Albert Einstein ve enteresan hayatı
|
Einstein, Almanya'nın Baden Wurttenberg şehrinde doğar... (1879) Babası kendi halinde tıkırdayıp duran ama bir türlü parayı bulamayan bir mühendis, annesi ise kemanı bırakıp, pianoya oturan, yaylısından vurmalısına sazların alayını çalan, lakin şöhreti yakalayamayan bir müzik hastasıdır. Albert evde muhatap bulamadığından olacak ancak 4 yaşında konuşmaya başlar. Okulu tırnağı kadar sevemez, dersleri hepten boşlar. Çekilir köşesine, bol bol hayal kurar. Tabiri caizse fazla uçar, ışık demetlerine filan binmeye kalkar...
Albert iletişim özürlüdür ama kendine çok soru sorar. Günlerce çiçek böcek peşinde koşar, işine yarasın yaramasın bilgiye dönük bir şeyler arar. Hatta bir keresinde Milano'dan girer, Cenova'dan çıkar, 160 km. yolu ne zaman kat ettiğini anlayamaz. Sonra eline geçen aletlerin mutlaka içini açar, pusulaları dağıtır, saatleri bozar. Bir ara Öklit geometrisinin büyüsüne kapılır, çizer çözer, çizer, çözer gün boyu masadan kalkamaz.
Aslında araştırıcı yetiştiren Zürih Politeknik Okulu tam ona göredir ama diploması yetmediği için imtihana alınmaz. Delikanlı bu okula girmeyi kafasına koyar ve Aarau'daki Cimnazyum'da okumaya başlar. Eh bu arada çamdan çime çok şey görme fırsatı bulduğu için İsviçre'ye hoşça bakar.
Anlaşılmaz teoremler...
Albert'e göre bir insanın bilgiye ulaşmak için yüksek okula gitmesi gereksizdir, meraklısı bunları kitaplardan da öğrenebilir. Yüksek okul dediğin kitaplardan öğrenilemeyecek şeylere kapı aralamalı, açıkçası zekayı sivriltmeli, zihni bileylemelidir.
Neyse uğraşır didinir neticede Politeknik Okul'una kapağı atar, lakin hocaları onu anlayamazlar. Einstein mezun olunca, çorba derdine düşer. Önce yedek öğretmen olarak çalışır, sonra patent dairesinde işe başlar. Bu arada Mileva Mariç adlı bir fizikçiyle evlenir, iki oğlu olur. Einstein devinbilim ve ısıldinamik üzerine çok kafa yorar, ancak fen yobazları "e eşittir em ce kare" formulüne önce karşı çıkar, sonra methiye düzmek için yarışırlar.
Einstein'in 1916'da yayımladığı "Görelilik Kuramı" ilim dünyasında bomba gibi patlar, 1921'de "Fotoelektrik etki ve Kuramsal fizik" üzerine yaptığı çalışmalarla Nobel Fizik Ödülünü alır. Yeri gelmişken söyliyelim "görelilik" denilen şey zaman ve madde adacıklarının bulunduğu noktalarda uzayın eğriselleşmesi (anlayamadım ki anlatabilsem) kaidesidir.
Ahmet ağa ABD yolunda
Einstein dünya çapında bir üne de kavuşsa bir Yahudidir ve Nazi Almanya'sında yapamaz. Baskılar artınca pılısını pırtısını toplar Belçika'ya kaçar. Malum, Yahudiler ne zaman sıkışsalar Osmanlı mülküne sığınırlar. Einstein de İstanbul'a gelmeyi düşünür, hatta Dışişleri çalışanları "Ahmet Tektaş" adına bir pasaport çıkarıp eline sıkıştırırlar. Ancak o bilimsel altyapısı olan ABD'yi tercih eder, kendince doğrusunu yapar. Haklarını yemeyelim Amerikalılar ne isterse verir ve ondan çok şey umarlar.
