Terör, Din, ve Yeni Politika - 3
|
JD: Kısa denemem "İnanç ve Bilgi"de İslam'ın diğer dinlerle ilişkisinde İslam sorusunu ele aldım. İslama karşıt bir şey olarak Musevi-Hıristiyan çiftine sahibiz, fakat diğer taraftan Hıristiyanlığa karşıt bir şey olarak Musevi-İslami çiftine de sahibiz. Tanrı'nın ölümü Hıristiyandır; hem Yahudiler hem de Müslümanlar hiçbir zaman Tanrı'nın öldüğünü söylemezler. Üç İbrahimi gelenek arasında böyle bir karşı karşıya gelme söz konusudur. Eğer günümüzde olup-biten şeyleri anlamayı cidden istiyorsak köklere geri dönmeli ve Orta Çağ'dan beri ne olup-bittiğini sormalıyız. Arabik dünya Batılı araştırma, bilim ve kültürle bütünleşmesine rağmen, neden Avrupanın yaptığı gibi sosyal ve tarihsel olarak gelişememiştir? Bu soruya hiçbir cevabım yok. Fakat eğer bu döneme, bu soruya geri dönemezsek, bugünkü durumu anlamlandıramayız.
RK: Bu ifade Budizmi ve Hinduizmi de kapsıyor mu? Bu dinler böyle bir probleme sahip görünmüyor.
JD: Hayır. Net şekilde söylemek gerekirse, onları içerdiğini söyleyebileceğimden emin değilim. Bu dinin mondialatinisation'u konusunda "İnanç ve Bilgi"de vurguladığım bir husustur.
RK: Kökleri itibarı ile İslam burada Avrupa'da bizimle bir şekilde daha fazla bağlantılı olduğu için bu olabilir. Bizden (Batı'dan ve Avrupa'dan) uzaklaşması daha geç bir zamanda gerçekleşti. İslam güçlerinin Almanlar ve Polonyalılar/Lehler tarafından mağlup edildiği Viyana savaşı 1682'deydi. İslam'ın Avrupanın kalbinde olduğu tarihten bu yana uzun zaman geçmiş değil. Balkanlar, İspanya, Yunanistan. İslam bizim bir parçamızdı ve biz de onun bir parçasıydık.
JD: İslam hiç kuşkusuz büyük uygarlık, büyük bir kültür. Yine de onlar güç, teknobilim, kapitalizm diye tanımladığımız şeylerle eklemlenemediler.
RK: Bu İslam sorununu [Samuel] Huntington'ın kötü İslam İmparatorluğuna karşı iyi Batı imparatorluğu tezinden uzak durarak nasıl ele alabiliriz?
JD: İslam'da ve Müslümanlar, teologlar arasında dile getirilmiş bir İslam'ı daha şiddet yanlısı formundan ayırma arzusu vardır. Bu arzunun şiddetten bütünüyle uzak bir İslamı geri getirme arzusu olduğunu biliyorum. Fakat İslam içindeki bu farklılıklar bir politika kurumu geliştirilmeksizin, toplumun yapıları dönüştürülmeksizin etkili şekilde geliştirilemez. "İslam'ın bin Laden olmadığını" söyleyecek ilginç bir Müslüman bilgin ya da teolog bulacağız elbette her zaman. Fakat bu insanlar güce/iktidara sahip olan kesinlikle bu demokratik olmayan rejim olduğu için güçsüz kalıyorlar. Bu günümüzde tuhaf bir durumdur. Bu durumda, Avrupayı düşünüyorum — eski Avrupa sorununu, Avrupa ruhunu, Husserl'in Avrupasını, Heidegger'in Avrupasını değil, hatta Avrupa Topluluğunun ya da Tony Blair'in Avrupasını da değil — fakat belki de bugün Avrupa'da bir şey, her iki tarafa da (Birleşik Devletler ile İslam) belirli bir mesafe alabilme ihtimali var; NATO [Kuzey Atlantik Anlaşması Organizasyonunda bir müttefik olsa bile, Avrupa'da bu teokratik mücadelelerden, teokratik düellodan uzak durabilecek, uzak durması gereken bir şey var. Bu şemanın bir imajını vermek için, bildiğiniz üzere bana musallat olan ölüm cezası sorununa döneceğim. Onların bin Laden'i yakaladıklarını, yargıladıklarını düşünün, eğer Birleşik Devletlerce yakalanırsa, onu yabancı bir asker ya da düşman olarak yakalayabilirler. Böylece onu kendi adil yasalarına göre yargılayabilir ve muhtemelen ölüm cezasına mahkûm edebilirler. Ya da o Birleşik Devletler'in yeni hukukuna göre bir Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne nakledilebilir mi? Eğer bu gerçekleşirse, ölüme mahkûm edilemez, çünkü Yeni Uluslararası Ceza Mahkemesi insanlığa karşı işlenmiş suçları, savaş suçlarını yargılayabilir, fakat ölüm cezası veremez yada ölüm kararını onaylayamaz. Bu durum, diyelim, Avrupa'nın ruhu ile Birleşik Devletler'in ruhu arasındaki farklılığı gösteriyor. Avrupa Topluluğu'nun ölüm cezasını kaldırması bir farklılık yaratıyor. Gerçek bir farklılık ve bir ilke farklılığı.
RK: Eğer, diyelim, İngiliz güçleri bin Laden'i yakalarsa, onu Birleşik Devletler'e teslim etmez.
JD: Hayır, edemezler ve etmemelidirler. Ne de Fransızlar — asla bir insanı ölüm cezasının benimsendiği bir ülkeye teslim etmez. Bin Laden ister bir "asker" olarak, bir "düşman" olarak öldürülecek olsun ister bir "terörist" olarak yargılanacak olsun; Bütün bu kavramlar günümüzde güvenilmezdir. Sorunuzun bir egemen, tekil ulusun yeniden tesisi hakkındaki son parçasına dönmek gerekirse, bu ülkenin birliğinin yeniden sağlanması benim için şok edici bir şey. Bu ülkenin asimilasyondan söz eden Afrikalı Amerikalıları artık tamamen Amerikanlar, en azından Şimdilik. Bin Laden'e karşı oldukları ölçüde Amerikanlar. Belki de bir gün insanlar 11 Eylül'ü Birleşik Devletler'in yeniden kurulması olarak görecekler; işte tam da bir devlet, bir birey tarafından (tek başına bin Laden tarafından ) değil, teşhis edilememiş bir düşman tarafından vurulduğu için. Bu atak bir yeni ulus kurmanın merkezi haline geldi. Bu saldırı ulusu yeniden inşa etti; bu korkunç yara neredeyse yeniden kurulma, bir ekonomi, bir tür terapi vb. hizmeti görecek türde bir kendini-savunmayı provoke etti.. Amerikalılar kendi kendileriyle uzlaştılar. Göçmenler ve toplumun diğer alt gruplarıyla uzlaşıldı. Farklı arkabahçelerden ve etnik gruplardan bir çok insanın kameraya "Ben bir Amerikalıyım" diye açıklama yaptığı bir TV reklamı görmeniz mümkün. Bu şaşırtıcıdır ve doğrudur. Fakat bu hayret verici şey devam ediyor: bütün trajedisine ve riyakârlığına rağmen hâlâ bir demokrasi fikri var. Buna hiçbir şüphe yok. 1971'de burada, Baltimore'da olduğum zamanı hatırlıyorum; "siyahlarla savaş" dehşet vericiydi. Hapishanelerde ayaklanmalar ve korkunç şiddet vardı. Bunun gerçek bir devrim olacağını düşünmüştüm. Onlar şiddet yoluna başvurdular; çünkü siyah toplumun birçok militanı ve lideri öldürüldü. Ümitsizlik dehşet vericiydi. Fakat depresyondan sonra bütünleşme, sivil haklar için mücadele eylemine giriştiler. İlerleme vardı. Yeterli değildi elbette ama vardı. Hep had safhada ikiyüzlülük vardı: sözün gelişi ırkçılık hâlâ sürüyordu. Ancak yine de bu ilerleme fikri reddedilemezdi.
RK: Bu polarizasyon/kutuplaşma devam ediyor. İslam dünyasının büyük bir bölümü popüler düzeyde Batı'yla bir tür kardeşliği unutmuş görünüyor. Oysa Amerikalılar kesinlikle uzlaşarak, ulusun birliğini yeniden sağladılar. Bu karşıt kutuplara — birbirleriyle mücadele eden, birbirlerini "şeytan imparatorluğu" diye adlandıran ve birbirlerini tamamlayan düşmanlar bakarak Avrupalıların konumunu bir orta nokta, bir arabulucu hermenoytik diyorum. Fakat şu terimleri kullanmakta isteksiz olduğunuzu düşünüyorum: hermenoytik ve arabuluculuk. Tescil ettirmek istediğim şey bu. Fakat siz gediklere ve boşluklara/mesafelere odaklanma eğilimindesiniz. Bu kesinlikle vazgeçilemez bir hamle, fakat hikâyenin tümü değil. Eğer aramızda bir farklılık varsa — bundan The God Who May Be'nin dördüncü bölümünde söz ettim — bu farklılığın tür farklılığından çok bir vurgu farklılığı olduğunu farz ediyorum. Bu Kuzey İrlanda tecrübesinden dolayı böyle olabilir.
RK: Bu ifade Budizmi ve Hinduizmi de kapsıyor mu? Bu dinler böyle bir probleme sahip görünmüyor.
JD: Hayır. Net şekilde söylemek gerekirse, onları içerdiğini söyleyebileceğimden emin değilim. Bu dinin mondialatinisation'u konusunda "İnanç ve Bilgi"de vurguladığım bir husustur.
RK: Kökleri itibarı ile İslam burada Avrupa'da bizimle bir şekilde daha fazla bağlantılı olduğu için bu olabilir. Bizden (Batı'dan ve Avrupa'dan) uzaklaşması daha geç bir zamanda gerçekleşti. İslam güçlerinin Almanlar ve Polonyalılar/Lehler tarafından mağlup edildiği Viyana savaşı 1682'deydi. İslam'ın Avrupanın kalbinde olduğu tarihten bu yana uzun zaman geçmiş değil. Balkanlar, İspanya, Yunanistan. İslam bizim bir parçamızdı ve biz de onun bir parçasıydık.
JD: İslam hiç kuşkusuz büyük uygarlık, büyük bir kültür. Yine de onlar güç, teknobilim, kapitalizm diye tanımladığımız şeylerle eklemlenemediler.
RK: Bu İslam sorununu [Samuel] Huntington'ın kötü İslam İmparatorluğuna karşı iyi Batı imparatorluğu tezinden uzak durarak nasıl ele alabiliriz?
JD: İslam'da ve Müslümanlar, teologlar arasında dile getirilmiş bir İslam'ı daha şiddet yanlısı formundan ayırma arzusu vardır. Bu arzunun şiddetten bütünüyle uzak bir İslamı geri getirme arzusu olduğunu biliyorum. Fakat İslam içindeki bu farklılıklar bir politika kurumu geliştirilmeksizin, toplumun yapıları dönüştürülmeksizin etkili şekilde geliştirilemez. "İslam'ın bin Laden olmadığını" söyleyecek ilginç bir Müslüman bilgin ya da teolog bulacağız elbette her zaman. Fakat bu insanlar güce/iktidara sahip olan kesinlikle bu demokratik olmayan rejim olduğu için güçsüz kalıyorlar. Bu günümüzde tuhaf bir durumdur. Bu durumda, Avrupayı düşünüyorum — eski Avrupa sorununu, Avrupa ruhunu, Husserl'in Avrupasını, Heidegger'in Avrupasını değil, hatta Avrupa Topluluğunun ya da Tony Blair'in Avrupasını da değil — fakat belki de bugün Avrupa'da bir şey, her iki tarafa da (Birleşik Devletler ile İslam) belirli bir mesafe alabilme ihtimali var; NATO [Kuzey Atlantik Anlaşması Organizasyonunda bir müttefik olsa bile, Avrupa'da bu teokratik mücadelelerden, teokratik düellodan uzak durabilecek, uzak durması gereken bir şey var. Bu şemanın bir imajını vermek için, bildiğiniz üzere bana musallat olan ölüm cezası sorununa döneceğim. Onların bin Laden'i yakaladıklarını, yargıladıklarını düşünün, eğer Birleşik Devletlerce yakalanırsa, onu yabancı bir asker ya da düşman olarak yakalayabilirler. Böylece onu kendi adil yasalarına göre yargılayabilir ve muhtemelen ölüm cezasına mahkûm edebilirler. Ya da o Birleşik Devletler'in yeni hukukuna göre bir Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne nakledilebilir mi? Eğer bu gerçekleşirse, ölüme mahkûm edilemez, çünkü Yeni Uluslararası Ceza Mahkemesi insanlığa karşı işlenmiş suçları, savaş suçlarını yargılayabilir, fakat ölüm cezası veremez yada ölüm kararını onaylayamaz. Bu durum, diyelim, Avrupa'nın ruhu ile Birleşik Devletler'in ruhu arasındaki farklılığı gösteriyor. Avrupa Topluluğu'nun ölüm cezasını kaldırması bir farklılık yaratıyor. Gerçek bir farklılık ve bir ilke farklılığı.
RK: Eğer, diyelim, İngiliz güçleri bin Laden'i yakalarsa, onu Birleşik Devletler'e teslim etmez.
JD: Hayır, edemezler ve etmemelidirler. Ne de Fransızlar — asla bir insanı ölüm cezasının benimsendiği bir ülkeye teslim etmez. Bin Laden ister bir "asker" olarak, bir "düşman" olarak öldürülecek olsun ister bir "terörist" olarak yargılanacak olsun; Bütün bu kavramlar günümüzde güvenilmezdir. Sorunuzun bir egemen, tekil ulusun yeniden tesisi hakkındaki son parçasına dönmek gerekirse, bu ülkenin birliğinin yeniden sağlanması benim için şok edici bir şey. Bu ülkenin asimilasyondan söz eden Afrikalı Amerikalıları artık tamamen Amerikanlar, en azından Şimdilik. Bin Laden'e karşı oldukları ölçüde Amerikanlar. Belki de bir gün insanlar 11 Eylül'ü Birleşik Devletler'in yeniden kurulması olarak görecekler; işte tam da bir devlet, bir birey tarafından (tek başına bin Laden tarafından ) değil, teşhis edilememiş bir düşman tarafından vurulduğu için. Bu atak bir yeni ulus kurmanın merkezi haline geldi. Bu saldırı ulusu yeniden inşa etti; bu korkunç yara neredeyse yeniden kurulma, bir ekonomi, bir tür terapi vb. hizmeti görecek türde bir kendini-savunmayı provoke etti.. Amerikalılar kendi kendileriyle uzlaştılar. Göçmenler ve toplumun diğer alt gruplarıyla uzlaşıldı. Farklı arkabahçelerden ve etnik gruplardan bir çok insanın kameraya "Ben bir Amerikalıyım" diye açıklama yaptığı bir TV reklamı görmeniz mümkün. Bu şaşırtıcıdır ve doğrudur. Fakat bu hayret verici şey devam ediyor: bütün trajedisine ve riyakârlığına rağmen hâlâ bir demokrasi fikri var. Buna hiçbir şüphe yok. 1971'de burada, Baltimore'da olduğum zamanı hatırlıyorum; "siyahlarla savaş" dehşet vericiydi. Hapishanelerde ayaklanmalar ve korkunç şiddet vardı. Bunun gerçek bir devrim olacağını düşünmüştüm. Onlar şiddet yoluna başvurdular; çünkü siyah toplumun birçok militanı ve lideri öldürüldü. Ümitsizlik dehşet vericiydi. Fakat depresyondan sonra bütünleşme, sivil haklar için mücadele eylemine giriştiler. İlerleme vardı. Yeterli değildi elbette ama vardı. Hep had safhada ikiyüzlülük vardı: sözün gelişi ırkçılık hâlâ sürüyordu. Ancak yine de bu ilerleme fikri reddedilemezdi.
RK: Bu polarizasyon/kutuplaşma devam ediyor. İslam dünyasının büyük bir bölümü popüler düzeyde Batı'yla bir tür kardeşliği unutmuş görünüyor. Oysa Amerikalılar kesinlikle uzlaşarak, ulusun birliğini yeniden sağladılar. Bu karşıt kutuplara — birbirleriyle mücadele eden, birbirlerini "şeytan imparatorluğu" diye adlandıran ve birbirlerini tamamlayan düşmanlar bakarak Avrupalıların konumunu bir orta nokta, bir arabulucu hermenoytik diyorum. Fakat şu terimleri kullanmakta isteksiz olduğunuzu düşünüyorum: hermenoytik ve arabuluculuk. Tescil ettirmek istediğim şey bu. Fakat siz gediklere ve boşluklara/mesafelere odaklanma eğilimindesiniz. Bu kesinlikle vazgeçilemez bir hamle, fakat hikâyenin tümü değil. Eğer aramızda bir farklılık varsa — bundan The God Who May Be'nin dördüncü bölümünde söz ettim — bu farklılığın tür farklılığından çok bir vurgu farklılığı olduğunu farz ediyorum. Bu Kuzey İrlanda tecrübesinden dolayı böyle olabilir.