MARTIN HEIDEGGER FELSEFESİNDE ÖLÜM PROBLEMİ - 2

Martin Heidegger postkantçı Alman idealizmine karşı savaş açarken felsefenin temelinin varlık, bunun da en önemli konularından birinin de ölüm olduğunu vurgular. Dasein'in asıl olarak bitişini ilan eden ölüm aynı zamanda Onun yolduğunu da ortaya çıkarmaktadır. Çünkü Dasein, hem gelecek hem de ölüm tarafından kuşatılmış ve sınırlandırılmıştır. Yani Dasein dünyaya-atılmış-varlık'tan başkası değildir. Çünkü varoluş Dasein'e giydirilmiştir. O bu durumu ne kendisi seçmiştir ne de bunu bırakmıştır. Doğmak ve ölmek Dasein'in varlığında bulunur. Bu bağlamda Heidegger'e göre Dasein'in temeli dünyadır. Çünkü dünyayla Dasein iç içedir ve birbirlerine sıkıca bağlıdırlar. Dolayısıyla Dasein'siz bir dünyada varolanlardan bahsedemediğimiz gibi bunu ifade de edemeyiz. Heidegger'e göre dünya objektif olmadığı gibi sübjektif de değildir. Bu anlamda dünyanın aşkın suje tarafından kuşatıldığından da bahsedemeyiz. Çünkü dünya a priori formlar tarafından ne yaratılmış ne de oluşturulmuştur. Sonuçta "dünya varolan gibi varlık'ın bizzat kendisidir."

Gerek ontolojik gerek gnoseolojik boyutta Husserlci bir yaklaşım sergileyen Heidegger'in felsefesini en iyi analiz edenlerden biri de John Sallis'tir. Onun da belirttiği gibi Heidegger'e göre ölüm, "şimdiki zamanın bizzat kendisidir". Bu bağlamda ölüm, Dasein'in öznelliğini, kimliğini ve bizzat kendi varlığını kaybeder. Dasein'in mutlak olanaksızlığının gerçekleşmesi ancak ölümle olur. Bu Heidegger'e göre Dasein'in, "mutlak olarak varlık durumundan çıkmış olmasıdır". Dasein'in sonunu ortaya koyan ölüm, aynı zamanda onun olanaklarını sınırlar ve belirler. Bu birliktelik aynı zamanda Dasein'in Orada-Varlık olma özelliğini de ortadan kaldırmış olur. Bu buluşmayı gerçekleştiren ölüm her zaman ve her durumda bizzat Ben'e aittir. Dolayısıyla bu yönü ile ölüm Heidegger'e göre her zaman ontolojik-existendans konumda ele alınmalı ve yorumlanmalıdır.

Hubert Dreyfus'un da vurguladığı gibi çağımızın ve özellikle Alman felsefesinin en büyük düşünürlerinden biri olan Martin Heidegger, J. P. Sartre gibi Varlık'ı ontolojik - existential boyutta ele almış ve incelemiştir. Bu Dasein'in otantik olup olmamasını da kapsar. Çünkü Dasein'in konumu otantik olmayan bir varoluş durumundan otantik varoluş tarzına doğru geçişi sağlar. Bu Dasein'in her zaman ve sürekli otantikliğini garanti altına almaz. Her iki durum yani gerek otantik olma gerekse olmama iki gerçek varlık tarzıdır. Dolayısıyla buniarın her ikisi de Dasein'in varlığının gerçekliğe dönüşmesidir. "Ölümün gerçekliği veya ontolojik konumu otantik varoluşun çok açık şekilde ortaya çıkarılmasından başka şey değildir."

Buraya kadar Heidegger'de ölümün nasıl ele alındığını ve nasıl açıklandığını belirtmeye çalıştık. Onun "Varlık ve Zaman"adlı eserinde bu konu üzerinde özellikle ontolojik - existential boyutta yeterince durduğunu bir kez daha belirtmemiz gerekiyor. O ölüm fenomenini Dasein'in Varlık bağıntısında ele alınmasına ve ona göre bu fenomenin Dasein'in gerçekliğinin özünü oluşturmasına karşın, Hegel ölümü, Heidegger'den daha farklı boyutta ele alıp bunun bir irréalité olduğunu vurgulamıştı. Her ik idüşünürün ölüm konusunda ortaya koydukları farklılık, Hegel'in felsefesinde yaşamın ölümü kuşattığını ve ölümde yer aldığını açıkça belirleyişinde kendini göstermektedir. Oysa Heidegger'de reel bir fenomen olan ölüm, bu gerçekliğini Dasein'le birlikte sürdürmektedir. Aynı zamanda realite kavramının Heidegger'de diğer bir anlamı, "dünya-içindevarlık" olmayı ifade etmesidir.

Ölüm fenomeni Heidegger'in düşüncesinde dış etkenler sebebiyle var oluşun kesintiye uğraması gibi etkileşime uğrar. Varoluş olarak adlandırılan bu ilişki herhangi birisinin ölümünü gözlemekten ve ölüm korkusundan başkası değildir. Eğer bir Ben varsa bu başkasının ölümünden başka şey değilse bizzat kendinde Ben buradadır ve zorunlu olarak "varlık-Ölmek"tir.

2. Heidegger'de Ölüm ve ölümsüzlük

Martin Heidegger'in "L'Etre et Le Temps" adlı yapıtında ele aldığı en önemli konulardan biri de ölüm fenomenidir. Ona göre ölüm insan varlığının en belirgin özelliği olduğu gibi aynı zamanda Dasein'ain varoluşunun sonunu hazırlayan ve bitiren bir olgudur. Bir başka ifadeyle hiçbir Dasein bizzat kendi ölümünü deneyimleme olanığına sahip olmadığından bir bütün olarak da kendi varoluşunu kavrayamayacağmın altını bir kez daha çizmemiz gerekiyor. J. Jhoron'un gibi Heidegger'de kelimenin geniş anlamıyla ölüm, canlı bir olgudur. Bu bağlamda Dasein'in hayatının sonu olan ölüm hiçbir durumda ortadan kaldırılamaz ve yok edilemez. Çünkü o Dasein ïn ayrılmaz bir parçasıdır.

Ölümün reel bir olgu olması, bir hayvanın ölümle olan ilişkisiyle bir insanın yani Dasein'in ölümle olan ilişkisi arasındaki fark gibi olup hayvanın varoluşuyla insanın varoluşu arasındaki ayırım kadar büyük ve farklıdır. O bu ayrımıyla hayvanın ölmesine telef olma derken Dasein'kine vefat etme der. Çünkü Dasein'in vefatı yani ölümü insanın dışındaki canlıların ölümünden farklıdır. Dolayısıyla Dasein biyolojik yapısıyla ve çok daha önemlisi şuura sahip olma özelliğiyle kendi varlığını varoluşsal özelliklerle biçimlendirir ve şekillendirir. Bu bağlamda Heidegger'e göre ölümü anlamak; varoluşsal boyutta Dasein'in ölümle olan ilişkisini yaşanan, bilinen ve idrak edilen bir ilişki olarak anlamak demektir. Diğer bir anlatımla Dasein için ölüm bir oluş biçimidir. O bir olay olmayıp olanaksızlığın olanağıdır. Kısaca "Dasein'in burada olmamasıdır."

Diğer taraftan yine Heidegger'e göre Dasein'in veya diğer canlıların ölümlü olması, sonunda ölüm bulunan sınırlı bir hayat sürecine sahip oiması demek değildir. Bu hiçbir durumda hayat tarzının ölüm olasılığını ortadan kaldırmaz. Çünkü biz ne kadar özenli ve dikkatli olursak olalım ölümü hayalımızdan çıkarıp atamayız. Dasein içinde bulunduğu her anın son olması olasılığı içine "fırlatılmış ve atılmış' bir varlıktır. Bu bağlamda Dasein'in varlık'ı ölüme-doğru-oluş'tur. Dünyaya-atılmış-varlık olmanın diğer bir anlamı ölümlü-varlık diğer bir ifadeyle ölüm-için-varlık demektir, Ölüm-için-varlığın diğer anlamı kaygıdır. Ölüm varoluşun varlığı olarak nitelenen kaygı üzerine kurulmuştur. Bundan dolayı ölüm-için-varlık, varoluştan "ayrılamayan bir parça ve öğedir." - Ölümün varoluş bakımından yorumlanması Dasein'in gerek isteyerek gerekse bilerek boyun eğmesini sağlar. Bunun diğer bir anlamı ise gerçek sıkıntının ölüm-için-özgürlük'e dönüşmesidir.

Heidegger felsefesinde kaygı olarak vurgulamak istediği, varlığın yanında olduğu gibi bir-dünyada-daha-önceden-varhğm-içinde-kendinde-olmaktır. Diğer bir ifadeyle Dasein'in düşüşü ve kaygılı olmasıdır. Ölüm korkusu diğer adıyla ölüm kaygısı Dasein'de vefat korkusunu kapsamak zorunda değildir. Bu Dasein'in zayıflığının veya acizliğinin bir yansıması da değildir. Çünkü kaygı, varoluşun temeli ve en önemli öğesidir. Kendinden-önce-olmak, olanaklara atılmak ve dünyada olmaktır. Kaygının genel olarak anlamı acı, korku, şüphe ifade etmesine karşın Heidegger'de çok daha "özel anlam ifade ettiğini unutmamak" gerekir. Dasein'in varlığının tamlığını ölüm ve olanaklar açısından ele aldığımızda kaygının önemi daha da artmaktadır.

Martin Heidegger'e göre ölüm-için-varlık düşüncesi bizi bilinçlendirmekte, yönlendirmekte bunun ötesinde yeni bir hayata itmektedir. Çünkü ölümlü-varlık veya ölümle yüzleşme düşüncesi ve kaygısı Dasein'in dünya-içinde-varlık olmasını sağlar.

Varoluşsal imkânlar bakımından ölüm kaygıda kendini bulur ve temeüenir. Kendisi aşılamaz bir fenomen olan ölümün kendisiyle tüm olanaklar biter. Dolayısıyla Dasein'in burada oluşunun her anı, her dakikası ölümle biçimlenir ve şekillenir. Çünkü ölüm, yaşamı birlik ve bütünlük haline getirmekte, yaşama anlam vererek etkinliğini ve önemini daha da pekiştirmektedir. Dasein, ölüm korkusunu "günlük işler ve projeleriyle uzaklaştırmak istese de ondan uzaklaşamayacaktır." Bu insanın sadece kendi ölümü karşısında korkması ve kaçmasıdır. O ölümlü-varlık bilinciyle kendi varoluşuna ulaşır.

Heidegger felsefesinde ölümlü olma veya ölümlülüğün pür fenomeni karşısına bizi yerleştirme düşüncesi hayata bir sınır koymaktan, diğer bir ifadeyle Dasein'in bizzat kendi ölümünü anlamasından başka şey değildir. Çünkü Dasein kendi ölümünü düşünen ve ölümle iç içe olan bir varlıktır. Heidegger'e göre her Dasein daha önce de vurguladığımız gibi kişinin ölümü konusunda sürekli ve zorunlu olarak kendi kendini kuşatır.

Ölüm bizzat kendisi içindir. Ona göre Dasein'in veya varlığın genel özü olmadığından ölümün de genel özü yoktur. Bir başka ifadeyle ölümün ve varoluşun başkasına geçmeyen, devredilemeyen ve yansıtılamayan özelliği vardır.

Konumuzu bir başka boyuttan ele aldığımızda Heidegger'e göre varoluşun ölümlü varlık olma düşüncesinde ölüm fenomenin dış etkenler sebebiyle kesintiye uğradığı gibi etkileşime uğradığını görürüz. Ona göre varoluş olarak adlandırılan ilişki ve bağıntı herhangi birisinin ölümünü gözlemekten başka bir durum olmadığı gibi kendi "ölüm korkusundan başkası da" değildir. Burada vurgulanmak istenen bağlantının ve ilişkinin saptanmasıdır. Ben, başkasının ölümünden ayrı hissedilen bir olgu olarak fertten başka şey olmayıp bizzat kendindedir ve zorunlu bir ilişki içinde varlık ölmektir.
1 | 2 | 3

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP