Parmenides'in Varlık çözümlemesinin eleştirisi - 1
|
“Öyle ya, yanlışın gerçek olduğunu çelişkiye düşmeden söylemek, ya da düşünmek için nasıl bir formül bulunabilir? Bu, hakikaten, son derece zor bir mesele, Theaitetos.” Platon, “Yabancı” adlı karakterine böyle söyletir. Platon’un kendisinde derin bir diyalektik kavrayış olmasına karşın kitabın bu bölümünde Yabancı konuşmasına tutarlı bir şekilde devam eder: “Böyle bir iddianın cüreti var-olmayanı var saymasındandır: yanlışlığın şartı budur, bu olmadan yanlışlık olmaz. Nitekim, oğlum, büyük Parmenides, bizler henüz çocukken, nesir ya da nazım olarak, hiç durmadan bunu söylerdi bize: “Hayır, asla edemezsin zorla var-olmayan’ı var; Sen bu araştırma yolundan uzak tut düşünceni.” Bu büyük Parmenides, bizim felsefe tarihinden tanıdığımız Parmenides! Ve var ile var-olmayan, yanlış ile gerçek arasına mutlak aşılmaz sınırlar koyarken bir de kendi budalalığından ayrılmamayı salık veriyor. Şimdi, kitapta yabancının dile getirdiği bu sözler, bir bağlamda hani söylenmesi de düşünülmesi de pek zor olmayan şeyler. İnsanların olduğu gibi hayvanların da verili bir birlik, özdeşlik, çelişmezlik ilkesine tutunduğunu söyleyebiliriz –onların da böyle bilinçleri vardır; alt düzeyde, çok yetersizlik bir farkındalık düzeyinde de olsa. Pavlov, her zili çaldığında köpekler et in geleceğini anlayarak salyalarını akıtırlar. Zil ile et birlik içindedir, süreç aralarında zorunlu bir nedensellik olan kendine özdeş bir bütündür ve et zili takip eder. Etin zili takip etmesine öyle alışılır ki, çelişkin bir durumun beklenmediği ancak o durumun gerçekleşmesiyle anlaşılır: Ve bir gün zil çaldığında et gelmez; ama onlar zil çalındığında salyalarını akıtmaya alıştıkları için yemek gelmese de salyalarlar. Ve bu alışkanlık bir süre sonra yok edilince basit çağrışımsal bilincin bir belleğinin oluşup oluşmadığına bakılır. “Ancak bu refleksler yeniden uyandırılabilir, mesela, köpeğe üst üste birkaç defa gösterilen etin, belirli mesafeden olan tesiri yavaş yavaş azalır ve sonunda büsbütün ortadan kalkar. Ancak, belirli mesafeden etin yeniden tesir etmesi için, köpeğe etten biraz tattırmak kafi gelir.” Bu da şeylerin aralarındaki ilişkiyi nasıl çelişkiden uzak tutmaya çalıştığımız konusunda fikir verebilir. Etin belirli bir mesafeden gösterilmesi ile salyalama refleksi de zil ile salyalama refleksi de biri olmadan diğeri de olamayacak, çelişmezlik içinde bütünleştirilmiş şeylerdir. Öyle bir bütün elde edilmiştir ki bir sürecin tüm anları doğal halde bir bütünü oluşturması olumsal olan şeylerden (zil ve salya gibi) bir bütün oluşturularak bir araya getirilmiş ve köpekteki bir gizillik ortaya çıkarılarak köpeğin anlama yetisi yeni duruma uyum sağlamıştır. Köpek sonra refleksini kaybettiği duruma, daha sonra tekrar refleksinin uyandırıldığı bir duruma uyarlanmıştır. İlk durumda zil çalar-salyalar-yemek verilir; ikinci durumda zil çalar-salyalar-yemek verilmez; bir süre yemek verilmezse salyalama refleksi kaybolur ki bu da üçüncü durumdur: zil çalar-salyalamaz. Yukarıdaki alıntıya bakalım: köpeğe belirli mesafeden et göstererek onda şartlı refleksi uyandıran Pavlov, onun bir bellek kazanıp kazanmadığına bakar, ve üst üste birkaç defa belirli mesafeden et göstererek salyaladığını bildiği için tekrar belirli mesafeden et gösterdiğinde tekrar salyalayabilmesi için köpeğe biraz etten tattırarak yine önceki durumuna, önceki şartlanmışlığına geri dönebilmesini sağlar. Şimdi köpek hangi süreçte olursa olsun sürece uyum sağlar, her süreç kendi içinde belirli bir mantıksal birliği taşır ama her farklı süreç birbiri ile belirli çelişkileri de taşır. Üstelik deney şartlarında oluşturulmuş bir şartlı refleksin başarısı köpek gibi Pavlov’un sözleriyle “yüksek hayvanlar” grubuna ait olup basit organizmalardan farklılık gösteren bu organizma insana daha yakın olunca buluşun önemi artar. Savım o ki, insanın da doğal bilinci her durum içinde basit, yalın bir matematiksel bilinçtir: Bağıntıları birlik içinde tutarken kendini birlik içinde tutmuştur. Her durumu farklı farklı düşünür, sanki her duruma ayarlı bir modu vardır: Bir mod bağıntıları kurar: Zil-salya-yiyecek. İkincisi de uyum içindedir: Zil-salya-yiyecek yok. Ve üçüncüsü de uyum içindedir: Zil-salya yok. Eğer köpek dile gelseydi, hangi bilinç modu içindeyse o bilincin gerçeğinden, doğrusundan bahsedecekti; belki kendi durumları arasındaki çelişkileri kendi birlik içindeki bilincini kendince sağlıklı tutmak için kendinden dahi saklayacak ve belki deney ortamı hariç, içinde yaşadığı durumlar hariç, salt Dünya’da mevcut haldeki iki şey arasındaki bağıntının anlamsızlığından, zil ve salyanın aralarındaki korelasyonun sıfır olduğundan hiç bahsetmeyecekti.
Yokluğun varlığı düşüncesine nefret
Şu genellikle köle ruhlu olup kölede bulunmayan şeylere, örneğin ruhsal derinlik, güç, yaşamın sunacağı zevkler, gurur, zihinsel meziyetler gibi şeylere ya karşı çıktığı ya da kayıtsız kaldığı özlü sözler bildiren ermişlerin yanı sıra ermişlerin bazıları da sözlerini aklın gücüyle, aklın denetimi altında yaptığını söylediğinde, isteyerek veya istemeyerek ama yine de usun ölçüleri içinde belirtmeye çalıştığında hangi ruhsal şeylerinin Tanrı’yı derinden etkilemesiyle ermiş oldukları konusunu üzerinde düşünmeye ve bir tahlilini yapmaya değer bulabiliriz. İyi bir köle olmuş hatta en iyi köle olmuş (yani ermiş) bu mühim ve zihinsel yetersiz kötücül ermişler ve ermişlikler akılla değil kalp gözüyle kavranabileceği için üzerinde durmaya değmeyecek şeylerdir. Yine de sırası gelmişken bir değinelim, örneğin şuna benziyor olmasın ermişliğin içi: Köle ermişlerin veya ermişlerin kölece niteliklerinin erdemleri en azından bunu bizlerle paylaşma yüce gönüllüğünü gösterdiği için, bizim de erebilecek ruhsallıklar kazanabilmemiz için, usa dayanan taktikler çıkarsamamızı sağlayacaktır. Böylece bir gece Tanrı’nın evine sızıp ondan refah, esenlik, haz… gibi şeyler için şunu bunu, hatta belki Prometheus gibi ateşin ta kendisini araklamamızı sağlayacak derin sükunet içindeki meditasyonlar veya coşku dolu histeri krizleri ile sefil tapınmalar, giderek daha bol, daha verimli sonuçlara gebe daha ustaca süslenmiş tapınmalar kazandıracak; ermişler kadar olmasa da yine de tanrısallığın masasından bir çok özel esrime anında büyük bir lütuf olarak atılacak tanrısal bir kemiği gururla sıyırmamızı sağlayacak mutlu bir sona hazırlayacak; hatta artık daha öte ruhsal arayışların ve sıkıntıların olmadığı bir an için, daha öte düşünsel hiçbir çabanın gerekmeyeceği bir son için, saltık geri-zekalılığın ve düşünce tembelliğinin ve en önemlisi ruh yoksulluğunun sayısız kardeşi ile birlikte dünyayı gasp ettiğimiz gibi küçük bir bölümünü de olsa cenneti de gasp edebileceğimiz o mübarek, utkulu gün için kalplerimizi umutla dolduracaktır.
Ama Parmenides ’in tanrıçası (her sözü eleştirilmeden doğru kabul edilecek bir varlık!) genel tanrısallığın tersine ahlak/toplumsal yaşamın düzenlenişi üzerine konuşmaz; varlık-yokluk kavramları üzerine bir uslamlama ortaya koyar. Böylece Antik Yunan’ın ermişi de bir başka ermiş olur. Ama Parmenides göğe çıkarken yolculuk sıradanlıktan pek de uzak değildir; ki alt bir durumdan üst bir duruma geçtiğini, yükseldiğini varsayalım. Bence masumiyeti ve saflığı simgelemek için oraya yerleştirilmiş göksel kızlar/kadınlar şu verimsiz dizelerin tek dikkat çekici şeyleri:
“Beni taşıyan kısraklar canımın istediği kadar
Götürüyorlardı, beni bu ünlü yola koyduktan sonra
Daimon kadınlar, bilge kişiyi kentleri aşırıp götüren
Burada gidiyordum; bu yolda taşıdılar beni uslu atlar
Arabayı çekerek, kızlar da yol gösterdiler.”
Ne olmaktadır? Kranz anlatır: Güneş kızları şair filozofu karanlık yeryüzünden Güneş’e götürüyorlarmış. Buraya kadar ki bütün dizeler içerik olarak vasattır; ve önemli bir şey içermez. Yazılmasını gerektirecek bir şey yoktur. Ama yükselen öyle önemlidir ki bu sıradan at arabası yolculuğu da verilmeli. Örneğin ayrıntılara bakınız: “Dingil yuvalarda kaval sesi çıkarıyordu.” Ve bu ne? Neden burada kaval sesi çıkaran bir dingil var? Yüce at arabası yolculuğunun nasıl bir tamamlayıcısı? “Güneş kızları, gecenin evlerini önce bırakan, Işığa doğru, atarak başlarından örtüleri elleriyle.” Kranz diyor ki güneşe yaklaşınca artık karanlık yeryüzünü geride bıraktıkları için güneşin kızları örtülerini çıkarıyorlar. Ben de “Hah!” diyorum “Şimdi, Parmenides kızların güzel yüzünden bahsedecek. Herhangi bir kız da değil, güneşin kızları.” Ama tipik ermiş asexüelliğinden olacak, hayır! Bu ayrıntıyı da veriyor ama bu da neden veriliyor, belli değil! Şöyle olabilir: Parmenides bu yüce yolda yaşadıklarını, duygularını betimliyor sadece. Yani bu ayrıntıların anlamını o da anlamamış olabilir. Ama bunları bize neden anlatıyor öyleyse? Bence bu ayrıntılar bir ispatın tamamlayıcıları: gerçekten bu yolculuk olmuş, kaval sesi çıkaran bir dingil bile var. Neyse, sonunda Tanrıça’ya ulaşır, ama o da gereksiz konuşur: “Ey delikanlı! ölümsüz sürücülere yoldaş olarak, seni taşıyan atlarla buraya ulaşan sana selam!” Tanrıça, atlardan niye bahseder? Atlar olmasa Parmenides ulaşamayacağı için atlara da yer mi ayırmak gerekir? Şimdi ciddiye alınması gereken, dahası çok yüksek değerde bulduğum, bazı bölümleri alıntılıyorum:
“Haydi bakalım, ben söyleyeceğim –sen de cankulağıyla dinle-
Hangi araştırma yollarının düşünüleceğini yalnız:
Biri var-olmanın olduğu, var-olmamanın olmadığıdır,
Bu inandırma yoludur –doğruluğun ardından yürür çünkü-
Öteki, var-olmama, var-olmamanın zorunlu olduğudur;
Hiç bulunmaz olduğunu söylüyorum sana bu patikanın;
Ne tanıyabilirdin var-olmayanı çünkü –yapılamaz çünkü bu-
Ne de bildirebilirsin; aynı şeydir çünkü düşünmekle var-olmak.
…var varolmak, Hiç ise yoktur; bunları düşünmeni istiyorum.
Hem dilsiz hem körler, şaşkınlar, kararsız kişiler,
Var-olmakla olmamayı aynı şey sananlar
…hakkından gelinemez hiç şu var-olmayanın var olduğunun
Sen bu araştırma yolundan uzak tut düşünceni,
Çok denemiş alışkanlık bu yola itip sürmesin seni,
…bir-olan, toplu şey. Nasıl bir doğuş bulacaksın ona?
…Nasıl bir gereklilik zorlamış ola onu
Sonradan yahut önceden hiçten başlayarak doğmaya?
…nasıl yok olabilir var-olan öyleyde? Nasıl doğabilir?
Doğduysa var değildir, ilerde doğacaksa da öyle.
Bu yüzden bütün topludur; var-olan var-olana bitişir zira.
… bütün (evren) doludur aynı zamanda ışık ve görünmez gece ile
Her ikisi de eşit olan; yoktur çünkü ikisinden biri içinde olmayan.
Yokluğun varlığı düşüncesine nefret
Şu genellikle köle ruhlu olup kölede bulunmayan şeylere, örneğin ruhsal derinlik, güç, yaşamın sunacağı zevkler, gurur, zihinsel meziyetler gibi şeylere ya karşı çıktığı ya da kayıtsız kaldığı özlü sözler bildiren ermişlerin yanı sıra ermişlerin bazıları da sözlerini aklın gücüyle, aklın denetimi altında yaptığını söylediğinde, isteyerek veya istemeyerek ama yine de usun ölçüleri içinde belirtmeye çalıştığında hangi ruhsal şeylerinin Tanrı’yı derinden etkilemesiyle ermiş oldukları konusunu üzerinde düşünmeye ve bir tahlilini yapmaya değer bulabiliriz. İyi bir köle olmuş hatta en iyi köle olmuş (yani ermiş) bu mühim ve zihinsel yetersiz kötücül ermişler ve ermişlikler akılla değil kalp gözüyle kavranabileceği için üzerinde durmaya değmeyecek şeylerdir. Yine de sırası gelmişken bir değinelim, örneğin şuna benziyor olmasın ermişliğin içi: Köle ermişlerin veya ermişlerin kölece niteliklerinin erdemleri en azından bunu bizlerle paylaşma yüce gönüllüğünü gösterdiği için, bizim de erebilecek ruhsallıklar kazanabilmemiz için, usa dayanan taktikler çıkarsamamızı sağlayacaktır. Böylece bir gece Tanrı’nın evine sızıp ondan refah, esenlik, haz… gibi şeyler için şunu bunu, hatta belki Prometheus gibi ateşin ta kendisini araklamamızı sağlayacak derin sükunet içindeki meditasyonlar veya coşku dolu histeri krizleri ile sefil tapınmalar, giderek daha bol, daha verimli sonuçlara gebe daha ustaca süslenmiş tapınmalar kazandıracak; ermişler kadar olmasa da yine de tanrısallığın masasından bir çok özel esrime anında büyük bir lütuf olarak atılacak tanrısal bir kemiği gururla sıyırmamızı sağlayacak mutlu bir sona hazırlayacak; hatta artık daha öte ruhsal arayışların ve sıkıntıların olmadığı bir an için, daha öte düşünsel hiçbir çabanın gerekmeyeceği bir son için, saltık geri-zekalılığın ve düşünce tembelliğinin ve en önemlisi ruh yoksulluğunun sayısız kardeşi ile birlikte dünyayı gasp ettiğimiz gibi küçük bir bölümünü de olsa cenneti de gasp edebileceğimiz o mübarek, utkulu gün için kalplerimizi umutla dolduracaktır.
Ama Parmenides ’in tanrıçası (her sözü eleştirilmeden doğru kabul edilecek bir varlık!) genel tanrısallığın tersine ahlak/toplumsal yaşamın düzenlenişi üzerine konuşmaz; varlık-yokluk kavramları üzerine bir uslamlama ortaya koyar. Böylece Antik Yunan’ın ermişi de bir başka ermiş olur. Ama Parmenides göğe çıkarken yolculuk sıradanlıktan pek de uzak değildir; ki alt bir durumdan üst bir duruma geçtiğini, yükseldiğini varsayalım. Bence masumiyeti ve saflığı simgelemek için oraya yerleştirilmiş göksel kızlar/kadınlar şu verimsiz dizelerin tek dikkat çekici şeyleri:
“Beni taşıyan kısraklar canımın istediği kadar
Götürüyorlardı, beni bu ünlü yola koyduktan sonra
Daimon kadınlar, bilge kişiyi kentleri aşırıp götüren
Burada gidiyordum; bu yolda taşıdılar beni uslu atlar
Arabayı çekerek, kızlar da yol gösterdiler.”
Ne olmaktadır? Kranz anlatır: Güneş kızları şair filozofu karanlık yeryüzünden Güneş’e götürüyorlarmış. Buraya kadar ki bütün dizeler içerik olarak vasattır; ve önemli bir şey içermez. Yazılmasını gerektirecek bir şey yoktur. Ama yükselen öyle önemlidir ki bu sıradan at arabası yolculuğu da verilmeli. Örneğin ayrıntılara bakınız: “Dingil yuvalarda kaval sesi çıkarıyordu.” Ve bu ne? Neden burada kaval sesi çıkaran bir dingil var? Yüce at arabası yolculuğunun nasıl bir tamamlayıcısı? “Güneş kızları, gecenin evlerini önce bırakan, Işığa doğru, atarak başlarından örtüleri elleriyle.” Kranz diyor ki güneşe yaklaşınca artık karanlık yeryüzünü geride bıraktıkları için güneşin kızları örtülerini çıkarıyorlar. Ben de “Hah!” diyorum “Şimdi, Parmenides kızların güzel yüzünden bahsedecek. Herhangi bir kız da değil, güneşin kızları.” Ama tipik ermiş asexüelliğinden olacak, hayır! Bu ayrıntıyı da veriyor ama bu da neden veriliyor, belli değil! Şöyle olabilir: Parmenides bu yüce yolda yaşadıklarını, duygularını betimliyor sadece. Yani bu ayrıntıların anlamını o da anlamamış olabilir. Ama bunları bize neden anlatıyor öyleyse? Bence bu ayrıntılar bir ispatın tamamlayıcıları: gerçekten bu yolculuk olmuş, kaval sesi çıkaran bir dingil bile var. Neyse, sonunda Tanrıça’ya ulaşır, ama o da gereksiz konuşur: “Ey delikanlı! ölümsüz sürücülere yoldaş olarak, seni taşıyan atlarla buraya ulaşan sana selam!” Tanrıça, atlardan niye bahseder? Atlar olmasa Parmenides ulaşamayacağı için atlara da yer mi ayırmak gerekir? Şimdi ciddiye alınması gereken, dahası çok yüksek değerde bulduğum, bazı bölümleri alıntılıyorum:
“Haydi bakalım, ben söyleyeceğim –sen de cankulağıyla dinle-
Hangi araştırma yollarının düşünüleceğini yalnız:
Biri var-olmanın olduğu, var-olmamanın olmadığıdır,
Bu inandırma yoludur –doğruluğun ardından yürür çünkü-
Öteki, var-olmama, var-olmamanın zorunlu olduğudur;
Hiç bulunmaz olduğunu söylüyorum sana bu patikanın;
Ne tanıyabilirdin var-olmayanı çünkü –yapılamaz çünkü bu-
Ne de bildirebilirsin; aynı şeydir çünkü düşünmekle var-olmak.
…var varolmak, Hiç ise yoktur; bunları düşünmeni istiyorum.
Hem dilsiz hem körler, şaşkınlar, kararsız kişiler,
Var-olmakla olmamayı aynı şey sananlar
…hakkından gelinemez hiç şu var-olmayanın var olduğunun
Sen bu araştırma yolundan uzak tut düşünceni,
Çok denemiş alışkanlık bu yola itip sürmesin seni,
…bir-olan, toplu şey. Nasıl bir doğuş bulacaksın ona?
…Nasıl bir gereklilik zorlamış ola onu
Sonradan yahut önceden hiçten başlayarak doğmaya?
…nasıl yok olabilir var-olan öyleyde? Nasıl doğabilir?
Doğduysa var değildir, ilerde doğacaksa da öyle.
Bu yüzden bütün topludur; var-olan var-olana bitişir zira.
… bütün (evren) doludur aynı zamanda ışık ve görünmez gece ile
Her ikisi de eşit olan; yoktur çünkü ikisinden biri içinde olmayan.