Einstein, diğer bilim adamlarının aksine fizik üstü konulara çok meraklıdır. Mesela "Zihinsel Radyo" ve "altıncı his" olaylarına çok takar. Hatta, insanların telepatik yollarla iletişim kurabileceklerine inanır. Zaman ve mekan üzerine enteresan şeyler söyler, mesela ışık hızıyla ilerliyebilen bir uzay gemisinde seyahat edenlerin, çocuklarından genç kalacağını iddia eder.
Einstein sanıldığının aksine kararsızdır, sık sık kuramlarından cayar. Çok şey söyler ama pek azını ispatlar. Bir kısmının da yanlış olduğu ortaya çıkar. Elbette boş atıp, dolu tutturmak gibi bir maksadı yoktur ama ıskalamaktan yorulmaz. Mesela gravitasyon, elektrik, manyetik ve nükleer gücü tek formül altında toplayabileceğini sanır ama başaramaz. Einstein'in matematikle arası yoktur, belki de bu yüzden derdini anlatamaz.
Fizik üstü az felsefe
İşin doğrusu Einstein fizik üzerine felsefe yapar ve diğer filozoflar gibi sıkça bocalar. Her ne kadar kuvantum mevzuunda Heisenberg'in kafasını karıştırsa da laf gevelemekten hoşlanmaz, koskoca doktora tezi bile birkaç sayfayı aşmaz. Eğer "daha güvenli bir buzdolabı motoru"nu da saymazsanız hayatı kolaylaştıran hiçbir pratik çalışma içinde bulunmaz. Sürekli girift konularla uğraştığı için basit hadiseleri kavrayamaz. Einstein'in laboratuvarında ayaklarına dolanan bir kedisi ile yerinde duramayan bir köpeği vardır. Hayvanlar elbette çok sıkılır ve ikide bir eşiği tırmalarlar. Einstein kalkıp onlara kapıyı açar ama masasına dönünce konuyu toparlayamaz. Bu yüzden kapının altında köpeği için irice, kedisi için minikçe bir delik açtırmayı planlar. Çağırdığı marangoz çırağı "büyüğünü açalım yeter" der, "buradan ikisi de işler." Einstein böylesine pratik bir çare bulduğu için ufaklığı kucaklar. "Biliyor musun, sen bir dahisin" diye fısıldar.
Amerikan solcusu Mr. Albert Einstein
Einstein bir mesele üzerinde saatlerce düşünür, sonra birden hareketlenir ve neticeyi açıklar. Tez canlıdır, bazen tutturur, bazen ıskalar. Birilerinin hoşlanmasına ya da kızmasına aldırmaz, sadece işine bakar, ya da bakar gibi yapar.
Einstein çorapsız dolanır, ayda bir yıkanır ve (belki şaşacaksınız ama) sabun yemekten çok hoşlanır. (İşin acı yanı o yıllarda Gestapolar Yahudileri fırınlayıp sabun yapmaktadırlar). Dahimiz pistir, pasaklıdır, saçlarını bile taramaz, lakin (manyetik alan üzerinde çok çalıştığından olacak) kadınlar üzerindeki çekim etkisi tartışılmaz.
Meslektaşı Mileva'yla (hamile kaldığı için) zoraki bir evlilik yapar, ancak güzel kuzeni Elsa'yla arayı düzünce onu tanımaz. Bu arada sekreteri Betty, Avusturyalı sarışın Margarette ve milyoner Estella ile adı çıkar.
Belki de bu şekilde kendini saklar. Zira Amerika'da yaşamasına rağmen sosyal demokratlığa oynar. Aslında ne sosyal, ne de demokrattır. Bir kere asosyal'dır ve demokrasiyi sosyalizm ve siyonizm için kullanır. Üstelik sempatizan değil, militandır. Militan dediysek elbette gece afişe çıkıp semtinin sokaklarını sloganlarla boyamaz ama aranan komünistlere (mesela Hilaire Noulans ve adamlarına) yardım ve yataklıktan kaçınmaz. FBI, onun hakkında 1.500 sayfalık bir rapor hazırlar ama başkan bile şöhretinden (belki de Ruslara kaptırmaktan) korkar. O da bundan aldığı cesaretle antimilitarist beyanlarda bulunur, savaşanlara savaş açar. Einstein, "devlet halkını korumalı, halk devleti değil. ABD, bizi askerlik yapmaya zorlayarak bu ilkeyi ihlal ediyor. Güvenlik silahlanarak değil, savunma harcamalarını kısarak sağlanır. Sıradan bir caninin bu savaşa katılan askerlerden ne farkı var?" der.
Nagazaki'nin vebali...
Einstein her ne kadar silahlanmaya karşı gibi görünse de bilim adamına yakışmayan bir iş yapar, Roosevelt'in kulağına cevher-ül ferd (atom) bombasının sırrını fısıldar. Gelin bakın şu işe ki bomba onun beklediği gibi Almanların değil, Japonların başında patlar. Lakin pişkinliğe vurur, Hiroşima ve Nagazaki'nin vebalini üstüne almaz.
Einstein bir ara atomdaki elektronları sıçratarak tek frekanslı bir ışık demeti elde etmeye uğraşır ve bunu (ölüm ışınını) nispeten başarır. Bu çok tehlikeli bir silahtır ama aklı başında araştırıcılar ışını (laser) terbiye eder, kah metal kesmekte, kah ameliyatlarda kullanırlar.
Einstein'ı öldükten sonra otopsiye alırlar. Dr. Thomas Harvey, onun dehasıyla ilgili ipuçları bulabilmek için beynini çıkarır, sanılanın aksine Einstein'ın beyni, normal insandan % 12 oranında hafif çıkar. Ancak düşünce sinirlerini besleyen "gliyal hücre" sayısında bir fazlalık göze çarpar. Hayranları söz konusu beyni Wichita'da yaşlı bir doktorun evinde saklarlar.
Ben kimim burası neresi?
Ünlü araştırmacı bazen yemek yemeyi unutur bazen de yemeğe oturur, saatlerce tabaklara bakar. Bir keresinde telefon kulübesinden evini arar ve titreyen bir sesle "kayboldum, gelin beni alın" diye ağlar. Halbuki söz konusu kulübe ile evi arasında 50 metre mesafe vardır, o kadar...
Albert iletişim özürlüdür ama kendine çok soru sorar. Günlerce çiçek böcek peşinde koşar, işine yarasın yaramasın bilgiye dönük bir şeyler arar. Hatta bir keresinde Milano'dan girer, Cenova'dan çıkar, 160 km. yolu ne zaman kat ettiğini anlayamaz. Sonra eline geçen aletlerin mutlaka içini açar, pusulaları dağıtır, saatleri bozar. Bir ara Öklit geometrisinin büyüsüne kapılır, çizer çözer, çizer, çözer gün boyu masadan kalkamaz.
Aslında araştırıcı yetiştiren Zürih Politeknik Okulu tam ona göredir ama diploması yetmediği için imtihana alınmaz. Delikanlı bu okula girmeyi kafasına koyar ve Aarau'daki Cimnazyum'da okumaya başlar. Eh bu arada çamdan çime çok şey görme fırsatı bulduğu için İsviçre'ye hoşça bakar.
Anlaşılmaz teoremler...
Albert'e göre bir insanın bilgiye ulaşmak için yüksek okula gitmesi gereksizdir, meraklısı bunları kitaplardan da öğrenebilir. Yüksek okul dediğin kitaplardan öğrenilemeyecek şeylere kapı aralamalı, açıkçası zekayı sivriltmeli, zihni bileylemelidir.
Neyse uğraşır didinir neticede Politeknik Okul'una kapağı atar, lakin hocaları onu anlayamazlar. Einstein mezun olunca, çorba derdine düşer. Önce yedek öğretmen olarak çalışır, sonra patent dairesinde işe başlar. Bu arada Mileva Mariç adlı bir fizikçiyle evlenir, iki oğlu olur. Einstein devinbilim ve ısıldinamik üzerine çok kafa yorar, ancak fen yobazları "e eşittir em ce kare" formulüne önce karşı çıkar, sonra methiye düzmek için yarışırlar.
Einstein'in 1916'da yayımladığı "Görelilik Kuramı" ilim dünyasında bomba gibi patlar, 1921'de "Fotoelektrik etki ve Kuramsal fizik" üzerine yaptığı çalışmalarla Nobel Fizik Ödülünü alır. Yeri gelmişken söyliyelim "görelilik" denilen şey zaman ve madde adacıklarının bulunduğu noktalarda uzayın eğriselleşmesi (anlayamadım ki anlatabilsem) kaidesidir.
Ahmet ağa ABD yolunda
Einstein dünya çapında bir üne de kavuşsa bir Yahudidir ve Nazi Almanya'sında yapamaz. Baskılar artınca pılısını pırtısını toplar Belçika'ya kaçar. Malum, Yahudiler ne zaman sıkışsalar Osmanlı mülküne sığınırlar. Einstein de İstanbul'a gelmeyi düşünür, hatta Dışişleri çalışanları "Ahmet Tektaş" adına bir pasaport çıkarıp eline sıkıştırırlar. Ancak o bilimsel altyapısı olan ABD'yi tercih eder, kendince doğrusunu yapar. Haklarını yemeyelim Amerikalılar ne isterse verir ve ondan çok şey umarlar.
Einstein, diğer bilim adamlarının aksine fizik üstü konulara çok meraklıdır. Mesela "Zihinsel Radyo" ve "altıncı his" olaylarına çok takar. Hatta, insanların telepatik yollarla iletişim kurabileceklerine inanır. Zaman ve mekan üzerine enteresan şeyler söyler, mesela ışık hızıyla ilerliyebilen bir uzay gemisinde seyahat edenlerin, çocuklarından genç kalacağını iddia eder.
Einstein sanıldığının aksine kararsızdır, sık sık kuramlarından cayar. Çok şey söyler ama pek azını ispatlar. Bir kısmının da yanlış olduğu ortaya çıkar. Elbette boş atıp, dolu tutturmak gibi bir maksadı yoktur ama ıskalamaktan yorulmaz. Mesela gravitasyon, elektrik, manyetik ve nükleer gücü tek formül altında toplayabileceğini sanır ama başaramaz. Einstein'in matematikle arası yoktur, belki de bu yüzden derdini anlatamaz.
Fizik üstü az felsefe
İşin doğrusu Einstein fizik üzerine felsefe yapar ve diğer filozoflar gibi sıkça bocalar. Her ne kadar kuvantum mevzuunda Heisenberg'in kafasını karıştırsa da laf gevelemekten hoşlanmaz, koskoca doktora tezi bile birkaç sayfayı aşmaz. Eğer "daha güvenli bir buzdolabı motoru"nu da saymazsanız hayatı kolaylaştıran hiçbir pratik çalışma içinde bulunmaz. Sürekli girift konularla uğraştığı için basit hadiseleri kavrayamaz. Einstein'in laboratuvarında ayaklarına dolanan bir kedisi ile yerinde duramayan bir köpeği vardır. Hayvanlar elbette çok sıkılır ve ikide bir eşiği tırmalarlar. Einstein kalkıp onlara kapıyı açar ama masasına dönünce konuyu toparlayamaz. Bu yüzden kapının altında köpeği için irice, kedisi için minikçe bir delik açtırmayı planlar. Çağırdığı marangoz çırağı "büyüğünü açalım yeter" der, "buradan ikisi de işler." Einstein böylesine pratik bir çare bulduğu için ufaklığı kucaklar. "Biliyor musun, sen bir dahisin" diye fısıldar.
