Doğu ve Batı Felsfesinde Altın Çağ Mitleri - 3


“Bununla birlikte, hikmet ve felsefe bilgileri okuyacak olan kimse, ilk önce tefsir (Kur’an yorum bilimi), fıkıh (İslam hukuku) ve diğer dini bilimleri hakkıyla öğrenmeli ve ancak bundan sonra bu bilgileri öğrenmeye başlamalıdır.  İslami bilgileri bilmeyen kimse, bu bilgileri öğrenmeye yanaşmamalıdır. Çünkü dini bilgileri bilmeyenlerden, bu bilimlerin ölüme götüren hallerinden sağlamca kurtulanlar azdır. Doğru ve hak yolu gösteren Tanrı’dır. Tanrı bizi doğru yola sevk etmemiş olsaydı, biz de hidayet yolunu bulamazdık.”

Anılan anlayış, geçmişi aşmanın mümkün olmadığını, her şeyin en yetkin örneğinin geçmişte ortaya koyulmuş olduğunu savunduğu için İslam dünyasında 11. yüzyıllardan sonra bilimsel gelişimi sekteye uğratmış olmasına rağmen, geri kalmışlığı kırmak için ortaya çıkmış olan ve kurtuluşu öze dönüşü niteleyen tecdid ve ihya hareketinde gören, İbn Teymiye, Abd el-Vehhab, Dehlevî gibi modern öncesi Islahat hareketi öncülerinde hatta, Batılı düşünceye ilgi duymuş İslam modernizminin öncüleri sayılan, Cemaleddin Afganî, Muhammed Abduh, S. Reşit Rıza, Muhammed İkbal gibi düşünürlerde ve bunların Osmanlının son dönemlerinde Türk düşüncesindeki yansımalarını dillendiren, Namık Kemal, M. A. Ersoy, M. Ş. Günaltay gibi düşünürlerde bile bulmak olasıdır. Oysa bu, geçmişte iflas etmiş bir paradigmaya canlılık kazandırma gayretinden başka bir şey değildir. Zira onlar da bilgi ve değerler alanında tüm hakikati, tıpkı geçmiş İslam düşünürleri gibi tanrısal bir zeminde değerlendirmişler, İslam toplumlarının kurtuluşunu saltıklaştırılan dinsel bildirilere yada idealize edilen ve geçmişte kalan peygamber ve seçkin halifeler döneminin düşünsel anlayışına dönmekte görmüşlerdir.


Doğu Düşüncesinde Tanrı Odaklı Mitten Seküler Anlayışa: 

M. K. Atatürk 

Görebildiğimiz kadarıyla, Doğu’da (İslam dünyasında), Batı’da Rönesans ve Aydınlanmadan beri gündeme gelen insan düşüncesinin seküler temelini kavrayan en etkili insan M. K. Atatürk olmuştur. Atatürk, toplumların kendilerini dayandıracakları, anısal bir temel aramalarının önemini kavrayan ciddi bir önderdir ve bu nedenle, Doğu toplumları için seküler nitelikli bir temel oluşturmanın yada inşa etmenin gereğini ilk gören siyasi önderdir. Bu yüzden onun, Osmanlılar döneminde yaygın olan ve pagan unsurlar taşıdığı ileri sürülerek İslam öncesi Türk tarihini yok sayan, bu yüzden Türk tarihini salt İslam tarihine indirgeyen bakış açısına karşı duruşu, yeni bir tarih teziyle, orta Asyalı kökenimizi, Sümerlileri, Hititlileri ve hatta Ege kökenli Eski Yunanlı filozoflarını gündeme getirmesi ve bir Anadolu kültür ve uygarlık tarihi inşasında rol alması ve Türk kültüründe Anadoluluğu ön plana çıkarması, hatta tarihin temeline Türkleri oturtmaya çalışması oldukça anlamlıdır. Bu hareket özünde, Türk toplumunun kendine güven aşılamak gibi pragmatist bir nitelik taşımakla birlikte, tıpkı Batı toplumlarının kendileriyle özdeşleştirdikleri seküler bir temel bulma uğraşısının Atatürk’te canlanmasının bir ifadesi olarak da görülebilir. Bu türden bir bakışaçısıyla bakıldığında, öyle anlaşılıyor ki, M. K. Atatürk’ün bu anlayışıyla iki şeyi başarmayı arzuladığı ileri sürülebilir:

1- Batılı Aydınlanma felsefesinin, her şeyi Tanrı’ya bağlayan ortaçağın Tanrı odaklı düşüncesini saf dışı eden seküler niteliliğinin Türk insanınca kavranmasını sağlamak ve Türklerin kendilerini, Tanrı odaklı paradigmaya mahkum etmekten kurtaracak yeni seküler bir temel inşa etmek.

2- Bir yenilik hareketi olarak, öze dönüşün yada altın çağ olarak nitelendirilen mite dönüş arzusunun daima var olabileceğini kavradığı için, Tanrı odaklı İslamî altın çağ mitinin yerine Anadoluluk temelini ve tarihin yapıcı özneleri olarak Türkleri ön plana geçirmek. Böylelikle kendi hareketinin, tarihin temel yapıcı özneleri arasında yer alan Türklerin vedolayısıyla Anadolu’nun mirasından esin alan bir hareket olduğunu göstermeye çalışmak.

Ancak Atatürk’ün seküler bir temel  inşa etme anlayışı, karşı devrim  sürecinde görmezden gelinmiş, siyasal kaygılarla anılan temel saf dışı edilerek yerine yeniden Tanrıodaklı altın çağ miti canlandırılmıştır. Cumhuriyet döneminde bu hareketin yankı uyandırmasını, daha önce  adından söz ettiğimiz ve 1948’li yıllarda başbakanlık yapmış M. Ş. Günaltay’la başlatmak olasıdır. Bu olgu soğuk savaş döneminde, Yeşil Kuşak Projesiyle kurumsallaştırılmış ve Soğuk Savaş’ın bitimini imleyen yıllarda, o denli ileri götürülmüştür ki, 1990 sonrasında siyasal desteği arkasına alan Yaşar Nuri Öztürk, tıpkı ortaçağ filozofları gibi şu düşünceleri savunabilmiştir:

“…hukuk devletinin temel değerleri veya üzerine oturduğu omurga, esası bakımından ilahi prensiplere bağlıdır.  Şimdi demokrasi, hukuk devleti anlayışı, insan hakları gerilere doğru götürülürken bir yerde Eski Roma’ya, bir yerde Eski Yunan’a uğruyoruz. Özellikle demokrasi, Platon’a kadar gidiyor. Yalnız orada bir şeyi unutmayalım. Acaba oralarda bu prensipleri yakalayanlar ve insanlığın önüne çıkaranlar, bunları nereden aldılar? Kur’an-ı Kerim’in tezi, bunların hepsinin peygamberlerin getirdiği ilahi mesajın bizzat kendileri veya kırıntıları olduğu merkezindedir. İslam imanının çocukları olarak bunu unutmayalım. Tarihin filan devrinde bu görülmüştür, işte oradan geliyor bu günlere dendiği zaman, hemen ret veya kabul hükmü vermeyin. Çünkü tarihin filan devrinde eski Mısır’da, Eski Yunan’da, Eski Roma’da diye lanse edilen şeyleri karıştırdığımız zaman hakiki fikir adamı, ilim adamı, soylu düşünce adamı sıfatı ile karşılaştığınız zaman, son tahlilde peygamberlere çıkarsınız. Kur’an’ı Kerim işte bunun içindir ki, insanlığın bütün mirasını peygamberlerin mirası olarak görüyor ve kucaklıyor. Kendi getirdiği dinin adını, ilk insandan bugüne kadar gelmiş bütün peygamberlerin mesajlarının ortak adı olarak kullanıyor…  Platon, hukuk devleti ve demokraside esas prensipler idealardır, diyor. Platon, idealizmin bağlı olduğu zaman üstü realiteler veya idealar Allah’tan gelir, diyor. Nereden buldu bunu Platon? Platon’un peygamber olarak ismi Kur’an’da geçmiyor. Nerden aldı bunları? İlahi tebliğ bütün zamanlarda ve mekanlarda insanlığa ışık tuttu. Bundan Platon da yararlandı, Socrates de yararlandı, Montesqieu da yararlandı. Kimi itiraf etti, kimi itiraf etmedi. Kimi çarpıtarak bunu intikal ettirdi kendi düşünce sistemine, kimi çarpıtmadan intikal ettirdi. O bakımdan Muhammed Hamidullah’ın… çok haklıolarak söylediği gibi, biz Hz. Peygamberden önceki zaman dilimleri içinde insanlığa düşüncemirası bırakmış insanları bir kalemde ne başüstü kabul, ne de ret gibi bir yöne gidemeyiz. Bunların hepsinin az ya da çok ilahî vahyin getirdiği ışıktan beslendikleri muhakkaktır. Bunların peygamber olması muhtemeldir… Muhammedî devir öncesi vahyin serpintileridir onlar... Çünkü Kur’an’ın ifadesiyle hak ve ışık yalnız Allah’tan gelir. Her devirde öyledir… O halde hukuk hayatının ve hukuk devletinin izafiyet üstü, rölativite üstü bir prensipler alanı vardır. Bunların kaynağı ilahîdir. Bunu Roma’ya götürün, Yunan’a götürün, Eski Mısır’a götürün, Hamburabi kanunlarına götürün, nereye götürürseniz götürün, arkasında peygamberler eliyle insanlığa ışık tutulan ilahi bir ışık vardır.”


Modern Felsefenin Çözümü: 

İlintili ve Koşullu Olan İnsan Düşüncesine Güvenmek

Atatürk’le birlikte gelen sekülerleşmeyi askıya alan, öze dönüş ya da yeniden yapılanma düşüncesine sığınarak, ortaçağın Tanrı odaklı altın çağ anlayışını yeniden canlandırmayı erekleyen anılan deyişler, görünüşte insanımızı bilgi ve değerler alanında bir adım öteye götürmeye çalışırken, paradoksal bir biçimde, bilgi ve değerleri altın çağ mitine gönderme yaparak Tanrı’ya bağlayarak saltıklaştırmakta, daha da önemlisi insanımızın bilgi ve değerler alanında, gözünü Tanrı’ya ve geçmişe odaklamaktadır. Oysa, Aydınlanmanın getirdiği, Kant’ın deyişiyle ‘insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu ergin olmayıştan kurtarılması, aklını kiraya vermekten uzaklaşması ve kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmadan kullanma becerisine sahip olmasıdır.’ Bir diğer deyişle, Aydınlanma’nın sloganı olan ‘aklını kendin kullanma cesareti göster’ sözü gereği bilgi ve değerler alanında özgür oluşudur. Bu özgür oluş, seküler temeli gereği ilintililiği ve koşulluluğu temel almakta ve insansal düzeyde sürekli gelişimi ve değişimi hedeflemektedir. Bu anlamda, belli bir çağın değerlerini ve bilgilerini altın çağ nitelemesiyle Tanrı odaklı bir çerçeveye oturtup, saltıklaştırmak, gelişimin önünü açmakdeğil, Aydınlanmayla birlikte gelen varoluşun devinimini belli birç ağın bilgi ve değerine mahkum etmektir.

Aslında Doğu bu tecrübeyi ortaçağlarda yaşamış ve bilgi ve değerler alanında geri kalmıştır. Öyle görünüyor ki, insanlığın, tarihsel gelişimden esinlenerek çıkarsadığı biricik değer, her şeyi seküler temelleri ışığında kavramaya çalışmak ve her kavrama ediminin gelecek karşısında, sınırlılığını, ilintililiğini ve koşulluluğunu vurgulamaktır. Bu bir anlamda ünlü filozof Ludwing Wittgenstein’ın deyişiyle ‘her şeyin belli bir bağlamda var olduğunu ve ilintililiğini kavramak’ demektir.

Paradoksal bir deyişle, ‘altın çağ olarak görülecek yada saltık olarak nitelendirilecek hiçbir şey yoktur, illa da bir şey saltıklaştırılacaksa, o şey, insanın kendi yetilerine güvenmesi ve kendi olanaklarıyla elde ettiği her şeyin ilintili ve koşullu olduğuna inanması ve hakikatin insana göründüğü biçimiyle sınırlı ve tarihsel olduğudur’. 

Modern Türkiye’nin gelişimi, Tanrı odaklı paradigmayı savunanların sandığı gibi çağcıl değerleri ve bilgileri tanrısal bir zeminde altın çağ mitine gönderme yaparak saltıklaştırmada değil, seküler bir temelde, insan düşüncesinin eksikliğinin farkında olarak, her bilgi ve değerin değişime açık olduğunun bilincine varmaktan geçmektedir. Bu, modern bilgi  ve bilim felsefesiyle, değerlerle ilgilenen ahlak, siyaset ve sanat felsefesinin bizlere öğrettiği en temel gerçektir. ‘Maddiyat için maneviyat için, hayatta başarı için en gerçek yol gösterici bilim ve tekniktir; bilim ve tekniğin dışında yol gösterici aramak, bilgisizliktir, aymazlıktır,sapkınlıktır’ derken, her koşulda ‘nesnellik öğesini ve devrimcilik ilkesini ’önder edinmeyi salık verirken ve ‘geriye hiçbir doğma (nass-ıkat’î) bırakmadığını’ dillendirirken M. K. Atatürk’ün işaretettiği hakikat de bu olsa gerektir.

1-2-3

1 Yorum

5 Ağustos 2014 01:40  

Çok kaliteli bir sayfadan, çok kaliteli bir paylaşım… Teşekkür ediyorum.

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP