Kierkegaard Felsefesi ve İnsan Olmanın Erdemi
|
Gökçen Göksal
Sören Kierkegaard'ın temsil ettiği varoluşçu felsefe, temelde yaradanı referans alarak hareket eder. Fakat Kierkegaard diğer varoluşçulardan koşar adım önde giderek, inancın, insan hayatındaki, öneminin altını çizer. Kierkegaard inancı insan olmanın bir özelliği olarak görür.
İnanmak ve özellikle yaradana inanmak, Kierkegaard için insan olmanın gerekliliğini tamamlayan bir unsurdur. İnsanın insan olarak yaşayabilmesi için mutlak bir inanma ihtiyacının olması gerektiğini belirten, Kierkegaard inanmanın insanın yaşamının bir parçası olduğunu savunur. Kiergaard'a göre göre insan olmak inanmakla eş değerdir, çünkü inanç bu bütünün bir parçasıdır. İnsanı bir bütün olarak gören ve bütün içersinde en önemli parçanın inanç olduğuna değinen Kiergaard, insanın yaşadığı hayatın onun öznel dünyasında geniş bir etki meydan getirdiğini düşünür.
İnsanın kendi özüne yabancılaşmasını da geniş bir spekturumda değerlendiren Kierkegaard, insanın yaptığı hareketlerin, davranışların, ve eylemlerin insanı yaradandan uzaklaştırması durumunda kişinin umutsuzluğa, karamsarlığa sürükleneceğini söyler.
Kierkegaard'a göre insanı yaradandan uzaklaştıran her türlü eylem onun bir uçuruma sürüklenmesine neden olur. Kierkegaard'ı daha özgün kılan yön ise aydınlanmaya ve onun düşünsel alt yapısı olan, rasyonaliteyi karşı oluşturduğu, sistematiktir.
Kierkegaard rasyonaliteyi ve inançla birlikte bütünleştirmek ve gri bir ton meydana getirmek yerine, düşünsel aklın bir ürünü olan rasyonaliteyi, ilahi bir düşünce karşısında muhatab dahi almamıştır. Kierkegaard, aklın belirlediği yasaların ve söylem tarzlarının inanç karşınıda hükmünün olmadığını savunur. Aklın getirdiği ve geliştirdiği yöntemlerin insanların yaşadıkları problematiğe çözüm olamayacağını söyleyen Kierkegaard, felsefinin gereklerini da soyut kavramlarla değil bizatihi hayatın içinde arar.
Hegel'in gri tonu ortaya çıkarma isteğinin ötesinde Kiergaard, inancın akla karşı üstünlüğünü kayıtsız olarak kabul etmiştir. Kierkegaard çoğunlukla Hegel'in felsefi anlayışına eleştirel yaklaşmıştır.
Kierkegaard kendisinden sonra gelen, birçok düşünüre de kaynak oluşturmuş, Alman filozof Heidegger için, etkileyeci olmuştur. Heidegger'in düşünsel yapısı ve görüşleri, Kierkegaard'dan daha fazla yankı bulsa da Kiergaard bu düşünür için bir öncelik teşkil etmiştir. Heidegger çok daha fazla yazdığı ve konuları daha geniş bir scala da değerlendirdiği için, duruşu Kierkegaard kadar net değildir, bu netlik düşünsel anlamda verdiği yazılı eserlerin çokluğundan dolayı ortaya çıkan bir bulanıklık olarakta değerlendirilebilir. Heidegger batı felsefesini metafizik olmakla suçlayarak, tamamen yanlış olduğunu savunur. Heidegger'in oluşturduğu felsefi anlayış, Kierkegard'dan ayrılsada Kierkegaard Heidegger'in için bir basamaktır.
Heidegger'i Kierkegaard'dan ayrı tutarak, Kierkegaard'ın duruşunu daha fazla önemsemeliyiz. Çoğu yerde Heidegger de varoluşçu olarak yazılsa da bu varoluşçu anlayış Kierkegaar'dan anlayışıyla taban tabana zıttır.
Kierkegaard'ın Heidegger kadar etkili olmasının nedeni tavizsiz tutumu ve her şeyi akıl ile anlamaya çalışanlara karşı verdiği uzlaşmaz mücadeledir.
Kierkegard'la birlikte alman düşünür, Karl Jasper'ı da bu anlamda ele alabiliriz. Jasper Kierkegaard'dan oldukça fazla etkilenmiştir. Jasper'da her şeyin bilim ve akıl yoluyla anlaşılamayacağını savunarak, felsefenin bilimle yollarını ayırması gerektiğine vurgu yapmıştır. Kierkegaard gibi birey olmanın erdemine atıfta bulunan Jasper, insan olmanın faziletine ancak yaradana yakınlaşarak ulaşılabileceğini belirtmiştir.
Felsefenin kişisel olduğunu savunan ve felsefenin bilimle uzlaşamayacağını söyleyen Jasper bu anlamda Kierkegaard'ın düşünsel geleneğine sahip çıkarak, bireyin özgürleşmesi yolunda atacağı en iyi adımın yaradana yaklaşmak olduğunu söyler. Bu adımların insanı ahlaki olarak da bir doygunluğa eriştireceğini belirten Jasper, yaradana yakınlaşan her insanın ahlaki olarak da gelişeceğini söyler. Fransız düşünür Gabriel Marcel'de bu anlamda bahsedilmesi gereken düşünürlerden biridir. Marcel'de insanın yaradanla kuracağı ilişki sayesinde özgürleşebileceğini ve birey olabileceğine savunmuş ve Sarter'ı eleştirmiştir.
İnsanın birey olarak kendisini daha iyi ifade edeceğini savunan bu ekol toplumsal organizasyonlardan çok bireyin kendi içinde, kendisiyle barışık bir yalnızlığın önemine vurgu yapar.
Bireyselliğin altını çizen Kierkegaard ve takipçileri genel olanın kişiyi tarif edemeyeceğini betimleyemeyeceğini söyler.Bu açıdan felsefenin genel olanı değil özel olanı ele alması gerektiğini söyleyen bu düşünürler bilimin her şeyi kesin ve net olarak ifade etmesine karşı çıkmışlardır. Bu açıdan Descartes'le karşı karşıya gelen Kierkegaard, bilimsel aklın felsefeyle ayrışması gerektiğini ifade etmiştir.
Kierkegaard, Dünya'daki varlık sebebinin ve varoluş temasının yaradanla kurulacak bir ilişki sayesinde ortaya konabileceği üzerinde durmuştur. Her bireyin bunu kendi öznel dünyasında yapması gerektiğini kişinin ancak bu şekilde insan olmanın erdemine ulaşabileceğini savunan Kierkegaard ve takipçileri, insan olmanın merkezine inancın aydınlığını koymuşlardır, aklın değil??
Bizde sıkça okutulan, örnek gösterilen ve modernlik olarak sunulan anlayışın, karşısında olan batılı düşünürler bugün kendi coğrafyalarında dahi ilgi görmüyorlar. Bize sunulan değerler içinde adı geçmeyen bu yazarlar, aslında bugünkü batı dünyasının tamamen karşısında olan isimlerdir.
Çünkü inanç odaklı bir görüşleri vardır. Kierkegaard ve diğer Batılı düşünürlerin çürütmeye çalıştığı bugünkü baskın yaşam biçimleri ise maalesef bizlere en üstün değer olarak takdim ediliyor.
Sören Kierkegaard'ın temsil ettiği varoluşçu felsefe, temelde yaradanı referans alarak hareket eder. Fakat Kierkegaard diğer varoluşçulardan koşar adım önde giderek, inancın, insan hayatındaki, öneminin altını çizer. Kierkegaard inancı insan olmanın bir özelliği olarak görür.
İnanmak ve özellikle yaradana inanmak, Kierkegaard için insan olmanın gerekliliğini tamamlayan bir unsurdur. İnsanın insan olarak yaşayabilmesi için mutlak bir inanma ihtiyacının olması gerektiğini belirten, Kierkegaard inanmanın insanın yaşamının bir parçası olduğunu savunur. Kiergaard'a göre göre insan olmak inanmakla eş değerdir, çünkü inanç bu bütünün bir parçasıdır. İnsanı bir bütün olarak gören ve bütün içersinde en önemli parçanın inanç olduğuna değinen Kiergaard, insanın yaşadığı hayatın onun öznel dünyasında geniş bir etki meydan getirdiğini düşünür.
İnsanın kendi özüne yabancılaşmasını da geniş bir spekturumda değerlendiren Kierkegaard, insanın yaptığı hareketlerin, davranışların, ve eylemlerin insanı yaradandan uzaklaştırması durumunda kişinin umutsuzluğa, karamsarlığa sürükleneceğini söyler.
Kierkegaard'a göre insanı yaradandan uzaklaştıran her türlü eylem onun bir uçuruma sürüklenmesine neden olur. Kierkegaard'ı daha özgün kılan yön ise aydınlanmaya ve onun düşünsel alt yapısı olan, rasyonaliteyi karşı oluşturduğu, sistematiktir.
Kierkegaard rasyonaliteyi ve inançla birlikte bütünleştirmek ve gri bir ton meydana getirmek yerine, düşünsel aklın bir ürünü olan rasyonaliteyi, ilahi bir düşünce karşısında muhatab dahi almamıştır. Kierkegaard, aklın belirlediği yasaların ve söylem tarzlarının inanç karşınıda hükmünün olmadığını savunur. Aklın getirdiği ve geliştirdiği yöntemlerin insanların yaşadıkları problematiğe çözüm olamayacağını söyleyen Kierkegaard, felsefinin gereklerini da soyut kavramlarla değil bizatihi hayatın içinde arar.
Hegel'in gri tonu ortaya çıkarma isteğinin ötesinde Kiergaard, inancın akla karşı üstünlüğünü kayıtsız olarak kabul etmiştir. Kierkegaard çoğunlukla Hegel'in felsefi anlayışına eleştirel yaklaşmıştır.
Kierkegaard kendisinden sonra gelen, birçok düşünüre de kaynak oluşturmuş, Alman filozof Heidegger için, etkileyeci olmuştur. Heidegger'in düşünsel yapısı ve görüşleri, Kierkegaard'dan daha fazla yankı bulsa da Kiergaard bu düşünür için bir öncelik teşkil etmiştir. Heidegger çok daha fazla yazdığı ve konuları daha geniş bir scala da değerlendirdiği için, duruşu Kierkegaard kadar net değildir, bu netlik düşünsel anlamda verdiği yazılı eserlerin çokluğundan dolayı ortaya çıkan bir bulanıklık olarakta değerlendirilebilir. Heidegger batı felsefesini metafizik olmakla suçlayarak, tamamen yanlış olduğunu savunur. Heidegger'in oluşturduğu felsefi anlayış, Kierkegard'dan ayrılsada Kierkegaard Heidegger'in için bir basamaktır.
Heidegger'i Kierkegaard'dan ayrı tutarak, Kierkegaard'ın duruşunu daha fazla önemsemeliyiz. Çoğu yerde Heidegger de varoluşçu olarak yazılsa da bu varoluşçu anlayış Kierkegaar'dan anlayışıyla taban tabana zıttır.
Kierkegaard'ın Heidegger kadar etkili olmasının nedeni tavizsiz tutumu ve her şeyi akıl ile anlamaya çalışanlara karşı verdiği uzlaşmaz mücadeledir.
Kierkegard'la birlikte alman düşünür, Karl Jasper'ı da bu anlamda ele alabiliriz. Jasper Kierkegaard'dan oldukça fazla etkilenmiştir. Jasper'da her şeyin bilim ve akıl yoluyla anlaşılamayacağını savunarak, felsefenin bilimle yollarını ayırması gerektiğine vurgu yapmıştır. Kierkegaard gibi birey olmanın erdemine atıfta bulunan Jasper, insan olmanın faziletine ancak yaradana yakınlaşarak ulaşılabileceğini belirtmiştir.
Felsefenin kişisel olduğunu savunan ve felsefenin bilimle uzlaşamayacağını söyleyen Jasper bu anlamda Kierkegaard'ın düşünsel geleneğine sahip çıkarak, bireyin özgürleşmesi yolunda atacağı en iyi adımın yaradana yaklaşmak olduğunu söyler. Bu adımların insanı ahlaki olarak da bir doygunluğa eriştireceğini belirten Jasper, yaradana yakınlaşan her insanın ahlaki olarak da gelişeceğini söyler. Fransız düşünür Gabriel Marcel'de bu anlamda bahsedilmesi gereken düşünürlerden biridir. Marcel'de insanın yaradanla kuracağı ilişki sayesinde özgürleşebileceğini ve birey olabileceğine savunmuş ve Sarter'ı eleştirmiştir.
İnsanın birey olarak kendisini daha iyi ifade edeceğini savunan bu ekol toplumsal organizasyonlardan çok bireyin kendi içinde, kendisiyle barışık bir yalnızlığın önemine vurgu yapar.
Bireyselliğin altını çizen Kierkegaard ve takipçileri genel olanın kişiyi tarif edemeyeceğini betimleyemeyeceğini söyler.Bu açıdan felsefenin genel olanı değil özel olanı ele alması gerektiğini söyleyen bu düşünürler bilimin her şeyi kesin ve net olarak ifade etmesine karşı çıkmışlardır. Bu açıdan Descartes'le karşı karşıya gelen Kierkegaard, bilimsel aklın felsefeyle ayrışması gerektiğini ifade etmiştir.
Kierkegaard, Dünya'daki varlık sebebinin ve varoluş temasının yaradanla kurulacak bir ilişki sayesinde ortaya konabileceği üzerinde durmuştur. Her bireyin bunu kendi öznel dünyasında yapması gerektiğini kişinin ancak bu şekilde insan olmanın erdemine ulaşabileceğini savunan Kierkegaard ve takipçileri, insan olmanın merkezine inancın aydınlığını koymuşlardır, aklın değil??
Bizde sıkça okutulan, örnek gösterilen ve modernlik olarak sunulan anlayışın, karşısında olan batılı düşünürler bugün kendi coğrafyalarında dahi ilgi görmüyorlar. Bize sunulan değerler içinde adı geçmeyen bu yazarlar, aslında bugünkü batı dünyasının tamamen karşısında olan isimlerdir.
Çünkü inanç odaklı bir görüşleri vardır. Kierkegaard ve diğer Batılı düşünürlerin çürütmeye çalıştığı bugünkü baskın yaşam biçimleri ise maalesef bizlere en üstün değer olarak takdim ediliyor.
1 Yorum
çok güzel ve duru bir yazı olmuş. İnancın maddesel bir noktaya konumlandırılıp ulaşılmasının mümkünlüğünün inancın doğasına bir çelişki olduğunu düşünüyorum. İnsan aklı zamanın anahtarıdır, inancı ise zamansız bir kapıdır. Zamana yenik düşen ve ulaşılabilen hiç bir şey inanç olmamalıdır, inanç işaret edilir ve yön göstericidir. Bu açıdan naturalistler yada evrimci insanların inanç olarak adlandırdığı bu çelişkinin bir gün bilimle son bulduğu zamana geldiğimiz de yaşayacakları bunalımı şimdiden tartışarak sonuçlanrımaya uğraşmamız bizi kavgaya sürüklüyor. Tanrının doğa(tanrı tanımazlıkla aynı şeydir bence) ve sonsuz kudret olduğunu düşünen iki kutuplu bir mecra da insanlar, her ikisi de dahil olmak üzere, kendilerini kavganın kirletici lekesinden kurtaramayacaklardır. Daha evriminin tamamlanamayacağı bir varlığın aklının ürünlerini bu kadar putlaştırması da ayrı bir komik