Amerikan solcusu Mr. Albert Einstein
Einstein bir mesele üzerinde saatlerce düşünür, sonra birden hareketlenir ve neticeyi açıklar. Tez canlıdır, bazen tutturur, bazen ıskalar. Birilerinin hoşlanmasına ya da kızmasına aldırmaz, sadece işine bakar, ya da bakar gibi yapar.
Einstein çorapsız dolanır, ayda bir yıkanır ve (belki şaşacaksınız ama) sabun yemekten çok hoşlanır. (İşin acı yanı o yıllarda Gestapolar Yahudileri fırınlayıp sabun yapmaktadırlar). Dahimiz pistir, pasaklıdır, saçlarını bile taramaz, lakin (manyetik alan üzerinde çok çalıştığından olacak) kadınlar üzerindeki çekim etkisi tartışılmaz.
Meslektaşı Mileva'yla (hamile kaldığı için) zoraki bir evlilik yapar, ancak güzel kuzeni Elsa'yla arayı düzünce onu tanımaz. Bu arada sekreteri Betty, Avusturyalı sarışın Margarette ve milyoner Estella ile adı çıkar.
Belki de bu şekilde kendini saklar. Zira Amerika'da yaşamasına rağmen sosyal demokratlığa oynar. Aslında ne sosyal, ne de demokrattır. Bir kere asosyal'dır ve demokrasiyi sosyalizm ve siyonizm için kullanır. Üstelik sempatizan değil, militandır. Militan dediysek elbette gece afişe çıkıp semtinin sokaklarını sloganlarla boyamaz ama aranan komünistlere (mesela Hilaire Noulans ve adamlarına) yardım ve yataklıktan kaçınmaz. FBI, onun hakkında 1.500 sayfalık bir rapor hazırlar ama başkan bile şöhretinden (belki de Ruslara kaptırmaktan) korkar. O da bundan aldığı cesaretle antimilitarist beyanlarda bulunur, savaşanlara savaş açar. Einstein, "devlet halkını korumalı, halk devleti değil. ABD, bizi askerlik yapmaya zorlayarak bu ilkeyi ihlal ediyor. Güvenlik silahlanarak değil, savunma harcamalarını kısarak sağlanır. Sıradan bir caninin bu savaşa katılan askerlerden ne farkı var?" der.
Nagazaki'nin vebali...
Einstein her ne kadar silahlanmaya karşı gibi görünse de bilim adamına yakışmayan bir iş yapar, Roosevelt'in kulağına cevher-ül ferd (atom) bombasının sırrını fısıldar. Gelin bakın şu işe ki bomba onun beklediği gibi Almanların değil, Japonların başında patlar. Lakin pişkinliğe vurur, Hiroşima ve Nagazaki'nin vebalini üstüne almaz.
Einstein bir ara atomdaki elektronları sıçratarak tek frekanslı bir ışık demeti elde etmeye uğraşır ve bunu (ölüm ışınını) nispeten başarır. Bu çok tehlikeli bir silahtır ama aklı başında araştırıcılar ışını (laser) terbiye eder, kah metal kesmekte, kah ameliyatlarda kullanırlar.
Einstein'ı öldükten sonra otopsiye alırlar. Dr. Thomas Harvey, onun dehasıyla ilgili ipuçları bulabilmek için beynini çıkarır, sanılanın aksine Einstein'ın beyni, normal insandan % 12 oranında hafif çıkar. Ancak düşünce sinirlerini besleyen "gliyal hücre" sayısında bir fazlalık göze çarpar. Hayranları söz konusu beyni Wichita'da yaşlı bir doktorun evinde saklarlar.
Ben kimim burası neresi?
Ünlü araştırmacı bazen yemek yemeyi unutur bazen de yemeğe oturur, saatlerce tabaklara bakar. Bir keresinde telefon kulübesinden evini arar ve titreyen bir sesle "kayboldum, gelin beni alın" diye ağlar. Halbuki söz konusu kulübe ile evi arasında 50 metre mesafe vardır, o kadar...