'TANRI' TERİMİ ÜZERİNE - 1

Mehmet Sait REÇBER

Tanrı tasavvurunun değişik inanç ve düşünce sistemlerinde faklılaştığını ve hatta kimi zaman birbirleriyle çeliştiğini dahi görmek mümkün olmakla birlikte felsefe ve teoloji'de Tann'nın özsel ve olumsal bir takım sıfatlarından söz etmek olağandır. Özellikle ilgi alanimızı Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam gibi teistik dinlerle sınırladığımız zaman genel olarak Tanrıya "her şeyi bilen, her şeye gücü yeten, mutlak iyi" gibi bir takım özsel nitelikler (zati sıfatlar)in atfedildiğini görmek mümkündür. Dolayısıyla bu konudaki bilgimizi sadece Tanrı 'nın ne olmadığıyla sınırlayan görüşleri bir kenara bırakacak olursak, teistik dinlerin Tanrı'ya atfettiği söz konusu özsel niteliklerin kavramsal bir çözümleme yoluyla da bulunabileceği ileri sürülebilir. Yani, Tanrı 'nın neden bu niteliklere sahip olması gerektiği, yani neden en mükemmel sıfatların referansı olduğu sonucuna onu 'mükemmel bir varlık' olarak düşünmek suretiyle, yani bir bakıma kavramsal bir çözümleme yoluyla da varılabilir. Bu da 'Tanrı' teriminin zorunlu, a priori, bir kavramsal içeriğinin olduğu anlamına gelir.

'Tanrı' teriminin kavramsal bir içeriğinin olduğunu düşünmek kuşkusuz beraberinde bir takım güçlükleri getirecektir. Özellikle ' Tanrı' teriminin içeriğinin a priori bir yolla çözümlenebileceğini söylemek bu terimin bilgisine erişmek için (dini) tecrübenin gerekli olmadığını ve söz konusu kavramsal içeriğin en azından 'Tanrı' üzerine düşünen herkeste bir anlamda zorunlu olarak belireceğini gerektirecek kadar güçlü bir savdır. Soyut varlıklara delalet eden kavramlarla somut varlıklara delalet eden kavramların epistemolojisinin birbirinden temelde ayrıldıklarını göz önüne aldığımızda 'Tanrı'nın kavramsal içeriğine ilişkin bilgimizin tecrübemize konu olan sıradan varlıkların bilgisinden önemli ölçüde ayrılacağı açıktır. Ancak bu, soyut varlıklara delalet eden kavramlann somut varlıklara delalet eden kavramlardan daha az açık ve seçik olduğu anlamına gelmemelidir. Hatta gözleme ve dolayısıyla bilimsel incelemelere konu olan nesnelere ilişkin bilgimizin gelişimsel seyri dikkate alındığında bu kavramların soyut varlıklara delalet eden kavramlardan daha az açık ve seçik olduğu iddia edilebilir. Örneğin, 'su' kavramıyla 'kare' kavramını karşılaştıracak olursak, birincisi yanlışlanmaya açık olduğundan (bilimsel araştırmaların bize gelecek bir zamanda suyun H2O olmadığını söyleyebileceği imkanından hareketle) kavramsal içeriğinin ikincisine göre daha az açık ve seçik olduğunu düşünebiliriz. Bu noktada, bana öyle geliyor ki, kavramların metafiziği ile epistemolojisini birbirinden ayırmak gerekir ve bu ayırım hem somut hem de soyut varlıklara delalet eden kavramlar için geçerlidir. Yani her iki alana ilişkin kavramsal içerikleri biliş tarzımız (a priori ve a posteriori olmak üzere) farklı olmasına rağmen bu kavramların bilgisine, dolayısıyla açık ve seçikliğine, zaman içerisinde sahip olabiliyoruz, ancak bu durum ne somut ne de soyut varlıklarda, bilgimizin gelişimine paralel olarak, bir değişimi gerektirmez. Epistemolojik açıdan bakılınca nasıl ki doğa bilimlerinin bize sunduğu kavramsal içerikler bir gelişme içerisinde ise, mantıksal ve matematiksel kavramlar da a priori olarak bilinmesine rağmen bir anda biliniyor olmayıp, mantıksal ve matematiksel doğrulara ilişkin bilginin gelişimi de bir anda tamamlanan bir süreç değildir. Ancak a priori doğruların a posteriori doğrulardan farklı olarak yanlışlanmaya kapalı olduklarını kabul edecek olursak bu, bîr anlamda, soyut varlıklara delalet eden kavramların daha açık ve seçik olabileceklerine bir gerekçedir.

Kuşkusuz soyut varlıklara delalet eden bütün kavramların, 'Tanrı' teriminin kavramsal içeriği de dahil, mantıksal ve matematiksel kavramlar kadar açık ve seçik olduğunu söylemek oldukça güçtür. En azından geometrik bir takım varlıklarla mantıksal ve matematiksel bir takım doğruların somut düzlemdeki örnekserûşleri göz önüne alınarak böyle bir şey iddia edilebilir. Bununla birlikte, şimdiye kadar değindiklerimiz en azından soyut varlıklara delalet eden kavramların somut varlıklara delalet eden kavramlardan daha az açık ve seçik olduğuna bir karşı-örnek sağlayacaktır.

Aslında soruna epistemolojik açıdan bakıldığında bütün kavramların açıklık ve seçiklikierinin belli bir ölçüde kişiden kişiye değiştiğini söylemek daha makul görünüyor. Bir fizikçiye veya matematikçiye açık ve seçik gelen bir kavram bir toplum bilimciye kapalı gelebilir ve bu, temelde kişinin sahip olduğu bilgi donanımına bağlı olduğundan kişilere bağlı ilintisel bir olgudur. Ancak bu durum bizi kavramsal göreceliğe değil, belli bir alanda yoğunlaşmanın kavramların epistemolojisine etki edeceğine götürmelidir. İşte 'Tanrı' teriminin a priori bir içeriğinden söz ederken kast ettiğimiz bu terim üzerine felsefi-teolojik bir çabayla eğilen bir çok kimsenin teistik Tanrı tasavvurunun önerdiği gibi, eğer Tanrı varsa, yukarıda değinilen bir takım mükemmel sıfatlara sahip olması gerekliği, dolayısıyla "güçsüz, bilgisiz ve ahlaki zaafları" olan birTanrı'nın imkan dahilinde olamayacağı yargısına varacağıdır.

'Tanrı' teriminin tatmin edici bir çözümlemesini yapmak bir çok felsefi-teolojik sorunun detaylı bir tartışmasını, sözgelimi İlahi sıfatların semantik-ontolojik tartışmasından referans kuramlanna kadar varan geniş bir yelpazeyi kapsayacaktır. Bu sorunlar her felsefi-teolojik sistem için hayati öneme sahip olup, her biri bağımsız bir inceleme konusudur. Ancak biz burada Tanrı hakkında bir çok tartışmaya ön ayak olabilecek olan 'Tanrı' teriminin anlamı ve mantıksal statüsü üzerinde duracağız. 'Tanrı' terimi özel bir ad mı, ya değilse bir kavram mıdır? Özel bir adsa, yukarıda değinilen biçimiyle bir anlamından söz edilebilir mi?

Ziff, Ross, Swinburne ve Helm gibi Tanrı hakkında yazan bazı çağdaş felsefecilere göre 'Tanrı' terimi özel bir ad'dır. Özel adları genel terimler (kavramlar) veya belirtili betimlemelerden ayıran önemli farklılıklardan biri özel adlann sadece bir tek varlık için, yani sadece bir tek varlığa delalet etmek için kullanılmalarıdır.

Sözgelimi, 'Ahmet', 'Ankara', 'Avustralya' gibi özel adlar sadece delalet ettikleri bir tek varlık için kullanıldıkları halde 'însan', 'Bitki' gibi genel terimler (kavramlar) ise içerdikleri tanımsal içeriğe uygun düşen, yani kaplamlarına giren bütün varlıklara delalet ederler. Buna bağlı olarak 'Tanrı' terimi de eşi ve benzeri olmayan biricik varlığa, yani İlahi Zat'a delalet ettiği için özel bir ad olduğu düşünülebilir. Ancak, aynı zamanda Tanrı özsel bir takım niteliklere sahip olduğundan 'Tanrı'nın kavramsal bir içeriğinden, dolayısıyla bir anlamından söz edilebileceğini gördük. Öyleyse, 'Tanrı'nın özel bir ad olduğuna ilişkin gerekçelerin ve bu konudaki değerlendirmelerin detaylarına geçmeden önce, 'Tanrı' teriminin bir anlamı olduğu savı ile özel bir ad olduğu iddiasını bir arada tutarlı bir şekilde düşünmenin imkanı üzerinde duracağız. Bu yüzden de önce özel adlann anlamlannın olup olmadığı sorusunu yanıtlamamız gerekir. Türkçe'de "Ali", "Ahmet", "Sema" gibi özel adların anlamlarından söz edilebilir, ancak bu konumuz açısından pek önemli değildir. Konumuz açısından asıl önemli olan bu adların ifade ettiği anlamlar ile adlandırılan varlıklar arasında "delalet" açısından anlamsal bir zorunluluğun olup olmadığıdır. Böyle bir zorunluluğun olmadığını görmek de pek zor değildir. Örneğin, a adını x'e vermeden önce başlangıçta belli bir takım koşullar olmadığı gibi x'in başlangıçta a'nın ifade ettiği literal anlama uyduğunu varsaysak bile bir süre sonra x"'in a'nın ifade ettiği anlamdan uzaklaştığını ve hatta bütünüyle tersi bir duruma düştüğünü görsek bile bu, x'in a adını taşımasına engel değildir.

Özel adların bir anlamı olup olmadığı ve buna bağımlı olarak referans mekanizmalarının nasıl işlediği noktası tartışmalı bir konu olagelmiştir. J.S. Mille göre "özel adlar anlam ifade edici (connotative) değildir, onlar adlandırdıkları tekil varlıklara delalet ederler, ancak bu tekil varlıklara ait herhangi bir sıfatı bildirmez veya ima etmezler". Dolayısıyla, Mili'e göre, özel adlar delalet ettikleri varlıklara ilişkin hiçbir anlam ifade eftnedikleri için bütün işlevleri adlandırdıkları varlıklara delalet etmekle sınırlı olup, bu delaletin gerçekleşmesinde "anlamın" bir işlevi yoktur. Buna karşın, Frege'ye göre, özel bir ad delalet ettiği şey (Bedeutung)in ötesinde ifade ettiği bir anlam (Sinn) da vardır. Bu anlam Frege'nin terminolojisinde delalet edi-len şeyin "sunuş tarzı"dır. Buna örnek olarak "akşam yıldızı" ile "sabah yıldızı" ınn delalet ettiği varlık aynı olmakla beraber ifade ettikleri anlamlar, yani sunuş tarzları farklıdır. Yani, değişik anlamlara gelen bu tamlama veya betimlemelerin farklı anlamlarına karşın delalet ettikleri tek bir şey vardır, o da Venüs gezegenidir. Keza , 'Aristo' gibi gerçek bir özel ad durumunda anlama ilişkin kanaatler değişebi lir. Örneğin [bu anlam] şu olarak alınabilir: Eflatun'un tilmizi ve Büyük İskender'in hocası. Bunu düşünen herhangi bir kimse 'Aristo Stagira'da doğdu' cümlesine bu adın anlamının aşağıda ifade edilen şey olduğunu düşünen bir kimseden başka bir anlam iliştirecektir: Stagira'da doğan Büyük İskender'in hocası. Dolayısıyla Frege'ye göre özel bir adın ifade ettiği anlam veya anlamlar vardır ve bunlar sayesinde söz konusu ad adlandırdığı şeye delalet eder. Sonuçta, özel adların an lam ifade edip etmedikleri ve buna bağlı referans mekanizmaları konusunda görüldüğü üzere birbirine zıt olan Mill'ci ve Frege'ci iki ayn görüşten bahsedilebilir. Frege'ci görüşe göre, 'Aristo' gibi (özel) bir adın anlamı bir bakıma bu adla ilişkilendirilen 'Eflatun'un tilmizi' veya 'Büyük İskender'in hocası' gibi bir takım belirtili betimlemeler yoluyla sağlanır ve ancak bu betimlemeler yoluyla Aristo'ya delalet sağlanabilir. Ancak özel adların delaletlerinin başarılmasında belirtili betimlemelerin rolü ayrı bir tartışma konusu olduğundan biz burada sadece belirtili betimlemelerin özel bir adın anlamı olma niteliğini taşıyıp taşımadığını tespit etmeye çalışacağız. Frege'ye göre özel bir adın anlamından her zaman söz edilebileceği halde her anlamın delalet ettiği bir varlığın olması gerekmez. Frege'nin bu sözleri şöyle açıklanabilir; Zeus'un hiç varolmadığını söylediğimiz zaman bununla hiçbir nesnenin bu adı taşımadığından -hiçbir şeyin bu adla adlandırıldığını yadsımaktan- ziyade bu betimlemeye uyan ve bu adı taşıyan bir nesnenin esasen hiç varolmadığını iddia ederiz. Bu durumda, özel adların bir anlama sahip oluşları zorunlu olmasına karşılık bir delalette bulunmaları, yani bir referansının varlığı olumsal bir olgudur. Dolayısyla, Frege'nin ileri sürdüğü gibi, belirtili betimlemeleri özel bir adın anlamı olarak düşünecek olursak, bu betimlemelerin söz konusu olduğu varlık için zorunlu birer doğru olduğunu ve böylece özel bir ada ilişkin bütün betimlemeleri analitik bir şekilde çıkarsayabilmemiz gerekir. Ama bu pek mümkün görünmediği gibi bizi bir takım beklenmedik sonuçlarla da karşı karşıya bırakabilir. Eğer, 'Eflatun'un tilmizi' belirtili betimlemesi 'Aristo'nun anlamını ifade ediyorsa, bunun Aristo'ya ilişkin analitik bir doğru olması gerekir ve Aristo'nun Eflatun'nun tilmizi olmaması çelişki doğurur, bu da Aristo'nun Eflatun'un tilmizi oluşunun sadece doğru değil, zorunlu bir doğru olduğu anlamına gelecektir. Başka bir deyişle, 'Büyük İskender'in hocası' belirtili betimlemesi 'Aristo'nun anlamı olsaydı o zaman 'Aristo Büyük İskender'in hocasıdır' önermesi bir totoloji olurdu, oysa bu yanlışlanması mümkün olan, yani olumsal bir önermedir. Keza özel bir adın anlamı belirtili betimlemeler olarak alındığı zaman delalet ettiği varlıkta bir değişildik meydana geldiğinde bu adın anlamı değişecek ve aynı ad farklı insanlar için farklı anlamlara gelecektir. Yine aynı şekilde, söz konusu belirtili betimlemeler 'Aristo'nun anlamı olarak düşünülürse Aristo'nun Aristo olabilmesi için zorunlu olarak 'Eflatun'un tilmizi' vs. olması gerekir. Oysa Aristo'nun bu belirtili betimlemelerin hiçbirisine uymamasının onu Aristo olmaktan çıkarmayacağı yeterince açık görünüyor. Ancak Searle'e göre, belirtili betimlemelerin herhangi biri özel bir ad için analitik bir doğru olmasa da, onların en azından bir kısmı şöz konusu ad için analitik olarak doğrudur, yani hepsi yanlış olamaz. Böylece F, G, H, vs. belirtili betimlemelerden hiç birisi x olarak adlandırılan şey için doğru değilse söz konusu şey x olamaz. Başka bir deyişle, "Bir şeyin (nesnenin) Aristo olabilmesi için [o şeyin] bu betimlemelerden en az bir kaç tanesine uyması zorunlu bir koşuldur. Bu, bu betimlemelerden şu veya bu "Aristo" adına analitik bir biçimde bağlıdır demenin başka bir yoludur". Ancak bu iddiayı da kabul etmek zor. Bu betimlemelerden her biri 'Aristo'nun özsel niteliklerini değil de olumsal niteliklerini ifade ediyorsa, gerçek anlamda buna 'Aristo'nun anlamı denilemez. Söz konusu belirtili betimlemeler olumsal karakterde olduğundan başka mümkün dünyalarda bunlar Aristo için yanlış olabilecek şeylerdir ve dolayısıyla başka mümkün dünyalarda Aristo bu niteliklere sahip olmayabilir. Bu betimlemeler sadece tek tek olarak değil hepsi birden olumsal karakterde olduğundan bunların bazılarının 'Aristo'ya analitik bir şekilde ilişkili olduğu iddiası doğru olamaz.

Öyleyse, Aristo'ya atfedilen bütün belirtili betimlemeler Aristo için yanlış da olsa bu 'Aristo vardır' önermesini yanlışlamak için yeterli olmadığından bunların Aristo ile ilişkileri analitik (mantıksal) karakterde olamaz, dolayısıyla bunlar 'Aristo'nun anlamı da olamaz. Aynı şekilde Evreni yaratmak Tanrı için zorunlu bir fiil olmadığı için 'Evrenin yaratıcısı' belirtili betimlemesi 'Tanrı' teriminin anlamı olamaz, çünkü Tanrı yaratmakla Tanrı olmadığı gibi, aksine yaratabilmek için Tanrı olmak zorundadır. Özel adların anlamı belirtili betimlemelerle ifade edilemezse, o halde nedir anlamları?
1 | 2 | 3

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP