MARTIN HEIDEGGER FELSEFESİNDE ÖLÜM PROBLEMİ - 1
|
Talip KARAKAYA
20. yüzyılın başlarında ortaya çıkan La Lebensphilosophie pek çok yeni düşünce akımlarının da doğmasına sebep olmuştur. Bu felsefe tarzının ele aldığı en önemli fenomenlerden biri olan ölüm, varoluşçu düşünürlerin de önemle üzerinde durdukları konudur. Gerek Hiristiyan gerek ateist varoluşçuların en ateşli şekilde Ölüm fenomenini Martin Heidegger düşüncesinde ele alacağız.
Martin Heidegger'in felsefesinde ölüm problemi söz konusu olduğunda doğal olarak varlık'tan, bunun da ötesinde Dasein'den mutlaka bahsetmek gerekmektedir. Ölüm probleminin Heidegger boyutunu analiz etmeden önce varlık görüşünü ana hatlarıyla belirtmek zorundayız. Ölüm konusunun varlıkla olan bağlantısı, bunun önemini ve yapısını anlatmamızda bizlere büyük ölçüde yardımcı olmaktadır. Felsefe tarihinde hiçbir filozofun göz ardı edemediği bu konu çağımız düşünürlerinde önemli bir yer tutmakta ve tutmaya da devam edecektir.
Varlık konusunda Heidegger'in eleştirici bir tutum sergilediğini görmekteyiz. O varlık sorusunun "ilkçağa oranla günümüzde unutulduğunu" belirterek yeniden ele alınması ve yorumlanması gerektiğini savunur. Belki ona göre bu basit ve sade bir kavram olarak algılanabilir; fakat kendine Özgü anlamı, evrensel oluşuyla diğerlerinden ayrılmakta ve yine kendine özgü bir fenomen olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu bağlamda Heidegger, varlık'in bir varlık olmadığını ileri sürmesine rağmen varlık'ın anlaşılması için de varlıklarla bağlantı ve ilişki içinde olmanızın zorunluluğunu vurgular.
1. Ölüm-îçin-Varlık ve Varlığın Anlamı Sorunu :
Martin Heidegger'in ölümle ilgili düşüncelerini varlık felsefesine paralel olarak ele aldığını görmekteyiz. Diğer bir ifadeyle onun ölümle ilgili görüşleri varlık düşüncesiyle iç içedir. Çünkü varlık onun felsefesinin en temel ve en önemli öğeleri arasında yer almaktadır.
Onun ölüm hakkında görüşlerine açıklık getirmek için öncelikle temel kavramları açıklamamız gerekmektedir. Bu bağiamda ele alacağımız ilk kavram varolmaktır. Bu Heidegger'in düşüncesinde bir taraftan şuura, diğer taraftan varlığa dayanmaktadır. Yine buradan hareketle dünya kavramını anlamamız da kendi kendimizi anlamamıza bağlıdır. Bu bağlamda varolmanın özellikleri nelerdir sorusuyla karşılaşmamız mümkündür. Bu soruya verilecek ilk cevap onun herkes için özel olduğudur. Diğer bir anlatımla varolmanın kişisel ve ferdi olduğudur. Nasıl Jean-Paul Sartre'a göre varoluş özden önce geliyorsa , Heidegger'e göre varoluşun özü kendinde saklıdır. Dolayısıyla o basit olarak ne burada ne de başkasındadır, O varlıklara bağlı olarak buradan uzak kendi varlığında bulunmaktadır.
Bunlara paralel olarak Heidegger'in anladığı anlamda dünya tabiatla aynı anlamı içermemektedir. Ona göre tabiat dünyada olanı ve oluşu kapsar. Bu ise değişik boyutları ve konumlan olan olgudur. Yine bu bağlamda tabiat dünyanın içinde yer almakta, varoluş ise dünyada varlık alarak burada bulunmaktadır.
Kısaca Heidegger'in dünya kavramından anladığı yaşadığımız bu ortak ve zorunlu dünyadır. Çünkü Heidegger aynı zamanda varlığı, obje (Das Zeug), olabilirlilik (Zuhandenheit) ve burada -varlık (Vorhandensein) olarak kabul eder. Bu açıklamalara paralel olarak ölüm-için-varlık konusunu şimdi daha geniş şekilde ele alabiliriz.
Heidegger'e göre ölüm varlığın en belirgin özelliği olduğundan onun kendisine doğru yönelişini durdum ve bunları birbirinden ayırır. Dolayısıyla öiüm kendisinden ayrılmayan bir özelliği içerdiğinden, kendisinin etkinliği ve önceliği olduğundan buradaki varlığı diğer bir ifadeyle insanı bir bütün ve tam olarak ele alır. İnsanın diğer tüm özellikleri bundan sonra gelir. Heidegger'e göre ölüm ve zaman; varlık gibi varlığın modaliteleri olarak düşüncelerdir. Heidegger felsefesinde ölüm, dünyada varlığın sonu olduğunu bizlere bir kez daha göstermektedir. Bu durum aynı zamanda ölümü korku olarak da tanıtmaktadır. Çünkü o kısmen buradaki varlığın yıkımından başka bir şey değildir. Daha çık ifadeyle Heidegger'e göre ölüm ortaya koyma veya realiteye geçiş olmayıp aksine tüm realitenin yokluğudur. Ölümün varlığa bağlılığından başka herhangi bir ilişkisi de yoktur. Yukarıda asıl vurgulanmak istenen "ölümün bir hiç ve olumsuzluk olduğu ve özellikle diğer varlıklar gibi bir obje olmadığının" belirtilmesidir.
Diğer taraftan ölüm olayının Heidegger felsefesinde başka bir boyutunu da görmemiz mümkündür. Ona göre varoluşun tüm imkânlarını kuşatan ölüm, bu imkânların yaşamasını sınırlandırır ve önüne bir engel koyar. Bu bağlamda ölüm yukarıda belirttiğimiz gibi varoluşun basit olumsuzluğundan başkası değildir. Dolayısıyla Martin Heidegger ölü bir insanın hayatını bir bütün olarak kavrayabilmek, anlamak için "insanın ölümünün veya ölmüş olmasının ontolojik anlamım kavramamız gerektiğini" vurgular. Çünkü burada söz konusu olan insanın diğer bir ifadeyle Dasen'in yaşamının bütünlüğü ve tümlüğüdür.
Heidegger "varlık, her zaman bir varolanın varlık'ıdır" tezini ileri sürer. Buna varlık konusunda tüm düşüncelerini yığar. Bazı düşünürler bu görüşe karşı çıkmış olsalar bile onlara göre bu düşünce, tanım eksikliğini, felsefî meditasyonun yetersizliğini ifade etmekte ve bunun da ötesinde varlık konusunda yeterli düşünceye sahip olamamanın yansımasını ortaya koymaktadır. Ona göre felsefenin en önemli sorunu, varlık'ı ve değişik anlamlarını sorgulamaktır. Bu sorgulama varlığa gerçek kimliğini kazandırır.
Heidegger'e göre felsefenin asıl amacı temel ontolojiyi ortaya koyarak daha önceki geleneksel felsefelere ve metafiziğe zıt görüşler ileri sürmektir. Bu bağlamda varlığın ne olduğu ve hakiki anlamının ne olması gerektiği belirtilmiştir. Çünkü bu geleneksel felsefenin yalnızlıktan kurtarılmasını ve yeniden ilk konumuna getirilmesini sağlar. Bununla Heidegger'in varlık hakkında düşüncelerini, onu niçin yeniden ele aldığını ve yorumladığını çok iyi anlamış oluyoruz.
Martin Heidegger varlık'ı kendi kapsamında üç boyutta, diğer bir ifadeyle Dasein. Le Zuhanden ve Le Vorhanden üçlüsü olarak ele alırken, varlık probleminin felsefe tarihinde yapılan yanlışlıklarım da belirtmektedir. O burada "varlığın her türlü nesnelerden ayrılması gerektiğinin altını özellikle çizer. Otantik olmanın olmak fiiliyle açıklanamayacağını savunarak bunun yalnız ontolojik boyutta ortaya koyulabileceğini belirtir. Diğer bir ifadeyle varlık, ne bir şeyin ne de bir nesnin bir parçası ne de ondan bir şeydir. Fakat buna karşın varlık "her türlü nesneyi kapsadığı gibi, her türlü nesnenin tüm özelliklerinin dışında ve ötesindedir."
Burada Heidegger varlık'ın ne olduğunu veya ne anlama geldiğini, soyut bir kavram olmadığını, diğer bir ifadeyle olamayacağını bir başka eserinde' belirtir. Bunu biraz daha ileri götürerek varlık'in ne Tanrısal ne de evrensel bir yapıya sahip olmadığını, dolayısıyla Tanrı ile de aynı kabul edilemeyeceğini söyler. Fakat buna karşın O, felsefe tarihinde "varlık'ın anlamı ve ne olduğu sorusunun unutulduğunu, bunun başka kavramlada açıklanılmaya çalışıldığını, dolayısıyla yanlış yorum ve açıklamalara yol açtığını" bildirir.
Yukarıda belirttiğimiz gibi varlık'ı üç boyutta ele alan Heidegger, gerek varlık'ın anlamını gerekse Dasein'le o!an ilişkisini belirlemede önceliği şüphesiz Dasein'e vermiştir. Çünkü Dasein, varlık'ı anlamada en önemli kriter ve öğedir. Heidegger'in bu kavrama doğrudan niçin insan varlığı değil, burada-olmak'tır anlamını verdiğini, bunu özellikle niçin seçtiğini de unutmamak gerekir. Bu bağlamda Dasein, varlık'ın kendisi için bir ilgi ya da konu olup, diğer taraftan ontolojinin de temelini oluşturur. Çünkü Dasein'in varlık'ı diğer varlıklar için kullanılan kavramlarla açıklanamayacağından kendisi için yaşamın ne olduğu, kendine özgü sahip olmanın bilinç ve şuuru ile ortaya koyulur. Diğer bir ifadeyle Dasein'in özünde kendini tanımlama ve yorumlama yeteneğinin bulunduğunu unutmamak gerekiyor. Bu Dasein için varolmaktan başka şey olmayıp, aynı zamanda kendi varlığına ilişkin bir anlayışı ortaya koymak ve ifade elmektir. Dolayısıyla Dasein'in karşımıza olay, varoluşçu ve eksilme özelliğiyle çıktığını görmekteyiz.
Martin Heidegger'e göre Dasein, aynı zamanda "kendisi olarak ve kendisi-için olanaklarına doğru giden bir varlıktır". Bu, Dünya-içinde-varlık olma özelliğini de beraberinde taşır. İşte Dasein'in tüm bu ve diğer özelliklerini elinden alan, diğer bir ifadeyle Dasein'in tam olmasını engelleyen, bütünlüğünü parçalayan ve aynı zamanda yokluğunu ortaya koyan ölüm fenomeniyle karşılaşıyoruz. Heidegger's göre Dasein'in en belirgin özelliği ölümlü bir varlık olması, yani Dasein'in kendisi için Burada-Varlık olmasının sonucudur. Bu bağlamda ölüm fenomeni ontolojik-existential boyutta ele alınmalı ve öyle yorumlanmalıdır.
Öncelikle şunu belirtelim; ölüm-için-varlık özsel korkudur. Bu korku sebebiyle biz Hiç'le karşı karşıya geliriz. Korkunun en büyük özelliği Hiç'i ortaya çıkarması diğer bir ifadeyle "var olmanın, Hiç'in içine bırakılmalıdır". Heideggera varolmak için sürekli korku içinde sarsılmak zorunda olmadığımızın da altını çizmektedir. Korku hep vardır, uyumaktadır ve yalnızca varolma sesini duyduğunda uyanır. Fakat bizler hep bu korkudan yani ölümden kaçarız. Oysa ölüm benim için kimsenin bir şey yapamayacağı bir realite ve asla inkâr edilemez bir fenomendir. Çünkü ölümle tek başına yüzleşmesi gerektiğinin bilincine varan insan, aslında kendi bireyselliğini deneyimler ve onu açığa çıkarır. Heidegger, Dasein'in ontolojik bir zorunlulukla bireysel olduğunda ısrar etmesine rağmen, ölümün bireysel bir fenomen olduğu fikrine temel oluşturmaya çalışmaktadır.
Diğer taraftan Heidegger ölümü dünyaya ait bir olgu olarak ele alır ve inceler. Çünkü ona göre ölüm, insanın bulunduğu yerde "Varhk'ın bir sığınağı olarak" karşımıza çıkmaktadır. Daha açık ifadeyle ölüm Hiç'liğin kalesi ve aynı zamanda Dasein'in değişmez mekânıdır. Bu bağlamda onu yaşamın amacı gibi ele almamız gerekir. Diğer boyutuyla o, Dasein'e gerçek kimliğini kazandıran ve bizlere varoluşumuzu hatırlatan bir fenomendir. Heidegger'e göre bu fenomen Dasein'in yalnız varlığı değil aynı zamanda onun sonudur.
20. yüzyılın başlarında ortaya çıkan La Lebensphilosophie pek çok yeni düşünce akımlarının da doğmasına sebep olmuştur. Bu felsefe tarzının ele aldığı en önemli fenomenlerden biri olan ölüm, varoluşçu düşünürlerin de önemle üzerinde durdukları konudur. Gerek Hiristiyan gerek ateist varoluşçuların en ateşli şekilde Ölüm fenomenini Martin Heidegger düşüncesinde ele alacağız.
Martin Heidegger'in felsefesinde ölüm problemi söz konusu olduğunda doğal olarak varlık'tan, bunun da ötesinde Dasein'den mutlaka bahsetmek gerekmektedir. Ölüm probleminin Heidegger boyutunu analiz etmeden önce varlık görüşünü ana hatlarıyla belirtmek zorundayız. Ölüm konusunun varlıkla olan bağlantısı, bunun önemini ve yapısını anlatmamızda bizlere büyük ölçüde yardımcı olmaktadır. Felsefe tarihinde hiçbir filozofun göz ardı edemediği bu konu çağımız düşünürlerinde önemli bir yer tutmakta ve tutmaya da devam edecektir.
Varlık konusunda Heidegger'in eleştirici bir tutum sergilediğini görmekteyiz. O varlık sorusunun "ilkçağa oranla günümüzde unutulduğunu" belirterek yeniden ele alınması ve yorumlanması gerektiğini savunur. Belki ona göre bu basit ve sade bir kavram olarak algılanabilir; fakat kendine Özgü anlamı, evrensel oluşuyla diğerlerinden ayrılmakta ve yine kendine özgü bir fenomen olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu bağlamda Heidegger, varlık'in bir varlık olmadığını ileri sürmesine rağmen varlık'ın anlaşılması için de varlıklarla bağlantı ve ilişki içinde olmanızın zorunluluğunu vurgular.
1. Ölüm-îçin-Varlık ve Varlığın Anlamı Sorunu :
Martin Heidegger'in ölümle ilgili düşüncelerini varlık felsefesine paralel olarak ele aldığını görmekteyiz. Diğer bir ifadeyle onun ölümle ilgili görüşleri varlık düşüncesiyle iç içedir. Çünkü varlık onun felsefesinin en temel ve en önemli öğeleri arasında yer almaktadır.
Onun ölüm hakkında görüşlerine açıklık getirmek için öncelikle temel kavramları açıklamamız gerekmektedir. Bu bağiamda ele alacağımız ilk kavram varolmaktır. Bu Heidegger'in düşüncesinde bir taraftan şuura, diğer taraftan varlığa dayanmaktadır. Yine buradan hareketle dünya kavramını anlamamız da kendi kendimizi anlamamıza bağlıdır. Bu bağlamda varolmanın özellikleri nelerdir sorusuyla karşılaşmamız mümkündür. Bu soruya verilecek ilk cevap onun herkes için özel olduğudur. Diğer bir anlatımla varolmanın kişisel ve ferdi olduğudur. Nasıl Jean-Paul Sartre'a göre varoluş özden önce geliyorsa , Heidegger'e göre varoluşun özü kendinde saklıdır. Dolayısıyla o basit olarak ne burada ne de başkasındadır, O varlıklara bağlı olarak buradan uzak kendi varlığında bulunmaktadır.
Bunlara paralel olarak Heidegger'in anladığı anlamda dünya tabiatla aynı anlamı içermemektedir. Ona göre tabiat dünyada olanı ve oluşu kapsar. Bu ise değişik boyutları ve konumlan olan olgudur. Yine bu bağlamda tabiat dünyanın içinde yer almakta, varoluş ise dünyada varlık alarak burada bulunmaktadır.
Kısaca Heidegger'in dünya kavramından anladığı yaşadığımız bu ortak ve zorunlu dünyadır. Çünkü Heidegger aynı zamanda varlığı, obje (Das Zeug), olabilirlilik (Zuhandenheit) ve burada -varlık (Vorhandensein) olarak kabul eder. Bu açıklamalara paralel olarak ölüm-için-varlık konusunu şimdi daha geniş şekilde ele alabiliriz.
Heidegger'e göre ölüm varlığın en belirgin özelliği olduğundan onun kendisine doğru yönelişini durdum ve bunları birbirinden ayırır. Dolayısıyla öiüm kendisinden ayrılmayan bir özelliği içerdiğinden, kendisinin etkinliği ve önceliği olduğundan buradaki varlığı diğer bir ifadeyle insanı bir bütün ve tam olarak ele alır. İnsanın diğer tüm özellikleri bundan sonra gelir. Heidegger'e göre ölüm ve zaman; varlık gibi varlığın modaliteleri olarak düşüncelerdir. Heidegger felsefesinde ölüm, dünyada varlığın sonu olduğunu bizlere bir kez daha göstermektedir. Bu durum aynı zamanda ölümü korku olarak da tanıtmaktadır. Çünkü o kısmen buradaki varlığın yıkımından başka bir şey değildir. Daha çık ifadeyle Heidegger'e göre ölüm ortaya koyma veya realiteye geçiş olmayıp aksine tüm realitenin yokluğudur. Ölümün varlığa bağlılığından başka herhangi bir ilişkisi de yoktur. Yukarıda asıl vurgulanmak istenen "ölümün bir hiç ve olumsuzluk olduğu ve özellikle diğer varlıklar gibi bir obje olmadığının" belirtilmesidir.
Diğer taraftan ölüm olayının Heidegger felsefesinde başka bir boyutunu da görmemiz mümkündür. Ona göre varoluşun tüm imkânlarını kuşatan ölüm, bu imkânların yaşamasını sınırlandırır ve önüne bir engel koyar. Bu bağlamda ölüm yukarıda belirttiğimiz gibi varoluşun basit olumsuzluğundan başkası değildir. Dolayısıyla Martin Heidegger ölü bir insanın hayatını bir bütün olarak kavrayabilmek, anlamak için "insanın ölümünün veya ölmüş olmasının ontolojik anlamım kavramamız gerektiğini" vurgular. Çünkü burada söz konusu olan insanın diğer bir ifadeyle Dasen'in yaşamının bütünlüğü ve tümlüğüdür.
Heidegger "varlık, her zaman bir varolanın varlık'ıdır" tezini ileri sürer. Buna varlık konusunda tüm düşüncelerini yığar. Bazı düşünürler bu görüşe karşı çıkmış olsalar bile onlara göre bu düşünce, tanım eksikliğini, felsefî meditasyonun yetersizliğini ifade etmekte ve bunun da ötesinde varlık konusunda yeterli düşünceye sahip olamamanın yansımasını ortaya koymaktadır. Ona göre felsefenin en önemli sorunu, varlık'ı ve değişik anlamlarını sorgulamaktır. Bu sorgulama varlığa gerçek kimliğini kazandırır.
Heidegger'e göre felsefenin asıl amacı temel ontolojiyi ortaya koyarak daha önceki geleneksel felsefelere ve metafiziğe zıt görüşler ileri sürmektir. Bu bağlamda varlığın ne olduğu ve hakiki anlamının ne olması gerektiği belirtilmiştir. Çünkü bu geleneksel felsefenin yalnızlıktan kurtarılmasını ve yeniden ilk konumuna getirilmesini sağlar. Bununla Heidegger'in varlık hakkında düşüncelerini, onu niçin yeniden ele aldığını ve yorumladığını çok iyi anlamış oluyoruz.
Martin Heidegger varlık'ı kendi kapsamında üç boyutta, diğer bir ifadeyle Dasein. Le Zuhanden ve Le Vorhanden üçlüsü olarak ele alırken, varlık probleminin felsefe tarihinde yapılan yanlışlıklarım da belirtmektedir. O burada "varlığın her türlü nesnelerden ayrılması gerektiğinin altını özellikle çizer. Otantik olmanın olmak fiiliyle açıklanamayacağını savunarak bunun yalnız ontolojik boyutta ortaya koyulabileceğini belirtir. Diğer bir ifadeyle varlık, ne bir şeyin ne de bir nesnin bir parçası ne de ondan bir şeydir. Fakat buna karşın varlık "her türlü nesneyi kapsadığı gibi, her türlü nesnenin tüm özelliklerinin dışında ve ötesindedir."
Burada Heidegger varlık'ın ne olduğunu veya ne anlama geldiğini, soyut bir kavram olmadığını, diğer bir ifadeyle olamayacağını bir başka eserinde' belirtir. Bunu biraz daha ileri götürerek varlık'in ne Tanrısal ne de evrensel bir yapıya sahip olmadığını, dolayısıyla Tanrı ile de aynı kabul edilemeyeceğini söyler. Fakat buna karşın O, felsefe tarihinde "varlık'ın anlamı ve ne olduğu sorusunun unutulduğunu, bunun başka kavramlada açıklanılmaya çalışıldığını, dolayısıyla yanlış yorum ve açıklamalara yol açtığını" bildirir.
Yukarıda belirttiğimiz gibi varlık'ı üç boyutta ele alan Heidegger, gerek varlık'ın anlamını gerekse Dasein'le o!an ilişkisini belirlemede önceliği şüphesiz Dasein'e vermiştir. Çünkü Dasein, varlık'ı anlamada en önemli kriter ve öğedir. Heidegger'in bu kavrama doğrudan niçin insan varlığı değil, burada-olmak'tır anlamını verdiğini, bunu özellikle niçin seçtiğini de unutmamak gerekir. Bu bağlamda Dasein, varlık'ın kendisi için bir ilgi ya da konu olup, diğer taraftan ontolojinin de temelini oluşturur. Çünkü Dasein'in varlık'ı diğer varlıklar için kullanılan kavramlarla açıklanamayacağından kendisi için yaşamın ne olduğu, kendine özgü sahip olmanın bilinç ve şuuru ile ortaya koyulur. Diğer bir ifadeyle Dasein'in özünde kendini tanımlama ve yorumlama yeteneğinin bulunduğunu unutmamak gerekiyor. Bu Dasein için varolmaktan başka şey olmayıp, aynı zamanda kendi varlığına ilişkin bir anlayışı ortaya koymak ve ifade elmektir. Dolayısıyla Dasein'in karşımıza olay, varoluşçu ve eksilme özelliğiyle çıktığını görmekteyiz.
Martin Heidegger'e göre Dasein, aynı zamanda "kendisi olarak ve kendisi-için olanaklarına doğru giden bir varlıktır". Bu, Dünya-içinde-varlık olma özelliğini de beraberinde taşır. İşte Dasein'in tüm bu ve diğer özelliklerini elinden alan, diğer bir ifadeyle Dasein'in tam olmasını engelleyen, bütünlüğünü parçalayan ve aynı zamanda yokluğunu ortaya koyan ölüm fenomeniyle karşılaşıyoruz. Heidegger's göre Dasein'in en belirgin özelliği ölümlü bir varlık olması, yani Dasein'in kendisi için Burada-Varlık olmasının sonucudur. Bu bağlamda ölüm fenomeni ontolojik-existential boyutta ele alınmalı ve öyle yorumlanmalıdır.
Öncelikle şunu belirtelim; ölüm-için-varlık özsel korkudur. Bu korku sebebiyle biz Hiç'le karşı karşıya geliriz. Korkunun en büyük özelliği Hiç'i ortaya çıkarması diğer bir ifadeyle "var olmanın, Hiç'in içine bırakılmalıdır". Heideggera varolmak için sürekli korku içinde sarsılmak zorunda olmadığımızın da altını çizmektedir. Korku hep vardır, uyumaktadır ve yalnızca varolma sesini duyduğunda uyanır. Fakat bizler hep bu korkudan yani ölümden kaçarız. Oysa ölüm benim için kimsenin bir şey yapamayacağı bir realite ve asla inkâr edilemez bir fenomendir. Çünkü ölümle tek başına yüzleşmesi gerektiğinin bilincine varan insan, aslında kendi bireyselliğini deneyimler ve onu açığa çıkarır. Heidegger, Dasein'in ontolojik bir zorunlulukla bireysel olduğunda ısrar etmesine rağmen, ölümün bireysel bir fenomen olduğu fikrine temel oluşturmaya çalışmaktadır.
Diğer taraftan Heidegger ölümü dünyaya ait bir olgu olarak ele alır ve inceler. Çünkü ona göre ölüm, insanın bulunduğu yerde "Varhk'ın bir sığınağı olarak" karşımıza çıkmaktadır. Daha açık ifadeyle ölüm Hiç'liğin kalesi ve aynı zamanda Dasein'in değişmez mekânıdır. Bu bağlamda onu yaşamın amacı gibi ele almamız gerekir. Diğer boyutuyla o, Dasein'e gerçek kimliğini kazandıran ve bizlere varoluşumuzu hatırlatan bir fenomendir. Heidegger'e göre bu fenomen Dasein'in yalnız varlığı değil aynı zamanda onun sonudur.
2 Yorumlar
talip Karakaya'ya nasıl ulaşabiliriz acaba?
Eskişehir'in Sivrihisar ilçesinden herkese kucak dolusu selamlar. Heidegger beyi çok beğeniyoruz. Kendisini tebrik ediyorum. Başarılar.