyi ile hakikatin araştırılması arasındaki ilişkiyi Descartes ve Spinoza düşüncesini temele alarak ortaya koyabilmektir.
Descartes
Descartes’e göre ahlâkın en son gayesi, hedefi üstün iyidir: “…sadece iyiliğin bilgisinden başka hiçbir şeyden gelmeyecek derecede katkısız ve eksiksiz olan faziletlerin hepsi aynı mahiyettedir ve onları yalnız bilgelik adı altında toplayabiliriz.”
Bu üstün iyiyi veren bilgelikle, kişinin bilgisi ile bilgeliğinin meyvesi olan ve onu üstün iyi ile ilişkilendirecek olan ahlâkı birbirini tamamlamaktadır.
Descartes düşüncesinde aklını gücü yettiği kadar iyi kullanan, bütün işlerinde en iyi olduğuna hükmettiği şeyi yapabilmek için sağlam ve sabit bir iradeye sahip olan kimse gerçekten bilgedir ve bundan dolayı doğru, cesur ve ölçülü olduğu oranda diğer bütün faziletlere de sahiptir.
Bilgili olmak ve bilgisini uygulamak yeteneği olarak belirlenebilecek bilgelik için ne gereklidir?
Descartes bu sorunun cevabını Prensese Elizabeth’e yazdığı mektupta şöyle vermektedir: “…bahsettiğimiz bu bilgelik için iki şey lazımdır; birincisi anlayış (müdrike) iyi olan her şeyi bilmelidir; ikincisi, irade de daima anlayışı takibe hazır olmalıdır; bunlardan yalnız irade bütün insanlarda eşit olarak mevcuttur, hâlbuki bazılarının anlayışı diğerlerinin ki kadar iyi değildir.”
Anlayış ve irade olarak belirlenen bilgelik incelendiğinde, onun yalnızca işlerde ölçülülük değil, hayatı devam ettirmede ve sağlığı korumada insanın bilebileceği bütün şeylerin tam bilgisine sahip olma anlaşılmaktadır. Böyle bir bilgi de ilk nedenlerden çıkarılmış bilgi yani felsefenin bilgisidir. Descartes için bilgelik araştırması felsefe yapma, felsefe yapma ise yetkin bilginin oluşturulması yani ilk neden ve ilkelerin araştırılması ile işe başlanmasıdır.
Descartes bu ilkelerde de iki şartın olması gerektiğini ifade eder. Birincisi, bu ilkelerin açık ve apaçık olmasıdır ki, insan aklı onları dikkatle tetkik ettiğinde onların doğruluklarından şüphe etmemesi; ikincisi, başka şeylerin bilgisinin bu ilkelere bağlı olmasıdır.
İnsan zihninin bilebileceği şeyleri içine alan böyle bir felsefe etkinliği, onu başkalarının ardından gözü kapalı gitmesini engelleyecek, ahlâkını düzenleme ve hayatını yönetme imkanı verecektir. İnsanın temel düşüncesi ruhun gerçek gıdası olan bilgeliği aramak ve böyle büyük bir iyiliği istemektir. “Bu, bir üstün iyi, hakikatin ilk nedenlerle bilinmesinden, yani felsefenin incelediği bilgelikten başka bir şey değildir.”
Yaşadığı dönemde ulaşılan dört bilgelik derecesinden bahseden Descartes,bilgeliğin ilk derecesinde, düşünmeksizin elde edilebilecek derecede kendiliğinden açık kavramları; ikinci derecesinde duyuların tecrübesinin bildirdiği bütün şeyleri; üçüncüsünde, başka insanlarla iletişimin öğrettiği şeyleri; dördüncüsünde, iyi bilgi vermeye yetenekli kişilerin yazdığı kitapları okumayı saymaktadır. O zamana kadar elde edilen bütün bilgeliğin de ancak dört yolla olabildiğini ifade etmektedir.
Ancak asıl olan bu dört dereceden ölçüsüz biçimde üstün olan beşinci dereceyi çıkarmaktır ki bu da bütün şeylerin ilk sebeplerini kendilerinden çıkarabileceğimiz, ilk nedenleri ve gerçek ilkeleri aramaktır. İşte gerçek anlamda filozoflar bu bunun için çalışanlardır.
İnsan hayatının üstün iyisini teşkil eden bu en yüksek bilgelik basamağına iletebilecek gerçek ilkelerin kendi ileri sürdüğü ilkeler olduğunu kanıtlamak isteyen Descartes, bunlardan ikisini şöyle belirlemektedir: birincisi bu ilkelerin pek açık olduğu,ikincisi ise bu ilkelerden diğer bütün şeylerin çıkarılabileceğidir.
Bu ilkelerin pek açık olduğunu onları bulmak için kullandığı yöntem ile gösterebileceğini ifade eden Descartes’e göre, bu öylesine şüphe götürmez bir hakikattir ki, incelendiğinde reddedilmesine imkan yoktur ve insan aklının bilebileceği şeylerin en açık ve apaçığıdır. Yani insanın her şeyden şüphe edebilmesine rağmen yalnızca düşünen kendinden şüphe edemeyeceği gerçeğidir. Bu düşüncenin varlığı ilk ilkedir; bundan pek açık bir şekilde çıkarılabilecek olan da dünyada varolan bütün şeylerin yaratanı bir Tanrı vardır ve bütün hakikatlerin kaynağıdır. O düşüncemizi öyle bir tabiatta yaratmıştır ki, zihnin pek açık bir şekilde kavranan şeyler üzerindeki hükümlerde hiçbir zaman aldanmasına imkan yoktur. Bu ilkeler metafizik ilkelerdir ve bunlardan cisimli ya da fizik ilkeler çıkarılır. Fizik ilkeler, çeşitli şekilleri olan, çeşitli tarzda hareket eden, uzunluluk, enlilik ve derinlikçe uzamlı bulunan cisimler vardır.
Descartes’e göre ilkeler arasına konan bütün hakikatler her zaman herkes tarafında bilinmesine rağmen, bunları felsefenin ilkeleri olarak düşünen yani bunlardan dünyada bulunan bütün şeylerin bilgisini çıkarabilecek hakikatler olarak kabul eden kimse olmamıştır. Mevcut bilimler de bunları vermekten çok uzaktır. Çünkü onlar da ilkelerini felsefeden aldıkları için sağlam olmayan bir temel oluşturmuşlardır. Ahlâktan bahsedenler ise erdemleri yükseklere çıkarıyor, dünyadaki bütün şeylerin üzerindegösteriyor ama onları yeterince öğretmiyorlar.
O halde bu ilkeleri elde etmeye, doğru düşünmeye, yani iyi hüküm vermeye ve en yüksek ilim elde etmeye çalışmak lazımdır. Zira bunu elde etmeye gücü yetmeyecek hiçbir zihin yoktur. Bu türlü ilkeleri ve ondan çıkarılacak şeyleri anlayacak kadar akıl herkeste vardır. Sadece zihni olgunlaştırmak, bunun için de bu üstünlükleri elde edebilecek şeyleri tatbik etmek, aklı kullanmak gerekir. Peki, nasıl gerçekleşebilir?
Descartes’e göre akıl veya sağduyu insanı hayvanlardan ayıran tek şey olmasına ve herkeste bulunmasına karşın çeşitli sebeplerle bunu herkesin kolaylıkla gerçekleştirmesi de beklenemez. Çünkü peşin hükümlerin ötesinde insanların bilimleri inceleme ve öğrenmeyi ihmal etmeleri ya da fazla ateşli olanların da acele edip açık olmayan ilkeleri kabul ederek şüpheli, belirsiz sonuçlara sürüklenmeleri gibi nedenler, insanın bu ilkelere dolayısıyla hakikate ve üstün iyiye ulaşmasını engellemektedir.
O aklını kullanma ve ilimlerde hakikati aramak için yapılması gerekenleri Metot Üzerine Konuşma adlı eserinde ele alır. Ancak bu yöntemi uygulamadan önce kişi kendi hayatını düzenleyen bir ahlâk edinmelidir. Bu, bütün bilimlerin (tıp ve teknik) tam bilgisini gerektiren ve bilgeliğin son basamağı olan en yüksek ve en tam ahlâka (üstün iyiye) ulaşıncaya kadar geçerli olan geçici bir ahlâktır.
Bu geçici ahlâkın ilkeleri nelerdir?
“Birincisi Tanrı’nın çocukluğumdan beri içinde yetişmeme lütuf ve inayet buyurduğu dine sağlamca bağlı kalarak, memleketimin kanun ve adetlerine itaat etmek, en ölçülü ve aşırılıktan en uzak kanaatlere göre idare etmekti.”
İkincisi işlerinde mümkün olduğu işlerinde karalı ve sebatkâr olmak ve en şüpheli durumlarda bile bir kez karar verdikten sonra onları ısrarla uygulamaktır.
Üçüncüsü talihten ziyade kişinin kendisini yenmesi, dünyanın düzeninden çok kendi arzularını değiştirmeye çalışması, düşüncelerin dışında hiçbir şeyi doğrudan etkileme şansı olmadığından kendi dışımızdaki şeyler hakkında elimizden geleni yaptıktan sonrasının imkansız olduğuna inanmaktır.
“En son olarak da insanların bu dünyada yaptıkları işler içerisinden en iyisini seçebilmek için bir gözden geçirmek ve tüm hayatımı, aklımı işletmekte ve kabul ettiğim metodu güderek gücümün yettiği kadar hakikatin bilgisinde ilerlemekte kullanmaya devam etmekten daha iyi bir şey yapamayacağıma inandım.”
Descartes’in belirlediği geçici ahlâk, insanın ulaşmayı hedeflediği üstün iyiyi elde edinceye kadar zihninin işleyişini biçimlendirme ve bu esnada hayatını düzenleme imkanı sağlayarak amacı daha kolay gerçekleştirmek için düşünülmüştür. Yani buradaki ahlâk üstün iyiyi vermek değil, üstün iyiye ulaşmada gerekli uyumu sağlamaktır. Çünkü üstün iyi saadet ile ilişkilidir ve geçici ahlâk, saadeti sağlayamaz. Descartes Prenses Elzabeth’e yazdığı, 4 Ağustos 1645 tarihli mektupta bahtiyarlık ile saadeti ayırarak bu konuya şöyle işaret etmektedir:
“…hepsi mesut yaşamak istiyor, fakat saadeti vücuda getireni bilmiyor diyor, hâlbuki mesut yaşamanın ne olduğunu bilmeye ihtiyaç vardır. Bahtla saadet arasında bir fark bulunmasaydı, ben buna Fransızca olarak bahtlı (heureusement) yaşamak derdim: baht ancak bizden dışarıda bulunan şeylere bağlıdır, kendi emeği ile edinemedikleri bir nimete kavuşan kimselere bilgeden çok bahtiyar denmesi de bundandır. Hâlbuki saadet (béatitude) tam bir ruh memnunluğu ile iç hoşnutluğundan ibarettir, bu ise talihin lütfuna en fazla mahzar olanlar da bulunmaz da, talihten yardım göremeyen bilgelerde bolca bulunur.”
Görüldüğü gibi geçici ahlâk bahtiyarlık ile ilişkilidir ve kişinin dışındaki şeylere bağlıdır. Buna karşılık asıl ahlâk kişinin zihnini biçimlendirmesi ve hayatını ona bağlı olarak düzenlemesi imkanı veren üstün iyi ve onun ahlâkî sonucu olan saadetle ilişkilidir.
İlkelerin elde edilmesi tasarısını insanlara tam bir felsefe sistemi vermek için yegane yol olarak gören ve gelecek nesillere yapılabilecek önemli bir hizmet olarak değerlendiren Descartes bunun gelecekteki sonuçları hakkında da şu tespitleri yapar:
“İlkelerimden elde edilebilecek meyvelerin birincisi, şimdiye kadar bilinmeyen hakikatleri onlarda bulma memnunluğudur…İkincisi bu ilkeleri tetkik ettikçe karşılaştığımız bütün şeyler hakkında yavaş yavaş daha iyi hüküm vermeye ve böylece daha bilge olmaya alışmaktır… Üçüncüsü bu ilkelerde bulunan hakikatler pek açık ve kesin olduğundan, her türlü tartışma sebeplerini ortadan kaldıracak ruhları tatlılığa ve anlaşmaya hazırlayacakladır..Bu ilkelerin son ve temelli meyvesi ise azar azar bilinenlerden bilinmeyenlere geçmek suretiyle zamanla bütün felsefenin tam bir bilgisini elde etmek ve bilgeliğin en üst basamağına çıkmaktır.”
Descartes için bu ilkeleri elde etmenin ne kadar önemli ve bu ilkelerle hakikatin araştırılmaya devam edilmesi sonucunda elde edilen bilgelik ile kazanılacak hayat olgunluğu ve saadetin önerilen tek yol olduğu yukarıdaki ifadelerde oldukça açık bir şekilde ortaya koyulmaktadır.
Bu ilkelerin araştırılması nasıl yapılmaktadır?
İlkelerin birinci bölümünde düşüncelerin konusunu teşkil eden şey yani insan bilgisinin ilkeleri araştırılmaktadır. Yani insan bilgisinin açık ve kendinden apaçık başlangıç noktalarını tespit etmek için bir kez her şeyden gücü yettiğince şüphe etmek yoluyla şüphe edilmeyecek kadar kendiliğinden apaçık bir noktayı bulmak. Şüphe ettiğimizden şüphe edemeyeceğimiz ve şüphe ederken varolmadığımızı düşünemeyeceğimize göre Düşünüyorum öyleyse varım neticesi araştırmalarımızın sonucunda ulaştığımız felsefenin ilk ilkesidir. Bundan sonra kendiliğinden açık bir şekilde bilinen ve eldeki kesin bilgi de beden ile zihnin ayrılığı ve Tanrı’nın varlığıdır.
Descartes daha sonraki aşamada maddî şeylerin, dolayısıyla dünyanın ilkelerini tespit ederek bilginin bütünlüğü çerçevesinde ilerlemeye çalışmakta, hakikatin araştırılmasındaki ilerleyiş metafizikten fiziğe doğru devam etmektedir.
Tüm maddi şeylerin kendilerinden oluştukları üç unsur belirleyen Descartes, bunların ilkini çok hızlı hareket eden ‘ve şiddetli bir şekilde harekete geçirilmiş olmaları neticesinde, diğer cisimlerle karşılaştıklarında belirsiz küçüklükte parçacıklara çok küçük parçacıklar, ikincisini biraz daha büyük olmalarına rağmen yine de küçük ve algılanamaz olan küresel parçacıklar ki bu unsur gökleri oluşturur; üçüncüsünü de dünyanın ve diğer gezegenlerin tertip edildiği madde olarak adlandırır. Doğadaki ilkeler ise madde ve hareket olarak belirlenir.
İlerleyişin üçüncü aşamasında insan araştırması yer alacaktır. Bilginin bütünlüğü çerçevesinde bu aşamada tüm bilgiler insanın zihinsel ve ahlâkî boyutunda birleştirecektir. Önce teorik bakımdan şeylerin apaçık bilgisine sahip, sonra da onları kullanan insan. Ancak Descartes’ın bu planlamasını tamamlayamadığı bilinmektedir. Bundan dolayı da onun insan ile ilgili değerlendirmelerini ağırlıklı olarak duygu değerlendirilmelerinin yapıldığı Ruhun İhtirasları adlı eseri ile Ahlak Üzerine Mektuplar adlı eserine dayandıracağız..
Descartes’e göre insan nedir?
Bu sorunun cevabını şu ana kadar yürüttüğümüz araştırmadan elde ettiklerimize bağlı olarak şekillendirirsek insanla ilgili ilk ilkenin zihni ile diğerinin de maddi boyutu yani bedeni ile ilgili olduğunu belirtmemiz gerekir. Bu iki boyut Descartes felsefesinin temel kavramlarından olan töz kavramı ile bağlantılandırılarak anlamlandırılır. Ruh ve beden iki ayrı tözdür ve bilginin ilerleyişine bağlı olarak varlıkları hakkında herhangi bir şüphe yoktur. Onların birbirinden ayırt edilmesine vesile olan öznitelikleri vardır.
Çünkü yokluğun ne bir özniteliği ne de niteliği olabilir. Mademki öznitelikleri bilinmelerine vesile olmaktadır, bundan tözün varolduğu sonucunu çıkarmak lazımdır. O halde ruh ve beden birer cevher olarak varolmak zorundadır. “Her cevherin temelli bir sıfatı vardır, ruhun ki düşünce, cisminki uzamdır.” diyen Descartes, her tözde onun özünü ve tabiatını teşkil eden bir öznitelik olduğunu ve bütün diğer niteliklerin ona bağlı olduğunu anlatmaktadır. Cisimli töz yani bedenin özünü uzunluk, enlilik ve derinlik yani uzam / yer kaplama teşkil ederken, düşünce, düşünen tözün yani ruhun özünü teşkil etmektedir. Ruh ve bedenin iki ayrı töz olarak görülmesi ve tözleri belirleyen özniteliklerin yalnızca o töze ait olup diğer tözün o özniteliğe sahip olamaması şu problemi de ortaya çıkarmaktadır: Ruh, düşünen bir tözdür dolayısıyla maddesizdir. Beden ise maddedir. Bu iki töz nasıl olup da insanda bir araya gelmektedir ve nasıl olup da sadece düşünce olan ruh bedeni harekete geçirmektedir?
Bu problem Descartes felsefesinin temel problemi olup insanı iki ayrı ve birbiri ile uyuşmaz unsura ayırıp ve bir bütün olarak anlaşılmasını engellediği iddiası ile eleştirilmektedir. Ancak o, Prenses Elizabeth’e yazdığı bir mektupta öncelikli niyetinin ruh ve beden ayrılığını ispat etmek daha sonra ise ruh ve beden birleşmesinin nasıl kavranabileceğini, ruhun bedeni nasıl hareket ettirebileceğini açıklayacağını ifade etmektedir. Nitekim Ruhun İhtiraslarının 2. maddesinde de ruhun ihtiraslarını tanımak için onun fonksiyonlarını bedenin fonksiyonlarından ayırmak gerektiğini söyler. Çünkü yalnızca ruha ya da yalnızca bedene atfedebileceğimiz deneyimlerimiz de vardır. “ Böylece zeka irade ve bütün bilmek ve istemek tarzları düşünen cevhere, nicelik yani uzunluk, enlilik, derinlikçe uzam, şekil, hareket ve bu türlü diğer özellikler cisme aittir”
Öte yandan ne sadece ruha ne de sadece bedene yüklenebilecek, ruh ile bedenin sıkı birlikteliğine atfedilmesi gereken şeyler de vardır: Örneğin yemek, içmek ve benzeri arzular, hiddet, neşe, aşk heyecanları gibi sadece düşünceden gelmeyen ihtiraslar ile acı, gıdıklanma, ışık, renk, ses, koku, tat, ısı ve sertlik duyumları gibi sadece bedenden gelmeyen ihtiraslar gibi.
Descartes, ruh ile bedenin birlikteliğini ikisinin bütünleşmesi olarak değil de iki ayrı şeyin bir arada çalışması ve birbirini etkilemesi olarak anlar. Yalnızca uzam /yer kaplama olarak varolan beden ile yalnızca düşünce olarak varolan ruhun birleşmesine, ruhun bedeni hareket ettirmesi ve bedenin de duygular veya ihtiraslar oluşturmak suretiyle ruha etki etmesi anlamı yüklenir. Bu çerçevede de ihtiraslarla ilgili detaylı bir araştırma yapılır. Çünkü ihtiraslar ruh ile beden arasındaki sıkı birleşmenin karışık ve karanlık kıldığı idrakler olarak görülürler.
O, ihtirasları “ruhun, ruha atfedilen ve hayvan ruhlarının bir hareketi ile, meydana gelen, beslenen ve takviye edilen idrakleri veya duyguları veyahut da heyecanları” olarak tanımlamaktadır. Ona göre, ruh ihtiraslarını, ruh ile bedenin birleşmesinde bağlantıyı sağlayan bir merkez olarak kabul edilen epifiz bezi vasıtasıyla elde eder. Descartes, manevî olan ruha, maddî bir merkez belirlerken ruhu da adeta maddeleştiriyor. “Ruhun başlıca merkezinin dimağın ortasında bulunan küçük bezde bulunduğunu, oradan da ruhlar, sinirler ve hatta ruhların izlemelerine katılarak, onları atardamarlar yolu ile bütün uzuvlara taşıyabilen kan aracılığı ile vücudun bütün geri kalan bölümlerine yayıldığını kabul edelim.” Şu sözü yukarıdaki ifadesiyle çelişki teşkil ediyor: “Bütün ihtiraslar hayvan ruhlarının hareketi ile meydana gelir”
İhtiraslar, Descartes düşüncesinde, ruh ile beden arasındaki tözsel birleşmedeki katkısının yanı sıra ruhun beden üzerindeki iktidarı açısından da önemlidir. Çünkü düşünen cevherin iki farklı yönü olan anlayış ve iradenin ihtiraslarla yakından ilişkisi vardır.
İlkçağdan özellikle de Platon’dan beri sürdürülmekte olan gerçek iyinin araştırılması çabası 17. yüzyılda, Descartes’le başlayan gelenekte de önemlidir ve hakikatin anlaşılması ile yakından ilgilidir.
Kartezyen filozoflar arasındaki bu ortak belirleyici, aralarındaki farklılıklara rağmen temeldir. Buradaki amacımız gerçek iyi ile hakikatin araştırılması arasındaki ilişkiyi Descartes ve Spinoza düşüncesini temele alarak ortaya koyabilmektir.
Descartes
Descartes’e göre ahlâkın en son gayesi, hedefi üstün iyidir: “…sadece iyiliğin bilgisinden başka hiçbir şeyden gelmeyecek derecede katkısız ve eksiksiz olan faziletlerin hepsi aynı mahiyettedir ve onları yalnız bilgelik adı altında toplayabiliriz.”
Bu üstün iyiyi veren bilgelikle, kişinin bilgisi ile bilgeliğinin meyvesi olan ve onu üstün iyi ile ilişkilendirecek olan ahlâkı birbirini tamamlamaktadır.
Descartes düşüncesinde aklını gücü yettiği kadar iyi kullanan, bütün işlerinde en iyi olduğuna hükmettiği şeyi yapabilmek için sağlam ve sabit bir iradeye sahip olan kimse gerçekten bilgedir ve bundan dolayı doğru, cesur ve ölçülü olduğu oranda diğer bütün faziletlere de sahiptir.
Bilgili olmak ve bilgisini uygulamak yeteneği olarak belirlenebilecek bilgelik için ne gereklidir?
Descartes bu sorunun cevabını Prensese Elizabeth’e yazdığı mektupta şöyle vermektedir: “…bahsettiğimiz bu bilgelik için iki şey lazımdır; birincisi anlayış (müdrike) iyi olan her şeyi bilmelidir; ikincisi, irade de daima anlayışı takibe hazır olmalıdır; bunlardan yalnız irade bütün insanlarda eşit olarak mevcuttur, hâlbuki bazılarının anlayışı diğerlerinin ki kadar iyi değildir.”
Anlayış ve irade olarak belirlenen bilgelik incelendiğinde, onun yalnızca işlerde ölçülülük değil, hayatı devam ettirmede ve sağlığı korumada insanın bilebileceği bütün şeylerin tam bilgisine sahip olma anlaşılmaktadır. Böyle bir bilgi de ilk nedenlerden çıkarılmış bilgi yani felsefenin bilgisidir. Descartes için bilgelik araştırması felsefe yapma, felsefe yapma ise yetkin bilginin oluşturulması yani ilk neden ve ilkelerin araştırılması ile işe başlanmasıdır.
Descartes bu ilkelerde de iki şartın olması gerektiğini ifade eder. Birincisi, bu ilkelerin açık ve apaçık olmasıdır ki, insan aklı onları dikkatle tetkik ettiğinde onların doğruluklarından şüphe etmemesi; ikincisi, başka şeylerin bilgisinin bu ilkelere bağlı olmasıdır.
İnsan zihninin bilebileceği şeyleri içine alan böyle bir felsefe etkinliği, onu başkalarının ardından gözü kapalı gitmesini engelleyecek, ahlâkını düzenleme ve hayatını yönetme imkanı verecektir. İnsanın temel düşüncesi ruhun gerçek gıdası olan bilgeliği aramak ve böyle büyük bir iyiliği istemektir. “Bu, bir üstün iyi, hakikatin ilk nedenlerle bilinmesinden, yani felsefenin incelediği bilgelikten başka bir şey değildir.”
Yaşadığı dönemde ulaşılan dört bilgelik derecesinden bahseden Descartes,bilgeliğin ilk derecesinde, düşünmeksizin elde edilebilecek derecede kendiliğinden açık kavramları; ikinci derecesinde duyuların tecrübesinin bildirdiği bütün şeyleri; üçüncüsünde, başka insanlarla iletişimin öğrettiği şeyleri; dördüncüsünde, iyi bilgi vermeye yetenekli kişilerin yazdığı kitapları okumayı saymaktadır. O zamana kadar elde edilen bütün bilgeliğin de ancak dört yolla olabildiğini ifade etmektedir.
Ancak asıl olan bu dört dereceden ölçüsüz biçimde üstün olan beşinci dereceyi çıkarmaktır ki bu da bütün şeylerin ilk sebeplerini kendilerinden çıkarabileceğimiz, ilk nedenleri ve gerçek ilkeleri aramaktır. İşte gerçek anlamda filozoflar bu bunun için çalışanlardır.
İnsan hayatının üstün iyisini teşkil eden bu en yüksek bilgelik basamağına iletebilecek gerçek ilkelerin kendi ileri sürdüğü ilkeler olduğunu kanıtlamak isteyen Descartes, bunlardan ikisini şöyle belirlemektedir: birincisi bu ilkelerin pek açık olduğu,ikincisi ise bu ilkelerden diğer bütün şeylerin çıkarılabileceğidir.
Bu ilkelerin pek açık olduğunu onları bulmak için kullandığı yöntem ile gösterebileceğini ifade eden Descartes’e göre, bu öylesine şüphe götürmez bir hakikattir ki, incelendiğinde reddedilmesine imkan yoktur ve insan aklının bilebileceği şeylerin en açık ve apaçığıdır. Yani insanın her şeyden şüphe edebilmesine rağmen yalnızca düşünen kendinden şüphe edemeyeceği gerçeğidir. Bu düşüncenin varlığı ilk ilkedir; bundan pek açık bir şekilde çıkarılabilecek olan da dünyada varolan bütün şeylerin yaratanı bir Tanrı vardır ve bütün hakikatlerin kaynağıdır. O düşüncemizi öyle bir tabiatta yaratmıştır ki, zihnin pek açık bir şekilde kavranan şeyler üzerindeki hükümlerde hiçbir zaman aldanmasına imkan yoktur. Bu ilkeler metafizik ilkelerdir ve bunlardan cisimli ya da fizik ilkeler çıkarılır. Fizik ilkeler, çeşitli şekilleri olan, çeşitli tarzda hareket eden, uzunluluk, enlilik ve derinlikçe uzamlı bulunan cisimler vardır.
Descartes’e göre ilkeler arasına konan bütün hakikatler her zaman herkes tarafında bilinmesine rağmen, bunları felsefenin ilkeleri olarak düşünen yani bunlardan dünyada bulunan bütün şeylerin bilgisini çıkarabilecek hakikatler olarak kabul eden kimse olmamıştır. Mevcut bilimler de bunları vermekten çok uzaktır. Çünkü onlar da ilkelerini felsefeden aldıkları için sağlam olmayan bir temel oluşturmuşlardır. Ahlâktan bahsedenler ise erdemleri yükseklere çıkarıyor, dünyadaki bütün şeylerin üzerindegösteriyor ama onları yeterince öğretmiyorlar.
O halde bu ilkeleri elde etmeye, doğru düşünmeye, yani iyi hüküm vermeye ve en yüksek ilim elde etmeye çalışmak lazımdır. Zira bunu elde etmeye gücü yetmeyecek hiçbir zihin yoktur. Bu türlü ilkeleri ve ondan çıkarılacak şeyleri anlayacak kadar akıl herkeste vardır. Sadece zihni olgunlaştırmak, bunun için de bu üstünlükleri elde edebilecek şeyleri tatbik etmek, aklı kullanmak gerekir. Peki, nasıl gerçekleşebilir?
Descartes’e göre akıl veya sağduyu insanı hayvanlardan ayıran tek şey olmasına ve herkeste bulunmasına karşın çeşitli sebeplerle bunu herkesin kolaylıkla gerçekleştirmesi de beklenemez. Çünkü peşin hükümlerin ötesinde insanların bilimleri inceleme ve öğrenmeyi ihmal etmeleri ya da fazla ateşli olanların da acele edip açık olmayan ilkeleri kabul ederek şüpheli, belirsiz sonuçlara sürüklenmeleri gibi nedenler, insanın bu ilkelere dolayısıyla hakikate ve üstün iyiye ulaşmasını engellemektedir.
O aklını kullanma ve ilimlerde hakikati aramak için yapılması gerekenleri Metot Üzerine Konuşma adlı eserinde ele alır. Ancak bu yöntemi uygulamadan önce kişi kendi hayatını düzenleyen bir ahlâk edinmelidir. Bu, bütün bilimlerin (tıp ve teknik) tam bilgisini gerektiren ve bilgeliğin son basamağı olan en yüksek ve en tam ahlâka (üstün iyiye) ulaşıncaya kadar geçerli olan geçici bir ahlâktır.
Bu geçici ahlâkın ilkeleri nelerdir?
“Birincisi Tanrı’nın çocukluğumdan beri içinde yetişmeme lütuf ve inayet buyurduğu dine sağlamca bağlı kalarak, memleketimin kanun ve adetlerine itaat etmek, en ölçülü ve aşırılıktan en uzak kanaatlere göre idare etmekti.”
İkincisi işlerinde mümkün olduğu işlerinde karalı ve sebatkâr olmak ve en şüpheli durumlarda bile bir kez karar verdikten sonra onları ısrarla uygulamaktır.
Üçüncüsü talihten ziyade kişinin kendisini yenmesi, dünyanın düzeninden çok kendi arzularını değiştirmeye çalışması, düşüncelerin dışında hiçbir şeyi doğrudan etkileme şansı olmadığından kendi dışımızdaki şeyler hakkında elimizden geleni yaptıktan sonrasının imkansız olduğuna inanmaktır.
“En son olarak da insanların bu dünyada yaptıkları işler içerisinden en iyisini seçebilmek için bir gözden geçirmek ve tüm hayatımı, aklımı işletmekte ve kabul ettiğim metodu güderek gücümün yettiği kadar hakikatin bilgisinde ilerlemekte kullanmaya devam etmekten daha iyi bir şey yapamayacağıma inandım.”
Descartes’in belirlediği geçici ahlâk, insanın ulaşmayı hedeflediği üstün iyiyi elde edinceye kadar zihninin işleyişini biçimlendirme ve bu esnada hayatını düzenleme imkanı sağlayarak amacı daha kolay gerçekleştirmek için düşünülmüştür. Yani buradaki ahlâk üstün iyiyi vermek değil, üstün iyiye ulaşmada gerekli uyumu sağlamaktır. Çünkü üstün iyi saadet ile ilişkilidir ve geçici ahlâk, saadeti sağlayamaz. Descartes Prenses Elzabeth’e yazdığı, 4 Ağustos 1645 tarihli mektupta bahtiyarlık ile saadeti ayırarak bu konuya şöyle işaret etmektedir:
“…hepsi mesut yaşamak istiyor, fakat saadeti vücuda getireni bilmiyor diyor, hâlbuki mesut yaşamanın ne olduğunu bilmeye ihtiyaç vardır. Bahtla saadet arasında bir fark bulunmasaydı, ben buna Fransızca olarak bahtlı (heureusement) yaşamak derdim: baht ancak bizden dışarıda bulunan şeylere bağlıdır, kendi emeği ile edinemedikleri bir nimete kavuşan kimselere bilgeden çok bahtiyar denmesi de bundandır. Hâlbuki saadet (béatitude) tam bir ruh memnunluğu ile iç hoşnutluğundan ibarettir, bu ise talihin lütfuna en fazla mahzar olanlar da bulunmaz da, talihten yardım göremeyen bilgelerde bolca bulunur.”
Görüldüğü gibi geçici ahlâk bahtiyarlık ile ilişkilidir ve kişinin dışındaki şeylere bağlıdır. Buna karşılık asıl ahlâk kişinin zihnini biçimlendirmesi ve hayatını ona bağlı olarak düzenlemesi imkanı veren üstün iyi ve onun ahlâkî sonucu olan saadetle ilişkilidir.
İlkelerin elde edilmesi tasarısını insanlara tam bir felsefe sistemi vermek için yegane yol olarak gören ve gelecek nesillere yapılabilecek önemli bir hizmet olarak değerlendiren Descartes bunun gelecekteki sonuçları hakkında da şu tespitleri yapar:
“İlkelerimden elde edilebilecek meyvelerin birincisi, şimdiye kadar bilinmeyen hakikatleri onlarda bulma memnunluğudur…İkincisi bu ilkeleri tetkik ettikçe karşılaştığımız bütün şeyler hakkında yavaş yavaş daha iyi hüküm vermeye ve böylece daha bilge olmaya alışmaktır… Üçüncüsü bu ilkelerde bulunan hakikatler pek açık ve kesin olduğundan, her türlü tartışma sebeplerini ortadan kaldıracak ruhları tatlılığa ve anlaşmaya hazırlayacakladır..Bu ilkelerin son ve temelli meyvesi ise azar azar bilinenlerden bilinmeyenlere geçmek suretiyle zamanla bütün felsefenin tam bir bilgisini elde etmek ve bilgeliğin en üst basamağına çıkmaktır.”
Descartes için bu ilkeleri elde etmenin ne kadar önemli ve bu ilkelerle hakikatin araştırılmaya devam edilmesi sonucunda elde edilen bilgelik ile kazanılacak hayat olgunluğu ve saadetin önerilen tek yol olduğu yukarıdaki ifadelerde oldukça açık bir şekilde ortaya koyulmaktadır.
Bu ilkelerin araştırılması nasıl yapılmaktadır?
İlkelerin birinci bölümünde düşüncelerin konusunu teşkil eden şey yani insan bilgisinin ilkeleri araştırılmaktadır. Yani insan bilgisinin açık ve kendinden apaçık başlangıç noktalarını tespit etmek için bir kez her şeyden gücü yettiğince şüphe etmek yoluyla şüphe edilmeyecek kadar kendiliğinden apaçık bir noktayı bulmak. Şüphe ettiğimizden şüphe edemeyeceğimiz ve şüphe ederken varolmadığımızı düşünemeyeceğimize göre Düşünüyorum öyleyse varım neticesi araştırmalarımızın sonucunda ulaştığımız felsefenin ilk ilkesidir. Bundan sonra kendiliğinden açık bir şekilde bilinen ve eldeki kesin bilgi de beden ile zihnin ayrılığı ve Tanrı’nın varlığıdır.
Descartes daha sonraki aşamada maddî şeylerin, dolayısıyla dünyanın ilkelerini tespit ederek bilginin bütünlüğü çerçevesinde ilerlemeye çalışmakta, hakikatin araştırılmasındaki ilerleyiş metafizikten fiziğe doğru devam etmektedir.
Tüm maddi şeylerin kendilerinden oluştukları üç unsur belirleyen Descartes, bunların ilkini çok hızlı hareket eden ‘ve şiddetli bir şekilde harekete geçirilmiş olmaları neticesinde, diğer cisimlerle karşılaştıklarında belirsiz küçüklükte parçacıklara çok küçük parçacıklar, ikincisini biraz daha büyük olmalarına rağmen yine de küçük ve algılanamaz olan küresel parçacıklar ki bu unsur gökleri oluşturur; üçüncüsünü de dünyanın ve diğer gezegenlerin tertip edildiği madde olarak adlandırır. Doğadaki ilkeler ise madde ve hareket olarak belirlenir.
İlerleyişin üçüncü aşamasında insan araştırması yer alacaktır. Bilginin bütünlüğü çerçevesinde bu aşamada tüm bilgiler insanın zihinsel ve ahlâkî boyutunda birleştirecektir. Önce teorik bakımdan şeylerin apaçık bilgisine sahip, sonra da onları kullanan insan. Ancak Descartes’ın bu planlamasını tamamlayamadığı bilinmektedir. Bundan dolayı da onun insan ile ilgili değerlendirmelerini ağırlıklı olarak duygu değerlendirilmelerinin yapıldığı Ruhun İhtirasları adlı eseri ile Ahlak Üzerine Mektuplar adlı eserine dayandıracağız..
Descartes’e göre insan nedir?
Bu sorunun cevabını şu ana kadar yürüttüğümüz araştırmadan elde ettiklerimize bağlı olarak şekillendirirsek insanla ilgili ilk ilkenin zihni ile diğerinin de maddi boyutu yani bedeni ile ilgili olduğunu belirtmemiz gerekir. Bu iki boyut Descartes felsefesinin temel kavramlarından olan töz kavramı ile bağlantılandırılarak anlamlandırılır. Ruh ve beden iki ayrı tözdür ve bilginin ilerleyişine bağlı olarak varlıkları hakkında herhangi bir şüphe yoktur. Onların birbirinden ayırt edilmesine vesile olan öznitelikleri vardır.
Çünkü yokluğun ne bir özniteliği ne de niteliği olabilir. Mademki öznitelikleri bilinmelerine vesile olmaktadır, bundan tözün varolduğu sonucunu çıkarmak lazımdır. O halde ruh ve beden birer cevher olarak varolmak zorundadır. “Her cevherin temelli bir sıfatı vardır, ruhun ki düşünce, cisminki uzamdır.” diyen Descartes, her tözde onun özünü ve tabiatını teşkil eden bir öznitelik olduğunu ve bütün diğer niteliklerin ona bağlı olduğunu anlatmaktadır. Cisimli töz yani bedenin özünü uzunluk, enlilik ve derinlik yani uzam / yer kaplama teşkil ederken, düşünce, düşünen tözün yani ruhun özünü teşkil etmektedir. Ruh ve bedenin iki ayrı töz olarak görülmesi ve tözleri belirleyen özniteliklerin yalnızca o töze ait olup diğer tözün o özniteliğe sahip olamaması şu problemi de ortaya çıkarmaktadır: Ruh, düşünen bir tözdür dolayısıyla maddesizdir. Beden ise maddedir. Bu iki töz nasıl olup da insanda bir araya gelmektedir ve nasıl olup da sadece düşünce olan ruh bedeni harekete geçirmektedir?
Bu problem Descartes felsefesinin temel problemi olup insanı iki ayrı ve birbiri ile uyuşmaz unsura ayırıp ve bir bütün olarak anlaşılmasını engellediği iddiası ile eleştirilmektedir. Ancak o, Prenses Elizabeth’e yazdığı bir mektupta öncelikli niyetinin ruh ve beden ayrılığını ispat etmek daha sonra ise ruh ve beden birleşmesinin nasıl kavranabileceğini, ruhun bedeni nasıl hareket ettirebileceğini açıklayacağını ifade etmektedir. Nitekim Ruhun İhtiraslarının 2. maddesinde de ruhun ihtiraslarını tanımak için onun fonksiyonlarını bedenin fonksiyonlarından ayırmak gerektiğini söyler. Çünkü yalnızca ruha ya da yalnızca bedene atfedebileceğimiz deneyimlerimiz de vardır. “ Böylece zeka irade ve bütün bilmek ve istemek tarzları düşünen cevhere, nicelik yani uzunluk, enlilik, derinlikçe uzam, şekil, hareket ve bu türlü diğer özellikler cisme aittir”
Öte yandan ne sadece ruha ne de sadece bedene yüklenebilecek, ruh ile bedenin sıkı birlikteliğine atfedilmesi gereken şeyler de vardır: Örneğin yemek, içmek ve benzeri arzular, hiddet, neşe, aşk heyecanları gibi sadece düşünceden gelmeyen ihtiraslar ile acı, gıdıklanma, ışık, renk, ses, koku, tat, ısı ve sertlik duyumları gibi sadece bedenden gelmeyen ihtiraslar gibi.
Descartes, ruh ile bedenin birlikteliğini ikisinin bütünleşmesi olarak değil de iki ayrı şeyin bir arada çalışması ve birbirini etkilemesi olarak anlar. Yalnızca uzam /yer kaplama olarak varolan beden ile yalnızca düşünce olarak varolan ruhun birleşmesine, ruhun bedeni hareket ettirmesi ve bedenin de duygular veya ihtiraslar oluşturmak suretiyle ruha etki etmesi anlamı yüklenir. Bu çerçevede de ihtiraslarla ilgili detaylı bir araştırma yapılır. Çünkü ihtiraslar ruh ile beden arasındaki sıkı birleşmenin karışık ve karanlık kıldığı idrakler olarak görülürler.
O, ihtirasları “ruhun, ruha atfedilen ve hayvan ruhlarının bir hareketi ile, meydana gelen, beslenen ve takviye edilen idrakleri veya duyguları veyahut da heyecanları” olarak tanımlamaktadır. Ona göre, ruh ihtiraslarını, ruh ile bedenin birleşmesinde bağlantıyı sağlayan bir merkez olarak kabul edilen epifiz bezi vasıtasıyla elde eder. Descartes, manevî olan ruha, maddî bir merkez belirlerken ruhu da adeta maddeleştiriyor. “Ruhun başlıca merkezinin dimağın ortasında bulunan küçük bezde bulunduğunu, oradan da ruhlar, sinirler ve hatta ruhların izlemelerine katılarak, onları atardamarlar yolu ile bütün uzuvlara taşıyabilen kan aracılığı ile vücudun bütün geri kalan bölümlerine yayıldığını kabul edelim.” Şu sözü yukarıdaki ifadesiyle çelişki teşkil ediyor: “Bütün ihtiraslar hayvan ruhlarının hareketi ile meydana gelir”
İhtiraslar, Descartes düşüncesinde, ruh ile beden arasındaki tözsel birleşmedeki katkısının yanı sıra ruhun beden üzerindeki iktidarı açısından da önemlidir. Çünkü düşünen cevherin iki farklı yönü olan anlayış ve iradenin ihtiraslarla yakından ilişkisi vardır.