İnsan nereye?

Servet, küstah; sefalet, tehditkâr. Voltaire'in kahkahası bay­kuşun ulumasından farksız, yakın harabelerin rüyasıyla sermest bir baykuşun. Gözler, ya doğacak fecirlerin hasretiyle yaşlı, ya kaybolan bir altın çağın.

Bu çökmeye mahkûm medeniyet üç sütun üzerinde duru­yor; süngü, açlık, fuhuş. Fransa yorgundur, zaferden yorgun, yenilgiden yorgun, sefahatten yorgun, sefaletten yorgun. Ve burjuvazinin gittikçe kabaran iştihası.

Saray kanlı akibetinden habersiz. İmtiyazlılar filozoflar­la kadeh tokuşturuyor.

Altın çağ yalnız zamanın külleri altında kaybolan bir bel­de değil, denizlerin ötesinde de mevcut. Ummanı aştın mı: Eldorado. Sen de böyle bir Eldorado yaratabilirsin, "Emil’ ı oku: "Her şey Yaratan'ın elinden çıkarken güzel...", bu bir nâra. Konuşan, filozoftan çok hicivci, "insanın elinde yozlaş­mış her şey."

İyi ama Yaratan'ın eserini tahrip eden insan da Yaratan'm eseri değil mi? Güzel, güzel'i nasıl bozar? Belli ki şuuraltında konuşan, "ilk günâh" masalı. Yedi canlı bir masal bu. Calvin ahlâkı bu masala dayanıyor; kapitalizm, Calvin ahlâkına.

Rousseau için şeytan: özel mülkiyet. İnsan, bir tarlanın etrafını çitle kuşatıp, burası benimdir dediği günden beri doğ­ru yoldan uzaklaşmış. Cinayet cinayeti kovalamış, facia facia­yı. Sonunda medeniyet denilen bu yapma düzen kurulmuş.

Oysa Oscar Wilde için iğrenç olan tabiatın kendisi. Ter­biye de içtimaî'ye yöneldiği ölçüde bozucu. Şu çocuğa bakın diyor, ne kadar sevimli, bir de şu yirmisindeki haytaya ba­kın: nobran, edebsiz, lanet. Onu bu hâle getiren toplum yani terbiye.

Ummanların ötesinde bir altın şehir yok. İnsan her ülke­de hilekâr ve yırtıcı, zaruret tünelinden hürriyet alanına çı­kamadı henüz. Elli bin yıl öncesine kıyasla çok daha güçlü­yüz. Ama gelişme bütünü kucaklamıyor. Yol iniş çıkışlarla, geriye dönüşlerle, sapışlarla uzamaktadır.

Dünle yarın, karanlıkla aydınlık boğaz boğaza. Vedalarla Avesta'nın anlattığı kavga sona ermedi. Soyumuzun ana dâ­valarından hangisi çözüme bağlanabildi? Sanayi devrimi ha­yat üslubunu altüst etti ama kafalar hep aynı. Devler her çağda vardı. Zerdüşt'le Russell, Yajnavalkiya* ile Sartre aynı insan. Cilâlı Taş Devri'nden bu yana insanlığın en büyük za­feri on dokuzuncu yüzyılda gerçekleşmiş: madde üzerinde hâkimiyet. Kimin hâkimiyeti? Üç buçuk Avrupalının. Ya al­tüst olan ruh dengemiz?

"İnsanın elinde yozlaşmış her şey", doğru ama her şeyi düzelten de insan değil mi? Peygamberler de, veliler de, kah­ramanlar da insan. Tarihi yaratan, fertle yığın arasındaki anlaşmazhk. Hayatın kanunu tezat. Çatışmasız toplum beraber otlayan, beraber geviş getiren adsız bir sürü.

Tarihin mimarı: isyan, kadere, zamana, insana. Dâhi iki taşın çarpışmasından doğan kıvılcım. Marx da toplumun eseri, Lacenaire de. Ama ikisi de toplum-dışı.

Versailles bahçeleri gibi tarhlara ayrılmış toplum ama tarhların sının belirsiz.

Toplumun içinde birçok toplumu var. Büyük adam, kucağında yaşadığı toplumun üvey evlâdı dünkü, yarınki, ötelerdeki bir toplumun çocuğu. Rousseau'yı, Rousseau yapan yüzünü görmediği annesiyle ayyaş babası mı? Marx, avukat Manc'ın oğlu olmaktan çok Rousseau'nun Saint-Simon'un, Hegel'in çocuğu.

Kaderimizi çizen toplum, ama ona teslim olunca yokuz, denizdeki herhangi bir dalgayız artık. Dalgaların bir tarihi var mı? Kişilik bir kopuş, bir olmayan'a, bir olacağa bağla­nıştır. Görünen toplum içinde görünmeyen toplumu seçmek.

İnsan tabiatı değiştirirken kendini de değiştirilmiş, yal­nız tabiatı değiştirirken mi? Büyük adam bir devin sırtına tırmanan cüce, diyor Michelet. Belki doğru, dev: Goliat yani yürüyen dağ parçası, sırtındaki cüce: Davut yani zekâ. Bü­yük adam, kalabalığı tekme ile uyandıran kılavuz. Sonra uyanan Caliban efendisini parçalar.

Tarih hürriyetle kader, ruhla madde arasındaki kavgaymış. Bir kelime ile tabiatla insanın kavgası. Tabiat hep aynı tabiat, ne var ki insan hep aynı insan değil. Ummanlar deh­şetinden bir şey kaybetmedi. Ama çağdaş Ülis'in emrinde yü­zen şehirler var. Ve Jüpiter'in korkunç silâhını, emekleyen bir çocuğun parmakları bir avuç ışığa kalbedebiliyor. Nesil­ler fetihlerini nesillere devretti ama ilerleyen yalnız homo faber. Bütün bu zaferler biraz göz boyayıcı.

Jean Rostand, "tabiatın sırlarından bazılarını aşırdık, diyor, ilim adamı çok defa ne yaptığını bilmeyen bir büyücü çırağı. Tabiat kuvvetlerini, uysal bir arslanla oynayan çocuk gibi mıncıklıyor... ya arslan kızıverirse. Will Durant hiç " iyimser değil, "deprem devi şöyle bir dizlerine dayanıp arzımızı sallayacak olsa ne kulübe kalır ne gökdelen." İki robotun yanlış bir hareketi, nereden geldiği, niçin geldiği hâlâ bilinemeyen bu ahmak yuvarlağı yeniden kaoslaştırabilir. İn­sanlık, barut fıçıları üzerinde rakseden sarhoş. Ağzında siga­ra ve elinde havaî fişekler.

Soyumuz Tanrı'nın halifesiymiş, pek toy bir halife. Kâi­natın bu yeni misafiri nihayet bir milyon yaşındadır. Elbet hataları olacak. Şahikalara ancak tırmanarak yükselinebilir.

Yaratan'ın elinden çıkarken her şey güzelmiş, kime göre güzel? Evren bir ham madde deposu. Her şeyi biçimlendiren insan; güzel de iyi de insan icadı. Yalnız hilkatin atölyesinde çalışan, yani yeni bir dünya parçası, yeni bir düşünce, yeni bir terkip kurabilen ustaların sayısı bir asırda üç-beş. Ötesi mevaşi.


Kaynak: Cemil Meriç - BU ÜLKE

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP