DİN FELSEFESİ VE GEÇMİŞİ - 3
|
Bununla beraber, böyle bir cesaretlilik zaruridir. Filozof onu kendine mal etmek mecburiyetindedir. Bir tarafa ayrılmış problemler kabul edilemez.- Bir metodun konusunu uygulamasının iyi anlaşılması şartıyla, aklın alanı ya evrenseldir veya değildir. Eğer filozof dini pozitifliği teologa bırakırsa, görevlerinin birinden vazgeçer: Blondel bunu hatırlamakta haklı idi. Gerçekten teolog nezdinde, dini pozitiflik bir gerçektir, (fait); O, bir hak gibi akli olarak yeniden yakalanamaz. Hıristiyan teolog için, kutsal kitap ve sünnet (tradition,) imanın kaynağı, imanın objesi olarak alınırlar. Onlar tam vahyi değere sahiptirler. Teoloji bir iman akdiyle başlar. Teoloji iman anlayışıyla başlar, iman anlayışı ile gelişir. O, bunun için orta seviyede akli terimleri kullanır. Bunlar iman ilkeleri üzerinde etkisini gösterdiler. Onlar bu ilkelerin iman değerini devamlı kabul etmek şartıyla, akli neticeler elde etmeye müsade ederler. Tek bir kelimeyle teolog, bağlılık içinde ve iman ışığında aklını, imanını anlatmakta kullanılır. Bunun içindir ki,-bu, teolojik seyir için bir tehlike değildir.- O, tam anlamıyla felsefi bir düşünceyi, dini bir veriye tatbik etmeye kalıyor. Kutsal Kitap ve sünnet (tradition), inanan için haber verici bir düzeye sahip olabildiğini a priori olarak reddetmeksizin, bu hususta geriye tam bir akli eleştiri yapma kalıyor. Bu, kendinde iman aktım ihtiva etmeyen bir görüş açısından, temellerine kadar incelemesi için bütün dini pozitifliği filozofa teslim etmek anlamına geliyor. Bu da cesaretli, nazik ve zorunlu bir seyirdir. Eğer ona teşebbüs edilmezse, dini tecrübe, kendine şüpheli bir durum vermeye devam edecektir. Filozof, kendine güvenilmediği izlemini koruyacak; kendine gelince o, güven duymayan olacaktır.
Hegel, Hıristiyan pozitifliğin ilk filozofu, dini kuruluşun (institution) ilk filozofu olarak bakılmaya layıktır. Ahlakçılığı nedeniyle Kant, ne ahlaka göre mistik inancın özgüllüğünü anladı, ne de imanla, tarihi yapıların ilişkisini kabul etti. Schelling ekseriya, ilhamın ve efsanenin çok zengin yorumunu verdi. Fatak o, pozitifin ve kuruluşun, daima dinde ikinci olduğunu, ilk dini formunsa, tabii öz efsanevi (pagan anlamında) olup, kısıtlı ve iradi olmadığını ilan etti. Oysaki bu, itiraz edilebilir gibi görünüyor. İnsanın anlamın kurucusu olmaktan önce insan olarak yaşayabilmesini gerektiriyor. Hegel bu aksak yandan kaçıyor. Onun için pozitiflik, en azından iyi pozitiflik (zira onun kötüsü de vardır: anlamını bilme imkanına asla sahip olunmayan şey), diyalektiğin zaruri zamanıdır. Tutarlı ve tam olmak için her ruhî tecrübe ve her insani seyir, ifadeye, somutun gerçekleşmesine, karşılıklı iletişime geçişi ihtiva eder. Bu dolambaçlı dışta oluş kesin olarak sürecin sonu değildir. İçeriden dişaraya geçildiği gibi, dışarıdan içeriye gelmek gerekir. Yeniden alma devreye kapatıyor (clore), ve gerçekten onu kapatıyorki ideali ifade ettikten sonra, tecrübi olan (l'experimentel), onun ifade ederek ona sahip olduğunu bilir. Bu anlayış açıklanmasında soyut, yapay bazı şekilleri korur. Fakat öz şemasına götürüldüğü zaman, bütün fazlalıkları (surcharge) hafifletildiği zaman bu analayışın pozifitliği kurduğu kesinleşir. Bu anlayış ona, arizi değil fakat zorunlu gerçekten canlı bir değeri yeniden taşır. Bu bağlamda söz konusu görüşü yerine oturunca tarihi din, vahyedilmiş din, filozof için artık hazmedilemez (inassimilable) bir olgu değildir: o, ifade kanunu gereğince mutlakın gerçek bir şeklidir. Hegel onu böyle anladı, eğer aşkın bir mutlaka karşı insanın reaksiyonunun tercüme etme yerine tarihi anlamlılık kesin olarak (pourl absolu), tarihin doğrudan konusu olmanın zorunluluğuyla özdeşir görünmüyorsa eğer, zaten din, diyalektik hareketin tek sadık okuyucusu filozoftan başlayarak, anlamı yeniden elde eder görünmüyorsa, onun yorumuna gidecek hiçbirşey olmayacaktır. Bu yetersizlikler Hegel' in din felsefesinde kalmaya engel oluyorlar. Fakat, en azından, bu felsefe ile karşılaşmaksızın dini pozitifliği anlamayı araştırmak, boşuna olacaktır.
Husserl fenomenolojisi, mahkum etmek veya bunun ötesine geçmekten başka bir amacı takip eden dinin, felsefi anlayışının hazırlanması için, çağdaş devreyi beklemek gerekiyordu. Husserl'in bizzat kendisi metodunu dine uygulamadı. Husserl için bunu öğrencileri yaptı (pozitifliğin küçük bir endişesi ile Scheler, dini fenomeni tarihi veriye yerleştirmenin devamlı meşguliyeti ile de G. von der Leeuw). Gerçekleştirmenin (faire) bu biçimi, pozitif dini (Maurice Blondel onu kendi hesabına yaptı.) Sahip olduğunu iddia ettiği aynı anlamda, inananın onda keşfettiği hayatın değerleri bir yana bırakılırsa, ortaya çıktığı gibi tasvir etmekten ibarettir. Dini yapıtlar, (doğmalar, ayinler vs.) birer birer, inceden inceye tetkik edilir. Bütünün merkezinde, her kısmın anlamını devam ettirmekten (maintenir) başka amaç olmaksızın onlar analiz edilirler( aksi halde dini fenomen dini olarak değil, fakat ahlaki, sosyal, ekonomik, edebi, estetik vs. olarak inceleneciktir). Elinizdeki bu kitap, bu cins metodu kullanıyor. Yazar, söz konusu kavramları ontoljik etkinliğini kabul etmek veya red etmek mecburiyeti olmaksızın anlamaktır. Böylece dini fenomenoloji saygıyı, inceliği (grâce) gösteriyor. Bu, yargıyı ertelemede gerçektir.
Yazarların çoğu daha uzağa gidemiyor: Onlar tasvir ediyorlar, karar vermiyorlar. Bununla beraber, haklı olarak, yargılamak, filozofun görevi olarak kalıyor. O halde fenomenolojinin din felsefesi olması için, "'yargılamayı" (judication) tasvire ilave etmek vuku bulacaktır. Şahıs olarak bunun mümkün olmasına, arzu edilir olduğuna inanıyoruz. Bir şartla: O da felsefi eleştirin kesin olarak rolünü oynamasıdır. Felsefi eleştirinin her tartışmada, her değerlendirmede insiyatifı ele alması iyidir. Onun tahminlerinin ve postulalanmn şuurunda olması da gerekir. Öncülleri gibi neticelerinin de kesintisiz olduğunu doğrulaması gerekir.. Nihayet felsefi eleştiri, özgülüğü, pratiğin eleştireye indirgenemzliğini bilmek mecburiyetindedir. Fakat felsefi eleştiri, fiilin kendisini bu şartlara indirgemeye mecbur değildir. O, onların teorik açıklamalarında onu eritmek, içine almak mecburiyetinde değildir. Ahlak dersi, aydınlatılmasına rağmen yaşanmış ahlak değildir. Din felsefesi onun anlamını yaymasına, etkililik tarzını (genre) sınırlarını çizmesine rağmen gerçek dinden daha fazla yararlı değildir. Alçak gönüllülükte, bilme ile yapmayı karıştırmak duygusuna kapılanlar için tekrar yararlıdır.
İmanı incitecek tek muhalefet, dini değerlerin aldatıcı ve yanıltıcı ve yanıltan özelliğini ispatlamak olacaktır. Fakat onu kim gösterecektir? İnanmayan, bu değerlerlerden yararlanmıyor: Onları yargılayamaz. İnanan onları yaşıyor. Değerlerin diğer her çeşidinden farklı olarak, onları yaşıyor. Onları nesnelleştirmeksizin sadece yaşıyor. Eğer onları nesnelleştirseydi bununla onlan yok edecekti; onları yaşamanın zevkinden, onların lehine delil getirmenin gücünden kendini yoksun bırakacaktı. Gerçek şu ki, "yaşanmış"ın (le vécu) ifadesi, o halde onu amaçlayan açıklanmış niyet eleştirilebilir. Fakat, bu "yaşanmış" (le vécu) kendisi, ancak tecrübe edilerek yakalanabilir. Varolan (exitent) ispatlanmaz, tecrübe edilir. Eğer o, tecrübe edilmiyor sa (yaşanmıyorsa) , sızlanmak, lanetlemek değil, susmak gerekir. Başka türlü olursa, âmânın renkleri inkar etmesine, bayağı bir kimsenin sanata saygısızlık etmesine, aptalın, alimin düzmeciliğini ilan etmesine izin vermek gerekecektir. Bu, saçma, hem de ilginç bir dünyaya götürür. Fakat bu dünyayı felsefesfi dünyasıyla özdeşleştirmekte kimin yanrı olacaktır? Eleştiride, gerçekten kendisi tarafından "eleştirilebilen" yakalanabilen ve değerlendirilebilen, alıntılarında hiçbir şeyi dışarda bırakmaması için yeterince güzel bir şekilde herşeyi hesaba katıyoruz. Eğer dinde kararsızlık, tutarsızlık varsa eleştiri onu görebilecektir. Eğer bir sözde (verbe) yansımaksızın, bir davranışta belirlemeksizin varolan dinin kendisi sadece asalak bir canlılık, korkunun veya baskının meyvesi ise eleştiri onu da keşfedebilir, onu da söyleyebilir.
Zamanımızın, felsefi "discours"unun (felsefi görüş alışverişinin) akli gelişmelerini, asırlar boyunca boşuna bekleyen, kavramlarla beslenmeyi yeniden öğrendiği, felsefi bir "discours" (felsefi görüş alışverişi) olduğunu, hiçbir şey inkar edemiyecektir. Tarih kategorisini, vahiy kategorisini, iman kategorisini, tanrıya karşı işlenen günah kategorisini icad eden yahudiliktir. Cisimleşme (incarnation) kategorisini, şahıs kategorisini, delil kategorisini, tanrı severlik (charité) veya saf aşk kategorisini vs. şereflendiren Yahudi-Hristiyanlıktır. Oysaki bu kategorilerin felsefi olarak hazırlanması XIX. asırdan önce asla başlamadı, ve hatta bu kategorilerden birçoğu, filozoflar tarafından ancak otuz seneden beri yeniden yaygınlığına kavuşturuldular. Tarihçiler veya gözlemciler presokratiklere yeniden döndüğümüzü ifade ettikleri (assurer) zaman; rasyonalistler, Kierkegaard'in arkasından, egzistansiyalistlerin, fenomenologlarm, efsane veya dinin (bazı kere yapmacık elbise altında) aklın tapınağında yeniden göründüklerini haykırdıkları zaman, tamamen haksız değldirler. Fakat, felsefenintabii ikliminin havası azalmış bir çalışma odası olmadığına onlan inandırmak önemlidir. Felsefenin tabii iklimi hayatın ilmi, ahlaki, estetik ve dini bütün şekilleri altında hayatın atmosferidir. Bazı yazarların, eserlerinde hapsettikleri nedenler zinciri (chaîne de raisons) ile karıştırmanın saflığına (naivete) sahip oldukları, fikirler sistemi okul (scolaire) mantığına hiç sahip değildir. Fikirler sistemi, tarihin ve kültürün sonsuz çabasıyla özdeşlesin Hiç kimse onu tecrit edemez, onu bölemez, burada başladığını söylemek orda bittiğini söylemektir. Onun anlamını farketmek için falan ve filan disiplinin sadece melodisini değil, fakat bütün kültürel evrenini senfonisini dinlemek gerekir. Dinlerin ve efsanelirin esasından çıkmayan (se détacher) tek bir fikir gösterilmeyecektir. İnsan kompleksine aidiyetin biricik şahidi olarak kalan, yine hayali kılıfa (gangue) yapışık en saf kavramdır. İşte niçini, eğer bütünlük (totalité) istediği çağdaş felsefede de kuvvetli ise, hatta bu istek fena olmayan karışıklığı geçici olarak uy arıyorsa, bu zenginliğe kızmak değil, sevinmek (se joir) gerekir. Yerleşme (tessement) gerçekleşecek ve sınıflama yeniden gelecektir. Dünya ölçüsünde bir antropolji, bir kavramlar cebirinden, bir soyutlama karanlığından ( résidu) daha yeğdir. Bunun, karışıklığı aydınlığa üstün getirmek için olmadığını da söyleyelim. Fakat düşüncenin, insan tecrübesiyle birlikte var olduğunu bilmesi ve razı olması (vouloir) içindir.
Bu, hayatın dışında hiçbirşey inşa etmeksizin, her şeyi toplama, her şeyi bütünleştireni (intégrer) isteğinin, bütün metafizik sistemleri kuran ilhamı, ebediyyen kurtarması mümkündür. Fakat buna kim üzülecektir? Bu, vicdan azabı olmadan, boş özlem olmadan, felsefenin saf kritik görevini iadeetmektir. Filozof daima iş işten geçtikten sonra egzistanstan sonra, tarihten sonra, veriden sonra (esase) ulaşır. Filozof önceden orda olan şeyi, önceden açık olarak söylenmiş, önceden kurulmuş anlamı ancak yakalayabilir. İster istemez, bundan böyle kültürcüler, kurumcular olarak ancak felsefeyi devam ettirmek şansına sahip oluyoruz. Zaman, artık kültürün kendim, tabiatın henüz değişikliğe uğramış yer değişimi veya uzantısı sanabildiği zaman değildir. Ayrıca bu, hatta medeniyet diye isimlendirilen şeyin ilk gününde, bir yanılgıydı. İnsan, tabiatı ancak, onu insanlaştırarak tanır, daha önceden insanileştirilmiş tabiatı ancak bilir. Hatta arkaik toplumların üyeleri de tabii ve kültürel diye bölünemezler: Onlar zaman ve mekanla (espace) uyuşurluklarını düzenleyerek ancak yaşıyorlar. O halde dil olayı önünde, müşterek büyük efsaneler olayını, sanatlar, ilimler ve dinler olayını yerleştiriyoruz. Filozofun çabası onları incelemek, onları tahlil etmek ve onları yargılamaktır. Bu terim en geniş manada alındığı zaman, sade ve kavramlar değil, fakat kurumlar da açıklanarak ona ait olur. Din, diğerleri arasında bir kuruluştur. Filozofun bunlardan biri hariç, diğerlerini dikkatle incelemesinin niçini görülmüyor. Hınç, sahte saygı, bunun düşünce tutumuyla görülecek bir yanı yoktur. Aydın bir gözle, sempati ile, tamamen bağımsız olarak dine dönüldüğü zaman, birilerine objektifliğin örneği, diğerlerine de zihni cesaretin örneği, herkese soğukkanlılık dersi verilecektir.
Hegel, Hıristiyan pozitifliğin ilk filozofu, dini kuruluşun (institution) ilk filozofu olarak bakılmaya layıktır. Ahlakçılığı nedeniyle Kant, ne ahlaka göre mistik inancın özgüllüğünü anladı, ne de imanla, tarihi yapıların ilişkisini kabul etti. Schelling ekseriya, ilhamın ve efsanenin çok zengin yorumunu verdi. Fatak o, pozitifin ve kuruluşun, daima dinde ikinci olduğunu, ilk dini formunsa, tabii öz efsanevi (pagan anlamında) olup, kısıtlı ve iradi olmadığını ilan etti. Oysaki bu, itiraz edilebilir gibi görünüyor. İnsanın anlamın kurucusu olmaktan önce insan olarak yaşayabilmesini gerektiriyor. Hegel bu aksak yandan kaçıyor. Onun için pozitiflik, en azından iyi pozitiflik (zira onun kötüsü de vardır: anlamını bilme imkanına asla sahip olunmayan şey), diyalektiğin zaruri zamanıdır. Tutarlı ve tam olmak için her ruhî tecrübe ve her insani seyir, ifadeye, somutun gerçekleşmesine, karşılıklı iletişime geçişi ihtiva eder. Bu dolambaçlı dışta oluş kesin olarak sürecin sonu değildir. İçeriden dişaraya geçildiği gibi, dışarıdan içeriye gelmek gerekir. Yeniden alma devreye kapatıyor (clore), ve gerçekten onu kapatıyorki ideali ifade ettikten sonra, tecrübi olan (l'experimentel), onun ifade ederek ona sahip olduğunu bilir. Bu anlayış açıklanmasında soyut, yapay bazı şekilleri korur. Fakat öz şemasına götürüldüğü zaman, bütün fazlalıkları (surcharge) hafifletildiği zaman bu analayışın pozifitliği kurduğu kesinleşir. Bu anlayış ona, arizi değil fakat zorunlu gerçekten canlı bir değeri yeniden taşır. Bu bağlamda söz konusu görüşü yerine oturunca tarihi din, vahyedilmiş din, filozof için artık hazmedilemez (inassimilable) bir olgu değildir: o, ifade kanunu gereğince mutlakın gerçek bir şeklidir. Hegel onu böyle anladı, eğer aşkın bir mutlaka karşı insanın reaksiyonunun tercüme etme yerine tarihi anlamlılık kesin olarak (pourl absolu), tarihin doğrudan konusu olmanın zorunluluğuyla özdeşir görünmüyorsa eğer, zaten din, diyalektik hareketin tek sadık okuyucusu filozoftan başlayarak, anlamı yeniden elde eder görünmüyorsa, onun yorumuna gidecek hiçbirşey olmayacaktır. Bu yetersizlikler Hegel' in din felsefesinde kalmaya engel oluyorlar. Fakat, en azından, bu felsefe ile karşılaşmaksızın dini pozitifliği anlamayı araştırmak, boşuna olacaktır.
Husserl fenomenolojisi, mahkum etmek veya bunun ötesine geçmekten başka bir amacı takip eden dinin, felsefi anlayışının hazırlanması için, çağdaş devreyi beklemek gerekiyordu. Husserl'in bizzat kendisi metodunu dine uygulamadı. Husserl için bunu öğrencileri yaptı (pozitifliğin küçük bir endişesi ile Scheler, dini fenomeni tarihi veriye yerleştirmenin devamlı meşguliyeti ile de G. von der Leeuw). Gerçekleştirmenin (faire) bu biçimi, pozitif dini (Maurice Blondel onu kendi hesabına yaptı.) Sahip olduğunu iddia ettiği aynı anlamda, inananın onda keşfettiği hayatın değerleri bir yana bırakılırsa, ortaya çıktığı gibi tasvir etmekten ibarettir. Dini yapıtlar, (doğmalar, ayinler vs.) birer birer, inceden inceye tetkik edilir. Bütünün merkezinde, her kısmın anlamını devam ettirmekten (maintenir) başka amaç olmaksızın onlar analiz edilirler( aksi halde dini fenomen dini olarak değil, fakat ahlaki, sosyal, ekonomik, edebi, estetik vs. olarak inceleneciktir). Elinizdeki bu kitap, bu cins metodu kullanıyor. Yazar, söz konusu kavramları ontoljik etkinliğini kabul etmek veya red etmek mecburiyeti olmaksızın anlamaktır. Böylece dini fenomenoloji saygıyı, inceliği (grâce) gösteriyor. Bu, yargıyı ertelemede gerçektir.
Yazarların çoğu daha uzağa gidemiyor: Onlar tasvir ediyorlar, karar vermiyorlar. Bununla beraber, haklı olarak, yargılamak, filozofun görevi olarak kalıyor. O halde fenomenolojinin din felsefesi olması için, "'yargılamayı" (judication) tasvire ilave etmek vuku bulacaktır. Şahıs olarak bunun mümkün olmasına, arzu edilir olduğuna inanıyoruz. Bir şartla: O da felsefi eleştirin kesin olarak rolünü oynamasıdır. Felsefi eleştirinin her tartışmada, her değerlendirmede insiyatifı ele alması iyidir. Onun tahminlerinin ve postulalanmn şuurunda olması da gerekir. Öncülleri gibi neticelerinin de kesintisiz olduğunu doğrulaması gerekir.. Nihayet felsefi eleştiri, özgülüğü, pratiğin eleştireye indirgenemzliğini bilmek mecburiyetindedir. Fakat felsefi eleştiri, fiilin kendisini bu şartlara indirgemeye mecbur değildir. O, onların teorik açıklamalarında onu eritmek, içine almak mecburiyetinde değildir. Ahlak dersi, aydınlatılmasına rağmen yaşanmış ahlak değildir. Din felsefesi onun anlamını yaymasına, etkililik tarzını (genre) sınırlarını çizmesine rağmen gerçek dinden daha fazla yararlı değildir. Alçak gönüllülükte, bilme ile yapmayı karıştırmak duygusuna kapılanlar için tekrar yararlıdır.
İmanı incitecek tek muhalefet, dini değerlerin aldatıcı ve yanıltıcı ve yanıltan özelliğini ispatlamak olacaktır. Fakat onu kim gösterecektir? İnanmayan, bu değerlerlerden yararlanmıyor: Onları yargılayamaz. İnanan onları yaşıyor. Değerlerin diğer her çeşidinden farklı olarak, onları yaşıyor. Onları nesnelleştirmeksizin sadece yaşıyor. Eğer onları nesnelleştirseydi bununla onlan yok edecekti; onları yaşamanın zevkinden, onların lehine delil getirmenin gücünden kendini yoksun bırakacaktı. Gerçek şu ki, "yaşanmış"ın (le vécu) ifadesi, o halde onu amaçlayan açıklanmış niyet eleştirilebilir. Fakat, bu "yaşanmış" (le vécu) kendisi, ancak tecrübe edilerek yakalanabilir. Varolan (exitent) ispatlanmaz, tecrübe edilir. Eğer o, tecrübe edilmiyor sa (yaşanmıyorsa) , sızlanmak, lanetlemek değil, susmak gerekir. Başka türlü olursa, âmânın renkleri inkar etmesine, bayağı bir kimsenin sanata saygısızlık etmesine, aptalın, alimin düzmeciliğini ilan etmesine izin vermek gerekecektir. Bu, saçma, hem de ilginç bir dünyaya götürür. Fakat bu dünyayı felsefesfi dünyasıyla özdeşleştirmekte kimin yanrı olacaktır? Eleştiride, gerçekten kendisi tarafından "eleştirilebilen" yakalanabilen ve değerlendirilebilen, alıntılarında hiçbir şeyi dışarda bırakmaması için yeterince güzel bir şekilde herşeyi hesaba katıyoruz. Eğer dinde kararsızlık, tutarsızlık varsa eleştiri onu görebilecektir. Eğer bir sözde (verbe) yansımaksızın, bir davranışta belirlemeksizin varolan dinin kendisi sadece asalak bir canlılık, korkunun veya baskının meyvesi ise eleştiri onu da keşfedebilir, onu da söyleyebilir.
Zamanımızın, felsefi "discours"unun (felsefi görüş alışverişinin) akli gelişmelerini, asırlar boyunca boşuna bekleyen, kavramlarla beslenmeyi yeniden öğrendiği, felsefi bir "discours" (felsefi görüş alışverişi) olduğunu, hiçbir şey inkar edemiyecektir. Tarih kategorisini, vahiy kategorisini, iman kategorisini, tanrıya karşı işlenen günah kategorisini icad eden yahudiliktir. Cisimleşme (incarnation) kategorisini, şahıs kategorisini, delil kategorisini, tanrı severlik (charité) veya saf aşk kategorisini vs. şereflendiren Yahudi-Hristiyanlıktır. Oysaki bu kategorilerin felsefi olarak hazırlanması XIX. asırdan önce asla başlamadı, ve hatta bu kategorilerden birçoğu, filozoflar tarafından ancak otuz seneden beri yeniden yaygınlığına kavuşturuldular. Tarihçiler veya gözlemciler presokratiklere yeniden döndüğümüzü ifade ettikleri (assurer) zaman; rasyonalistler, Kierkegaard'in arkasından, egzistansiyalistlerin, fenomenologlarm, efsane veya dinin (bazı kere yapmacık elbise altında) aklın tapınağında yeniden göründüklerini haykırdıkları zaman, tamamen haksız değldirler. Fakat, felsefenintabii ikliminin havası azalmış bir çalışma odası olmadığına onlan inandırmak önemlidir. Felsefenin tabii iklimi hayatın ilmi, ahlaki, estetik ve dini bütün şekilleri altında hayatın atmosferidir. Bazı yazarların, eserlerinde hapsettikleri nedenler zinciri (chaîne de raisons) ile karıştırmanın saflığına (naivete) sahip oldukları, fikirler sistemi okul (scolaire) mantığına hiç sahip değildir. Fikirler sistemi, tarihin ve kültürün sonsuz çabasıyla özdeşlesin Hiç kimse onu tecrit edemez, onu bölemez, burada başladığını söylemek orda bittiğini söylemektir. Onun anlamını farketmek için falan ve filan disiplinin sadece melodisini değil, fakat bütün kültürel evrenini senfonisini dinlemek gerekir. Dinlerin ve efsanelirin esasından çıkmayan (se détacher) tek bir fikir gösterilmeyecektir. İnsan kompleksine aidiyetin biricik şahidi olarak kalan, yine hayali kılıfa (gangue) yapışık en saf kavramdır. İşte niçini, eğer bütünlük (totalité) istediği çağdaş felsefede de kuvvetli ise, hatta bu istek fena olmayan karışıklığı geçici olarak uy arıyorsa, bu zenginliğe kızmak değil, sevinmek (se joir) gerekir. Yerleşme (tessement) gerçekleşecek ve sınıflama yeniden gelecektir. Dünya ölçüsünde bir antropolji, bir kavramlar cebirinden, bir soyutlama karanlığından ( résidu) daha yeğdir. Bunun, karışıklığı aydınlığa üstün getirmek için olmadığını da söyleyelim. Fakat düşüncenin, insan tecrübesiyle birlikte var olduğunu bilmesi ve razı olması (vouloir) içindir.
Bu, hayatın dışında hiçbirşey inşa etmeksizin, her şeyi toplama, her şeyi bütünleştireni (intégrer) isteğinin, bütün metafizik sistemleri kuran ilhamı, ebediyyen kurtarması mümkündür. Fakat buna kim üzülecektir? Bu, vicdan azabı olmadan, boş özlem olmadan, felsefenin saf kritik görevini iadeetmektir. Filozof daima iş işten geçtikten sonra egzistanstan sonra, tarihten sonra, veriden sonra (esase) ulaşır. Filozof önceden orda olan şeyi, önceden açık olarak söylenmiş, önceden kurulmuş anlamı ancak yakalayabilir. İster istemez, bundan böyle kültürcüler, kurumcular olarak ancak felsefeyi devam ettirmek şansına sahip oluyoruz. Zaman, artık kültürün kendim, tabiatın henüz değişikliğe uğramış yer değişimi veya uzantısı sanabildiği zaman değildir. Ayrıca bu, hatta medeniyet diye isimlendirilen şeyin ilk gününde, bir yanılgıydı. İnsan, tabiatı ancak, onu insanlaştırarak tanır, daha önceden insanileştirilmiş tabiatı ancak bilir. Hatta arkaik toplumların üyeleri de tabii ve kültürel diye bölünemezler: Onlar zaman ve mekanla (espace) uyuşurluklarını düzenleyerek ancak yaşıyorlar. O halde dil olayı önünde, müşterek büyük efsaneler olayını, sanatlar, ilimler ve dinler olayını yerleştiriyoruz. Filozofun çabası onları incelemek, onları tahlil etmek ve onları yargılamaktır. Bu terim en geniş manada alındığı zaman, sade ve kavramlar değil, fakat kurumlar da açıklanarak ona ait olur. Din, diğerleri arasında bir kuruluştur. Filozofun bunlardan biri hariç, diğerlerini dikkatle incelemesinin niçini görülmüyor. Hınç, sahte saygı, bunun düşünce tutumuyla görülecek bir yanı yoktur. Aydın bir gözle, sempati ile, tamamen bağımsız olarak dine dönüldüğü zaman, birilerine objektifliğin örneği, diğerlerine de zihni cesaretin örneği, herkese soğukkanlılık dersi verilecektir.