Kant Felsefesinde Metafiziğin Yeri
|
Geleneksel felsefede çoğu zaman metafiziklerin temel ön dayanakları, o metafizik sistem içinde temellendirilmiştir. Buna karşılık Kant, metafiziğin temellerini metafiziğin dışında bir yerde, saf aklın genel yasalarında arıyor olması yolu ile diğer düşünürlerden ayrılmaktadır.
Kant’ın saf akla yönelttiği eleştiri ile olgusal bilginin sınırları belirlenecek ve olgusal deneyimin apriori koşulları ortaya çıkarılacaktır. Metafiziğin olanağının ve kaynağının ortaya konması, kapsamının belirlenmesi ve sınırlarının çizilmesi görevinde dayanak, olgular değil, saf aklın kendisi olmuştur.
Kant açısından metafizik, iki anlamdadır. Bunlardan ilki doğa bilimlerini de mümkün kılan, olgusal deneyimin zorunlu ön koşullarına işaret eden sentetik apriori ilkeler bütünlüğüdür. Bu anlamı ile metafizik, bizim meşru bilgimizin sınırını çizmeye yönelik ön dayanakları ortaya koyar. Bu anlamı ile eleştireldir. İkinci türden metafizik ise meşru bilgi alanımız belirlendiğinde, bunun dışında kalan alan hakkında, aklın âdeta kaçınılmazcasına ortaya koyduğu kanılar bütünlüğü olarak mutlak metafiziktir. Kant’ın soruşturması sonucunda olanaklı olup olmadığını belirlemek istediği de bu mutlak metafiziktir.
Bu türden metafizik savlar, felsefeyi âdeta bir savaş alanına çevirmiştir ve şimdi ona karşı bir reform önerilmektedir. Felsefe, bütün olası deneyimin ötesine geçmeye ve deneyimin dışındaki alana ilişkin savlar ortaya koymaya çalışmaktadır. Fakat bu amacı gerçekleştirebilmek için gidilebilecek mümkün (bilgimizin dışında) bir yer yoktur. Bu yüzden felsefenin ilk görevi, insan düşüncesine ilişkin sistematik bir eleştiridir. Mümkün meşru bilginin biçimine ve sınırlarına yönelik eleştirel soruşturma, olası bir metafizik sistem için de meşru temelin ne olabileceğini gösterecektir. Bu eleştiri, pek çok metafizik spekülasyonun meşru olmayan temellere dayandığını ortaya koyacaktır. Soruşturma sonucunda ortaya çıkan manzara ise pek çok büyük metafizik sisteminin hiçbir şey ile temellendirilmemiş olduğudur.
Kant’ın eleştirisi metafizik bilgi yetimize, yani saf akla, bizzat aklın kendisi tarafından uygulanacak bir sınamadır. Bu, aynı zamanda metafizik bilginin olanaklılığının ve neyin metafizik bilginin olanağı dâhilinde olduğunun sınanmasıdır. Böyle bir metafizik, eğer olanaklı ise, inceleme nesnelerini olanaklı deneyimin sınırları içinde tutmak zorunda kalacaktır.
Metafiziğin apriori bir bilgi olarak neyi başarıp neyi başaramayacağının ortaya konması için, bütün apriori bilginin olabilirliği, ilkeleri ve sınırları belirlenmelidir. Böylelikle metafiziğin hem kaynakları hem sınırları hem de kapsamı ortaya konabilecektir.
Kant insanın bilme yetisini duyarlık, anlama yetisi ve akıl olarak belirlemiş; duyarlığın formları olarak uzay ve zamanı, saf anlama yetisinin kavramları olarak kategorileri, saf aklın kavramları olarak da ideleri ortaya koymuştur. Mutlak metafiziğin konusu, hiçbir deneyim ile ilişkili olmayan saf aklın kavramları ve idelerdir. Görüler ve kategoriler, deneyim ile olan bağlantıları nedeni ile bütün meşru bilgiyi üretirken ideler bu koşulu sağlayamadıkları için, bilgi olarak değer taşımayan metafizik anlatımlara yol açmaktadırlar.
Kant’a göre, insan aklı doğal bir yanılsama içindedir. Mutlak metafiziksel sorular da bu doğal yanılsamanın zorunlu sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Bunlar insanın bilme etkinliğinin bir türünden zorunlulukla türemektedirler. Bu yanılsamanın ürünü olan aklın idelerine karşılık gelen hiçbir deneyim nesnesi yoktur. Deneyimin koşullarını aşan, deneyimde kendisine karşı gelecek hiçbir şey bulunmayan kavramlar ile bilgi üretilemez. Dolayısı ile bu alandaki bilgi uğraşısı, aklın olgusal açıdan bilgi değeri olmayan metafizikler üretmesi ile sonuçlanır. Bu bakımdan ideler, mutlak metafiziğin kurucu ögeleri olarak konumlanırlar.
Duyusal algılama alanında bulunan ve bu bakımdan bilgiye konu olan nesne fenomen alanında ve bu fenomene kaynaklık ettiği varsayılan kendinde şey ise noumen alanında bulunurlar. Bir kullanımında noumenon içeriği boş fakat sınırlandırıcı bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Fakat bir diğer kullanımında, bu kavramın metafizik bir içeriği vardır. Bu metafizik içerik, anlama yetisinin duyarlığı sınırlandırmak için koyduğu sınırı aşmasından, yani düşüncelerin genel formları olan kategorilerin kendinde şeylere uygulanması olanağından doğar.
Kant, kendinde şeylerin kuramsal bilgisinin olanaksızlığını temel tez olarak ortaya koymakla birlikte, aynı zamanda bu tür soruların insan aklındaki zorunlu temelini de göstermiştir. Noumenanın bilinemez fakat çelişkiye düşmeksizin düşünülebilir olduğunu göstermekle Kant, metafiziğin bir bilim olarak değil, fakat genel olarak olabilirliğinin insanın bilme yetisinde yer aldığını belirtmiştir.
Kant, kategorilerin kendinde şeylere uygulanacak biçimde genişletilmeleri durumunda, bilgi vermeleri bakımından boş olduklarını ileri sürmüş; öte yandan da onların bu biçimde genişletilmesine pratik akıl bağlamında bir temel bulmaya çalışmıştır. Ona göre tanrı, özgürlük ve ölümsüzlükle ilgili düşüncelere sahip olmak olanaklı, hatta gereklidir. Fakat bu düşünceler her ne kadar iyi temellendirilmiş olurlarsa olsunlar, hiçbir anlamda bilgi meydana getirmez, asla bilgiye eş değer olamazlar. Fakat tam da bu bakımdan metafizik önermeler anlamdan yoksun değil, tersine belli bir biçimde söylendiklerinde bütünü ile anlamlıdırlar.
Metafizik sistemler iç tutarlılığa sahiptirler. Onların önermelerini doğru ya da yanlış sayacak biçimde ele alma yolları da vardır. Her metafizik sistem, önce kavramlarına ilişkin belli tanımlar ortaya koymak ve sonra da bu tanımlamalardan mantıksal sonuçlar çıkarmakla oluşur. Bu bakımdan başlangıçta kimi zaman aksiyom olarak verilen tanımlar kabul edildiğinde, bunlardan çıkan sonuçların da kabul edilmesi zorunludur.
Mantıkçı pozitivizm olarak bilinen akım yüzyılımızda sadece felsefede değil, diğer alanlarda da etkili olmuş olan düşünce biçimidir. Yüzyılımızın başlarında Viyana’da Moritz Schlick önderliğinde bir araya gelmiş bilim adamı ve düşünürler temelde felsefeyi metafizik olan her şeyden arındırma gayesinde olmuşlardır. Felsefe ve bilimin yargılarının metafizikten arındırılmasının anlam problemine yönelik bir çalışma aracılığı ile birlikte yürütüleceğini düşünmüşlerdir.
Onlara göre felsefe bir bütün olarak evrenin ne olduğunu ortaya koymaya çalışan yada varlığın özünün nasıl olduğuna ilişkin teoriler üreten bir uğraşı değildir. Mantıkçı pozitivist anlayış, felsefeyi metafiziklerin sorduğu türden sorulara cevap verme çabasında olan değil, bu soruların bir anlam taşımadığını gösteren bir uğraşı olarak almışlardır. Onlara göre felsefenin diğer bir görevi de doğa bilimlerinin kavramlarını anlamca aydınlatmak ve onların ifadelerinde de ortaya çıkması olası olabilecek karışıklık ve kaypaklıklara eleştirel bir yaklaşım ile açıklık kazandırmaktır. Mantıkçı pozitivizm ile birlikte felsefe, artık dünyanın yapısını, düşünceleri, ideleri doğrudan incelemek yerine, bunları dildeki yansımaları bakımından değerlendirmekte ve dile mantıksal bir çözümleme aracılığı ile yaklaşmaktadır. Amaçlanan sonuç metafiziksiz felsefedir.
Onlara göre metafizik olan bir şey, bir anlam taşımamaktadır. Çünkü onun doğrulanma ya da yanlışlanma şansı yoktur. Metafiziklerin ortaya koymuş olduğu bir yargıyı kanıtlanmak için sunulan argümanlar, bu yargının aksi bir görüşü kanıtlamak için sunulanlardan daha doğru olmamaktadır. Bu durum, metafiziğin ifadelerinin doğru ya da yanlış olmaması sonucunu doğurmaktadır. Metafizik yargılar doğru ya da yanlış olmadıklarından dolayı bunların anlamlı oldukları da söylenemez. Viyana Çevresi düşünürlerine göre metafizik, bir cevabı olmayan sorulardan ve doğruluğu bu sorulara yönelik sunulmuş ama doğruluğu kanıtlanamayan yanıtlardan kurulmuş bir yapıdır. Metafiziğin hem sorduğu soruların hem de bu sorulara verdiği yanıtların anlamlı olmadıkları düşünülmektedir. Bu görüş uyarınca metafiziğin ifadeleri doğrulanabilir, anlamlı bir sav öne sürmediklerinden dolayı bir bilgi değeri taşımamakta ve bu yüzden de doğru ya da yanlış olarak değerlendirilememektedir.
Mantıkçı pozitivizmin felsefeyi metafizik yargılardan arındırma amacında olduğunu söylemiştik. Viyana Çevresi düşünürleri, bunun yolunun doğrulama kavramına yönelik bir çalışma ile mümkün olacağını iddia etmektedirler. Çünkü onlara göre felsefenin ifadeleri doğa bilimlerinde olduğu gibi gerçeklik ile karşılaştırılarak doğru ya da yanlış olabilecek ifadeler değillerdir. Bu noktada da doğrulama kavramı devreye girmektedir. Eğer felsefenin ifadelerinin doğrulanma koşulları net bir biçimde ortaya konursa bu yolla bu ifadelerden hangilerinin anlamlı olduğu ve hangilerinin bir anlam taşımadığı da belirlenecektir. Aynı zamanda doğrulama kavramı, anlamlı olanın belirlenmesini sağlayacağından dolayı bilimselliğin ölçütü olarak da görülmüştür.
Felsefenin ifadeleri deney ve gözlem ile doğrulanamadığından, bu amacını dil analizi üzerinden gerçekleştirme eğilimindedir. Felsefe bir tür dil analizi olarak görülmektedir. Dile yöneltilen soruşturmanın neyin anlamlı olduğu ve neyin anlam taşımadığı konusuna bir açıklık getireceği düşünülmektedir. Mantıkçı pozitivist felsefe açısından metafizik, Kant’ta olduğu gibi, insanın bilmesine yönelik bir sorun olarak değil, dilin mantığına ilişkin bir sorun olarak görülmektedir. Dilin mantıksal çözümlenmesi ile ifadelerdeki karışıklıkların, yanlış kullanımların aydınlatılması ve böylelikle de bilimsel ifadelerin düzgün kurulması amacı güdülmektedir. Dil analizi, mantıksal bir analiz olmak durumundadır. Çünkü mantık, her türden anlamlı ifademizin üzerinde yükseldiği bir yapı olarak görülmektedir. Dile yöneltilen mantıksal analiz ile metafizik yargılardan, yani bir anlam taşımayan ifadelerden arındırılmış bir yapının olanaklı hâle geleceği düşünülmektedir.
Kaynak: Prof.Dr Cengiz ÇAKMAK - Felsefeye Giriş
Kant’ın saf akla yönelttiği eleştiri ile olgusal bilginin sınırları belirlenecek ve olgusal deneyimin apriori koşulları ortaya çıkarılacaktır. Metafiziğin olanağının ve kaynağının ortaya konması, kapsamının belirlenmesi ve sınırlarının çizilmesi görevinde dayanak, olgular değil, saf aklın kendisi olmuştur.
Kant açısından metafizik, iki anlamdadır. Bunlardan ilki doğa bilimlerini de mümkün kılan, olgusal deneyimin zorunlu ön koşullarına işaret eden sentetik apriori ilkeler bütünlüğüdür. Bu anlamı ile metafizik, bizim meşru bilgimizin sınırını çizmeye yönelik ön dayanakları ortaya koyar. Bu anlamı ile eleştireldir. İkinci türden metafizik ise meşru bilgi alanımız belirlendiğinde, bunun dışında kalan alan hakkında, aklın âdeta kaçınılmazcasına ortaya koyduğu kanılar bütünlüğü olarak mutlak metafiziktir. Kant’ın soruşturması sonucunda olanaklı olup olmadığını belirlemek istediği de bu mutlak metafiziktir.
Bu türden metafizik savlar, felsefeyi âdeta bir savaş alanına çevirmiştir ve şimdi ona karşı bir reform önerilmektedir. Felsefe, bütün olası deneyimin ötesine geçmeye ve deneyimin dışındaki alana ilişkin savlar ortaya koymaya çalışmaktadır. Fakat bu amacı gerçekleştirebilmek için gidilebilecek mümkün (bilgimizin dışında) bir yer yoktur. Bu yüzden felsefenin ilk görevi, insan düşüncesine ilişkin sistematik bir eleştiridir. Mümkün meşru bilginin biçimine ve sınırlarına yönelik eleştirel soruşturma, olası bir metafizik sistem için de meşru temelin ne olabileceğini gösterecektir. Bu eleştiri, pek çok metafizik spekülasyonun meşru olmayan temellere dayandığını ortaya koyacaktır. Soruşturma sonucunda ortaya çıkan manzara ise pek çok büyük metafizik sisteminin hiçbir şey ile temellendirilmemiş olduğudur.
Kant’ın eleştirisi metafizik bilgi yetimize, yani saf akla, bizzat aklın kendisi tarafından uygulanacak bir sınamadır. Bu, aynı zamanda metafizik bilginin olanaklılığının ve neyin metafizik bilginin olanağı dâhilinde olduğunun sınanmasıdır. Böyle bir metafizik, eğer olanaklı ise, inceleme nesnelerini olanaklı deneyimin sınırları içinde tutmak zorunda kalacaktır.
Metafiziğin apriori bir bilgi olarak neyi başarıp neyi başaramayacağının ortaya konması için, bütün apriori bilginin olabilirliği, ilkeleri ve sınırları belirlenmelidir. Böylelikle metafiziğin hem kaynakları hem sınırları hem de kapsamı ortaya konabilecektir.
Kant insanın bilme yetisini duyarlık, anlama yetisi ve akıl olarak belirlemiş; duyarlığın formları olarak uzay ve zamanı, saf anlama yetisinin kavramları olarak kategorileri, saf aklın kavramları olarak da ideleri ortaya koymuştur. Mutlak metafiziğin konusu, hiçbir deneyim ile ilişkili olmayan saf aklın kavramları ve idelerdir. Görüler ve kategoriler, deneyim ile olan bağlantıları nedeni ile bütün meşru bilgiyi üretirken ideler bu koşulu sağlayamadıkları için, bilgi olarak değer taşımayan metafizik anlatımlara yol açmaktadırlar.
Kant’a göre, insan aklı doğal bir yanılsama içindedir. Mutlak metafiziksel sorular da bu doğal yanılsamanın zorunlu sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Bunlar insanın bilme etkinliğinin bir türünden zorunlulukla türemektedirler. Bu yanılsamanın ürünü olan aklın idelerine karşılık gelen hiçbir deneyim nesnesi yoktur. Deneyimin koşullarını aşan, deneyimde kendisine karşı gelecek hiçbir şey bulunmayan kavramlar ile bilgi üretilemez. Dolayısı ile bu alandaki bilgi uğraşısı, aklın olgusal açıdan bilgi değeri olmayan metafizikler üretmesi ile sonuçlanır. Bu bakımdan ideler, mutlak metafiziğin kurucu ögeleri olarak konumlanırlar.
Duyusal algılama alanında bulunan ve bu bakımdan bilgiye konu olan nesne fenomen alanında ve bu fenomene kaynaklık ettiği varsayılan kendinde şey ise noumen alanında bulunurlar. Bir kullanımında noumenon içeriği boş fakat sınırlandırıcı bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Fakat bir diğer kullanımında, bu kavramın metafizik bir içeriği vardır. Bu metafizik içerik, anlama yetisinin duyarlığı sınırlandırmak için koyduğu sınırı aşmasından, yani düşüncelerin genel formları olan kategorilerin kendinde şeylere uygulanması olanağından doğar.
Kant, kendinde şeylerin kuramsal bilgisinin olanaksızlığını temel tez olarak ortaya koymakla birlikte, aynı zamanda bu tür soruların insan aklındaki zorunlu temelini de göstermiştir. Noumenanın bilinemez fakat çelişkiye düşmeksizin düşünülebilir olduğunu göstermekle Kant, metafiziğin bir bilim olarak değil, fakat genel olarak olabilirliğinin insanın bilme yetisinde yer aldığını belirtmiştir.
Kant, kategorilerin kendinde şeylere uygulanacak biçimde genişletilmeleri durumunda, bilgi vermeleri bakımından boş olduklarını ileri sürmüş; öte yandan da onların bu biçimde genişletilmesine pratik akıl bağlamında bir temel bulmaya çalışmıştır. Ona göre tanrı, özgürlük ve ölümsüzlükle ilgili düşüncelere sahip olmak olanaklı, hatta gereklidir. Fakat bu düşünceler her ne kadar iyi temellendirilmiş olurlarsa olsunlar, hiçbir anlamda bilgi meydana getirmez, asla bilgiye eş değer olamazlar. Fakat tam da bu bakımdan metafizik önermeler anlamdan yoksun değil, tersine belli bir biçimde söylendiklerinde bütünü ile anlamlıdırlar.
Metafizik sistemler iç tutarlılığa sahiptirler. Onların önermelerini doğru ya da yanlış sayacak biçimde ele alma yolları da vardır. Her metafizik sistem, önce kavramlarına ilişkin belli tanımlar ortaya koymak ve sonra da bu tanımlamalardan mantıksal sonuçlar çıkarmakla oluşur. Bu bakımdan başlangıçta kimi zaman aksiyom olarak verilen tanımlar kabul edildiğinde, bunlardan çıkan sonuçların da kabul edilmesi zorunludur.
Mantıkçı pozitivizm olarak bilinen akım yüzyılımızda sadece felsefede değil, diğer alanlarda da etkili olmuş olan düşünce biçimidir. Yüzyılımızın başlarında Viyana’da Moritz Schlick önderliğinde bir araya gelmiş bilim adamı ve düşünürler temelde felsefeyi metafizik olan her şeyden arındırma gayesinde olmuşlardır. Felsefe ve bilimin yargılarının metafizikten arındırılmasının anlam problemine yönelik bir çalışma aracılığı ile birlikte yürütüleceğini düşünmüşlerdir.
Onlara göre felsefe bir bütün olarak evrenin ne olduğunu ortaya koymaya çalışan yada varlığın özünün nasıl olduğuna ilişkin teoriler üreten bir uğraşı değildir. Mantıkçı pozitivist anlayış, felsefeyi metafiziklerin sorduğu türden sorulara cevap verme çabasında olan değil, bu soruların bir anlam taşımadığını gösteren bir uğraşı olarak almışlardır. Onlara göre felsefenin diğer bir görevi de doğa bilimlerinin kavramlarını anlamca aydınlatmak ve onların ifadelerinde de ortaya çıkması olası olabilecek karışıklık ve kaypaklıklara eleştirel bir yaklaşım ile açıklık kazandırmaktır. Mantıkçı pozitivizm ile birlikte felsefe, artık dünyanın yapısını, düşünceleri, ideleri doğrudan incelemek yerine, bunları dildeki yansımaları bakımından değerlendirmekte ve dile mantıksal bir çözümleme aracılığı ile yaklaşmaktadır. Amaçlanan sonuç metafiziksiz felsefedir.
Onlara göre metafizik olan bir şey, bir anlam taşımamaktadır. Çünkü onun doğrulanma ya da yanlışlanma şansı yoktur. Metafiziklerin ortaya koymuş olduğu bir yargıyı kanıtlanmak için sunulan argümanlar, bu yargının aksi bir görüşü kanıtlamak için sunulanlardan daha doğru olmamaktadır. Bu durum, metafiziğin ifadelerinin doğru ya da yanlış olmaması sonucunu doğurmaktadır. Metafizik yargılar doğru ya da yanlış olmadıklarından dolayı bunların anlamlı oldukları da söylenemez. Viyana Çevresi düşünürlerine göre metafizik, bir cevabı olmayan sorulardan ve doğruluğu bu sorulara yönelik sunulmuş ama doğruluğu kanıtlanamayan yanıtlardan kurulmuş bir yapıdır. Metafiziğin hem sorduğu soruların hem de bu sorulara verdiği yanıtların anlamlı olmadıkları düşünülmektedir. Bu görüş uyarınca metafiziğin ifadeleri doğrulanabilir, anlamlı bir sav öne sürmediklerinden dolayı bir bilgi değeri taşımamakta ve bu yüzden de doğru ya da yanlış olarak değerlendirilememektedir.
Mantıkçı pozitivizmin felsefeyi metafizik yargılardan arındırma amacında olduğunu söylemiştik. Viyana Çevresi düşünürleri, bunun yolunun doğrulama kavramına yönelik bir çalışma ile mümkün olacağını iddia etmektedirler. Çünkü onlara göre felsefenin ifadeleri doğa bilimlerinde olduğu gibi gerçeklik ile karşılaştırılarak doğru ya da yanlış olabilecek ifadeler değillerdir. Bu noktada da doğrulama kavramı devreye girmektedir. Eğer felsefenin ifadelerinin doğrulanma koşulları net bir biçimde ortaya konursa bu yolla bu ifadelerden hangilerinin anlamlı olduğu ve hangilerinin bir anlam taşımadığı da belirlenecektir. Aynı zamanda doğrulama kavramı, anlamlı olanın belirlenmesini sağlayacağından dolayı bilimselliğin ölçütü olarak da görülmüştür.
Felsefenin ifadeleri deney ve gözlem ile doğrulanamadığından, bu amacını dil analizi üzerinden gerçekleştirme eğilimindedir. Felsefe bir tür dil analizi olarak görülmektedir. Dile yöneltilen soruşturmanın neyin anlamlı olduğu ve neyin anlam taşımadığı konusuna bir açıklık getireceği düşünülmektedir. Mantıkçı pozitivist felsefe açısından metafizik, Kant’ta olduğu gibi, insanın bilmesine yönelik bir sorun olarak değil, dilin mantığına ilişkin bir sorun olarak görülmektedir. Dilin mantıksal çözümlenmesi ile ifadelerdeki karışıklıkların, yanlış kullanımların aydınlatılması ve böylelikle de bilimsel ifadelerin düzgün kurulması amacı güdülmektedir. Dil analizi, mantıksal bir analiz olmak durumundadır. Çünkü mantık, her türden anlamlı ifademizin üzerinde yükseldiği bir yapı olarak görülmektedir. Dile yöneltilen mantıksal analiz ile metafizik yargılardan, yani bir anlam taşımayan ifadelerden arındırılmış bir yapının olanaklı hâle geleceği düşünülmektedir.
Kaynak: Prof.Dr Cengiz ÇAKMAK - Felsefeye Giriş