SANATIN DOĞASI VE BİR VARLIK SORUNSALI OLARAK SANAT - 3

Sanatta 'Varlık' sorunsalı başta Devlet adlı yapıtında olmak üzere, ilk kez Platon tarafından sistemli bir irdelemenin konusu yapılmaktadır. Platon'un sanatın özüne ilişkin bir varlık sorunsalı olarak biçimlendirdiği mimesis kuramı hem sanat felsefesi hem de varlık sorunu açısından nesnel estetik bir kuram olarak karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca, Platon'un mimesis kuramına koşut, nesnel idealist bir belirleme içermekte olan 'Güzellik' anlayışını sanatın doğası ve varlık sorunsalı bağlamında kısa da olsa incelememiz gerekmektedir. Çünkü, sanat, herşeyden önce güzeli gerçekleştirmeyi ve onu insanın yaşamında işlevsel ve egemen kılmayı erek edindiğinden, 'sanatta varlık sorunsalı' beraberinde 'güzelin ne olduğu' sorusunun sorulmasını gerektiriyor.

Platon,'Mimesis' kavramı çerçevesinde bir öykünme olarak sanatı, gerçekliğin bilgisinden oldukça uzak bir etkinlik olarak görmektedir. Platon, sanat olgusunu, varlık bilimsel bir çerçeve içinde ele almakta, gerçek varlıkla sanat yapıtı arasında bir ayrım yapmaktadır. Bu nedenle de, o, 'Güzel'i olgusal evrenin dışında kendinde bir varlık olarak belirlerken, üçüncü dereceden bir öykünme olan sanatın gittikçe asıl gerçeklikten uzaklaştığını ve gerçekliği çarpıttığını düşünmektedir. Bu durumda sanat, iyi ve güzelden de uzaklaşmış olacaktır. Varlık bilimsel ya da nesnel gerçeklikten uzaklaştığı oranda sanat, hem etik hem toplumsal açıdan olumsuz bir işlev üstlenmiş olmaktadır. Bu nedenle, Platon sanata ve sanatçıya önemli bir sorumluluk yüklemiştir. Ona göre, evren ve onu ussal bir yoldan düşünen, kavrayan zihin, güzel olana karşılık gelmektedir. Platon güzel olanı duyusal olanda değil, ussal olanda aramaktadır. Böylece, 'Güzel', ussal olduğu için iyi, doğru ve gerçek olandır; adalet ise bunun, bir başka deyişle güzel olanın, toplum ve devlette gerçekleşmesidir. Toplumda böyle bir görevi ise sanatçı değil, filozof yerine getirmelidir.


Platon sanatı mimesis olarak değerlendirdiğinden, güzelin sanat eserinde sergilenemeyeceğini savunmuştur. Çünkü ona göre, sanat 'Sofistik' bir uğraşıdır. Sanatçı bir tür sofistin yapmış olduğu gibi, asıl gerçekliği yanılsamalı ve çarpıtılmış biçimde topluma sunar. Nasıl bir ressamın yaptığı resim gerçek değilse, sofistin dil ya da güzel söz söyleme (retorik) aracılığıyla yaptığı da aynı şeydir. Platon, sofistin gerçekleştirdiği etkinliği, bir farklı biçim altında gerçekleştirilmiş olsa da, resim sanatına benzetir. Sofistin ressamdan ayırt edilebilecek tek farklı yanı yalnızca dili kulanıyor olmasıdır. "O halde bunu o [sofist], nasıl yapar?" diye sormaktadır, Platon. Bu soruya ise, "Nesnelerin gerçekliğini henüz tümüyle bilmeyen gençlerin kulaklarına sözler doldurarak. Sözcüklerden yapılmış mümkün olan tüm resimleri ortaya koyarak" biçiminde yanıt vermektedir. Böylece sofist, gerçek nesneleri değil, tersine bunların yalnızca kopyalarını yapar. Öykünme sanatı (retorik aracılığıyla gerçekleştirdiği resim sanatı) yoluyla o, eğitilmemiş gençlerin gözünde herşeyin bilgisine sahip görünür.
Gerçeklikten kopuk ve sofistik bir etkinlik olduğu için sanat, felsefenin dolayısıyla diyalektiğin karşısında yer alır. Çünkü, diyalektik nesnelerin görünüşlerinden ortak özelliklerini soyutlamayı, zihinde ussal bir biçimde daha üst aşamada kavramsal bir nitelikte nesnelerin kavranmasını gerektiren ussal bir yöntem olarak felsefenin özünü oluşturur. "Platon'da diyalektik usun kendisinin kendisi için ürettiği, oluşturduğu ve gerçekliğe ulaşmak için izlediği bir yoldur." Bu nedenle, Platon'un sanata karşı olumsuz tavrı, sanatın gerçekliğe ilişkin felsefeye oranla yeterli ve doğru bilgi verememesinden kaynaklanmaktadır. Gerçeğin bilgisi, aynı zamanda etiğin temelinde de bulunmakta, doğru ve adil davranışı da belirlemektedir. Bu durumda sanat, gerçekliğin doğru bir yansıması olmadığı gibi, toplumsal yaşamda iyi doğru ve güzelin gerçekleşmesine de engel oluşturmaktadır. Fakat gene de Platon açısından tüm sanatlar mimesis kavramı çerçevesinde bütünüyle olumsuz görülmemektedir. Özellikle müzik söz konusu olduğunda, evrendeki düzen ve uyumu dile getirip, ona öykündüğü oranda sanat güzel nitelemesini kazanmaktadır. Aslında sanat, kendinde değil bilgi ve etik açısından olumlu ya da olumsuz bir belirleme almaktadır. Ayrıca o, Tanrı'nın yaratısı sözkonusu olduğunda, onunla hiç bir zaman karşılaştırılamayacak oranda yoksulluğu kendinde barındırmakta, bu nedenle yetkinlikten yoksun bir çaba olmak durumundadır. Sanat Platon'da, duyusal olanı yansıtığı, ona öykündüğü için, gerçek anlamda güzel olanı ortaya koyamaz. Çünkü, 'Güzel' hiç bir zaman duyusal evrende gerçekleşemez, o ancak diyalektik ya da ussal bir yolla kavranabilir.

Sanat ussal anlamda güzele ulaşamayacağı için, Platon bir ölçüde sanatı güzel olan varlıktan ayırmış olmaktadır. O, görüngüsel olmayan doğanın kendisine, Tanrı'nın yaratısı olan asıl gerçekliğe güzel nitelemesini yüklemektedir. Oysa Hegel, Platon gibi ussallığı yüceltmenin yanısıra, sanatı tinsel ve tanrısal olanın açığa çıkması biçiminde yorumlayarak, asıl güzelliği doğada değil, sanat yapıtında görmektedir. Çünkü, Hegel'e göre, sanattaki 'Güzellik' doğadaki 'Güzel'den iki kat daha ussal, böyle olduğundan dolayı da iki kat daha güzeldir. Bu açıdan sanat, bir tür tinselletirilmiş doğadır; sanat aracılığıyla insan doğaya kendi tinselliğini katar. Hegel estetik adlı yapıtında bu konudaki düşüncelerini şöyle dile getirir:

"Fakat şimdiden şunu savunabiliriz ki sanattaki güzel doğadaki güzelden çok daha üst düzeyde yer alır. Çünkü sanat güzelliği 'Tin'den doğmuş ve sanki iki kez doğmuş bir güzelliktir. Aynı biçimde, soyutlaması yapılmış içerik ya da kafamızdan geçen kötü bir düşünce de herhangi doğal bir üründen çok daha üstündür; zira böyle bir düşüncede her zaman 'Tin' ve özgürlük bulunur."

Burada  Hegel'den yapmış olduğumuz alıntıda da görüldüğü gibi, her ne kadar Platon sanat yapıtını Hegel'in tersine ussal ve güzel olarak değerlendirmese de, güzelliğin ussallıkla aynı şey olduğu konusunda, Platon'un görüşleri belli oranda Hegel'in yaklaşımıyla örtüşmektedir. Sonuçta, her iki filozofta da, güzel asıl ve yetkin olan nesnel gerçekliğe karşılık gelmekte, onunla özdeşleşmektedir.

Güzelin Yaratılıp Algılanmasında Eros'un İşlevi

Platon'un felsefesinde güzelin varlığının ne olduğuna ilişkin irdelemeyi sürdürecek olursak, öncelikle Grekçe'de 'Güzellik' anlamına karşılık gelen 'to Kalon' sözcüğünün Platon tarafından ne türden bir belirleme kazanmış olduğunu saptamamız gerekmektedir. Grekçe olan bu sözcüğün, Türkçe'de güzel sözcüğünün kullanımına benzer bir şekilde, 'iyi', 'hoş' gibi anlamlar kazandığı görülmektedir. Daha önce de vurguladığımız gibi, güzel kavramı Platon felsefesinde oldukça geniş kullanım olanağı bulmuş, özellikle zihin ve 'Idea' to Kalon nitelemesini kazanmıştır. Hippias Major diyalogunda 'to Kalon' kavramını duyusal açıdan ele alan Platon, 'Güzel'in ya da 'Güzellik'in Erosla olan bağıntısını "Şölen" adlı diyalogunda ayrıtılı olarak irdelemeye çalışmıştır.

Hippias Major diyalogunda güzel sözcüğünü Platon, kavramsal boyutta farklı yönleriyle ele alır. Bu diyalogunda başlangıçta Güzel'i bulunduğu yere uyum ya da uygun olmak biçiminde tanımlamaya çalışsa da, böyle bir görüşü, bulunduğu yere Uygunluk'un nesnelerin özünde olan bir şey olmadığını savlayarak terketmek zorunda kalır. Çünkü ona göre, bulunduğu yere uygunluk, "şeyleri güzel kılan değil, güzel gösterendir."

Daha sonra, güzelliği etik ve duyusal (estetik) açıdan tanımlamaya çalışacaktır, Platon. Böylece o, güzelliğin etik boyutunu dile getirerek "güzel, iyinin nedenidir" demekte, duyusal açıdan ise Güzel'i "duyusal yoldan bize haz veren şey" olarak tanımlamaktadır. Fakat bu diyalogda varılan bu tanımlamalar, gene Platon tarafından yeterli bulunmayarak terkedilecektir. Çünkü, bu tanımlar bize kendinde bir varlık olarak güzel olanın özünü vermemektedirler. Burada güzel, bir başka varlığın varlığına bağlı kılınarak açıklanmaktadır. Eğer güzel, iyinin nedeni ise, güzel varolmadan iyi varolamaz; ya da tersi durumda güzelin varlığı, iyinin varlığına bağımlı kılınmış olunacak ve sonuçta ne güzel ne de iyi tek başlarına var olamayacaktır. Platon, bu konuda belli bir sonuca ulaşmamış olsa da, gene bir başka diyalogunda (Şölen'de) 'Güzel'i, 'Eros'un varlığı ile bağıntı kurarak açıklamaya çalışmaktadır. Platon her yaratının temelinde 'Eros'u görmektedir. Ayrıca o, bu yapıtında başta müzik olmak üzere, sanat olgusunu bir 'Mimesis' olmaktan çok Poiesis' (Yaratma) olarak nitelendirmektedir. Platon'a göre, "müzik bir tür sevgi olaylarının bilgisidir. Müzikte sevginin belirtisini görmemek olanaksızdır."

Daha önce de vurgulamaya çalıştığımız gibi, güzel olan evrensel düzenle, ya da evrensel uyumla ve matematiksel oranla özdeşlik içindedir. Zihnin kendisi de evrensel ve matematiksel düzene karşılık gelip, onunla uyum içinde olduğundan aynı nitelemeyi almaktadır. Etik açıdan istenilir ve iyi olana, estetik açıdan duyulur bir hazza karşılık gelen güzel, Platon için varlık olmanın temelidir. Eros ise, güzel olanı arzulamak, ona kavuşmak, onda doğurmaya ya da yaratmaya varabilmektir. Platon'un bu yaklaşımını Gasset  "Sevgi Üstüne "adlı yapıtında vurgulamaktadır. "'Sevgi' der Platon, 'güzellik içinde üretmek ve doğurmak için duyulan arzudur"

Platon'un Eros ve Güzel'e ilişkin bu tanımlaması, aslında Güzel Sanatlar'in varlık nedenini ortaya koyan bir tanımlamadır. Çünkü, Aşk (Eros) aracılığıyla 'Güzel Olan'ı yaratma arzusu, böyle bir istek, tüm sanatsal yaratının temelinde yer almaktadır. Aynı zamanda böyle bir yönelim, daha doğru bir anlatımla, 'güzeli, güzele yönelim içinde istemek ve yaratmak' bir anlamda sanatsal yaratının varlık nedeni ve aynı zamanda ölümsüzlüğe ulaşma ya da tanrısal olana kavuşma isteği olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu ise, eksik bir varlık olarak insanın, güzeli isteme ve yaratma çabası aracılığıyla kendini ve kendi bütünlüğünü oluşturma arzusu olarak değerlendirilebilir.
1 | 2 | 3 | 4

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP