Nietzsche ve Postmodernizm
|
Talip KABADAYI
Nietzsche hakkında pek çok yanlış anlamalar vardır ama belki de onun hakkındaki en yanlış anlama onun nihilist ve postmodern bir filozof olduğu- dur. Ben bu çalışmamda, Nietzsche'nin nihilizmini kısaca izah edip oradan Nietzsche'nin nasıl postmodern bir filozof yapılıp; pek çok temeli olmayan, asılsız yazı ve eserin dayanağı haline getirildiğini inceleyip, böyle düşünen bir kaç yazaruı fikirlerini ve iddialarını, Nietzsche'nin metinlerine dayanarak çürütmeye çalışacağım.
Şüphesiz nihilizm Nietzsche'nin eserlerindeki önemli temalardan bir tanesidir. Onun nihilizme karşı tutumunu en açık bir biçimde "The Gay Science"da, tanrının öldüğünün ilanı ile bulsak da, diğer eserlerinde de bu temanın işlendiğini görmekteyiz. Benim görebildiğim kadarıyla decadence'a dolayısıyla nihilizme ilişkin Nietzsche'nin söyledikleri şöyle özetlenebilir:
Untimely Meditations'm ikinci bölümü olan Tarihin yaşam için yarar ve zararlan'nda, Nietzsche, tarihçinin ve onun tutumunun, şimdiyi ve şimdiki yaşamı düşünmeksizin bulduğunu topladığında, eskiyle ilgili her şey şimdiyle ilgisi kurulmadan tapınma ve saygı nesnesi yapıldığında decadent olacağını söyler. Özellikle aynı eserin 5. bölümünde, Nietzsche aşın tarihle kişiliğin zayıflatılmasında dikkatimizi çeker; elbette zayıflatılmış kişilik ona baskı yapan tarihsel bilgiyi kullanamayacaktır. Yine aynı eserin 10. bölümünde, Nietzsche, aşın tarihin bekçiliğini yaptığı için, eğitim sistemini ele alır çünkü bu eğitim sistemi bireyin özgür gelişimine izin vermediği için ka- nımca kişiyi decadence'a götürür.
Şimdi de nihilizmle ilgisinde The Fay Science 3. Kitapta yazılanlara bakalım. Bir kaçık (madman) Pazar yerine koşar ve tanrıyı arıyorum!, diye bağırır. Kimisi onu kayıp mı ettin? Kimisi tanrı saklanıyor mu? Bazıları da tanrı bizden korkuyor mu? diye sorarlar. Kaçık tanrının nereye gittiğini size söyleyeceğim, der; siz ve ben onu öldürdük, biz onun katilleriyiz, der. Bes- belli Nietzsche burada nihilizmi ilan etmektedir çünkü tanrının ölümüyle hiç bir ilahi adalet, tanrısal inayet ve moralite artık yoktur. Başka bir deyişle, tanrının ölümü şimdiye kadarki batı kültüründe egemen olan değerlerin, moralin vs...nin artık geçerliliğini yitirdiğidir. Yine aynı eser 5. Kitapta, "biz korkusuzlar" kısmında, en büyük olay olan tanrının ölümünün şimdiden Avrupa üzerine ilk gölgelerini düşürdüğünü söyler Nietzsche. Tabi ki bu gölge yani şüphe tüm Avrupa moralitesi üzerine düşer. Tanrının ölmesiyle, kişi hristiyan moralitesinin getirdiği fayda ve avantajlardan artık yararlanamayacaktır; elbette bu da kişi üzerinde büyük bir çöküntüye yol açar.
Eğer yanılmıyorsam Nietzsche yukarıda söylediklerinin temeli üzerine The Will to Power'da, Avrupa nihilizmine bakar. Nedir nihilizm? O en yüksek değerlerin değerini yitirmesidir. İnsan hayatındâ bir zamanlar bir anlam ve amaç olduğuna olan inanç artık kaybolmuştur. Değersizlik, anlamsızlık fıkri, birlik hedef, gerçek vb... kavramlarla varlığın genel özelliğinin anlaşı- lamayacağının kavranmasıyla doğmuştur. Bu kategorilerle dünyaya değerler yansıtıyorduk, bunları geri çekince evrenin değersiz olduğunu gördük. İşte dünyanın değerini, böyle uydurulmuş bir dünyanın kategorileriyle ölçünce, aklın kategorilerine olan inanç nihilizme yol açmaktadır.~ Kişi yaşamın, her şeyin bir hedefe doğru gittiğinin bir yanılma olduğunu gördüğünde, yani ger- çekte var olmayan anlamlar aradığının farkına vardığında hayat tüm anlam ve önemini yitirir. Bu psikolojik bir durum olarak nihilizmin ilk biçimidir. Dünyada olup biten her şeyin sistematik bir birlik içerisinde olup bittiğine olan inanç da, gerçekten böyle bir birliğin olmadığı görüldüğünde yıkılmış- tır. Bu da insanda yalnızlık ve güvensizlik duygularına yol açmıştır. Kısaca özetlenen nihilizmin bu iki biçimi dünyadaki olup bitende bir birlik ve amaçlılık aramanın sonucu olarak ortaya çıkıyor. Tanrıya, birliğe ve hedefe olan inancın çökmesi, doğal olarak, bu oluş dünyasının da bir aldanma olarak görülmesine yol açtı; yani artık hayatın anlamı ve önemi kalmadı.
Nietzsche buradan aktif ve pasif nihilizmden söz etmeye geçer. Kişi, anlam ve değerin olmadığı yerde anlam ve değer arayıp bulamayınca; yanlış bir genelleştirmeyle hiç bir şeyin anlamı ve değeri olmadığı sonucuna vardı. Bunun nedeni, kişinin gücünün eksikliği; ruhun gücünün azalmasıdır ve bu pasif nihilizm olarak adlandırılır. «Aktif nihilizm ruhun gücünün artmasıdır yaratıcı olacak kişilerin, kendi kendileriyle hesaplaşma, iyileşme dönemleridir, bu nihilizm.
Şimdi de kısaca nihilizmle ilgisinde Nietzsche'nin hristiyanlığa ~bakışını ele alalım. Ona göre, hristiyan moralitesi ve bunun üstüne kurulan modem ruh, hayatın çöküşü üzerine yükselirler; dolayısıyla hristiyanlığın ilkeleri hayata düşmandır The Antichrist 15. Aforizmada, Nietzsche hristiyanlığın dünyası tamamıyla hayali bir dünyadır, der. Ne hristiyanlik moralinin ne de dininin gerçeklikte herhangi bir bağı vardır. Hristiyanlığın en temel varlık ve kavramları olan tanrı, ruh, öte dünya, günah vb... gibi şeyler hayalidirler ve gerçek(lik)ten acı çekenlerin ve yaşamları istedikleri şekilde gitmeyenlerin uydurdukları şeylerdir. Nietzsche hristiyanlıkta decadence ve nihilizmin asli özellikleri olan hayatın çöküşü ve zayıflatılmasını görür. Yine aynı eser 7. Aforizmada, Nietzsche hristiyanlığı acımanın dini olarak adlandırır; ancak ona göre, acıma dininin temelinde hayatı inkâr vardır. Aslında hayatın özü, büyüme, kuvvet kazanma; yani güçtür. Nietzsche hristiyanlığa kayıtsız şartsız hayır demektedir çünkü hristiyanlik başından beri hayattan yüz çevirmiştir ve bu yüzden de temelinden nihilistik hale gelmiştir.
Birkaç cümleyle özetlersek, nihilizm en yüce değerlerin değerini yitirmesi, dolayısıyla tanrının ölmüş olmasıdır. Tüm eski değerler yıkılmış ve otorite de yok olmuş olduğu için insanın eylemesi, yapıp etmesi ve bilmesi için artık hiç bir sınır kalmamıştır.
Nietzsche'nin nihilizm ve decadence'a ilişkin söylem ve tespitlerini pek çok yazar, özellikle kendilerini postmodern olarak niteleyenler, kendilerine dayanak ve temel yapmaya çalıştılar ve çalışıyorlar. Örneğin Gianni Vattimo'ya göre, felsefi postmodernite Nietzsche'nin "tarihin yaşam için yarar ve zararları" adlı çalışmasıyla birlikte doğmuştur. Ona göre Nietzsche bu eserde, 19. Yüzyıl insanını yiyip bitiren aşın tarih bilinci problemini saptar. Bu aşın tarih bilinci, insanlığı yepyeni bir tarih üretmekten alıkoymaktadır. Böyle olunca tabi ki 19. Yüzyıl Avrupa uygarlığı kendine özgü bir stil geliştiremiyor. Nietzsche bunu tarih hastalığı olarak belirtir. Tarih hastalığı Vattimonun yorumuna göre bir decadence olarak modernite problemidir.
Kendilerine postmodem yazarlar ve düşünürler diyenler nasıl ve niçin Nietzsche'yi ve onun yazdıklarını kendilerine dayanak yapıyorlar ve modernite adı altında bu yazarlar neye eleştiri getiriyorlar bunları açıkça görmek için Prof. I. Kuçuradi'nin bu konuda söylediklerine bakarak bunları izah etmeye çalışalım.
Prof. Kuçuradi'ye göre, 2. Dünya Savaşı'nın hemen ardından kalkınma politikalarıyla çıkmaza sokulmuş bir dünyada yaşıyoruz. Kimliğini arayan bu arada tek ve bir olmaya çalışan bir Avrupa görüyoruz. Milliyetçilik artıyor ve devletler daha küçük devletlere ayrıliyor. İnsanların öldürüldüğü, küçük savaşların patlak verdiği bir orta doğu görüyoruz. İşte tüm bunların içinde olup bittiği çağımız bazı düşünürler tarafından postmodern olarak adlandırılıyor.
Postmodernizmin modernite adı altında neyi eleştirdiğine daha yakından bakalım. Modern teriminin relatifi, antik, geleneksel, klasik vb...dirler. Modern terimi bu anlamda bir şeyi yapıp etmenin en son yolunu ifade eder. Batı çevrelerinde ya da batı kültürlerinde modern terimi; çeşitli insan etkinlikleri ve onların ürünlerinde ortaya çıkan özelliklerin bütününü ifade eder görünüyor. Bu ya da şu etkinliği yaparken ve ürünler ortaya koyarken içinde bu özelliklerin görüldüğü dönem modern olarak adlandırılıyor. Sonuçta, batı çevrelerinde üzerine tartışılan modernite terimi geçmişle bağını koparmasıyla belirlenen içinde belirli bir dünya görüşünün hakim olduğu tarihsel bir dönemi ifade ediyor gibi görünüyor. ~~ Batıda devam eden modernite tartışması bir dünya görüşü olarak modernite hakkındaki -hangi dünya görüşü olduğu ~açık olmamasına rağmen- pozitif değer yargısına karşı bir tepki göstermektir.
Modernite adı altında postmodemizmin hangi dünya görüşünü eleştirdiğini saptayabilmek için Prof. Kuçuradi'ye göre tarihsel bir dönem olarak modernitenin ne olduğunu açığa kavuşturmamız gerekir. Ortaçağlardaki hakim insan kâvramı ve dünya görüşünden kopmak olarak düşünülen modernite sık sık aydınlanma ile eş tutulmuştur, ama şeyleri metafizik olmayan yolla temellendirme ve açıklama olarak anlaşılan rasyonalite ile değil. Bu da batı rasyonalitesi ile eşleştirilmiştir; yani şeyleri açıklama ve temellendirme de muhtemelen metafızik olmayan özel bir yaklaşım. İşte postmodernizmin eleştirdiği modernizm bu yaklaşımla eşleştirilmiş gibi gözüküyor. Bunu daha iyi görebilmek için açık bir aydınlanma kavramına ihtiyâcımız var, Prof. Kuçuradi'ye göre.
Aydınlanma nedir? Sorusuna Kant 1784'de şu cevabı verir: kişinin kendisinin düştüğü erginsizlik durumundan yine kendi aklını kullanarak kurtulmasıdır. Burada görüyoruz ki aydınlanma belli bir yaklaşım ya da görüş olarak düşünülmüyor; herhangi bir konuda bireyin kendi aklını kullanma cesareti ve kapasitesinii ifade ediyor, özellikle dini konularda. Kant' ın aydınlanma kavramı ile Comte pozitivizminin ve Hegel'in akıl kavramıyla belirlenmiş gözüken batı rasyonalitesinin bir ilgisi yoktur. Öte yandan tarihsel bir dönem olarak modernite tüm bu saydığımız görüşleri içerir. Ancak günümüzde hakim felsefeler olan pragmatizm ve marksizmin arkasında aydınlanma değil yukarıda anlatıldığı şekliyle batı rasyonalitesi vardır. Pragmatizmin ve marksizmin ana özellikleri onların pluralist ve pozitivist olmalarıdır. Ayrıca her ikisi de metafizik karşıtı bilimsel dünya görüşünü, aynı pozitivistik insan görüşünü ve her şeye izin vardır meta-ilkesini paylaşırlar. Örneğin, pragmatizmde faydalı olana götüren-her şeye izin vardır; marksizmde sınıfsız topluma götüren her şeye izin vardır.
Modernite tartışması bilimsel dünya görüşü ile yakından ilgili olduğu için buna daha yakından bakalım. Viyana çevresinin 1929'da yazılan manifestosunda özetle şunlar denmektedir. Bilimsel dünya görüşü ilkin deneyci ve pozitivisttir; sadece deneyden gelen bilgi vardır. İkinci olarak, bunların mantıksal analiz adı verilen belli bir metotları vardır. İşte pragmatizm ve marksizmin arkasında gördüğümüz rasyonel dünya görüşü budur; yani bu bilimsel denen dünya görüşü rasyonalite ve batı rasyonalitesiyle eş kılınıyor. Ancak, Avrupa düşünce tarihinde bir dönem olan modernitede başka dünya görüşleri de vardır. Tarihsel bir dönem olarak modernitenin içinde, ortaçağın insan kavramı ve dünya görüşleri de vardır. Tarihsel bir dönem olarak mo- dernitenin içinde, ortaçağın insan kavramı ve dünya görüşünden kopmayı sağlayan, insan haklan, laiklik, insan olmanın onuru idesi vb... şeylerle ortaya çıkan aydmlanma da vardır. İşte bilimsel dünya görüşünün hakim olmasıyla bilginin nesnesi kaybolmuş ve pluralizm bir çare olarak düşünülmüştür. İnsan etkinliğinin çeşitli alanlarında bilginin nesnesini yitirmesinin bir sonucu olarak modernite eleştirisi adı altında, aydınlanmanın getirdiği ilke ve fikirler de eleştirilip, reddedilmekte ve tüm kültürlere eşit saygı gösterme modası yayılmaktadır.
Bir kaç cümleyle ifade edecek olursak, kendilerine postmodern diyen yazarlar Nietzsche'nin yaptığını, kendi yazılarında yaptıklarını düşünüyorlar ya da iddia ediyorlar, ama yaptıkları aslında Prof. Kuçuradi'ııin makalesinde gördüğümüz gibi pozitivist dünya görüşünü sorgulamaktır. Modernite, aydınlanma ve rasyonel olmak ile eşleştiriliyor; bunu yaparken modernite kafalarında açık olmadığı için, neo-pozitivizmi eleştirirken (bu yaptıkları yerinde bir eleştiridir) aydınlanmanın getirdiği fikirleri de eleştiriyorlar. Nietzsche modern insan, modernite vb... derken çağ olarak modernitenin insanını kastetmiyor, 19. Yüzyıl Avrupa insan tipini kastediyor; decadence insan tipi yani, en son moda olan insan (bu bizim ülkemizdeki bir çıkan veya menfaati olmadan parmağını bile oynatmayan bazı kamu görevlileri ve insanları akla getiriyor). Dolayısıyla postmodernlerin göndermede bulundukları modern (westem), Nietzsche'nin modern kavramından çok farklıdır ve tarihsel bir döneme karşılık gelir.
Şimdi gönül rahatlığıyla bazı postmodern yazarların Nietzsche'yi kendilerine nasıl dayanak yaptıklarına bakıp, onları değerlendirebiliriz.
Comel West'e göre, Nietzsche batıdaki postmodem düşüncenin merkezinde önemli bir yere sahiptir. Onun aforistik yazım stili postmodern filozofları etkilemiştir; bunlar arasında Wittgenstein, Quine ve Rorty sayılabilir.
David Hoy'a göre, sorun Nietzsche'nin 1889'da çıldırdığında, 19. Yüzyılda alternatif bir felsefe görüşünün ortaya çıkıp çıkmadığıdır. Nietzsche bize parçalar halinde ve aforizmalarla yazılmış felsefi eserler bırakarak, Kant ve öteki modemlerin modelinden çok farklı bir felsefe modeli sağlar; bu yüzden biz onu postmodern olarak adlandırırız.
Robert Solomon'a göre, eğer postmodernizmin bir başlangıcı varsa bunu Alman filozofu Nietzsche'nin eserlerinde bulmak mümkündür. 1900'de Nietzsche'nin ölümünden sonra özellikle kendilerine postmodern diyen akademisyen, edebiyatçı ve tarihçi, onun parçalar halinde ve aforizmatik yazı stilinden etkilenmişlerdir. Hem Nietzsche de kendisini zaten zamana aykırı (untimely) olarak adlandırmış ve felsefesini moderniteye bir saldın olarak belirtmiştir.
Nietzsche'nin kitapları kanımca okunması kolay ama anlaşılması en zor olanlardır. Bunun yanında, onu yanlış anlamak maalesef çok kolay; bunun yukarıdaki iddialarda da gördüğümüz gibi onun yazma stili ve felsefi metoduyla ilgisi var. Nietzsche'nin metoduna baktığımızda içlerinde çekirdek halde pek çok fıkir taşıyan aforizmalar ve fragmentler görürüz. Elbette ki bunların niye böyle yazıldığını ve Nietzsche'nin bunlarla gerçekten ne söylemek istediğini anlamak istemeyen posmodernler, işlerine gelen, kendilerine uygun cümleleri bu metinlerin içinden çekip alıyorlar istedikleri gibi de kullanıyorlar.
Human all too Human'da özetle şunları der Nietzsche: insanların çoğu uzun akıl yürütmelere dayanan argümanlardan çok, kesin ve güvenilir savlardan etkileniyorlar. Dahası, ona göre bütün bir felsefedense, tamamlanmamış bir fikri sunmak bazen daha etkilidir.
Twilights of the Idols'da "skirmishes" bölümünde Nietzsche özetle şöyle der: başkalarının koca bir kitapta söylediğini, hatta başkalarının koca bir kitapta söyleyemediğini, on cümleyle söylemektir onun istediği. Yine aynı eserde, l. bölüm, 26. Aforizmada, Nietzsche tüm sistematikçilere güvensizliğim var, onlardan sakınıyorum, der.
Gördüğümüz gibi Nietzsche eserlerinin çoğunda neden aforizmalar ve fragmentler kullandığını, eğer dikkatli okunursa, yine kendisi izah ediyor: Bundan başka sanırım şunları da söyleyebiliriz: aforizmalar ve fragmentler okuyucunun zihnini, metinde çekirdek halde bulunan fikri açığa kavuşturmak için, motive eder çünkü onların kendilerine özgü ilgi çeken yanlan var- dır. Bir de şu var; Nietzsche'nin sağlığının ne durumda olduğu herkesçe bilinen bir şey, belki de sağlığının kötü olması nedeniyle uzun uzun yazmak yerine, fıkirlerini aforizma ve fragmentlerle ifade etme yolunu seçmiştir. Tabi onun çok iyi bir fılolog olduğunu da unutmamak gerekir. Merak ediyorum, postmodernler neden Monteign'i, Denemeler'in yazan Monteign'i, kendilerine dayanak yapmıyorlar anlamıyorum. O da eserinde fragmentler ve aforizmalar kullanıyor.'
Nietzsche'nin postmodern bir fılozof olduğunu ileri sürenler, onun felsefesinin pluralist olduğunu da ileri sürüyorlar. Onlara göre Nietzsche, moderniteden dogmatik evrenselciliği yüzünden haz etmemiş ve özellikle perspektivizm görüşünü ileri sürerek, kendisini pluralist olarak tanımlamıştır. Kanımca Nietzsche'nin perspektivizmini tam anlamadıkları ve onun yazılannı bütün olarak okumadıklan için onu pluralist yapıyorlar. Onun perspektivizmi pluralizmden çok farklı ve önemli bir görüştür. En iyisi Nietzsche'ye pluralist diyenlerin yazdıklarından hareket edelim. Cornel West'e göre, Nietzsche'den alıntılanan aşağıdaki pasaj, Quine'ın pragmatizminin dolayısıyla da pluralizmin bir habercisidir.~~
Dünyanın değeri onu yorumlamamızda yatar. Önceki yorumlamalar kendileri aracılığı ile yaşamımızı sürdürebildiğimiz perspektif değer vermelerdir. Yani, gücü istemede, gücün artması için her güçlenme ve gücün artriıası yeni perspektifler ve yeni ufuklara inanrrıa yollan açax -bu fikir benim yazılarıma nüfuz eder- ilgili olduğumuz dünya sahtedir, yani bir oldu değil, bir kurmacadır. O akış içerisindedir, oluş içerisinde oIan bir şey gibi bir yanlışlık olarak daima değişiyor, ancak hakikate asla ya- kın olamıyor; çünkü hakikat yoktur.
Bu pasaj Nietzsche'nin perspektivizm görüşünü en açık şekilde göre- bildiğimiz pasajlardan bir tanesidir. Bay West nasıl olur da bunu pluralizme dayanak yapar anlaşılır değildir. Aslında Nietzsche'nin burada yaptığı hakikat (doğruluk) sorununa dikkatimizi çekmektir; bunu yaparken de tüm hakikat iddialarının perspektifli olduğunu ileri sürer.
Maalesef Nietzsche'de sistematik olarak işlenmiş bir doğruluk teorisi olmadığı için o hep yanlış anlaşılıyor.
Nietzsche'ye göre bilmek demek, birisinin bilinen bir şeyle ilişkiye girmesi demektir.29 Yine ona göre, zihin pasif değildir; o yaratıcı bir güçtür; bir ayna gibi şeyleri yansıtmaz; kısmen de olsa zihin bildiği şeyi yaratır.3~ Doğruluk onun için keşfedilecek ya da bulunacak bir şey değil, yaratılacak olan bir şeydir. Yani, hakikatlerimiz kısaca bizim ürünümüz olan şeylerdir. Nietzsche için doğruluktan bahsetmek, hakikatlerden bahsetmektir. Pek çok sayıda göz olduğu için pek çok sayıda da hakikat vardır; sonuç olarak hakikat yoktur. Bu bizi onun yorumlama anlayışına getirir. O yalnızca olgular vardır diyen pozitivizme karşı, hayır! Olgular yalnızca,yorumlamalardır, diyor. Postmodernler özellikle onun bu savını pluralizme çekiyorlar.
On the Geneology of Morals'da Nietzsche şunları yazar: "yalnızca perspektifli bir görme vardır, yalnızca perspektifli bir bilme vardır." Yani bütün bilgimiz perspektiflidir. Yine aynı yerde Nietzsche özetle şunları söylemektedir: tehlikeli ve eski bir uydurma olan zamansız bilen özneye karşı tetikte olalım; saf akıl, mutlak ruh, kendinde bilgi gibi çelişkili kavramlara karşı tetikte olalım. Bu alıntılara dayanarak, Nietzsche'yi pluralist yapanlara karşı şöyle savunmak belki olanaklı olabilir. Nietzsche bu yazdıklarıyla görme ve bilme arasında bir analoji kuruyor biz aynı görmede olduğu gibi biliyoruz, yani bilme açısından perspektiflilik objenin görünüşünü etkileyen bilenle ilgili bir şey. Algılarımız perspektifli olduğu için hakikatler aldanmalardır çünkü onlar kendinde şeye karşılık gelmezler. Nietzsche'nin perspektivizmi aslında kendi şeylerin bilgisini elde edebileceğimiz iddialarını çürütmek ve onlardan kaçınmak için ileri sürülmüştür; dolayısıyla pluralizm ile hiç bir ilgisi yoktur. Kendinde şeylerin bilgisini elde etmek, nesnelere, olana bitene hiç bir perspektiften bakmamakla aynı anlama gelir. Kısaca Nietzsche'ye göre, çeşitli perspektiflerle yorumlama dışında bir şeyi bilmenin yolu yok. Prof. Kuçuradi'ye göre de, Nietzsche'nin perspektivizmi kendinde varlığı kabul edenlere karşıdır, insan realitesini anlamlandırma ve değerlendirmedeki sınırlılık, belli bir açının kaçınılmazlığıdır dile getirilmek istenen. Bu insan problemlerinin hep yeniden ele alınabileceği, her ele alınışta da yeni doğru bir şeyin kavranabileceği demektir. Demek ki hakikat için kapasitemiz sınırlı, yani bir insanın bilebileceğinden çok hakikat var; bu yüzden farklı ilgisi ve merakı olan insanlar ortaya farklı doğrular koyacaklardır, o zaman ilgilerimiz nereye bakacağımızda ve ne göreceğimizde belirleyici oluyorlar. Ayrıca bilgimizin perspektifli olması demek, bilmemizin ve bilme yetilerimizin üzerindeki sınırların kalkması demektir.
Yine On the Geneology of Morals'da Nietzsche özetle şöyle der: belli insan tiplerine uygun, onlar için faydalı ve mantıklı moraller vardır. Hristiyanlığın en büyük hatalarından birisi kendi moral sisteminin evrensel olduğunu kabul etmesidir.
Aslında Hristiyan morali, belli türden insanlar için uygundur, yani zayıflar için. Buradan hareket edersek, Nietzsche hakikat yoktur demiyor aslında, dediği şu: her bir tip için uygun gelen bir doğru (haki- kat) vardır, her görüşün kendine uygun taraftan vardır. Demek ki her tipe uygun perspektifler vardır, fakat problem eğer herhangi bir tip kendi perspektifınin tek doğru olduğunu iddia ettiğinde ortaya çıkıyor. Nietzsche hakikat yoktur, yorumlamalar vardır vb. .. şeyleri ileri sürerken, dünyanın nesnel, değişmez, hep kalan bir yapısı olmadığını da dile getiriyor bence; dolayısıyla değişmez, sabit kalan moral, hakikat ve bilgi yoktur, yalnızca perspektifli bilme ve görme, yani yorumlar vardır.
Son tahlilde, Nietzsche'nin perspektivizminden postmodernlerin iddia ettikleri gibi pluralizm ideali çıkmıyor, çünkü o ebedi doğrulan, hristiyanları, kendi moral sistemlerinin evrensel ve tek doğru olduğunu iddia edenleri vb... şeyleri eleştiriyor ve perspektivizmini bunlara karşı bir önlem olarak getiriyor.
Sonuç olarak, Nietzsche'nin eserlerini bir bütün olarak, hatta tarihsel sırayla okumazsak, postmodemlerin asılsızca ve temelsizce iddia ettikleri gibi, onu postmodern, pluralist ve hatta nihilist bile yapabiliriz. Bana öyle geliyor ki, Nietzsche nin yazma stili, kullandığı metot ve fıkirlerinin içinde yaşadığı çağı aşması, ve hatta günümüzde bile onun doğru anlaşılamamasının nedeni, onun çok iyi bir fılolog ve antik Yunan kültürünün bir öğrencisi ol- masındandır. Demek ki kendilerine postmodern diyenler Nietzsche'yi iyi okuyup anlasalardı, onun yazdıklarının kendilerine de bir uyarı olduğunu anlarlardı. Nietzsche kendi ortaya koyduğu fıkir ve bilgilerin değişmez, mutlak doğrular olmadığını biliyor ama yaptıklanyla bize şunu göstermeye çalışıyor sanırım: tüm bunlar yaratmaya, düşünmeye ve ortaya yeni bir şeyler koymaya engel değildir; onu postmodern, pluralist vs... yapmak yerine; onun yaptığı gibi bağımsız düşünüp, özgürce yaratarak yeni bir şeyler ortaya koymaya çalışmalıyız.
_______________________
Kaynak: - Felsefe Tartışmaları 26. Kitap
Nietzsche hakkında pek çok yanlış anlamalar vardır ama belki de onun hakkındaki en yanlış anlama onun nihilist ve postmodern bir filozof olduğu- dur. Ben bu çalışmamda, Nietzsche'nin nihilizmini kısaca izah edip oradan Nietzsche'nin nasıl postmodern bir filozof yapılıp; pek çok temeli olmayan, asılsız yazı ve eserin dayanağı haline getirildiğini inceleyip, böyle düşünen bir kaç yazaruı fikirlerini ve iddialarını, Nietzsche'nin metinlerine dayanarak çürütmeye çalışacağım.
Şüphesiz nihilizm Nietzsche'nin eserlerindeki önemli temalardan bir tanesidir. Onun nihilizme karşı tutumunu en açık bir biçimde "The Gay Science"da, tanrının öldüğünün ilanı ile bulsak da, diğer eserlerinde de bu temanın işlendiğini görmekteyiz. Benim görebildiğim kadarıyla decadence'a dolayısıyla nihilizme ilişkin Nietzsche'nin söyledikleri şöyle özetlenebilir:
Untimely Meditations'm ikinci bölümü olan Tarihin yaşam için yarar ve zararlan'nda, Nietzsche, tarihçinin ve onun tutumunun, şimdiyi ve şimdiki yaşamı düşünmeksizin bulduğunu topladığında, eskiyle ilgili her şey şimdiyle ilgisi kurulmadan tapınma ve saygı nesnesi yapıldığında decadent olacağını söyler. Özellikle aynı eserin 5. bölümünde, Nietzsche aşın tarihle kişiliğin zayıflatılmasında dikkatimizi çeker; elbette zayıflatılmış kişilik ona baskı yapan tarihsel bilgiyi kullanamayacaktır. Yine aynı eserin 10. bölümünde, Nietzsche, aşın tarihin bekçiliğini yaptığı için, eğitim sistemini ele alır çünkü bu eğitim sistemi bireyin özgür gelişimine izin vermediği için ka- nımca kişiyi decadence'a götürür.
Şimdi de nihilizmle ilgisinde The Fay Science 3. Kitapta yazılanlara bakalım. Bir kaçık (madman) Pazar yerine koşar ve tanrıyı arıyorum!, diye bağırır. Kimisi onu kayıp mı ettin? Kimisi tanrı saklanıyor mu? Bazıları da tanrı bizden korkuyor mu? diye sorarlar. Kaçık tanrının nereye gittiğini size söyleyeceğim, der; siz ve ben onu öldürdük, biz onun katilleriyiz, der. Bes- belli Nietzsche burada nihilizmi ilan etmektedir çünkü tanrının ölümüyle hiç bir ilahi adalet, tanrısal inayet ve moralite artık yoktur. Başka bir deyişle, tanrının ölümü şimdiye kadarki batı kültüründe egemen olan değerlerin, moralin vs...nin artık geçerliliğini yitirdiğidir. Yine aynı eser 5. Kitapta, "biz korkusuzlar" kısmında, en büyük olay olan tanrının ölümünün şimdiden Avrupa üzerine ilk gölgelerini düşürdüğünü söyler Nietzsche. Tabi ki bu gölge yani şüphe tüm Avrupa moralitesi üzerine düşer. Tanrının ölmesiyle, kişi hristiyan moralitesinin getirdiği fayda ve avantajlardan artık yararlanamayacaktır; elbette bu da kişi üzerinde büyük bir çöküntüye yol açar.
Eğer yanılmıyorsam Nietzsche yukarıda söylediklerinin temeli üzerine The Will to Power'da, Avrupa nihilizmine bakar. Nedir nihilizm? O en yüksek değerlerin değerini yitirmesidir. İnsan hayatındâ bir zamanlar bir anlam ve amaç olduğuna olan inanç artık kaybolmuştur. Değersizlik, anlamsızlık fıkri, birlik hedef, gerçek vb... kavramlarla varlığın genel özelliğinin anlaşı- lamayacağının kavranmasıyla doğmuştur. Bu kategorilerle dünyaya değerler yansıtıyorduk, bunları geri çekince evrenin değersiz olduğunu gördük. İşte dünyanın değerini, böyle uydurulmuş bir dünyanın kategorileriyle ölçünce, aklın kategorilerine olan inanç nihilizme yol açmaktadır.~ Kişi yaşamın, her şeyin bir hedefe doğru gittiğinin bir yanılma olduğunu gördüğünde, yani ger- çekte var olmayan anlamlar aradığının farkına vardığında hayat tüm anlam ve önemini yitirir. Bu psikolojik bir durum olarak nihilizmin ilk biçimidir. Dünyada olup biten her şeyin sistematik bir birlik içerisinde olup bittiğine olan inanç da, gerçekten böyle bir birliğin olmadığı görüldüğünde yıkılmış- tır. Bu da insanda yalnızlık ve güvensizlik duygularına yol açmıştır. Kısaca özetlenen nihilizmin bu iki biçimi dünyadaki olup bitende bir birlik ve amaçlılık aramanın sonucu olarak ortaya çıkıyor. Tanrıya, birliğe ve hedefe olan inancın çökmesi, doğal olarak, bu oluş dünyasının da bir aldanma olarak görülmesine yol açtı; yani artık hayatın anlamı ve önemi kalmadı.
Nietzsche buradan aktif ve pasif nihilizmden söz etmeye geçer. Kişi, anlam ve değerin olmadığı yerde anlam ve değer arayıp bulamayınca; yanlış bir genelleştirmeyle hiç bir şeyin anlamı ve değeri olmadığı sonucuna vardı. Bunun nedeni, kişinin gücünün eksikliği; ruhun gücünün azalmasıdır ve bu pasif nihilizm olarak adlandırılır. «Aktif nihilizm ruhun gücünün artmasıdır yaratıcı olacak kişilerin, kendi kendileriyle hesaplaşma, iyileşme dönemleridir, bu nihilizm.
Şimdi de kısaca nihilizmle ilgisinde Nietzsche'nin hristiyanlığa ~bakışını ele alalım. Ona göre, hristiyan moralitesi ve bunun üstüne kurulan modem ruh, hayatın çöküşü üzerine yükselirler; dolayısıyla hristiyanlığın ilkeleri hayata düşmandır The Antichrist 15. Aforizmada, Nietzsche hristiyanlığın dünyası tamamıyla hayali bir dünyadır, der. Ne hristiyanlik moralinin ne de dininin gerçeklikte herhangi bir bağı vardır. Hristiyanlığın en temel varlık ve kavramları olan tanrı, ruh, öte dünya, günah vb... gibi şeyler hayalidirler ve gerçek(lik)ten acı çekenlerin ve yaşamları istedikleri şekilde gitmeyenlerin uydurdukları şeylerdir. Nietzsche hristiyanlıkta decadence ve nihilizmin asli özellikleri olan hayatın çöküşü ve zayıflatılmasını görür. Yine aynı eser 7. Aforizmada, Nietzsche hristiyanlığı acımanın dini olarak adlandırır; ancak ona göre, acıma dininin temelinde hayatı inkâr vardır. Aslında hayatın özü, büyüme, kuvvet kazanma; yani güçtür. Nietzsche hristiyanlığa kayıtsız şartsız hayır demektedir çünkü hristiyanlik başından beri hayattan yüz çevirmiştir ve bu yüzden de temelinden nihilistik hale gelmiştir.
Birkaç cümleyle özetlersek, nihilizm en yüce değerlerin değerini yitirmesi, dolayısıyla tanrının ölmüş olmasıdır. Tüm eski değerler yıkılmış ve otorite de yok olmuş olduğu için insanın eylemesi, yapıp etmesi ve bilmesi için artık hiç bir sınır kalmamıştır.
Nietzsche'nin nihilizm ve decadence'a ilişkin söylem ve tespitlerini pek çok yazar, özellikle kendilerini postmodern olarak niteleyenler, kendilerine dayanak ve temel yapmaya çalıştılar ve çalışıyorlar. Örneğin Gianni Vattimo'ya göre, felsefi postmodernite Nietzsche'nin "tarihin yaşam için yarar ve zararları" adlı çalışmasıyla birlikte doğmuştur. Ona göre Nietzsche bu eserde, 19. Yüzyıl insanını yiyip bitiren aşın tarih bilinci problemini saptar. Bu aşın tarih bilinci, insanlığı yepyeni bir tarih üretmekten alıkoymaktadır. Böyle olunca tabi ki 19. Yüzyıl Avrupa uygarlığı kendine özgü bir stil geliştiremiyor. Nietzsche bunu tarih hastalığı olarak belirtir. Tarih hastalığı Vattimonun yorumuna göre bir decadence olarak modernite problemidir.
Kendilerine postmodem yazarlar ve düşünürler diyenler nasıl ve niçin Nietzsche'yi ve onun yazdıklarını kendilerine dayanak yapıyorlar ve modernite adı altında bu yazarlar neye eleştiri getiriyorlar bunları açıkça görmek için Prof. I. Kuçuradi'nin bu konuda söylediklerine bakarak bunları izah etmeye çalışalım.
Prof. Kuçuradi'ye göre, 2. Dünya Savaşı'nın hemen ardından kalkınma politikalarıyla çıkmaza sokulmuş bir dünyada yaşıyoruz. Kimliğini arayan bu arada tek ve bir olmaya çalışan bir Avrupa görüyoruz. Milliyetçilik artıyor ve devletler daha küçük devletlere ayrıliyor. İnsanların öldürüldüğü, küçük savaşların patlak verdiği bir orta doğu görüyoruz. İşte tüm bunların içinde olup bittiği çağımız bazı düşünürler tarafından postmodern olarak adlandırılıyor.
Postmodernizmin modernite adı altında neyi eleştirdiğine daha yakından bakalım. Modern teriminin relatifi, antik, geleneksel, klasik vb...dirler. Modern terimi bu anlamda bir şeyi yapıp etmenin en son yolunu ifade eder. Batı çevrelerinde ya da batı kültürlerinde modern terimi; çeşitli insan etkinlikleri ve onların ürünlerinde ortaya çıkan özelliklerin bütününü ifade eder görünüyor. Bu ya da şu etkinliği yaparken ve ürünler ortaya koyarken içinde bu özelliklerin görüldüğü dönem modern olarak adlandırılıyor. Sonuçta, batı çevrelerinde üzerine tartışılan modernite terimi geçmişle bağını koparmasıyla belirlenen içinde belirli bir dünya görüşünün hakim olduğu tarihsel bir dönemi ifade ediyor gibi görünüyor. ~~ Batıda devam eden modernite tartışması bir dünya görüşü olarak modernite hakkındaki -hangi dünya görüşü olduğu ~açık olmamasına rağmen- pozitif değer yargısına karşı bir tepki göstermektir.
Modernite adı altında postmodemizmin hangi dünya görüşünü eleştirdiğini saptayabilmek için Prof. Kuçuradi'ye göre tarihsel bir dönem olarak modernitenin ne olduğunu açığa kavuşturmamız gerekir. Ortaçağlardaki hakim insan kâvramı ve dünya görüşünden kopmak olarak düşünülen modernite sık sık aydınlanma ile eş tutulmuştur, ama şeyleri metafizik olmayan yolla temellendirme ve açıklama olarak anlaşılan rasyonalite ile değil. Bu da batı rasyonalitesi ile eşleştirilmiştir; yani şeyleri açıklama ve temellendirme de muhtemelen metafızik olmayan özel bir yaklaşım. İşte postmodernizmin eleştirdiği modernizm bu yaklaşımla eşleştirilmiş gibi gözüküyor. Bunu daha iyi görebilmek için açık bir aydınlanma kavramına ihtiyâcımız var, Prof. Kuçuradi'ye göre.
Aydınlanma nedir? Sorusuna Kant 1784'de şu cevabı verir: kişinin kendisinin düştüğü erginsizlik durumundan yine kendi aklını kullanarak kurtulmasıdır. Burada görüyoruz ki aydınlanma belli bir yaklaşım ya da görüş olarak düşünülmüyor; herhangi bir konuda bireyin kendi aklını kullanma cesareti ve kapasitesinii ifade ediyor, özellikle dini konularda. Kant' ın aydınlanma kavramı ile Comte pozitivizminin ve Hegel'in akıl kavramıyla belirlenmiş gözüken batı rasyonalitesinin bir ilgisi yoktur. Öte yandan tarihsel bir dönem olarak modernite tüm bu saydığımız görüşleri içerir. Ancak günümüzde hakim felsefeler olan pragmatizm ve marksizmin arkasında aydınlanma değil yukarıda anlatıldığı şekliyle batı rasyonalitesi vardır. Pragmatizmin ve marksizmin ana özellikleri onların pluralist ve pozitivist olmalarıdır. Ayrıca her ikisi de metafizik karşıtı bilimsel dünya görüşünü, aynı pozitivistik insan görüşünü ve her şeye izin vardır meta-ilkesini paylaşırlar. Örneğin, pragmatizmde faydalı olana götüren-her şeye izin vardır; marksizmde sınıfsız topluma götüren her şeye izin vardır.
Modernite tartışması bilimsel dünya görüşü ile yakından ilgili olduğu için buna daha yakından bakalım. Viyana çevresinin 1929'da yazılan manifestosunda özetle şunlar denmektedir. Bilimsel dünya görüşü ilkin deneyci ve pozitivisttir; sadece deneyden gelen bilgi vardır. İkinci olarak, bunların mantıksal analiz adı verilen belli bir metotları vardır. İşte pragmatizm ve marksizmin arkasında gördüğümüz rasyonel dünya görüşü budur; yani bu bilimsel denen dünya görüşü rasyonalite ve batı rasyonalitesiyle eş kılınıyor. Ancak, Avrupa düşünce tarihinde bir dönem olan modernitede başka dünya görüşleri de vardır. Tarihsel bir dönem olarak modernitenin içinde, ortaçağın insan kavramı ve dünya görüşleri de vardır. Tarihsel bir dönem olarak mo- dernitenin içinde, ortaçağın insan kavramı ve dünya görüşünden kopmayı sağlayan, insan haklan, laiklik, insan olmanın onuru idesi vb... şeylerle ortaya çıkan aydmlanma da vardır. İşte bilimsel dünya görüşünün hakim olmasıyla bilginin nesnesi kaybolmuş ve pluralizm bir çare olarak düşünülmüştür. İnsan etkinliğinin çeşitli alanlarında bilginin nesnesini yitirmesinin bir sonucu olarak modernite eleştirisi adı altında, aydınlanmanın getirdiği ilke ve fikirler de eleştirilip, reddedilmekte ve tüm kültürlere eşit saygı gösterme modası yayılmaktadır.
Bir kaç cümleyle ifade edecek olursak, kendilerine postmodern diyen yazarlar Nietzsche'nin yaptığını, kendi yazılarında yaptıklarını düşünüyorlar ya da iddia ediyorlar, ama yaptıkları aslında Prof. Kuçuradi'ııin makalesinde gördüğümüz gibi pozitivist dünya görüşünü sorgulamaktır. Modernite, aydınlanma ve rasyonel olmak ile eşleştiriliyor; bunu yaparken modernite kafalarında açık olmadığı için, neo-pozitivizmi eleştirirken (bu yaptıkları yerinde bir eleştiridir) aydınlanmanın getirdiği fikirleri de eleştiriyorlar. Nietzsche modern insan, modernite vb... derken çağ olarak modernitenin insanını kastetmiyor, 19. Yüzyıl Avrupa insan tipini kastediyor; decadence insan tipi yani, en son moda olan insan (bu bizim ülkemizdeki bir çıkan veya menfaati olmadan parmağını bile oynatmayan bazı kamu görevlileri ve insanları akla getiriyor). Dolayısıyla postmodernlerin göndermede bulundukları modern (westem), Nietzsche'nin modern kavramından çok farklıdır ve tarihsel bir döneme karşılık gelir.
Şimdi gönül rahatlığıyla bazı postmodern yazarların Nietzsche'yi kendilerine nasıl dayanak yaptıklarına bakıp, onları değerlendirebiliriz.
Comel West'e göre, Nietzsche batıdaki postmodem düşüncenin merkezinde önemli bir yere sahiptir. Onun aforistik yazım stili postmodern filozofları etkilemiştir; bunlar arasında Wittgenstein, Quine ve Rorty sayılabilir.
David Hoy'a göre, sorun Nietzsche'nin 1889'da çıldırdığında, 19. Yüzyılda alternatif bir felsefe görüşünün ortaya çıkıp çıkmadığıdır. Nietzsche bize parçalar halinde ve aforizmalarla yazılmış felsefi eserler bırakarak, Kant ve öteki modemlerin modelinden çok farklı bir felsefe modeli sağlar; bu yüzden biz onu postmodern olarak adlandırırız.
Robert Solomon'a göre, eğer postmodernizmin bir başlangıcı varsa bunu Alman filozofu Nietzsche'nin eserlerinde bulmak mümkündür. 1900'de Nietzsche'nin ölümünden sonra özellikle kendilerine postmodern diyen akademisyen, edebiyatçı ve tarihçi, onun parçalar halinde ve aforizmatik yazı stilinden etkilenmişlerdir. Hem Nietzsche de kendisini zaten zamana aykırı (untimely) olarak adlandırmış ve felsefesini moderniteye bir saldın olarak belirtmiştir.
Nietzsche'nin kitapları kanımca okunması kolay ama anlaşılması en zor olanlardır. Bunun yanında, onu yanlış anlamak maalesef çok kolay; bunun yukarıdaki iddialarda da gördüğümüz gibi onun yazma stili ve felsefi metoduyla ilgisi var. Nietzsche'nin metoduna baktığımızda içlerinde çekirdek halde pek çok fıkir taşıyan aforizmalar ve fragmentler görürüz. Elbette ki bunların niye böyle yazıldığını ve Nietzsche'nin bunlarla gerçekten ne söylemek istediğini anlamak istemeyen posmodernler, işlerine gelen, kendilerine uygun cümleleri bu metinlerin içinden çekip alıyorlar istedikleri gibi de kullanıyorlar.
Human all too Human'da özetle şunları der Nietzsche: insanların çoğu uzun akıl yürütmelere dayanan argümanlardan çok, kesin ve güvenilir savlardan etkileniyorlar. Dahası, ona göre bütün bir felsefedense, tamamlanmamış bir fikri sunmak bazen daha etkilidir.
Twilights of the Idols'da "skirmishes" bölümünde Nietzsche özetle şöyle der: başkalarının koca bir kitapta söylediğini, hatta başkalarının koca bir kitapta söyleyemediğini, on cümleyle söylemektir onun istediği. Yine aynı eserde, l. bölüm, 26. Aforizmada, Nietzsche tüm sistematikçilere güvensizliğim var, onlardan sakınıyorum, der.
Gördüğümüz gibi Nietzsche eserlerinin çoğunda neden aforizmalar ve fragmentler kullandığını, eğer dikkatli okunursa, yine kendisi izah ediyor: Bundan başka sanırım şunları da söyleyebiliriz: aforizmalar ve fragmentler okuyucunun zihnini, metinde çekirdek halde bulunan fikri açığa kavuşturmak için, motive eder çünkü onların kendilerine özgü ilgi çeken yanlan var- dır. Bir de şu var; Nietzsche'nin sağlığının ne durumda olduğu herkesçe bilinen bir şey, belki de sağlığının kötü olması nedeniyle uzun uzun yazmak yerine, fıkirlerini aforizma ve fragmentlerle ifade etme yolunu seçmiştir. Tabi onun çok iyi bir fılolog olduğunu da unutmamak gerekir. Merak ediyorum, postmodernler neden Monteign'i, Denemeler'in yazan Monteign'i, kendilerine dayanak yapmıyorlar anlamıyorum. O da eserinde fragmentler ve aforizmalar kullanıyor.'
Nietzsche'nin postmodern bir fılozof olduğunu ileri sürenler, onun felsefesinin pluralist olduğunu da ileri sürüyorlar. Onlara göre Nietzsche, moderniteden dogmatik evrenselciliği yüzünden haz etmemiş ve özellikle perspektivizm görüşünü ileri sürerek, kendisini pluralist olarak tanımlamıştır. Kanımca Nietzsche'nin perspektivizmini tam anlamadıkları ve onun yazılannı bütün olarak okumadıklan için onu pluralist yapıyorlar. Onun perspektivizmi pluralizmden çok farklı ve önemli bir görüştür. En iyisi Nietzsche'ye pluralist diyenlerin yazdıklarından hareket edelim. Cornel West'e göre, Nietzsche'den alıntılanan aşağıdaki pasaj, Quine'ın pragmatizminin dolayısıyla da pluralizmin bir habercisidir.~~
Dünyanın değeri onu yorumlamamızda yatar. Önceki yorumlamalar kendileri aracılığı ile yaşamımızı sürdürebildiğimiz perspektif değer vermelerdir. Yani, gücü istemede, gücün artması için her güçlenme ve gücün artriıası yeni perspektifler ve yeni ufuklara inanrrıa yollan açax -bu fikir benim yazılarıma nüfuz eder- ilgili olduğumuz dünya sahtedir, yani bir oldu değil, bir kurmacadır. O akış içerisindedir, oluş içerisinde oIan bir şey gibi bir yanlışlık olarak daima değişiyor, ancak hakikate asla ya- kın olamıyor; çünkü hakikat yoktur.
Bu pasaj Nietzsche'nin perspektivizm görüşünü en açık şekilde göre- bildiğimiz pasajlardan bir tanesidir. Bay West nasıl olur da bunu pluralizme dayanak yapar anlaşılır değildir. Aslında Nietzsche'nin burada yaptığı hakikat (doğruluk) sorununa dikkatimizi çekmektir; bunu yaparken de tüm hakikat iddialarının perspektifli olduğunu ileri sürer.
Maalesef Nietzsche'de sistematik olarak işlenmiş bir doğruluk teorisi olmadığı için o hep yanlış anlaşılıyor.
Nietzsche'ye göre bilmek demek, birisinin bilinen bir şeyle ilişkiye girmesi demektir.29 Yine ona göre, zihin pasif değildir; o yaratıcı bir güçtür; bir ayna gibi şeyleri yansıtmaz; kısmen de olsa zihin bildiği şeyi yaratır.3~ Doğruluk onun için keşfedilecek ya da bulunacak bir şey değil, yaratılacak olan bir şeydir. Yani, hakikatlerimiz kısaca bizim ürünümüz olan şeylerdir. Nietzsche için doğruluktan bahsetmek, hakikatlerden bahsetmektir. Pek çok sayıda göz olduğu için pek çok sayıda da hakikat vardır; sonuç olarak hakikat yoktur. Bu bizi onun yorumlama anlayışına getirir. O yalnızca olgular vardır diyen pozitivizme karşı, hayır! Olgular yalnızca,yorumlamalardır, diyor. Postmodernler özellikle onun bu savını pluralizme çekiyorlar.
On the Geneology of Morals'da Nietzsche şunları yazar: "yalnızca perspektifli bir görme vardır, yalnızca perspektifli bir bilme vardır." Yani bütün bilgimiz perspektiflidir. Yine aynı yerde Nietzsche özetle şunları söylemektedir: tehlikeli ve eski bir uydurma olan zamansız bilen özneye karşı tetikte olalım; saf akıl, mutlak ruh, kendinde bilgi gibi çelişkili kavramlara karşı tetikte olalım. Bu alıntılara dayanarak, Nietzsche'yi pluralist yapanlara karşı şöyle savunmak belki olanaklı olabilir. Nietzsche bu yazdıklarıyla görme ve bilme arasında bir analoji kuruyor biz aynı görmede olduğu gibi biliyoruz, yani bilme açısından perspektiflilik objenin görünüşünü etkileyen bilenle ilgili bir şey. Algılarımız perspektifli olduğu için hakikatler aldanmalardır çünkü onlar kendinde şeye karşılık gelmezler. Nietzsche'nin perspektivizmi aslında kendi şeylerin bilgisini elde edebileceğimiz iddialarını çürütmek ve onlardan kaçınmak için ileri sürülmüştür; dolayısıyla pluralizm ile hiç bir ilgisi yoktur. Kendinde şeylerin bilgisini elde etmek, nesnelere, olana bitene hiç bir perspektiften bakmamakla aynı anlama gelir. Kısaca Nietzsche'ye göre, çeşitli perspektiflerle yorumlama dışında bir şeyi bilmenin yolu yok. Prof. Kuçuradi'ye göre de, Nietzsche'nin perspektivizmi kendinde varlığı kabul edenlere karşıdır, insan realitesini anlamlandırma ve değerlendirmedeki sınırlılık, belli bir açının kaçınılmazlığıdır dile getirilmek istenen. Bu insan problemlerinin hep yeniden ele alınabileceği, her ele alınışta da yeni doğru bir şeyin kavranabileceği demektir. Demek ki hakikat için kapasitemiz sınırlı, yani bir insanın bilebileceğinden çok hakikat var; bu yüzden farklı ilgisi ve merakı olan insanlar ortaya farklı doğrular koyacaklardır, o zaman ilgilerimiz nereye bakacağımızda ve ne göreceğimizde belirleyici oluyorlar. Ayrıca bilgimizin perspektifli olması demek, bilmemizin ve bilme yetilerimizin üzerindeki sınırların kalkması demektir.
Yine On the Geneology of Morals'da Nietzsche özetle şöyle der: belli insan tiplerine uygun, onlar için faydalı ve mantıklı moraller vardır. Hristiyanlığın en büyük hatalarından birisi kendi moral sisteminin evrensel olduğunu kabul etmesidir.
Aslında Hristiyan morali, belli türden insanlar için uygundur, yani zayıflar için. Buradan hareket edersek, Nietzsche hakikat yoktur demiyor aslında, dediği şu: her bir tip için uygun gelen bir doğru (haki- kat) vardır, her görüşün kendine uygun taraftan vardır. Demek ki her tipe uygun perspektifler vardır, fakat problem eğer herhangi bir tip kendi perspektifınin tek doğru olduğunu iddia ettiğinde ortaya çıkıyor. Nietzsche hakikat yoktur, yorumlamalar vardır vb. .. şeyleri ileri sürerken, dünyanın nesnel, değişmez, hep kalan bir yapısı olmadığını da dile getiriyor bence; dolayısıyla değişmez, sabit kalan moral, hakikat ve bilgi yoktur, yalnızca perspektifli bilme ve görme, yani yorumlar vardır.
Son tahlilde, Nietzsche'nin perspektivizminden postmodernlerin iddia ettikleri gibi pluralizm ideali çıkmıyor, çünkü o ebedi doğrulan, hristiyanları, kendi moral sistemlerinin evrensel ve tek doğru olduğunu iddia edenleri vb... şeyleri eleştiriyor ve perspektivizmini bunlara karşı bir önlem olarak getiriyor.
Sonuç olarak, Nietzsche'nin eserlerini bir bütün olarak, hatta tarihsel sırayla okumazsak, postmodemlerin asılsızca ve temelsizce iddia ettikleri gibi, onu postmodern, pluralist ve hatta nihilist bile yapabiliriz. Bana öyle geliyor ki, Nietzsche nin yazma stili, kullandığı metot ve fıkirlerinin içinde yaşadığı çağı aşması, ve hatta günümüzde bile onun doğru anlaşılamamasının nedeni, onun çok iyi bir fılolog ve antik Yunan kültürünün bir öğrencisi ol- masındandır. Demek ki kendilerine postmodern diyenler Nietzsche'yi iyi okuyup anlasalardı, onun yazdıklarının kendilerine de bir uyarı olduğunu anlarlardı. Nietzsche kendi ortaya koyduğu fıkir ve bilgilerin değişmez, mutlak doğrular olmadığını biliyor ama yaptıklanyla bize şunu göstermeye çalışıyor sanırım: tüm bunlar yaratmaya, düşünmeye ve ortaya yeni bir şeyler koymaya engel değildir; onu postmodern, pluralist vs... yapmak yerine; onun yaptığı gibi bağımsız düşünüp, özgürce yaratarak yeni bir şeyler ortaya koymaya çalışmalıyız.
_______________________
Kaynak: - Felsefe Tartışmaları 26. Kitap