Estetik duygu sanat eserlerinde nasıl yansır?
|
Estetik duyguyu ve gelişimini incelerken, onun nesnel bir gerçekliğe sahip olduğunu, insanı hayvandan ayıran tinsel bir güçten ortaya çıktığını ve tarihsel olarak, toplumsal pratik sürecinde oluştuğunu gördük. Şimdi de, bu duygunun sanat eserlerinde nasıl yansıdığını, gerçekleştiğini görelim.
Yine daha önce gördüğümüz gibi nesneler, gerçeklikler ve süreçler, bilimsel bilgi düzeyinde ayrı, artistik düzeyde ayrı biçimlerde değerlendirilirler. örneğin, yeryüzünde 200-300 km. yüksekte dünya çevresinde dolaşan bir uzay gemisinden, bulutlarla sarılı dünyanın o çok renkli görünümü bilim adamlarınca ışığın kırılması, yansıması vb. bilimsel hakikatlerle açıklanırken, sanatçıda, insanın uzaya egemen olma yolunda attığı adımların ilkinin coşkulu bir belirtisi, geleceğin bir muştusu olarak yansır.
Bir ülkede, emekten, tüm insanların mutluluğundan yana bir politik partinin seçimleri kazanması ya da yitirmesi bir politikacı için, bir toplumbilimci için soğukkanlılıkla incelenecek bir kitle hareketi gerçeği olduğu, içine sevincin ya da düş kırıklığının karışmaması gereken bir incelemeyi zorunlu kıldığı halde, bir şair için, bir romancı için umutların gerçekleşmesinden doğan bir coşku, gelecek güzel günlere güven taşıyan, ya da tersi durumda umut kırıklığını yadsıyan, insanların direncini bileyen, onları ayakta tutmağa çalışan bir duygu doğurabilir.
Sanatçı bu duygusunu, artistik imge yoluyla duyurmağa çalışır. Artistik imgede yansıyan bu gerçekliğin değerlendirilmesi bu imgede kendiliğinden vardır. Sanatçı, okuyucusuna, dinleyicisine, seyircisine bu imgenin dışında bir retorik kanıtlama yoluyla değil artistik imge yoluyla duyurmağa çalışır bunu. Güzel, kandırıcı sözlerle bir gerçeği başkalarına duyurmak, birtakım açıklamalara girişerek bir gerçeğin iyi anlaşılmasına çalışmak, bir sanatçının değil olsa olsa, yukardaki örnekte olduğu gibi, bir politikacının, bir toplumbilimcinin işidir.
Engels, Minna Kautsky'ye yazdığı bir mektupta bunu şöyle dile getirmektedir: « ... bence yönseme, özellikle belirtilmeksizin, konumdan ve eylemden kendi kendine doğmalıdır, yazar da ortaya atılıp okura, gösterdiği toplumsal çatışmaların gelecekteki tarihi çözümlerini anlatmak zorunluluğunu duymamalıdır.» (Marx-Engels, Sanat ve Edebiyat, s. 51)
"Her türlü öğretici (didaktik) çaba, sanat eserinin kendine özgü niteliğini; artistik bilgiye, sanat eserini estetik olarak algılayan kimseyi coşturmak, sarsmak gücünü veren biçimi ortadan kaldırır.» (Marcei Breazu)
Bu, sanat düzeyinde meydana getirilmiş her sanat yapıtının, sanat alıcısını belli bir gerçekliğin değerlendirilmesine zorlayacağı anlamına gelmez. Sanatçının bizi, imge yoluyla yansıtılmış gerçekliğin belli bir değerlendirilmesine zorlaması; bu zorlamanın, eserini estetik yönden algılayan herkes için geçerli olması, bu imgenin içerdiği değerin nesnel bir gerçekliği olmasına bağlıdır; kendisini zorla kabul ettiren, bu nesnel gerçekliktir bir bakıma. öyle ki, okuyucunun, seyircinin, dinleyicinin artistik duyarlığı, tıpkı gözünün, ışıktan gelen uyartıya tepki göstermemezlik edemeyeceği gibi, kulağının, akustik bir uyartıyı almamazlık edemiyeceği gibi bu değeri de kabul etmemezlik edemez.
öte yandan, estetik değer bir kez ortaya çıktıktan sonra nesnel özelliği sürer gider. Sanat, dünyanın pratik tinsel özümlenmesi yollarından biri olduğuna göre, sanatçının bilgisi maddi bir gerçekleşme içinde biçimlenir. Sanatçının bu görüşünün bu maddi biçimlenişi, çağının, ulusunun ve sınıfının artistik bilincinin bir yoğunlaşmasını ve kristalleşmesini temsil eder. Sonsuz bir maden filizinden sanatçının çıkardığı bu değerli parça, insanlığın artistik bilincinin görmezlikten gelemeyeceği bir gerçeklik olarak sürer gider, çünkü bu nesnel gerçeklik, yüzyıllarca, bu artistik bilinci zorunlu olarak etkiler. Sanat şaheserleri, artistik bilginin bu maddeleşme ürünleri: Mısır, Hint, Gotik mimarisinin büyük anıtları, Mimar Sinan’ın camileri; Homeros'un destanları; Praksiteles'in ya da Michelangelo’nun heykelleri; Shakespeare'in trajedileri, Moliere’in komedileri; büyük ustaların tabloları; Bach'ın, Beethoven'in, Mozart'ın müziği; Cervantes'in, Balzac'ın, Tolstoy'un, Şolohof'un romanları; Whitman'ın, Mayakovski’nin, Nâzım’ın şiirleri yüzyıllar, binyıllar boyunca nesnel birer gerçeklik olarak, insanın artistik duyarlığının maddi tanıkları olarak kalırlar.
Yine daha önce gördüğümüz gibi nesneler, gerçeklikler ve süreçler, bilimsel bilgi düzeyinde ayrı, artistik düzeyde ayrı biçimlerde değerlendirilirler. örneğin, yeryüzünde 200-300 km. yüksekte dünya çevresinde dolaşan bir uzay gemisinden, bulutlarla sarılı dünyanın o çok renkli görünümü bilim adamlarınca ışığın kırılması, yansıması vb. bilimsel hakikatlerle açıklanırken, sanatçıda, insanın uzaya egemen olma yolunda attığı adımların ilkinin coşkulu bir belirtisi, geleceğin bir muştusu olarak yansır.
Bir ülkede, emekten, tüm insanların mutluluğundan yana bir politik partinin seçimleri kazanması ya da yitirmesi bir politikacı için, bir toplumbilimci için soğukkanlılıkla incelenecek bir kitle hareketi gerçeği olduğu, içine sevincin ya da düş kırıklığının karışmaması gereken bir incelemeyi zorunlu kıldığı halde, bir şair için, bir romancı için umutların gerçekleşmesinden doğan bir coşku, gelecek güzel günlere güven taşıyan, ya da tersi durumda umut kırıklığını yadsıyan, insanların direncini bileyen, onları ayakta tutmağa çalışan bir duygu doğurabilir.
Sanatçı bu duygusunu, artistik imge yoluyla duyurmağa çalışır. Artistik imgede yansıyan bu gerçekliğin değerlendirilmesi bu imgede kendiliğinden vardır. Sanatçı, okuyucusuna, dinleyicisine, seyircisine bu imgenin dışında bir retorik kanıtlama yoluyla değil artistik imge yoluyla duyurmağa çalışır bunu. Güzel, kandırıcı sözlerle bir gerçeği başkalarına duyurmak, birtakım açıklamalara girişerek bir gerçeğin iyi anlaşılmasına çalışmak, bir sanatçının değil olsa olsa, yukardaki örnekte olduğu gibi, bir politikacının, bir toplumbilimcinin işidir.
Engels, Minna Kautsky'ye yazdığı bir mektupta bunu şöyle dile getirmektedir: « ... bence yönseme, özellikle belirtilmeksizin, konumdan ve eylemden kendi kendine doğmalıdır, yazar da ortaya atılıp okura, gösterdiği toplumsal çatışmaların gelecekteki tarihi çözümlerini anlatmak zorunluluğunu duymamalıdır.» (Marx-Engels, Sanat ve Edebiyat, s. 51)
"Her türlü öğretici (didaktik) çaba, sanat eserinin kendine özgü niteliğini; artistik bilgiye, sanat eserini estetik olarak algılayan kimseyi coşturmak, sarsmak gücünü veren biçimi ortadan kaldırır.» (Marcei Breazu)
Bu, sanat düzeyinde meydana getirilmiş her sanat yapıtının, sanat alıcısını belli bir gerçekliğin değerlendirilmesine zorlayacağı anlamına gelmez. Sanatçının bizi, imge yoluyla yansıtılmış gerçekliğin belli bir değerlendirilmesine zorlaması; bu zorlamanın, eserini estetik yönden algılayan herkes için geçerli olması, bu imgenin içerdiği değerin nesnel bir gerçekliği olmasına bağlıdır; kendisini zorla kabul ettiren, bu nesnel gerçekliktir bir bakıma. öyle ki, okuyucunun, seyircinin, dinleyicinin artistik duyarlığı, tıpkı gözünün, ışıktan gelen uyartıya tepki göstermemezlik edemeyeceği gibi, kulağının, akustik bir uyartıyı almamazlık edemiyeceği gibi bu değeri de kabul etmemezlik edemez.
öte yandan, estetik değer bir kez ortaya çıktıktan sonra nesnel özelliği sürer gider. Sanat, dünyanın pratik tinsel özümlenmesi yollarından biri olduğuna göre, sanatçının bilgisi maddi bir gerçekleşme içinde biçimlenir. Sanatçının bu görüşünün bu maddi biçimlenişi, çağının, ulusunun ve sınıfının artistik bilincinin bir yoğunlaşmasını ve kristalleşmesini temsil eder. Sonsuz bir maden filizinden sanatçının çıkardığı bu değerli parça, insanlığın artistik bilincinin görmezlikten gelemeyeceği bir gerçeklik olarak sürer gider, çünkü bu nesnel gerçeklik, yüzyıllarca, bu artistik bilinci zorunlu olarak etkiler. Sanat şaheserleri, artistik bilginin bu maddeleşme ürünleri: Mısır, Hint, Gotik mimarisinin büyük anıtları, Mimar Sinan’ın camileri; Homeros'un destanları; Praksiteles'in ya da Michelangelo’nun heykelleri; Shakespeare'in trajedileri, Moliere’in komedileri; büyük ustaların tabloları; Bach'ın, Beethoven'in, Mozart'ın müziği; Cervantes'in, Balzac'ın, Tolstoy'un, Şolohof'un romanları; Whitman'ın, Mayakovski’nin, Nâzım’ın şiirleri yüzyıllar, binyıllar boyunca nesnel birer gerçeklik olarak, insanın artistik duyarlığının maddi tanıkları olarak kalırlar.