Demokrasi Kavramı Üzerine Hayli Spekülatif Bir İrdeleme - 2
|
Geçerken değinelim, bu durum siyasetin nihai hedefinin Devlet’in sönümlenmesi olduğu hipotezine uygun düşmez, çünkü burada konu “iyi Devlet”tir. Bu durumda kendi kendini iptal etme olarak siyasi süreçle, yani egemenlik ilkesinin son bulmasıyla meşgul olan siyasi süreçle uğraşılmaktadır. Buradaki mesele devlet konfigürasyonuyla ilgili bir norm değildir. Daha ziyade, tüm devlet konfigürasyonunun sönümlenmesini getirecek bir süreç fikri söz konusudur. Tek başına sönümlenme Devlet’in kalıcılığına uygulanan normatif soruya ait değildir. Öte yandan, eğer siyasetin nihai hedefi “iyi Devlet” ya da tercih edilen Devlet ise, bir normun ortaya çıkması kaçınılmaz görünmektedir.
İmdi bu, normun kaçınılmaz olarak dışsal ya da aşkın olduğu zor bir soru atmaktadır ortaya. Kendi başına Devlet, normu olmayan bir nesnelliktir. Kolektif açıdan zorunlu, ayrı bir işleve sahip bir egemenlik ya da zorlama ilkesidir. Belirlenimini öznel konulardan kaynaklanan bir dizi kural içinde elde edecektir. Bu normlar tam da “iyi Devlet” ya da tercih edilen Devlet konusunu önümüze getirecek olan normlardır. Mevcut durumda, yani parlamenter Devletlerimizde Devlet meselesiyle öznel ilişki üç norma göre düzenlenmiştir: ekonomi, ulusallık meselesi ve demokrasinin ta kendisi.
Önce ekonomiyi ele alalım. Devlet, malların dolaşımı ve dağıtımı konusunda asgari işlerliği sağlamaktan sorumludur; bu norma uyma konusunda aşırı yetersizlik gösterirse gözden düşer. Daha geniş biçimde, ekonomi düzleminde, ekonominin Devlet’le organik ilişkisi nasıl olursa olsun, Devlet öznel olarak ekonominin işleyişinden sorumludur.
İkinci norm ulusallık meselesidir. Devlet, bir dizi düzenlemeye –ulus, dünya sahnesinde temsiliyet, ulusal bağımsızlık, vb.– tabidir. Ülke içinde ve dışında ulus ilkesinin varoluşundan sorumludur.
Üçüncü olarak, Devlet’le öznel ilişki bakımından ele alındığında demokrasinin kendisi de bir normdur. Devlet, konuşma özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü, eylemde bulunma özgürlüğü gibi konular bakımından demokratik mi yoksa despotik mi olduğunu bilmekten sorumludur.
Diktatörlük ile demokrasi arasındaki karşıtlık Devlet’in değerlendirilmesi açısından bir öznel norm işlevi görür.
Bu yüzden sorunun yarattığı gerçek ortam Devlet’i ekonomik işlerlik, ulusal değerlendirme ve demokrasi şeklindeki üçlü bir normatifliğe tabi kılar. Burada “demokrasi” Devlet’in normatif nitelemesi olarak, genel olarak siyaset değil, tam anlamıyla “bir siyaset” kategorisi olarak kendini gösterir. “Bir siyaset” Devlet’le öznel ilişkiyi düzenleyen şeydir. Devlet’le öznel ilişkisini yukarıda geçen üç norma –ekonomi, ulusal sorun, demokrasi– göre düzenleyen devlet konfigürasyonuna parlamentarizm diyelim, gerçi ben buna parlamenter-kapitalizm demeyi tercih ederim. Gene de, “demokrasi” burada belli bir siyaset kategorisi –evrenselliği kesinlikle problematik olan belli bir siyasetin kategorisi-- olarak ele alındığından, onu kendi başına felsefi bir kategori olarak tanımlamaktan sakınmamız gerekir. Öyleyse bu çözümleme düzeyinde “demokrasi” belli bir siyaseti –Devlet’le ilişki bağlamında öznel bir norm formüle etme yoluyla-- nitelemektedir ki, bu kategoriye “parlamentarizm” demek durumundayım.
Siyasetin nihai hedefinin “iyi Devlet”i belirlemek olduğu hipotezine yeterince değindik. Burada en fazla, “demokrasi”nin belli bir politikanın, yani parlamentarizmin bir kategorisi olduğu ortaya atılabilir. “Demokrasi”yi bir felsefe kavramı olarak koymak için yeterli bir neden değil bu.
Burada mercek altına aldığımız konu, siyasetin nihai hedefi soysal Komünizm olmadığı zaman bu hedefin ne olabileceğidir. İlk olarak siyasetin olabilecek en iyi Devlet’in kurulmasını hedeflediği hipotezini ele aldık. Buradan yola çıkarak “demokrasi”nin zorunlu olarak felsefe dahilindeki bir kavram olmadığını ortaya atabiliriz.
İkinci olası akıl yürütme bizi siyasetin nihai hedefinin kendisinden başka bir şey olmadığı nosyonuna götürür. Bu durumda siyaset “iyi Devlet” meselesine yönelmeyecek, kendi kendisinin hedefi olacaktır. Önceki akıl yürütmenin aksine, bu kez siyaset bir düşünce ve eylem hareketi haline gelecek, egemen devlet öznelliğini kolayca bertaraf edecek, Devlet’in işlemesinin tabi olduğu normlar içinde göz önüne alınmaya ve düşünülmeye uygun olmayan projeler ortaya atacaktır. Bu durumda siyaset Devlet’ten uzaklaşmış kendine özgü bir kolektif pratik olarak sunulacaktır. Keza bu tür siyaset, özünde, Devlet gündeminin veya devlet normunun taşıyıcısı değil, tam da Devlet’in –örgütlenme özgürlüğü bakımından değerlendirildiğinde-- temsil ettiği normatif mutabakattan kaçınması anlamında, kolektif özgürlük boyutu olarak tanımlanabilecek şeyin gelişiminin taşıyıcısı olacaktır.
Hal böyleyken, “demokrasi” yerinde bir kavram mıdır? Evet, “demokrasi Devlet biçiminden farklı bir şekilde anlaşılırsa” “demokrasi” yerinde bir kavramdır. Dolayısıyla siyaset devlet mutabakatından çekilebildiği ölçüde kendi kendisini hedef görüyorsa, son tahlilde demokratik olarak tanımlanabilir. Ama bu durumda söz konusu kategori Leninist anlamda Devlet biçimi işlevi görmeyecektir. Tüm bunlar bizi üç Leninist hipotez açısından üçüncü olumsuz koşula getirir.
Tartışmamızın birinci bölümü --Siyasetin hedefi soysal Komünizm değilse ne olacak?-- burada tamamlanıyor.
Tartışmanın ikinci bölümü felsefenin kendisiyle ilgili. Felsefenin, siyasetin nihai hedeflerinin temsili ya da ele geçirilmesi olarak ele alındığı ölçüde, siyasetle ilgisiz olduğunu; siyasetle, onun nihai hedeflerinin değerlendirilmesini –sorguya çekilmesini– ya da meşrulaştırılmasını gözetmeyen bir ilişkisi olduğunu varsayalım. Peki o zaman felsefenin siyasetle ilişkisi nedir? Bu ilişkinin bir adı var mıdır? Bu ilişkinin kurallarını nasıl koyabiliriz?
İlk hipoteze göre felsefenin görevi, benim deyişimle siyasetin biçimsel tarifi, tipolojisi olmalıdır. Felsefe, siyasetin özgün yapısına uygun bir biçimde tartışıldığı bir alan yaratmalıdır. Neticede felsefe, olası normların sözü edilen tipolojisini ön-işlediği yahut açığa vurduğu ölçüde Devletlerin ve siyasetin biçimsel kavrayışı olacaktır. Yine de, durum bu olduğunda –kuşkusuz Aristoteles veya Montesquieu gibi düşünürlerin eserlerinin bir parçasıdır bu– “demokrasi”nin felsefe üzerinde, Devlet biçiminin tarifi olarak etki edeceği ortadadır. Bu konuda şüphe yoktur. Buna bağlı olarak, kategorileştirme devlet konfigürasyonlarından başlar ve “demokrasi” felsefe açısından tiranlık, aristokrasi vb biçimler karşısında bir Devlet biçimi haline gelir.
Ama “demokrasi” bir devlet biçimini tarif ediyorsa, üzerinde temellendiği şey, bu biçim açısından, “siyasetin hedefleri”yle ilgili olacaktır. Peki, bunun söz konusu biçimi “istemekle” bir ilgisi var mıdır? Eğer öyleyse, yukarıda çözümlediğimiz “iyi Devlet” mantığı içindeyiz demektir. Yoksa mesele bu biçimin ötesine geçmek, egemenliği, hatta demokratik egemenliği ortadan kaldırmak mıdır? Böyle olduğundaysa Leninist çerçeveye, sönümlendirme hipotezine sıkışırız. Her koşulda, bu seçenek bizi tartışmanın birinci bölümüne geri götürür.
İmdi bu, normun kaçınılmaz olarak dışsal ya da aşkın olduğu zor bir soru atmaktadır ortaya. Kendi başına Devlet, normu olmayan bir nesnelliktir. Kolektif açıdan zorunlu, ayrı bir işleve sahip bir egemenlik ya da zorlama ilkesidir. Belirlenimini öznel konulardan kaynaklanan bir dizi kural içinde elde edecektir. Bu normlar tam da “iyi Devlet” ya da tercih edilen Devlet konusunu önümüze getirecek olan normlardır. Mevcut durumda, yani parlamenter Devletlerimizde Devlet meselesiyle öznel ilişki üç norma göre düzenlenmiştir: ekonomi, ulusallık meselesi ve demokrasinin ta kendisi.
Önce ekonomiyi ele alalım. Devlet, malların dolaşımı ve dağıtımı konusunda asgari işlerliği sağlamaktan sorumludur; bu norma uyma konusunda aşırı yetersizlik gösterirse gözden düşer. Daha geniş biçimde, ekonomi düzleminde, ekonominin Devlet’le organik ilişkisi nasıl olursa olsun, Devlet öznel olarak ekonominin işleyişinden sorumludur.
İkinci norm ulusallık meselesidir. Devlet, bir dizi düzenlemeye –ulus, dünya sahnesinde temsiliyet, ulusal bağımsızlık, vb.– tabidir. Ülke içinde ve dışında ulus ilkesinin varoluşundan sorumludur.
Üçüncü olarak, Devlet’le öznel ilişki bakımından ele alındığında demokrasinin kendisi de bir normdur. Devlet, konuşma özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü, eylemde bulunma özgürlüğü gibi konular bakımından demokratik mi yoksa despotik mi olduğunu bilmekten sorumludur.
Diktatörlük ile demokrasi arasındaki karşıtlık Devlet’in değerlendirilmesi açısından bir öznel norm işlevi görür.
Bu yüzden sorunun yarattığı gerçek ortam Devlet’i ekonomik işlerlik, ulusal değerlendirme ve demokrasi şeklindeki üçlü bir normatifliğe tabi kılar. Burada “demokrasi” Devlet’in normatif nitelemesi olarak, genel olarak siyaset değil, tam anlamıyla “bir siyaset” kategorisi olarak kendini gösterir. “Bir siyaset” Devlet’le öznel ilişkiyi düzenleyen şeydir. Devlet’le öznel ilişkisini yukarıda geçen üç norma –ekonomi, ulusal sorun, demokrasi– göre düzenleyen devlet konfigürasyonuna parlamentarizm diyelim, gerçi ben buna parlamenter-kapitalizm demeyi tercih ederim. Gene de, “demokrasi” burada belli bir siyaset kategorisi –evrenselliği kesinlikle problematik olan belli bir siyasetin kategorisi-- olarak ele alındığından, onu kendi başına felsefi bir kategori olarak tanımlamaktan sakınmamız gerekir. Öyleyse bu çözümleme düzeyinde “demokrasi” belli bir siyaseti –Devlet’le ilişki bağlamında öznel bir norm formüle etme yoluyla-- nitelemektedir ki, bu kategoriye “parlamentarizm” demek durumundayım.
Siyasetin nihai hedefinin “iyi Devlet”i belirlemek olduğu hipotezine yeterince değindik. Burada en fazla, “demokrasi”nin belli bir politikanın, yani parlamentarizmin bir kategorisi olduğu ortaya atılabilir. “Demokrasi”yi bir felsefe kavramı olarak koymak için yeterli bir neden değil bu.
Burada mercek altına aldığımız konu, siyasetin nihai hedefi soysal Komünizm olmadığı zaman bu hedefin ne olabileceğidir. İlk olarak siyasetin olabilecek en iyi Devlet’in kurulmasını hedeflediği hipotezini ele aldık. Buradan yola çıkarak “demokrasi”nin zorunlu olarak felsefe dahilindeki bir kavram olmadığını ortaya atabiliriz.
İkinci olası akıl yürütme bizi siyasetin nihai hedefinin kendisinden başka bir şey olmadığı nosyonuna götürür. Bu durumda siyaset “iyi Devlet” meselesine yönelmeyecek, kendi kendisinin hedefi olacaktır. Önceki akıl yürütmenin aksine, bu kez siyaset bir düşünce ve eylem hareketi haline gelecek, egemen devlet öznelliğini kolayca bertaraf edecek, Devlet’in işlemesinin tabi olduğu normlar içinde göz önüne alınmaya ve düşünülmeye uygun olmayan projeler ortaya atacaktır. Bu durumda siyaset Devlet’ten uzaklaşmış kendine özgü bir kolektif pratik olarak sunulacaktır. Keza bu tür siyaset, özünde, Devlet gündeminin veya devlet normunun taşıyıcısı değil, tam da Devlet’in –örgütlenme özgürlüğü bakımından değerlendirildiğinde-- temsil ettiği normatif mutabakattan kaçınması anlamında, kolektif özgürlük boyutu olarak tanımlanabilecek şeyin gelişiminin taşıyıcısı olacaktır.
Hal böyleyken, “demokrasi” yerinde bir kavram mıdır? Evet, “demokrasi Devlet biçiminden farklı bir şekilde anlaşılırsa” “demokrasi” yerinde bir kavramdır. Dolayısıyla siyaset devlet mutabakatından çekilebildiği ölçüde kendi kendisini hedef görüyorsa, son tahlilde demokratik olarak tanımlanabilir. Ama bu durumda söz konusu kategori Leninist anlamda Devlet biçimi işlevi görmeyecektir. Tüm bunlar bizi üç Leninist hipotez açısından üçüncü olumsuz koşula getirir.
Tartışmamızın birinci bölümü --Siyasetin hedefi soysal Komünizm değilse ne olacak?-- burada tamamlanıyor.
Tartışmanın ikinci bölümü felsefenin kendisiyle ilgili. Felsefenin, siyasetin nihai hedeflerinin temsili ya da ele geçirilmesi olarak ele alındığı ölçüde, siyasetle ilgisiz olduğunu; siyasetle, onun nihai hedeflerinin değerlendirilmesini –sorguya çekilmesini– ya da meşrulaştırılmasını gözetmeyen bir ilişkisi olduğunu varsayalım. Peki o zaman felsefenin siyasetle ilişkisi nedir? Bu ilişkinin bir adı var mıdır? Bu ilişkinin kurallarını nasıl koyabiliriz?
İlk hipoteze göre felsefenin görevi, benim deyişimle siyasetin biçimsel tarifi, tipolojisi olmalıdır. Felsefe, siyasetin özgün yapısına uygun bir biçimde tartışıldığı bir alan yaratmalıdır. Neticede felsefe, olası normların sözü edilen tipolojisini ön-işlediği yahut açığa vurduğu ölçüde Devletlerin ve siyasetin biçimsel kavrayışı olacaktır. Yine de, durum bu olduğunda –kuşkusuz Aristoteles veya Montesquieu gibi düşünürlerin eserlerinin bir parçasıdır bu– “demokrasi”nin felsefe üzerinde, Devlet biçiminin tarifi olarak etki edeceği ortadadır. Bu konuda şüphe yoktur. Buna bağlı olarak, kategorileştirme devlet konfigürasyonlarından başlar ve “demokrasi” felsefe açısından tiranlık, aristokrasi vb biçimler karşısında bir Devlet biçimi haline gelir.
Ama “demokrasi” bir devlet biçimini tarif ediyorsa, üzerinde temellendiği şey, bu biçim açısından, “siyasetin hedefleri”yle ilgili olacaktır. Peki, bunun söz konusu biçimi “istemekle” bir ilgisi var mıdır? Eğer öyleyse, yukarıda çözümlediğimiz “iyi Devlet” mantığı içindeyiz demektir. Yoksa mesele bu biçimin ötesine geçmek, egemenliği, hatta demokratik egemenliği ortadan kaldırmak mıdır? Böyle olduğundaysa Leninist çerçeveye, sönümlendirme hipotezine sıkışırız. Her koşulda, bu seçenek bizi tartışmanın birinci bölümüne geri götürür.