SANATIN DOĞASI VE BİR VARLIK SORUNSALI OLARAK SANAT - 1
|
Şahin Özçinar
Sanatsal Etkinliğin Doğası
Her sanat yapıtı, varolan bir nesneye yönelerek içerik kazanır. Sanat ya da sanatsal etkinlik, her şeyden önce, özne ve nesne olmak gibi iki ayrı temel varlığı bir önkoşul olarak gerektirir. "Sanatsal yaratıyla olan ilişkimiz, yaratma düzeyinde de izleme düzeyinde de bir özne-nesne ilişkisidir." Bir özne varlık olarak sanatçının nesneye (ya da nesnelere) estetik (sanatsal) duyarlılıkla yönelmesi ve yöneldiği bu nesnel varlığı ussal bir biçimde kavrayıp, kavramsallaştırması, bir sanatsal yaratımın gerçekleşmesini ve bir ürün olarak sanat yapıtının varlık kazanmasını olanaklı kılar. Özne, nesneyi sanatsal bir tavırla kavrarken, bu kavrayışın kendisini de sanat yapıtı olarak somutlaştırır. Böylece, temelde öznenin yöneliminden kaynaklanan, bu nedenle öznel olarak nitelendirilebilecek tüm sanatsal etkinlik, bir sanat yapıtında nesneleşmiş olur. Nesnelere yönelen öznel kavrayış, sonuçta, diğer öznelere de kendisini duyumsatan bir varlık ya da nesne olma özeliğini kazanır. Kısaca vurgulamak gerekirse, sanatsal etkinlik sürecinde, özne kendini nesnede (yapıtta) nesneleştirip, somut bir biçimde gerçekleştirir. Her ne kadar, gerçekleştirilmiş olan yapıt, somut bir yapıt olsa da o, tinsel bir içerik taşır. Böylesine bir yaratma etkinliği, özne-nesne etkileşiminin bir sonucudur.
Sanat yapıtı, varlığın estetik yolla kavranmasını ya da varlığın estetik duyumunu gerekli kılar. Fakat o, salt duyusal varlık alanıyla, varlığın duyusal içeriğiyle sınırlı kalmaz; sonuçta, duyusal olanı aşarak, ona ussal ve kavramsal bir içerik kazandırır. Sanat yapıtı, varlığa yönelik bir kavrayışı somutlaştırır; 'doğaya', bir başka deyişle -en genel anlamda- 'varlık'a ilişkin bir yorum ya da bir bilgi ortaya koyar. Bu nedenle, sanat yapıtı, varlığın ussal bir yorumu olarak karşımıza çıkar; fakat onda somutlaşan bu ussallık, usun dar kalıplarına, kavram ve ulamlarına sıkıştırılarak açıklanamaz. Çünkü o, temelde bir izlenimsel etkinlik olarak, nesnelere yönelik duyusal bir içerik de taşır. Böylece, sanatın ussallığı, aynı zamanda duyusal olanla bağlantılı olan, duyusal olanı kendi içinde barındıran bir ussallıktır. Bu özelliği ile sanat yapıtı ve onun aracılığıyla dile getirilen varlık (ya da doğa), duyusal ve olgusal olanın farklı bir nitelik kazanmış biçimidir. O, tümüyle 'İnsan Varlığı'nı, insana özgü bir Varlık'ı, Dünya'yı yansıtır. "Tin sanatın içinde duyusal bir biçim altında görünüşe çıkar." Bu nedenle, sanatın gerçekliği, salt duyusal ve olgusal olanla belirleme kazanmış olan bir gerçeklik değil, 'Tinsel' olanı dile getiren bir gerçekliktir. Bu gerçeklikte, Özne ve nesne birlikte içerilmiştir. Böylece, sanat ve onun aracılığıyla somutlaşan sanat yapıtı, tümüyle tinselliği içinde barındırarak, tinsel olanı dile getirir. "Herşeyden önce, onun yaratacağı yapıt dış-nesnel-gerçeklik olan dünya ile onun kendi dünyasının bir bileşimidir."
Böylece, sanat, -insanın tinsel varlığı gibi- kendine özgü çok boyutlu ve karmaşık bir yapı oluşturur. "Bu yapı, çeşitli biçimler altında bize insanla ilgili anlamları duyurur. Onda bulanık sezgilerden açık düşüncelere kadar uzanan bir genişlikte insanı buluruz." İnsan herşeyden önce, tarihsel ve toplumsal bir varlık olduğu için, sanatı da toplumsal ve tarihsel koşulların bir ürünü olarak düşünmek olağandır. Fakat diğer yandan sanatçı, çağını ve toplumsal koşullarını zorlayıp aşabildiği ve içinde bulunduğu durumu insana özgü estetik bir duyarlılıkla sergileyebildiği oranda gerçek anlamda sanatsal bir değere sahip olur. İşte bu, öznel bir etkinlik olarak sanatın, evrensele yönelmesi ve ona ulaşması demektir. Bu yönüyle sanat, insanın özsel varlığını belirleyen tinsel bir etkinliktir. İnsanın kavranıp çözümlenmesinde, bu nedenle, sanatın ayrıca önemli bir yeri vardır.
Estetik varlık ve estetik olanı belirleyen estetik algılama, duyusal ve ussal bir kavrayışı dile getirdiğinden, bütünüyle bir özne-nesne bağıntısı biçiminde gerçekleşir. Estetik nesne, ancak özne ile olan ilişkisinde varlık olma özelliğini kazanabilir. Estetik nesnenin varlığı, öznenin varlığını ya da varoluşunu zorunlu bir koşul olarak gerektirir. Burada, her ne kadar, doğa ve nesneler dünyası, kendinde bir güzelliği içermekte olsalar da, aslında onların kendinde güzeli içermeleri, estetik bir varlık oldukları anlamına gelmez. Doğayı güzel olarak belirleyen, değerlendiren ve kavrayan insan varlığının kendisidir. Bu bakımdan, 'Kendinde Güzel' kavramı çelişkili bir anlatımı dile getirmektedir. Oysa, kendinde güzelin olanaksızlığı, tüm algılamada bulunan özneler açısından genel geçer bir güzellik değerinin ve yargısının oluşturulamayacağı anlamına gelmez. Bu nedenle Kant, 'Güzel Olanı' yada 'Güzeli', öznenin öznel, ama öznel olduğu kadar da evrensel içeriğinde bulur. Çünkü güzele, ilişkin belirleme, aynı zamanda insana özgü, insansal, dolayısıyla, Tinsel bir belirleme olduğundan evrensel bir içeriğe sahiptir. 'Güzel' bir sanat yapıtında somutlaştığı zaman, biçim ve içerik açısından estetik bir değer kazanarak nesnelleşmış olur. Ama gene de sanat, somut bir yapıt aracılığıyla evrensel bir nitelik kazanmış olsa da, temelde sanat doğası gereği öznel bir etkinliktir. 'Güzel'e yönelik her belirleme, özne varlığın yaşantılarında temelleneceği için öznel olmak zorundadır. Sanatta öznellik sorunsalı olarak adlandırılabilecek bu durum, nesnel bir varlık ve bilgi kuramı oluşturmak isteyen fesefelerde de kendini göstermektedir. Çünkü, doğal gerçeklik, insan varlığının dışında varolan, yani ondan bağımsız olarak bulunan bir gerçeklik olurken, bu kez, estetik gerçeklik insan varlığına bağıntılı olarak ortaya çıkan bir gerçeklik gibi gözükmektedir. Yani, insan varlığına dayalı, onun ürünü olan bir gerçekliktir. İşte bu açıklama biçimi, marksçı estetiğin, ya da ona bağlı sanatın özünü oluşturmaktadır.
Sanat nesnesine ve doğaya ilişkin her güzel nitelemesini alacak olan algılama, bir özneye bağlı olduğundan, öznel bir algılama olacaktır. Bu nedenle, sanatın nesnelliği özneyi temel alan bir nesnelliktir. 'Mimesis' kavramı çerçevesinde, Marksist bir estetik geliştirmeye çalışan G. Lukacs, sanattaki yansıtmanın ve dolayısıyla sanattın kendine özgü niteliğinden kaynaklanan öznel bir içeriğinin bulunduğunu vurgulamaktadır.
"Bilgi kuramı açısından salt idealist bir anlam taşıyan 'öznesiz nesne olmaz' tümcesi, estetik alanında özne-nesne bağıntısı açısından temel önem taşır. Hiç kuşkusuz her estetik nesne bir ölçüde öznel varlıktan bağımsızdır. Ancak nesne böyle kavrandığında, ortada estetik değil, ama yalnızca özdeksel olarak varolan bir şey vardır. Nesnenin estetik yönü geçerlilik kazanır kazanmaz buna uyan özne de kendiliğinden varolur,... nesnenin bu kendine özgü yapısı, nesnel gerçekliğin yansıtılmasının özel bir biçimi olan mimesis aracılığıyla alıcı öznede belli yaşantılar uyandırmasında belirginleşir." Görüldüğü gibi, doğa ya da algılamakta olduğumuz nesneler dünyası, ancak insanın varlığı ve varoluşu aracılığıyla estetik bir nitelik ve anlam kazanır. Estetik nesne, onu estetik olarak kavrayan bir özne için varolabilir. Berkeley'in "Esse Est Percipi" (varolmak algılanmış olmaktır) biçiminde dile getirmiş olduğu felsefi özdeyiş, niteliğindeki özdeksizci (immateryalist) uslamlama, ancak estetik bir algılama için geçerli olabilir.
Bu durumda, estetik olgunun ve sanatın doğasının ya da varlık tarzının ne olduğu ve sanatın insanın diğer etkinliklerinden ayrı olarak, ne türden bir farklılık taşıdığı sorusunun sanat felsefesi bağlamında sorularak yanıtlanmaya çalışılması ayrı bir önem taşımaktadır. Fakat, felsefe, bilim ve sanat arasında bilinen farklılıkların yanısıra, benzerliklerin de gözardı edilmemesi gerekir. İnsanın tüm diğer zihinsel etkinliklerinden az olmamak üzere, sanatın, nesnel gerçekliğin kavranmasında ve yaşadığı dünya içinde insanın kendini gerçekleştirmesinde önemli bir işlevi bulunmaktadır. Sanat aracılığıyla insan, duyarlı yanına özgü bir haz sağlamakla kalmaz, yaşamı sürekli bir biçimde üretip dönüştürerek ve bu yolla yaşadığı dünyayı değiştirmiş olur. Sonuçta, sanat insanın varoluşunu gerçekleştirmesinde, bu dünyadaki varlığının anlamlandırılmasında felsefe ve bilime benzer nitelikte etkili bir işlev yerine getirmektedir. Estetik ve bilimsel yansıtmayı, nesnel gerçekliğin iki uç yansıtma biçimi olarak gören Lukacs, her iki yansıtma biçiminin de, günlük yaşamın gereksinimlerinden kaynaklandığını, her ikisinin de işlevinin günlük yaşamın sorunlarına çözüm getirmek olduğunu vurgulamaktadır. Bu nedenle sanat, insanın varlığını ve varoluşunu belirleyen yaşamsal bir etkinliktir. İnsanın estetik duyarlılığı, yaşamı daha iyiye ve güzel olana doğru dönüştürerek, insanın tinsel varlığının geliştirmesine olanak sağlar. Böylece sanat ya da estetik, insan varlığının ve onun yaşam gereksinimlerinin sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır.
Varlık ve Gerçeklik'in Yorumu Olarak Sanat
Sanatta varlık sorunsalı, hem sanatın yöneldiği varlık hem de bu yönelimin kendisi açısından ele alınabilir. Bu yönelimin bir ürünü olarak varlık kazanan sanat yapıtı, biçim ve içerikten oluşur. Sanatın yöneldiği varlık, sanat yapıtının konusunu ya da içeriğini belirlerken, yöneliş tarzı ise sanat yapıtının biçimini oluşturur. Her sanat dalı kendine özgü bir ya da birden fazla varlığı araç olarak kullanır. Sesler, görüntüler, sözcükler sanatçının kendi duyusal ve düşünsel imgelemini diğer insanlara sunması açısından birer araç görevini üstlenirler. Burada ses, görüntü ve sözcükler salt kendileri bir varlık olmakla kalmaz, belli bir estetik gerçeklik oluşturur ya da nesnel gerçekliğe öykünürler. Bunların yalnızca bir varlık oluşturmuş olmaları ve varlık olmaları onların estetik ve sanatsal bir nitelik kazanmalarına olanak sağlamaz; aynı zamanda uyumlu bir biçimde bir araya getirilmesi ve bir uyum içinde düzenlenmesi gerekir. Yani onları, öznel bir biçimde estetik duyarlılıkla algılayan ve biçimlendiren bir varlığa gereksinim vardır. Her sanat yapıtının bir konusu ve insanlara iletmek istediği birşeyler vardır; bu yöneldiği nesne ya da konunun güzel olması gerekmez, sanat aynı zamanda çirkin olanı da konu edinebilir. Fakat sanat çirkin olanı konu edinirken, bunu estetik duyarlılıkla ve estetik ölçütler içinde kalarak gerçekleştirir. Bu nedenle, sanatta içerikten çok biçim önem kazanır.
Sanatın ele aldığı varlığı, estetik varlık kılan şey, sanatçının onu ele alış ve kavrama biçimidir. "Bütün sanat tarihi, eğer sanat tarihi bir sitiller tarihi olarak düşünülürse, aynı zamanda varlık yorumları tarihidir." Ayrıca, içeriğin de biçime eşlik edip, onu tamamlamaya çalışması sanat yapıtının değerini artırsa da, bir sanat yapıtında estetik olarak, biçim içerikten daha fazla bir değer taşıyarak ona üstün gelir. Bu açıdan sanat en genel anlamda, estetik ya da güzel nitelemesini kazanmış yaratma edimidir. Sanatın bu özelliği, onun öznel içeriğinden kaynaklanmaktadır.
Sanatsal Etkinliğin Doğası
Her sanat yapıtı, varolan bir nesneye yönelerek içerik kazanır. Sanat ya da sanatsal etkinlik, her şeyden önce, özne ve nesne olmak gibi iki ayrı temel varlığı bir önkoşul olarak gerektirir. "Sanatsal yaratıyla olan ilişkimiz, yaratma düzeyinde de izleme düzeyinde de bir özne-nesne ilişkisidir." Bir özne varlık olarak sanatçının nesneye (ya da nesnelere) estetik (sanatsal) duyarlılıkla yönelmesi ve yöneldiği bu nesnel varlığı ussal bir biçimde kavrayıp, kavramsallaştırması, bir sanatsal yaratımın gerçekleşmesini ve bir ürün olarak sanat yapıtının varlık kazanmasını olanaklı kılar. Özne, nesneyi sanatsal bir tavırla kavrarken, bu kavrayışın kendisini de sanat yapıtı olarak somutlaştırır. Böylece, temelde öznenin yöneliminden kaynaklanan, bu nedenle öznel olarak nitelendirilebilecek tüm sanatsal etkinlik, bir sanat yapıtında nesneleşmiş olur. Nesnelere yönelen öznel kavrayış, sonuçta, diğer öznelere de kendisini duyumsatan bir varlık ya da nesne olma özeliğini kazanır. Kısaca vurgulamak gerekirse, sanatsal etkinlik sürecinde, özne kendini nesnede (yapıtta) nesneleştirip, somut bir biçimde gerçekleştirir. Her ne kadar, gerçekleştirilmiş olan yapıt, somut bir yapıt olsa da o, tinsel bir içerik taşır. Böylesine bir yaratma etkinliği, özne-nesne etkileşiminin bir sonucudur.
Sanat yapıtı, varlığın estetik yolla kavranmasını ya da varlığın estetik duyumunu gerekli kılar. Fakat o, salt duyusal varlık alanıyla, varlığın duyusal içeriğiyle sınırlı kalmaz; sonuçta, duyusal olanı aşarak, ona ussal ve kavramsal bir içerik kazandırır. Sanat yapıtı, varlığa yönelik bir kavrayışı somutlaştırır; 'doğaya', bir başka deyişle -en genel anlamda- 'varlık'a ilişkin bir yorum ya da bir bilgi ortaya koyar. Bu nedenle, sanat yapıtı, varlığın ussal bir yorumu olarak karşımıza çıkar; fakat onda somutlaşan bu ussallık, usun dar kalıplarına, kavram ve ulamlarına sıkıştırılarak açıklanamaz. Çünkü o, temelde bir izlenimsel etkinlik olarak, nesnelere yönelik duyusal bir içerik de taşır. Böylece, sanatın ussallığı, aynı zamanda duyusal olanla bağlantılı olan, duyusal olanı kendi içinde barındıran bir ussallıktır. Bu özelliği ile sanat yapıtı ve onun aracılığıyla dile getirilen varlık (ya da doğa), duyusal ve olgusal olanın farklı bir nitelik kazanmış biçimidir. O, tümüyle 'İnsan Varlığı'nı, insana özgü bir Varlık'ı, Dünya'yı yansıtır. "Tin sanatın içinde duyusal bir biçim altında görünüşe çıkar." Bu nedenle, sanatın gerçekliği, salt duyusal ve olgusal olanla belirleme kazanmış olan bir gerçeklik değil, 'Tinsel' olanı dile getiren bir gerçekliktir. Bu gerçeklikte, Özne ve nesne birlikte içerilmiştir. Böylece, sanat ve onun aracılığıyla somutlaşan sanat yapıtı, tümüyle tinselliği içinde barındırarak, tinsel olanı dile getirir. "Herşeyden önce, onun yaratacağı yapıt dış-nesnel-gerçeklik olan dünya ile onun kendi dünyasının bir bileşimidir."
Böylece, sanat, -insanın tinsel varlığı gibi- kendine özgü çok boyutlu ve karmaşık bir yapı oluşturur. "Bu yapı, çeşitli biçimler altında bize insanla ilgili anlamları duyurur. Onda bulanık sezgilerden açık düşüncelere kadar uzanan bir genişlikte insanı buluruz." İnsan herşeyden önce, tarihsel ve toplumsal bir varlık olduğu için, sanatı da toplumsal ve tarihsel koşulların bir ürünü olarak düşünmek olağandır. Fakat diğer yandan sanatçı, çağını ve toplumsal koşullarını zorlayıp aşabildiği ve içinde bulunduğu durumu insana özgü estetik bir duyarlılıkla sergileyebildiği oranda gerçek anlamda sanatsal bir değere sahip olur. İşte bu, öznel bir etkinlik olarak sanatın, evrensele yönelmesi ve ona ulaşması demektir. Bu yönüyle sanat, insanın özsel varlığını belirleyen tinsel bir etkinliktir. İnsanın kavranıp çözümlenmesinde, bu nedenle, sanatın ayrıca önemli bir yeri vardır.
Estetik varlık ve estetik olanı belirleyen estetik algılama, duyusal ve ussal bir kavrayışı dile getirdiğinden, bütünüyle bir özne-nesne bağıntısı biçiminde gerçekleşir. Estetik nesne, ancak özne ile olan ilişkisinde varlık olma özelliğini kazanabilir. Estetik nesnenin varlığı, öznenin varlığını ya da varoluşunu zorunlu bir koşul olarak gerektirir. Burada, her ne kadar, doğa ve nesneler dünyası, kendinde bir güzelliği içermekte olsalar da, aslında onların kendinde güzeli içermeleri, estetik bir varlık oldukları anlamına gelmez. Doğayı güzel olarak belirleyen, değerlendiren ve kavrayan insan varlığının kendisidir. Bu bakımdan, 'Kendinde Güzel' kavramı çelişkili bir anlatımı dile getirmektedir. Oysa, kendinde güzelin olanaksızlığı, tüm algılamada bulunan özneler açısından genel geçer bir güzellik değerinin ve yargısının oluşturulamayacağı anlamına gelmez. Bu nedenle Kant, 'Güzel Olanı' yada 'Güzeli', öznenin öznel, ama öznel olduğu kadar da evrensel içeriğinde bulur. Çünkü güzele, ilişkin belirleme, aynı zamanda insana özgü, insansal, dolayısıyla, Tinsel bir belirleme olduğundan evrensel bir içeriğe sahiptir. 'Güzel' bir sanat yapıtında somutlaştığı zaman, biçim ve içerik açısından estetik bir değer kazanarak nesnelleşmış olur. Ama gene de sanat, somut bir yapıt aracılığıyla evrensel bir nitelik kazanmış olsa da, temelde sanat doğası gereği öznel bir etkinliktir. 'Güzel'e yönelik her belirleme, özne varlığın yaşantılarında temelleneceği için öznel olmak zorundadır. Sanatta öznellik sorunsalı olarak adlandırılabilecek bu durum, nesnel bir varlık ve bilgi kuramı oluşturmak isteyen fesefelerde de kendini göstermektedir. Çünkü, doğal gerçeklik, insan varlığının dışında varolan, yani ondan bağımsız olarak bulunan bir gerçeklik olurken, bu kez, estetik gerçeklik insan varlığına bağıntılı olarak ortaya çıkan bir gerçeklik gibi gözükmektedir. Yani, insan varlığına dayalı, onun ürünü olan bir gerçekliktir. İşte bu açıklama biçimi, marksçı estetiğin, ya da ona bağlı sanatın özünü oluşturmaktadır.
Sanat nesnesine ve doğaya ilişkin her güzel nitelemesini alacak olan algılama, bir özneye bağlı olduğundan, öznel bir algılama olacaktır. Bu nedenle, sanatın nesnelliği özneyi temel alan bir nesnelliktir. 'Mimesis' kavramı çerçevesinde, Marksist bir estetik geliştirmeye çalışan G. Lukacs, sanattaki yansıtmanın ve dolayısıyla sanattın kendine özgü niteliğinden kaynaklanan öznel bir içeriğinin bulunduğunu vurgulamaktadır.
"Bilgi kuramı açısından salt idealist bir anlam taşıyan 'öznesiz nesne olmaz' tümcesi, estetik alanında özne-nesne bağıntısı açısından temel önem taşır. Hiç kuşkusuz her estetik nesne bir ölçüde öznel varlıktan bağımsızdır. Ancak nesne böyle kavrandığında, ortada estetik değil, ama yalnızca özdeksel olarak varolan bir şey vardır. Nesnenin estetik yönü geçerlilik kazanır kazanmaz buna uyan özne de kendiliğinden varolur,... nesnenin bu kendine özgü yapısı, nesnel gerçekliğin yansıtılmasının özel bir biçimi olan mimesis aracılığıyla alıcı öznede belli yaşantılar uyandırmasında belirginleşir." Görüldüğü gibi, doğa ya da algılamakta olduğumuz nesneler dünyası, ancak insanın varlığı ve varoluşu aracılığıyla estetik bir nitelik ve anlam kazanır. Estetik nesne, onu estetik olarak kavrayan bir özne için varolabilir. Berkeley'in "Esse Est Percipi" (varolmak algılanmış olmaktır) biçiminde dile getirmiş olduğu felsefi özdeyiş, niteliğindeki özdeksizci (immateryalist) uslamlama, ancak estetik bir algılama için geçerli olabilir.
Bu durumda, estetik olgunun ve sanatın doğasının ya da varlık tarzının ne olduğu ve sanatın insanın diğer etkinliklerinden ayrı olarak, ne türden bir farklılık taşıdığı sorusunun sanat felsefesi bağlamında sorularak yanıtlanmaya çalışılması ayrı bir önem taşımaktadır. Fakat, felsefe, bilim ve sanat arasında bilinen farklılıkların yanısıra, benzerliklerin de gözardı edilmemesi gerekir. İnsanın tüm diğer zihinsel etkinliklerinden az olmamak üzere, sanatın, nesnel gerçekliğin kavranmasında ve yaşadığı dünya içinde insanın kendini gerçekleştirmesinde önemli bir işlevi bulunmaktadır. Sanat aracılığıyla insan, duyarlı yanına özgü bir haz sağlamakla kalmaz, yaşamı sürekli bir biçimde üretip dönüştürerek ve bu yolla yaşadığı dünyayı değiştirmiş olur. Sonuçta, sanat insanın varoluşunu gerçekleştirmesinde, bu dünyadaki varlığının anlamlandırılmasında felsefe ve bilime benzer nitelikte etkili bir işlev yerine getirmektedir. Estetik ve bilimsel yansıtmayı, nesnel gerçekliğin iki uç yansıtma biçimi olarak gören Lukacs, her iki yansıtma biçiminin de, günlük yaşamın gereksinimlerinden kaynaklandığını, her ikisinin de işlevinin günlük yaşamın sorunlarına çözüm getirmek olduğunu vurgulamaktadır. Bu nedenle sanat, insanın varlığını ve varoluşunu belirleyen yaşamsal bir etkinliktir. İnsanın estetik duyarlılığı, yaşamı daha iyiye ve güzel olana doğru dönüştürerek, insanın tinsel varlığının geliştirmesine olanak sağlar. Böylece sanat ya da estetik, insan varlığının ve onun yaşam gereksinimlerinin sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır.
Varlık ve Gerçeklik'in Yorumu Olarak Sanat
Sanatta varlık sorunsalı, hem sanatın yöneldiği varlık hem de bu yönelimin kendisi açısından ele alınabilir. Bu yönelimin bir ürünü olarak varlık kazanan sanat yapıtı, biçim ve içerikten oluşur. Sanatın yöneldiği varlık, sanat yapıtının konusunu ya da içeriğini belirlerken, yöneliş tarzı ise sanat yapıtının biçimini oluşturur. Her sanat dalı kendine özgü bir ya da birden fazla varlığı araç olarak kullanır. Sesler, görüntüler, sözcükler sanatçının kendi duyusal ve düşünsel imgelemini diğer insanlara sunması açısından birer araç görevini üstlenirler. Burada ses, görüntü ve sözcükler salt kendileri bir varlık olmakla kalmaz, belli bir estetik gerçeklik oluşturur ya da nesnel gerçekliğe öykünürler. Bunların yalnızca bir varlık oluşturmuş olmaları ve varlık olmaları onların estetik ve sanatsal bir nitelik kazanmalarına olanak sağlamaz; aynı zamanda uyumlu bir biçimde bir araya getirilmesi ve bir uyum içinde düzenlenmesi gerekir. Yani onları, öznel bir biçimde estetik duyarlılıkla algılayan ve biçimlendiren bir varlığa gereksinim vardır. Her sanat yapıtının bir konusu ve insanlara iletmek istediği birşeyler vardır; bu yöneldiği nesne ya da konunun güzel olması gerekmez, sanat aynı zamanda çirkin olanı da konu edinebilir. Fakat sanat çirkin olanı konu edinirken, bunu estetik duyarlılıkla ve estetik ölçütler içinde kalarak gerçekleştirir. Bu nedenle, sanatta içerikten çok biçim önem kazanır.
Sanatın ele aldığı varlığı, estetik varlık kılan şey, sanatçının onu ele alış ve kavrama biçimidir. "Bütün sanat tarihi, eğer sanat tarihi bir sitiller tarihi olarak düşünülürse, aynı zamanda varlık yorumları tarihidir." Ayrıca, içeriğin de biçime eşlik edip, onu tamamlamaya çalışması sanat yapıtının değerini artırsa da, bir sanat yapıtında estetik olarak, biçim içerikten daha fazla bir değer taşıyarak ona üstün gelir. Bu açıdan sanat en genel anlamda, estetik ya da güzel nitelemesini kazanmış yaratma edimidir. Sanatın bu özelliği, onun öznel içeriğinden kaynaklanmaktadır.