SANATIN DOĞASI VE BİR VARLIK SORUNSALI OLARAK SANAT - 4
|
Bir Varlık Sorunsalı Olarak Sanat
Sanata ve güzele ilişkin tüm bu belirlemeler, insanın bu dünyadaki Varlık ya da Varoluş sorunu ve sorunlarıyla yakından ilişkilidir. Biz buna benzer temaların Varoluşçu Felsefe'nin içeriğinde de yer alarak, onun özünü belirlemekte olduğunu görüyoruz. Bu 'kendi için varlığın', aynı zamanda 'kendinde varlık' olma, bir başka deyişle 'Tam' ve 'Mutlak' olma isteğidir. Sartre'da "bilinç bir kopuş'tur. Yani, düşünüm taşımayan nesnemsi durumlardan sıyrılmak ve yükselmek, bilincin özü gereğidir. Ama bilinç [insan varlığı] aynı zamanda bir tasarıdır (project'dir); yani bilinç eksikliğini duyduğu bir bütünlüğe ve aşmaya doğru da yönelir."
İnsanın, tüm varoluş çabalarının temelinde, kendisini oluşturma kaygısı yatmaktadır. Sanat, hem bu bütünlüğe ulaşma gereksiniminin ve bu gereksinimden kaynaklanan varoluş kaygısının giderilmesine hem de tüm bunların bir yapıt aracılığıyla somutluk kazanmasına olanak sağlayabilecek bir etkinlik alanıdır. İnsan varlığının olumsallığı ve tam, saltık ya da zorunlu olamayışı, insan varlığında kendini bir iç-sıkıntisıyla (Bulantı) gösterir. Bulantı durumu, bir tür insanın varlık kazanma isteğinin bir sonucu olarak açığa çıkmaktadır. Bu yönüyle insan varlığı, varlık olmaya yönelen var olmakta oluş yada varoluş durumudur. Aslında insanın bu dünyadaki durumu, 'Varlık' ile 'Varoluş' arasında bir gerilimdir. İnsan, ancak bu gerilim ve kaygıyı duyarak kendini oluşturacaktır. İnsanın Varoluşu'nda varlık olma, tamamlanma kaygısı duyuşu, insanın tanrı olma isteğini dile getirir. Böyle bir durum ise, mükemmeli arayan ve ölümsüzlüğü arzulayan sanatçının durumundan hiçte farklı bir durum değildir. Aynı zamanda bu bir tür ulaşılmaz olanı isteme, tanrı olmayı isteme ile aynı şeydir. Sartre'ın Varoluşçuluk'u açısından, 'kendi için varlık' ile 'ken- dinde varlık'ın aynı varlıkta gerçekleşmesi, Tanrı'ya özgü bir durum olarak olanaksızdır. Fakat, böyle bir olanağın istenmesi olanaksız değildir. "Nitekim Sartre bu çeşit bir varlığın, yani bir 'kendinde-kendi-için' (en-soi-pour-soi) varlığın ancak Tanrı'ya özgü olduğunu; daha doğrusu böyle bir varlığın, tanrılığın koşulu olduğunu söyler. Bu insana vergi bir şey değildir." însan varlığı yaşamında böyle bir varoluşu gerçekleştiremese de, bu eksikliği bir ölçüde sanat aracılığıyla gidermeye çalışır. Ama sonuçta, sanat da tam anlamıyla böyle bir gerçekleşmeye olanak tanımaz."
Sanat yapıtı, kendinde bir öz ve gerçekliği barındırmaktadır. Sanat yapıtı, nesnel gerçekliğe yönelik bir öykünme olabileceği gibi, aynı zamanda o, nesnel gerçekliğin ussal bir yorumu da olabilmektedir. Bu nedenle sanat yapıtında, duyusal olanla kavramsal olan içice geçerek örtüşmektedir. İnsanın tamamlanmış yetkin bir varlık olarak kendisini gerçekleştirme isteği, insan varoluşunun ya da gerçekliğinin sanat yapıtının yetkin varlığı ve kalıcılığı aracılığıyla nesneleşmesine olanak sağlayabilecek niteliktedir. Sanat yapıtının dile getirdiği gerçeklik, hem varoluşu hem de varlığı olan bir gerçeklik biçimi değildir. Çünkü sanat yapıtında duyusal olanla ussal olan bir arada içerilmiştir. Sanat yapıtı yetkin ve güzel olmayan bir varlığı anlatıyor olduğu zaman bile, ideal olanı ve ussal olanı somutlaştırır.
"Bulantı" adlı romanında Sartre, romanın kahramanı Roquentin'in duyduğu melodideki varlığın zorunluluk içeren yapısının, onda böyle bir varlık olma, hem de bu türden bir varlık oluşturma arzusu doğurduğunu belirtir. "Notalar, bir başka dünyadaymışlar gibi, birbirlerinin ardından kaçınılmaz bir biçimde gelmektedirler. Daire gibi notalar da varoluşu olan şeyler değillerdir. Onlar sadece varolan şeylerdir." Bu durum, Roquentin'de bir sanat yapıtı yaratma aracılığıyla kendi varoluş durumundan kurtulabileceği umudunu doğurur. Böylece, kendi için varlığın kendinde varlığa dönüşmesi gerçeklik kazanmış olacaktır. Müziğin bu zorunlu ve matematiksel yapısı Platon tarafından da vurgulanmıştır.
Platon'a göre, müziği güzel ve evrensel kılan onun bu matematiksel ve ussal yapısıdır. Özellikle Platoncu felsefe, etkisini hem fenomenoloji hem de varoluşçu felsefe üzerinde önemli ölçüde hissettirmektedir. Bu etki doğrudan ve dolaylı olarak her iki biçimde de gerçekleşmektedir. Murdoch'a göre, "Roquentin, aslında bir Platoncudur. Onun amacı olan varlık biçimi, matematik şeklin varlık biçimidir. Yani varoluşmayan, katışıksız, kesin ve zorunlu bir varlıktır."
Tüm bu açıklamalarımızı, sanatın ve estetiğin doğası ve varlık yapısı üzerine yaptığımız açıklamalarla birleştirecek olursak, bizim burada dile getirmiş olduğumuz en önemli belirleme, sanatsal ve estetik olan varlığın insanın tinsel varlığıyla özdeşleşmekte olmasıdır. Estetiği, ancak insan varlığının tinsel yapısıyla açıklayabileceğimizden, estetik algılamayı basit bir özne-nesne ilişkisi olarak görmemek gerekir. Düşünümsel süreç içinde estetik algılama, sürekli bir dönüşüm içinde, sanat aracılığıyla gittikçe daha kapsamlı bir içerik ve anlam kazanmıştır. Çünkü estetik algılama bir özne varlık olarak varlığın, hem kendisine hem de nesnesine dönük bir algılamadır. Dış dünyayı kavrayan ve ona estetik bir anlam kazandıran insan varlığının kendisidir. Bu da tinsel olarak varolmak demektir.
Bu çerçeve içinde ele alındığında sanatın, doğayı ve gerçekliği en genel anlamda varlığı yansıtan bir etkinlik olduğu görüşü savunulmuştur. Sanat ya da estetiğin kendisi, mimesis olarak doğayı ve gerçekliği tekrarlasa da, burada tekrarlanılan ya da ortaya konulmuş olan, bir bütünsellik içerisinde 'Evren-Doğa ve İnsan varlığı üçlü bileşiminin' insan varlığı olarak dışa vurup yansımasıdır.
Hegel'in de belirlemiş olduğu gibi, "Tin sanatın içinde duyusal bir biçim altında görünüşe çıkar". Hegel, 'Güzeli ise, "İde'nin duyusal alanda görünüşe çıkması" biçiminde tanımlamaktadır. Fakat sanat, yalnızca güzele yönelmemekte, estetik bir yaklaşımla çirkini de konu edinebilmektedir. İnsan varlığı, sanat aracılığıyla, özne-nesne etkileşimi çerçevesinde hem doğayı hem de kendisini yeniden kurup yansıtmaktadır. Böylece, insan varlığı, sanat yapıtında kendisini dışlaştırıp, somutlaştırmış olmaktadır. Sanatın insanın doğayla olan etkileşimini bir bütünsellik içinde yansıtmakta olduğunu vurgularken, sanat özne-nesne etkileşimi çerçevesinde insanın hem kendini hem de doğayı değiştirme, dönüştürme olgusunu da içermekte, bu etkileşim içinde insan varlığının kendisini araması ve aşmasını da dile getirmektedir. Bu yönüyle sanat, insanın kendisiyle yüzleşmesini ve aynı zamanda kendi bilinçsel varlığıyla karşılaşmasını da özsel olarak içermektedir. "İnsan varlığı olarak, tüm duyusal ve ussal yapımızla bir sanat yapıtının önünde ya da içinde duruyoruz. O zaman, gerek geçmişten getirdiğimiz belirli bir kültür birikiminin ve de az da olsa insan olma yetkinliğimizin bileşkesinde bizimle sanat yapıtı arasında bir duyumsal ve düşünsel gel-git olgusuna tanık oluyoruz."
Kısaca, sanat, insan varlığının bir tür kendisiyle yüzleşmesini ve karşılaşmasını, tüm diğer yaratısal uğraşılarının doğasında varolduğu gibi, bu yolla kendi varlığını ve içinde bulunduğu Dünya'yi anlamlandırma ya da oluşturma çabasını dile getirmektedir. Sanatsal etkinlik yoluyla kendi varlığını sanat yapıtında nesnelleştiren insan varlığı, hiçbir verili koşulla yetinmeyip, gene böyle bir etkinlikle kendini sürekli bir aşma çabası içinde oluşturmak ve ölümsüzleştirmek istemektedir.
Sanata ve güzele ilişkin tüm bu belirlemeler, insanın bu dünyadaki Varlık ya da Varoluş sorunu ve sorunlarıyla yakından ilişkilidir. Biz buna benzer temaların Varoluşçu Felsefe'nin içeriğinde de yer alarak, onun özünü belirlemekte olduğunu görüyoruz. Bu 'kendi için varlığın', aynı zamanda 'kendinde varlık' olma, bir başka deyişle 'Tam' ve 'Mutlak' olma isteğidir. Sartre'da "bilinç bir kopuş'tur. Yani, düşünüm taşımayan nesnemsi durumlardan sıyrılmak ve yükselmek, bilincin özü gereğidir. Ama bilinç [insan varlığı] aynı zamanda bir tasarıdır (project'dir); yani bilinç eksikliğini duyduğu bir bütünlüğe ve aşmaya doğru da yönelir."
İnsanın, tüm varoluş çabalarının temelinde, kendisini oluşturma kaygısı yatmaktadır. Sanat, hem bu bütünlüğe ulaşma gereksiniminin ve bu gereksinimden kaynaklanan varoluş kaygısının giderilmesine hem de tüm bunların bir yapıt aracılığıyla somutluk kazanmasına olanak sağlayabilecek bir etkinlik alanıdır. İnsan varlığının olumsallığı ve tam, saltık ya da zorunlu olamayışı, insan varlığında kendini bir iç-sıkıntisıyla (Bulantı) gösterir. Bulantı durumu, bir tür insanın varlık kazanma isteğinin bir sonucu olarak açığa çıkmaktadır. Bu yönüyle insan varlığı, varlık olmaya yönelen var olmakta oluş yada varoluş durumudur. Aslında insanın bu dünyadaki durumu, 'Varlık' ile 'Varoluş' arasında bir gerilimdir. İnsan, ancak bu gerilim ve kaygıyı duyarak kendini oluşturacaktır. İnsanın Varoluşu'nda varlık olma, tamamlanma kaygısı duyuşu, insanın tanrı olma isteğini dile getirir. Böyle bir durum ise, mükemmeli arayan ve ölümsüzlüğü arzulayan sanatçının durumundan hiçte farklı bir durum değildir. Aynı zamanda bu bir tür ulaşılmaz olanı isteme, tanrı olmayı isteme ile aynı şeydir. Sartre'ın Varoluşçuluk'u açısından, 'kendi için varlık' ile 'ken- dinde varlık'ın aynı varlıkta gerçekleşmesi, Tanrı'ya özgü bir durum olarak olanaksızdır. Fakat, böyle bir olanağın istenmesi olanaksız değildir. "Nitekim Sartre bu çeşit bir varlığın, yani bir 'kendinde-kendi-için' (en-soi-pour-soi) varlığın ancak Tanrı'ya özgü olduğunu; daha doğrusu böyle bir varlığın, tanrılığın koşulu olduğunu söyler. Bu insana vergi bir şey değildir." însan varlığı yaşamında böyle bir varoluşu gerçekleştiremese de, bu eksikliği bir ölçüde sanat aracılığıyla gidermeye çalışır. Ama sonuçta, sanat da tam anlamıyla böyle bir gerçekleşmeye olanak tanımaz."
Sanat yapıtı, kendinde bir öz ve gerçekliği barındırmaktadır. Sanat yapıtı, nesnel gerçekliğe yönelik bir öykünme olabileceği gibi, aynı zamanda o, nesnel gerçekliğin ussal bir yorumu da olabilmektedir. Bu nedenle sanat yapıtında, duyusal olanla kavramsal olan içice geçerek örtüşmektedir. İnsanın tamamlanmış yetkin bir varlık olarak kendisini gerçekleştirme isteği, insan varoluşunun ya da gerçekliğinin sanat yapıtının yetkin varlığı ve kalıcılığı aracılığıyla nesneleşmesine olanak sağlayabilecek niteliktedir. Sanat yapıtının dile getirdiği gerçeklik, hem varoluşu hem de varlığı olan bir gerçeklik biçimi değildir. Çünkü sanat yapıtında duyusal olanla ussal olan bir arada içerilmiştir. Sanat yapıtı yetkin ve güzel olmayan bir varlığı anlatıyor olduğu zaman bile, ideal olanı ve ussal olanı somutlaştırır.
"Bulantı" adlı romanında Sartre, romanın kahramanı Roquentin'in duyduğu melodideki varlığın zorunluluk içeren yapısının, onda böyle bir varlık olma, hem de bu türden bir varlık oluşturma arzusu doğurduğunu belirtir. "Notalar, bir başka dünyadaymışlar gibi, birbirlerinin ardından kaçınılmaz bir biçimde gelmektedirler. Daire gibi notalar da varoluşu olan şeyler değillerdir. Onlar sadece varolan şeylerdir." Bu durum, Roquentin'de bir sanat yapıtı yaratma aracılığıyla kendi varoluş durumundan kurtulabileceği umudunu doğurur. Böylece, kendi için varlığın kendinde varlığa dönüşmesi gerçeklik kazanmış olacaktır. Müziğin bu zorunlu ve matematiksel yapısı Platon tarafından da vurgulanmıştır.
Platon'a göre, müziği güzel ve evrensel kılan onun bu matematiksel ve ussal yapısıdır. Özellikle Platoncu felsefe, etkisini hem fenomenoloji hem de varoluşçu felsefe üzerinde önemli ölçüde hissettirmektedir. Bu etki doğrudan ve dolaylı olarak her iki biçimde de gerçekleşmektedir. Murdoch'a göre, "Roquentin, aslında bir Platoncudur. Onun amacı olan varlık biçimi, matematik şeklin varlık biçimidir. Yani varoluşmayan, katışıksız, kesin ve zorunlu bir varlıktır."
Tüm bu açıklamalarımızı, sanatın ve estetiğin doğası ve varlık yapısı üzerine yaptığımız açıklamalarla birleştirecek olursak, bizim burada dile getirmiş olduğumuz en önemli belirleme, sanatsal ve estetik olan varlığın insanın tinsel varlığıyla özdeşleşmekte olmasıdır. Estetiği, ancak insan varlığının tinsel yapısıyla açıklayabileceğimizden, estetik algılamayı basit bir özne-nesne ilişkisi olarak görmemek gerekir. Düşünümsel süreç içinde estetik algılama, sürekli bir dönüşüm içinde, sanat aracılığıyla gittikçe daha kapsamlı bir içerik ve anlam kazanmıştır. Çünkü estetik algılama bir özne varlık olarak varlığın, hem kendisine hem de nesnesine dönük bir algılamadır. Dış dünyayı kavrayan ve ona estetik bir anlam kazandıran insan varlığının kendisidir. Bu da tinsel olarak varolmak demektir.
Bu çerçeve içinde ele alındığında sanatın, doğayı ve gerçekliği en genel anlamda varlığı yansıtan bir etkinlik olduğu görüşü savunulmuştur. Sanat ya da estetiğin kendisi, mimesis olarak doğayı ve gerçekliği tekrarlasa da, burada tekrarlanılan ya da ortaya konulmuş olan, bir bütünsellik içerisinde 'Evren-Doğa ve İnsan varlığı üçlü bileşiminin' insan varlığı olarak dışa vurup yansımasıdır.
Hegel'in de belirlemiş olduğu gibi, "Tin sanatın içinde duyusal bir biçim altında görünüşe çıkar". Hegel, 'Güzeli ise, "İde'nin duyusal alanda görünüşe çıkması" biçiminde tanımlamaktadır. Fakat sanat, yalnızca güzele yönelmemekte, estetik bir yaklaşımla çirkini de konu edinebilmektedir. İnsan varlığı, sanat aracılığıyla, özne-nesne etkileşimi çerçevesinde hem doğayı hem de kendisini yeniden kurup yansıtmaktadır. Böylece, insan varlığı, sanat yapıtında kendisini dışlaştırıp, somutlaştırmış olmaktadır. Sanatın insanın doğayla olan etkileşimini bir bütünsellik içinde yansıtmakta olduğunu vurgularken, sanat özne-nesne etkileşimi çerçevesinde insanın hem kendini hem de doğayı değiştirme, dönüştürme olgusunu da içermekte, bu etkileşim içinde insan varlığının kendisini araması ve aşmasını da dile getirmektedir. Bu yönüyle sanat, insanın kendisiyle yüzleşmesini ve aynı zamanda kendi bilinçsel varlığıyla karşılaşmasını da özsel olarak içermektedir. "İnsan varlığı olarak, tüm duyusal ve ussal yapımızla bir sanat yapıtının önünde ya da içinde duruyoruz. O zaman, gerek geçmişten getirdiğimiz belirli bir kültür birikiminin ve de az da olsa insan olma yetkinliğimizin bileşkesinde bizimle sanat yapıtı arasında bir duyumsal ve düşünsel gel-git olgusuna tanık oluyoruz."
Kısaca, sanat, insan varlığının bir tür kendisiyle yüzleşmesini ve karşılaşmasını, tüm diğer yaratısal uğraşılarının doğasında varolduğu gibi, bu yolla kendi varlığını ve içinde bulunduğu Dünya'yi anlamlandırma ya da oluşturma çabasını dile getirmektedir. Sanatsal etkinlik yoluyla kendi varlığını sanat yapıtında nesnelleştiren insan varlığı, hiçbir verili koşulla yetinmeyip, gene böyle bir etkinlikle kendini sürekli bir aşma çabası içinde oluşturmak ve ölümsüzleştirmek istemektedir.
1 Yorum
Harika bir makale! Baştan sona çok akıcı ve anlaşılır bir dil! Teşekkürler!