Hume’un Ahlâk Görüşünde Duygunun Yeri - 3

Ne var ki, Hume bu birörnekliliği karakter, önyargı ve kanı farklılıklarına dek genişletmez. Çünkü “böylesine her bakımdan birörneklik, doğanın hiçbir yerinde yoktur”(1976:70).

İnsanlar arasında karakter, kanı farklılıkları olsa da, insanı kendi türü konusunda kaygıya götüren bir duygu yine de vardır. Hume bu duyguya “sempati” diyor. Hume’a göre sempati “insan doğasında çok güçlü bir ilkedir (principle).” Sempati, dış objeler bakımından olduğu kadar, ahlâk konusunda da yargıda bulunurken, güzellik duyumuz üzerinde büyük bir etkiye sahiptir (1997:493). Sempati, başka herhangi bir ilkenin yardımı olmadan, bize, eylemi övmemizi gerektiren bir duygu verir.

Kimi kötü hislerin kabalığı bizi rahatsız eder ve hoşumuza gitmez. Bize bu duyguyu veren ve acı duymamıza yol açan da sirayet etme (contagion) ve sempatidir (1962:257-258). Hume’da sempati temel duygudur. Sempati, bize başkalarının sevinçlerini ve acılarını yaşatır. Ancak sempati sayesinde genel iyiliği kendi isteklerimizin konusu yapabilir ve sempati ile bütünün çıkarlarından birçok noktada ayrılan, hatta ona karşı gelen kişisel çıkarlara karşı koyabiliriz.

Peki, sempati gibi bir duygu ya da ilke insanları aynı şeyden kaygılanmaya götürebilir mi? Hume’a göre herhangi bir insan çok duyarsızsa ya da mizaç bakımından bir bencilliği varsa, insanın mutluluğu ya da mutsuzluğundan pek de etkilenmez. Böyle bir insandan kötülük ve erdem hakkında da aynı derecede duyarsız bir tutum beklenebilir. Öte yandan, tüm ahlâki ayrımlar konusunda narin bir hisse eşlik eden, türümüzün çıkarları için candan bir kaygı her zaman bulunur. İnsanlar kendi türlerinin çıkarlarına tümüyle ilgisiz değildir (1962:225). Hume daha da uç bir noktaya giderek, kendi türdeşlerine sempatisi olmayan, saygı duymayan ve övgüye yönelten duygular hissetmeyen birisini bütün bütüne ıslah olmaz sayar ve “felsefede de bunun hiçbir ilacı olmadığını” belirtir (1987:169).

Ahlâksal ayrımlar büyük oranda, toplumun çıkarlarıyla ilgili niteliklerden ve karakterlerden ortaya çıkar. Bizim onları övmemiz ya da yermemize götüren şey o çıkar için kaygımızın olmasıdır. Hume’un görüşünde, sempati, toplum için böylesine bir kaygıya götüren bir duygudur. Hume’da sempati, aynı zamanda başkasının haz ve acısını bize veren, kendimizin dışına çıkmamızı olanaklı kılan ilkedir (1997:494). Sempatiyi başkalarının eylemlerini düşünürken farkederiz, ama giderek kendi eylemlerimize dek genişletiriz (1997:431). Sözgelişi, insanın mutluluğu üzerine düşünerek de haz alabiliriz.

Elbette Hume’un söylediği, bir dolayımı gerektirir, yani başkasının haz ve acısını kendi hislerimize dönüştürebildiğimiz oranda başkasının haz ve acısından etkileniriz ve onların haz ve acısını dolaylı olarak yaşarız. Bu yüzden Hume’da “haz ve acı, insan zihninin başlıca kaynağı ya da eyleme geçirici ilkesi” olarak görülür (1997:490).

Bu söylenenlere bakılırsa, sempati kişiyle ilgilidir. Ne var ki, kişinin başkaları ya da toplum için kaygı duymasını sempati duygusu sağlar. Bu duygu kamusal ya da özel faydalılık görüşlerinden ortaya çıkmaz. Sempati, bencil olmayan doğal bir duygudur; insan doğasında güçlü bir ilkedir; ahlâksal ayrımlara eşlik eder; ahlâkla ilgili duygumuzu üretir; ahlâk konusunda yargıda bulunurken güzellik duyumuz üzerinde büyük bir etkisi vardır.

Oysa adalet, sempati gibi doğal bir duygu değildir. Hume her türden erdem duygusunu doğal bir şey olarak görmez. Adalet de bu erdemlerden biridir. Adalet, insanların uylaşımından doğmuştur, insanlığın durumu ve zorunluluğundan ortaya çıkan bir beceri ya da icat yoluyla haz ve övme üreten erdemlerden biridir (1997:427, 414).

Hume toplumsal erdemler (sadakat, onur, bağlılık, hayırseverlik vb.) arasında adalete özel bir yer verir. Çünkü o, 18. yüzyılın diğer filozoflarında olduğu gibi, tek tek bireylerin mutluluğuna değil, toplumun mutluluğuna yönelik olan, toplum için faydalı olan şeyle ilgilenir. Bu bakımdan Hume adaleti toplum için faydalı (useful) bulur. “Kamu yararı (utility) adaletin biricik kaynağıdır” (1962:183) diyen Hume’a göre, adalet, “insanlığın refahı ve toplumun varlığı için mutlak olarak gereklidir” (1962:199).

Sosyal adalet ve sadakat gibi erdemler yüksek düzeyde yararlı ya da insanlığın mutluluğu için mutlak olarak zorunludur: ancak, bunlardan ileri gelen yarar her tek bireysel erdemin sonucu değildir. Sözgelişi, toplumsal çıkarları (interests) artırmaya yönelik oldukları için dostluk, sadakat, doğruluk kendileri için övülür; ne var ki, bu erdemler bu temel üzerine bir kez kurulduktan sonra, kişinin kendi yaşamında avantajlar olarak da düşünülür (1962:238). Dolayısıyla, Hume’da adalet duygusu kamuyla, yararlı olanla, insanlığın mutluluğuyla ilgisinde düşünülmektedir; üstelik, insanlığın mutluluğu için de mutlak olarak zorunludur.

Öyle görünüyor ki, Hume’un görüşünde ahlâkın kökenini ya da temel kaynağını açıklayan, doğal olan, ilk duygu sempatidir. Ne var ki, Hume, kamuyla ilgisinde düşünülmesi gerekli olan erdemlerle “fayda” arasında kurduğu ilgiden dolayı, bu kez de fayda, ahlâkın kökenini açıklayan ilkeye dönüşmektedir. Çünkü Hume’da fayda toplumsal erdemlerden ayrı düşünülmez.

Hume’da övme ve yermenin kaynağı faydadır: “Ahlâksal bakımdan övgünün esas temeli herhangi bir niteliğin ya da eylemin faydasında yatar” (1962:285). Eylemlerin değeri ve kusuru (demerit) üzerine tüm ahlâksal kararlarda sürekli olarak faydaya başvurulur: fayda adalet, sadakat, onur, bağlılık ve iffet bakımından yüksek yarar sağlayan şeylerin biricik kaynağıdır. Faydalılık, “tüm diğer sosyal erdemlerden, yani insanlıktan, cömertlikten, hayırseverlikten, hatırşinaslıktan, merhametten, şefkatten ve ölçülülükten ayrılmaz.” Kısacası, faydalılık, “insanlığa ve türdeşlerimize gönderimde bulunan ahlâkın en önemli parçasıdır” (1962:231).

Faydalılık sadece belli bir amaca yönelimdir. Bu yüzden, Hume’a göre, faydalılık ahlâk duygusunun bir kaynağı olursa ve bu faydalılık bencillik olarak düşünülmezse, buradan, faydalılığın toplumun mutluluğuna katkıda bulunduğu, övme ve iyi istememizi doğrudan doğruya kendisinin öğütlediği sonucu ortaya çıkar. Burada fayda, büyük oranda ahlâkın kökenini açıklayan bir ilke gibi görünmektedir (1962:219).

Hume’un ahlâk görüşünde kamusal yararın temelde yer aldığını söylememiz abartı olmasa gerek. Yarar öylesine temeldir ki, saygı ya da ahlâksal övmeyi belirleyebilmektedir. Hume’a göre saygı ya da ahlâksal övmenin ne düzeyde olacağı, kamu çıkarı ya da yararı üzerine yapılan refleksiyonla ortaya çıkar (1962:203). Faydalılık insanlığa, iyilikseverliğe, dostluğa, kamu ruhuna ve diğer sosyal erdemlere atfedilen değerin (merit) kaynağı olmalıdır; çünkü faydalılık bağlılık, adalet, dürüstlük, namusluluk ve diğer saygıya değer niteliklere ve ilkelere yararı olan ahlâksal övmenin biricik kaynağıdır (1962:204).

Hume’un görüşlerini kısaca özetlersek, ahlâksal eylemi motive eden ilk kaynak, insanın en son amaçlarını gösteren, eylemi yermemizde ya da övmemizde etkin olan, insana haz ve acı veren şey duygudur. Sözkonusu olan haz ve acı başkasına aitse, başkasının haz ve acısını bize veren, kendimizin dışına çıkmamızı sağlayan duygunun adı sempatidir. Ahlâksal eylemi değerlendirme ise akıl ile duygunun işidir. Akıl tek başına, faydalı ve zararlı olana göre ayrım yapar. Dolayısıyla fayda akılla ilgisinde düşünülebilir. Bu açıdan fayda (ya da yarar)övme ve yermenin, ahlâk duygusunun ve ahlâkın temel kaynağıdır. Ahlâk duygusunun insanı yönelttiği nesne ise eylemlerdir.

Buraya dek söylenenlerden sonra, Hume’da ‘ahlâkın kaynağı ya da ilkesi sempati midir yoksa fayda mıdır?’ sorusunun yanıtı ne olabilir? Hume hem ahlâk duygusundan hem de sempati ya da adalet gibi ahlâkla ilgili duygulardan sıklıkla sözeder. Hume’un söylediklerine bakılırsa, haz ve acı da sadece birer duygudur. Demek ki, ahlâksal ayrımlarda etkin olan şey duygudur denildiğinde ya da ahlâksal ayrımlar sempatiye, haz ve acıya dayanır denildiğinde Hume, aynı şeyden, yani duygudan sözetmektedir.

Hume’un sempati ile fayda arasında kurduğu ilgi ise şöyle anlaşılabilir: fayda, genel iyiliği, toplumun çıkarlarını gözetme anlamına gelir. Sempati ile de genel iyiliği kendi isteklerimizin konusu yapabilir, kişisel çıkarlara karşı koyabiliriz. Sempati duygusu sayesinde toplumun çıkarlarıyla ilgili kaygı duyarız. Hume’un dediği gibi, sempati dışında, toplum için böylesine bir kaygıya götüren bir başka şey yoktur. Sempati duygusu toplumsal faydadan ortaya çıkmaz, ancak, toplumsal fayda ya da yarar sözkonusu olduğunda bu bizi kaygılanmaya götürür. Bu demektir ki, eylemi motive eden duygu(lar)dır, ama eylemin değerlendirilmesi (burada akıl etkilidir) faydaya göre yapılır.

Sonuç olarak, Hume, her ne kadar, sempati duygusuna ahlâk görüşünde önemli bir yer vermiş olsa da, onun görüşünün faydacılığa daha yakın olduğu söylenebilir. Yukarıda görüşlerine kısaca yer verdiğimiz Hobbes, Locke ve Hutcheson’un görüşleri ile Hume’un görüşü arasındaki benzerlik ve farklılıklar için de şunlar söylenebilir:

Hobbes ve Locke ahlâksal ayrımların kaynağına bakmazlar. Ama bu ayrımları aklın yaptığını örtük olarak kabul ederler. Her iki düşünürde de eylem ilkelerinin kaynağını bilmenin yolu deneydir. Hobbes’da ahlâklılık, faydaya, eylemin sonuçlarına bakılarak açıklanmaz. Oysa Locke, eylemin sonuçlarına bakarak ahlâklılığı açıklamaya çalışır. Locke’un bu tutumu da faydacılığa yakındır. Hutcheson ise Hobbes ve Locke’un görüşlerinden farklı olarak ‘ahlâksal ayrımların kaynağı nedir?’sorusunu yanıtlamaya çalışır.

Hutcheson’a göre, ahlâksal ayrımların kaynağı duygudur. Hume’da bu, hem duygu hem de akıldır denilebilir. Hutcheson’da eylemin kamu yararına mı yoksa özel çıkara mı hizmet ettiğini akıl değil, ahlâk duygusu ortaya koyabilir. Oysa Hume’da bunu ortaya koyan akıldır. Hutcheson ve Hume’da ahlâklılık ya da ahlâksal ayrımlar toplumsal yarar ya da faydaya göre belirlenir. Bu bakımdan Hutcheson ve Hume’un görüşleri faydacı diye adlandırılabilir. Ne var ki, ahlâk görüşünde sempati duygusuna verdiği yerden dolayı, Hume’un düşüncesi Huctheson’ın düşüncesinden ayrılır. Ayrıca Hume’un, “bir şeyin kendisi için istenmesi”, yani “herhangi bir ödül olmadan, sadece etkileyen bir duygu, bir iç beğeni ya da his olarak doğrudan bir tatmin için istenmesi” gerekliliğini vurgulaması, onu Hobbes, Locke ve Hutcheson’ın görüşlerinden farklı kılar. Hume’un adı geçen düşünürlerden ayrıldığı nokta, (özellikle de ödev ve sorumluluk hakkında belirttikleri) aynı zamanda Kant’ın etik görüşüne yaklaştığı yerdir.

Kaynakça

Akarsu, Bedia, Ahlâk Öğretileri, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1982
Arat, Necla, 18. Yüzyıl İngiliz Felsefesinde Etik ve Estetik Değerler Arasındaki İlgi Sorunu, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul, 1979
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, (Çev. Saffet Babür), Ayraç Yayınevi, Ankara, 1997
Gökberk, Macit, Felsefe Tarihi, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1974
Hobbes, Thomas, Leviathan (Çev. Semih Lim), YKY, İstanbul,1993
Hume, David, Enquiries Concerning the Human Understanding and Concerning the Principles of Morals, Oxford University Press, Glasgow-New York, 1962
- İnsanın Anlama Yetisi Üzerine Bir Soruşturma (Çev. Oruç Aruoba), Hacettepe Üniversitesi Yayınları, Ankara, 1976
- Essays: Moral, Political, and Literary, Indianapolis, Liberty Fund, 1987
- İnsan Doğası Üzerine Bir İnceleme (Çev. Aziz Yardımlı), İdea Yayınevi, İstanbul, 1997
Hutcheson, Francis, An Essay on the Nature and Conduct of the Passion and Affections (Collected Works of F.Hutcheson), Volume II, Germany, 1971
Locke, John, İnsan Anlığı Üzerine Bir Deneme (Çev. Vehbi Hacıkadiroğlu), Ara Yayıncılık, İstanbul, 1992
- Political Writings, Penguin, London, 1993
- Political Essays, (Edited by Mark Goldie), Cambridge University Press, Cambridge, 1997
Platon, Devlet, (Çev. Sabahattin Eyüboğlu, M. Ali Cimcoz), Remzi Kitabevi, İstanbul, 1988
1 | 2 | 3

1 Yorum

Adsız
13 Ocak 2009 20:17  

çok doyurucu harika bir makale nefes almadan okudum desem yeridir.humeun görüşlerinin çok sağlıklı olduğunu düşünüyorum.hobbesun ve lockeun akılcılığı ahlakta duyguyu yadsıyor diye düşünüyorum hutchesonun da sağlıklı tesbitleri var fakat hume onlardan büyük ölçüde ayrılıyor.teşekkürler makale için.

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP