Ahlak ve mutluluk
|
DOKUZUNCU BÖLÜM
Ahlaksal talebi haklı çıkarmak, insan doğasından hareketle onu açıklamaya girişmek; ideali, değeri -var olmayan ancak var olması gerekeni- gerçekte var olan bir şey üzerine dayandırmaktır. O, değeri varlık üzerine oturtmak, akılsallığı doğaya dayandırmaktır. Ancak bunu yapmanın iki tarzı vardır. Ya ahlaksallığı dolaylı olarak doğadan hareketle açıklarım, örneğin şöyle derim: Sonuçta ödev denen şeyi yaparsam, çalışırsam, yalan söylemezsem, gerektiğinde yakınlarıma yardım edersem, güvenlik içinde yaşarım, etrafımdakilerin saygısını kazanırım ve toplum beni korur. Böylece fedakarlığım ve yardım severliğim aslında bencilliğimin bir kurnazlığı olur ve ahlaksal hayatım çıkarıma dayanır. Veya beni kendiliğinden iyilik yapmaya iten duygulara, eğilimlere başvurarak ahlaksal davranışımın hesabını veririm. Kötülükten doğal olarak iğrendiğimi, buna karşılık ahlaksal davranışların doğal olarak bana çekici geldiğini saptarım Bu ikinci durumda ahlaksallık doğrudan doğruya doğaya, duygularıma dayanır. Bu bakış açısında ahlaksal hayat artık kurnazca bir hesaba dayanarak doğaya geri gitmez. O, doğrudan doğruya doğanın ifadesi olur.
1. Çıkar ahlakları
a. Epikurosçu ahlak
Epikuros geleneksel bir ahlakı, hatta kurallarında oldukça sert bir ahlakı, dolaylı olarak basit çıkar ve haz kaygısından hareketle haklı çıkarmaya çalışır. Burada değer gerçekten doğadan hareketle açıklanır ve ahlaksal bakımdan arzu edilebilir olan, gerçekte arzu edilene dayanır: Bütün canlılar gibi insanlar da her şeyden önce hazzı ararlar. Haz, çıplak, biyolojik bir olgudur. "Her hazzın kaynağı, beden hazzıdır." Ancak Epikuros’un bu sözüyle bir şiddet ve sefihlik hayatını haklı çıkarmaya çalıştığını sanmaktan kaçınalım. Durum tamamen tersidir. Çünkü Epikuros’ta gerçek haz, "acı yokluğu"dur. Böylece Epikuros’un ahlakı her şeyden önce acıdan, yani her türlü acı verici şeyden, tehlikeden, maceradan kaçınmaktan ibarettir. Epikuros yapay hazları (konfordan, gururdan doğan hazları), hatta doğal olmakla birlikte hayat için dar anlamda zorunlu olmayan hazları (örneğin cinsel tutkulara ilişkin hazları) mahkum eder. Böyle hazlar, karışık, sorunlu hazlardır ve acılara yol açarlar. Aslında bilge kişi yalnızca aynı zamanda doğal ve zorunlu olan hazların peşinden koşacak ve sıkı bir biçimde en azla yetinecektir: Biraz ekmek, biraz su, üzerinde uyumak için biraz saman ve biraz dostluk. Hazzın yüceltilmesine dayanan sert ve çileci bir ahlakın epikurosçu çelişkisi görülüyor!
b. ingiliz faydacılığı
XVIII. yüzyılda ingiliz hukukçusu Jeremy Bentham tarafından ortaya atılmış olan çıkar ahlakı, bu dönemde ingiliz ticaretinin yaratmış olduğu refahla ilişkilidir. Ancak o, özünde daha işlenmiş bir biçim altında Epikuros’un ustalığını tekrar etmekten başka bir şey yapmamaktadır.
Aslında Bentham’ın doğal haz arayışından hareketle dolaylı olarak haklı çıkarmaya çalıştığı, geleneksel ahlaktır. Bentham kaba ve bilinçsiz haz kaygısının çoğu kez ahlaksızca eylemlere yol açtığını, bunun yanında sonuçta ona boyun eğen kişinin kendisine sevinçten çok acılar getirdiğini kabul etmektedir. Bunun tersine, çıkar ve hazzına akıllıca hizmet etmek arzusunda olan kişi, ahlaksal davranış diye nitelendirilmesi uygun olan şeyi yapacaktır. Dürüst insan, usta bir muhasebecidir. O, eyleme girişmeden önce düşünür ve çıkarını hesaplar. Bu kişi "haz aritmetiği"nde ustalaşır. Çünkü ahlaksal bilançosunu çıkarmak için hazları her türlü boyutunda "ölçmek" gerekir. Bu boyutlar, hazzın "şiddet"i, "süre"si, zaman bakımından "yakınlığı" (Şu anda önümüzde bulunan bir haz, uzak bir hazdan daha iyidir), "kesinliği" (Emin bir hazzı yalnızca muhtemel olan bir hazza feda etmemeliyiz), "saflığı" (Acıyla karışık olmayan bir haz, saftır), "verimliliği" (Bir haz başka hazları doğurduğu ölçüde verimlidir), hatta kapsamı, yani benim hazzımın ilgilendirdiği insanların sayısıdır (Çünkü en azından bana hiçbir maliyeti olmadığında doğal olarak hazzımın başkaları tarafından paylaşılmasını tercih ederim).
Bu hazlar hesabı aracılığıyla Bentham, geleneksel erdemlerin, karşıtları olan erdemsizliklere göre, daha saf, daha uzun ömürlü, daha verimli, daha kapsamlı hazlar verdiğini kanıtlar. Örneğin, ölçülü içmenin ayyaşlıktan daha fazla haz verdiğini görmek kolaydır. Ancak basit olarak, psikolojik açıdan, bu haz aritmetiği karşı çıkılabilir gibi görünmektedir. O, "mutluluğun, bir hayattın bütününde, mümkün olduğu kadar az acının ve en çok sayıda hazzın yer almasından ibaret olduğu" postülasına dayanmaktadır. Oysa gerçekte haz ve mutluluk, aynı türden ve karşılaştırılabilir şeyler değildir. Onlar aynı plana ait değildir. Ben çok mutsuz olabilirim, ama gene de bir bardak süt içmekten haz duyabilirim veya fazla haz duymaksızın kendimi çok mutlu hissedebilirim. "Eğlenenler" ve haz peşinde koşanlar, çoğu kez ümitsiz insanlardır.
Öte yandan Bentham’ın kendisi tarafından işaret edilmiş olan bir başka, özel olarak ahlaki plana ait olan bir güçlük vardır. Her insanın kendi çıkarını iyi hesaplamayı bildiğini var sayalım. Peki bundan herkesin kendi çıkarı peşinde koşarken başkalarının çıkarı peşinden de koşacağı sonucu çıkar mı? Bu soruya genellikle XVII ve XVIII. Yüzyıl ingiliz faydacıları, çıkarların kendiliğinden uyuşacağı cevabını vermektedirler. O zamanlar çok revaçta olan ekonomik liberalizm, örneğin Adam Smith’le birlikte, tüccarın çıkarının, müşterinin çıkarıyla aynı olduğu, işverenin çıkarıyla ücretlilerin çıkarının vb. bir düştüğünü savunmuştur.
Böyle bir iyimserliğin olaylar tarafından yalanlandığına kani olmak için tam da XIX, yüzyıl ingiltere’sinde sosyal sınıfların manzarasını göz önüne almak yeter. Sanayi burjuvazisinin olağanüstü zenginleşmesine, işçi sınıfının özellikle korkunç ölüm oranının işaret ettiği, müthiş sefaleti eşlik etmiştir.
Her ne kadar, bireysel bencillikler arasında bir öncel uyum yoksa da, çıkar ahlakı bir başka kaynağın yardımına geldiğini görecektir. Bentham’ın bir hukukçu, ceza hukukçusu olduğunu unutmayalım. iyi düzenlenmiş bir ödül ve cezalar sistemi aracılığıyla çıkarlar dışarıdan ve yapay olarak uzlaştırılabilir. Doğal olarak sizin cüzdanınızı korumak, benim ise onu çalmakta çıkarım vardır. Ama iyi düzenlenmiş bir toplumda bunlar olmayacaktır.
Böyle bir toplumda benim sizin cüzdanınızı aşırmakta artık hiçbir çıkarım olmayacaktır, çünkü, bu toplumda hırsızlar hapse gönderilecektir. Şüphesiz Bentham, hapishaneyi, insanın özgür olduğu zamana göre daha mutsuz olacağı, ancak kuralı uygulayan ve disipline uyan mahkumun kurala uymayana göre daha mutlu olacağı bir yer olarak tasarlar. Böylece mahkum namuslu olmayı, yani çıkarını iyi hesaplamayı öğrenir.
Böyle bir sistem kendisini ahlakın temeli olarak sunabilir mi? Şüphesiz hayır, çünkü bu sistemde Bentham, kendi ilkeleriyle tutarlı olarak, kazançlı dolandırıcılıklarını ve sahtekarlıklarını gizleyebilecek kadar usta olan bir hırsıza hangi eleştiriyi yöneltebilir? Sonuçta ceza görmeyen hırsız, çıkarını iyi hesaplamış demektir. Aslında Bentham’ın ahlakı, yalnızca ahlakın bir karikatürüdür. Çok haklı olarak bu ahlakın temelde her türlü ahlaka yabancı insanlara, ahlaki davranışları yaptırma niyetinde olduğu söylenmiştir. Bentham’ın sisteminde bencillik, özgecilliğe damgasını vurmaktadır. Onu temellendirmek şöyle dursun, tahrip etmektedir, çünkü çıkar güden özgecillik, özgecillik değildir. Çıkar, ahlakı temellendiren değil, yok eden şeydir. Bu noktada, erdemleri inkar etmek için onları çıkara indirgeyen La Rochefoucauld, meseleyi daha doğru görmüştür: "Irmakların denizde kaybolduğu gibi erdemler de çıkarda yok olur."
c. Freud’un bakış açısı
Freud’un ahlak konusundaki fikirleri doğrudan doğruya çıkar ahlakıyla ilişkilidir. Ona göre ahlak, "haz ilkesi" ile "gerçeklik ilkesi" arasında bir uzlaşmanın sonucudur. Özgecillik, psikanalizin aydınlığa kavuşturduğu süreçlerle, bencillikten türer.
Küçük çocuk niçin temiz olmayı, anne babasına itaat etmeyi, bazı içtepilerini feda etmeyi kabul eder? Çünkü çok basit olarak anne babasının, varlığı için vazgeçilmez olan sevgisini kaybetmekten korkar. Bu sevgiden yararlanmaya devam etmek için yasaklamaları kabul eder, onları özümser, "içine alır" (Ben’e dayatılan bu yasaklar, böylece, kişiliğin kendi içinde Üst-ben haline gelir). Çocuk sevilmekten mahrum olmamak için doyumdan vazgeçer.
Ahlak bilincinin veya daha kesin olarak üst-benin bu oluşumu, Oedipus kompleksinin ortadan kaldırılması dönemine geri gider. Küçük çocuğun annesini yalnız kendisi için istediği ve babasından nefret ettiği bilinmektedir. Daha sonra o, cezalandırılma korkusuyla bu nefretten vazgeçer ve babasına karşı duyduğu nefretin yerine babasıyla bir özdeşimi geçirir. Babasını öldüremediği için ona benzemeye çalışır ("Anne, kendisine sahip olunmak istenen, baba ise kendisi olunmak istenen varlıktır"). Babayla özdeşim kurmak, her şeyden önce babanın yasaklarını benimsemektir ve Freud bu anlamda şunu söyler: "Üst-ben, Oedipus kompleksinin mirasçısıdır." Bütün bunlarda öyle görünüyor ki ahlakın ve sevginin temeli, bencilliktir. Bir tür hesap yaparak başka avantajlarımızı terk edip bir avantaj olarak sevilmeye değer vermeyi öğreniriz. Bu bakış açısında ahlakın içeriği tamamen keyfidir. Hırsızlığa karşı hayranlık duygusu içinde yetişmiş bir hırsız çocuğu, üst-beninde hırsızın değerlerini bulacak ve bu değerlere uygun davranmamaktan ötürü kendini suçlu hissedecektir. Marc-André Bloch’un doğru bir şekilde işaret ettiği gibi, en kötü bir haydudun çocuğu bile son derece rahatça babasının imgesine göre oluşturulmuş bir üst-bene sahip olabilir, yeter ki bu baba çocuğun gözünde saygınlığa sahip olmuş ve bu saygınlığını korumayı bilmiş olsun. Öte yandan babanın taklidi, bazı içgüdülerden fedakarlık edilmesi veya onların bastırılmasını gerektiriyorsa, çocuk bunları da yapabilir. Çünkü duygusal şantaj, eğitimi veren anne babanın herhangi bir talebini değerli kılabilir ve onu "içselleştirtebilir." Üst-ben, Henri Baruk’un dediği gibi, şu "adaletsiz güç", o halde, olsa olsa gerçek bir ahlak bilincinin karikatürüdür.
d. Çıkar ahlaklarının eleştirisi
Demek ki mutluluğun araştırılması ahlaka tamamen yabancı bir plan içinde yer alır. Şüphesiz mutlu olma arzusu evrenseldir. Pascal şöyle der: "Bütün insanlar, hatta kendini asanlar, mutluluğu ararlar." Ancak mutluluk kavramı son derece belirsizdir. Eğer mutluluğu "şu andaki ve tüm gelecekteki durumumda en yüksek rahatlık, huzur" diye tanımlarsam, sonlu bir varlık olarak benim kendimin mutluluğumun koşullarını tanımlayamadığımı görmekteyim. Bunun için benim sonlu öğelere sahip olmanın ötesine geçen bir bilime, her şeyin bilgisine ihtiyacım vardır. Þüphesiz mutluluk, empirik alanın üstüne çıkmaz, ama bu alan da sınırsızdır. Kant, herkesin akıllıca öğütler vermesinin mümkün olduğunu, ancak bu öğütlerin belirsiz ve şüpheli olduklarını hatırlatmıştır. Mutluluk, belirsiz bir idealdir, aklın bir ideali olmaktan çok hayal gücünün idealidir.
Ütopyacı Charles Fourier (1772-1837), mutlak mutluluk ülkesini hayal etmekte (1600 kişiden oluşan bir köyler topluluğu) ve mutluluğu "tüm tutkuların sürekli bir atılımı" olarak tanımlamaktaydı. O, mutluluk-ahlaksallık zıtlığını, yapmayı arzu ettiğim şeyle yapmak zorunda olduğum şey arasındaki kökten karşıtlığı kabul etmekteydi. Fourier "Ahlak, Tanrı’ya bir hakarettir" demekteydi, çünkü Tanrı benim tutkularımın, arzularımın, eğilimlerimin nedeni, yaratıcısıdır. O zaman uyumlu toplum -eğer böyle bir toplum mümkünse- ahlakın temeli değil, her türlü ahlak kavramının ortadan kalkması anlamına gelmektedir.
2. Duygu ahlakları
1 Yorum
Bana bir ödül verdiniz bugün..
Tek kelimeden oluşan!. Yazıma, "yaratıcılık" diye yorum bırakan kişiye teşekkür etmeden önce onu tanımak istediğim için buradayım.. Ve benim bilgi dağarcığımı fersah fersah aşan bilgi hazinesinin labirentlerindeyim.. Ve böylece, "Kutlarım" kelimesinin görevini tam yapamadığına şahit olmaktayım ilk defa!
Öğrenmeye ne kadar aç bir beynim olursa olsun anlamada zorlandığım halde, ilgimi çektiği için okudukça hoşlandığım ve o yorum yerine yazdığınız tek kelimenin bana verilen bir ödül olduğunu anladığım bu blogda olmaktan memnunum sevgili mavi..
Sunulan her ne olursa olsun, onlardan yararlanmak için yasaklamaları kabul etmeyecek bir karakterim olduğundan, freud'u zaten oldum olası hiç sevememiştim!!
Sevgilerimle..