Alain - Mutlu Olma Sanatı
|
Emile Auguste Chartier - Alain
Mutlu olma sanatını çocuklara öğretmeleri gerekirdi; felaket başınıza çöktüğünde değil; büyük bir sıkıntınız olmadığı, hayatın acılıklarının ufak tefek aksamalardan ibaret olduğu zamanlarda.
İlk kural; bugünkü ya da geçmişteki sıkıntılarından kimseye söz açmamaktır. Bir baş ağrısını, mide bulantısını, bir keyifsizliği, bir sancıyı, uygun bir dille olsa bile başkalarına anlatmak, terbiyesizlik sayılmalıydı. Başımıza gelen haksızlıklar ve kötülükler için de aynı şey geçerli. Çocuklara, gençlere, hatta büyüklere, fazlasıyla unuttukları bir gerçeği hatırlatmalıyız: Halimizden yakınmamız, dinleyen kişiler bizi itirafa teşvik etse ve bizi teselli etmekten zevk alır görünse bile, onları üzer, dolayısıyla da canlarını sıkar. Çünkü üzüntü bir zehir gibidir; onu sevebiliriz ama, yararını göremeyiz; sonunda üstün gelen de en köklü duygumuzdur: Herkes yaşamaya bakar, ölmeye değil; yaşayanları, yani durumlarından hoşnut olanları, hoşnut görünenleri arar çevresinde. Küllere bakıp ağlaşacak yerde, herkes kendi odununu getirip ocağa atsa, insan topluluğu nasıl da kusursuz olurdu!
Bu kurallar eskiden kibarlar arasında zaten uygulanıyordu; serbest konuşamamak nedeniyle, o ortamlarda insanların can sıkıntısı duydukları da bir gerçektir. Bizim burjuvazimiz toplum sohbetleri için gerekli olan açık sözlülüğü geliştirdi; pek de iyi etti. Ama, herkesin kendi üzüntüsünü ortaya dökmesine de gerek yok; bu durumda can sıkıntısı eskisinden de beter oluyor. Onun için toplum ilişkilerini aile ortamının dışına taşırmalıyız. Çünkü aile ortamında, çoğu kez, insan kendini bırakır, biraz hoşa gitme kaygısı duyulduğunda akla bile gelmeyecek bir sürü ufak tefek sıkıntılar ortaya dökülür. Sözleriyle çevredekilerin ilgisini uyandırmanın zevki, anlatılması can sıkıcı olan bir yığın ıvır zıvır üzüntülerin unutulmasına yol açar. Hoşa gitmek isteyen kişi kendini biraz zahmete sokar ama, onun bu zahmeti, tıpkı müzikçinin, ressamın duyduğu zahmet gibi, zevk yaratır; aynca kendisi de, anlatmaya fırsat bulamadığı sıkıntılarından böylece kurtulmuş olur. İlke şudur: Sıkıntılarından, yani küçük sıkıntılarıadan söz etmezsen, onları unutur gidersin.
Üzerinde düşündüğüm mutlu olma sanatına, kötü hava da iyi vakit geçirmek için yararlı öğütler de katardım ... Şu satırları yazdığım sırada yağmur yağıyor; kiremitler takırdıyor; sağanak şakırtısı duyuluyor; hava sanki yıkanmış ve filtreden çekilmiş gibi; bulutlar görkemli tülleri andırıyor. Bu güzellikleri görmesini bilelim!
Hayır; bunun yerine, birisi kalkıp yağmurun ürünlere zarar verdiğinden söz açıyor. Bir başkası, ortalık çamur içinde kalacak diye hayıflanmakta ... Bir üçüncü kişi, artık çimenlerde de oturulmaz, diye üzülüyor. Tamam, tamam; tekrara gerek yok; yakınmalarınız bütün bu sakıncaları ortadan kaldıracak değil ki; eve dönünce, orada da aynı tekerleme ... Oysa insan asıl şu yağmurlu günde karşısında neşeli yüzler görmek ister. Onun için, ağlamaklı havada güler yüz göstermeli!
Mutlu olma sanatını çocuklara öğretmeleri gerekirdi; felaket başınıza çöktüğünde değil; büyük bir sıkıntınız olmadığı, hayatın acılıklarının ufak tefek aksamalardan ibaret olduğu zamanlarda.
İlk kural; bugünkü ya da geçmişteki sıkıntılarından kimseye söz açmamaktır. Bir baş ağrısını, mide bulantısını, bir keyifsizliği, bir sancıyı, uygun bir dille olsa bile başkalarına anlatmak, terbiyesizlik sayılmalıydı. Başımıza gelen haksızlıklar ve kötülükler için de aynı şey geçerli. Çocuklara, gençlere, hatta büyüklere, fazlasıyla unuttukları bir gerçeği hatırlatmalıyız: Halimizden yakınmamız, dinleyen kişiler bizi itirafa teşvik etse ve bizi teselli etmekten zevk alır görünse bile, onları üzer, dolayısıyla da canlarını sıkar. Çünkü üzüntü bir zehir gibidir; onu sevebiliriz ama, yararını göremeyiz; sonunda üstün gelen de en köklü duygumuzdur: Herkes yaşamaya bakar, ölmeye değil; yaşayanları, yani durumlarından hoşnut olanları, hoşnut görünenleri arar çevresinde. Küllere bakıp ağlaşacak yerde, herkes kendi odununu getirip ocağa atsa, insan topluluğu nasıl da kusursuz olurdu!
Bu kurallar eskiden kibarlar arasında zaten uygulanıyordu; serbest konuşamamak nedeniyle, o ortamlarda insanların can sıkıntısı duydukları da bir gerçektir. Bizim burjuvazimiz toplum sohbetleri için gerekli olan açık sözlülüğü geliştirdi; pek de iyi etti. Ama, herkesin kendi üzüntüsünü ortaya dökmesine de gerek yok; bu durumda can sıkıntısı eskisinden de beter oluyor. Onun için toplum ilişkilerini aile ortamının dışına taşırmalıyız. Çünkü aile ortamında, çoğu kez, insan kendini bırakır, biraz hoşa gitme kaygısı duyulduğunda akla bile gelmeyecek bir sürü ufak tefek sıkıntılar ortaya dökülür. Sözleriyle çevredekilerin ilgisini uyandırmanın zevki, anlatılması can sıkıcı olan bir yığın ıvır zıvır üzüntülerin unutulmasına yol açar. Hoşa gitmek isteyen kişi kendini biraz zahmete sokar ama, onun bu zahmeti, tıpkı müzikçinin, ressamın duyduğu zahmet gibi, zevk yaratır; aynca kendisi de, anlatmaya fırsat bulamadığı sıkıntılarından böylece kurtulmuş olur. İlke şudur: Sıkıntılarından, yani küçük sıkıntılarıadan söz etmezsen, onları unutur gidersin.
Üzerinde düşündüğüm mutlu olma sanatına, kötü hava da iyi vakit geçirmek için yararlı öğütler de katardım ... Şu satırları yazdığım sırada yağmur yağıyor; kiremitler takırdıyor; sağanak şakırtısı duyuluyor; hava sanki yıkanmış ve filtreden çekilmiş gibi; bulutlar görkemli tülleri andırıyor. Bu güzellikleri görmesini bilelim!
Hayır; bunun yerine, birisi kalkıp yağmurun ürünlere zarar verdiğinden söz açıyor. Bir başkası, ortalık çamur içinde kalacak diye hayıflanmakta ... Bir üçüncü kişi, artık çimenlerde de oturulmaz, diye üzülüyor. Tamam, tamam; tekrara gerek yok; yakınmalarınız bütün bu sakıncaları ortadan kaldıracak değil ki; eve dönünce, orada da aynı tekerleme ... Oysa insan asıl şu yağmurlu günde karşısında neşeli yüzler görmek ister. Onun için, ağlamaklı havada güler yüz göstermeli!
2 Yorumlar
Mutlu olmanın olanağını internette arıyorum. Bu yazıdan da anlaşıldığı kadarıyla dışarıda değil, içeride olmalı. Aramak boşuna.
Sen mutlulugu hayatin her aninda saniyesinde bulabilirsin misal bi arkadasinda gecirdigin guzrk vakit yada sana soyledigi aptalca bi soz misal ayakkabima camasir makinasi dokuldu aslinda camasir suyu dokuldu demek yerine o soz cikti agzindan insani o an guldereck bi sey belki de degil yagmur insana huzur veir hafif ruzgar insani kendinden ali koyar bu huzur dur mutluluk ise kagida cizdigin gulucuk resmi kadar kolaydir :)