İnsanın Başkaldırması
|
Kimi sözcük anlam kesinliğini yitirmiş, özünden boşalmıştır. Hürriyet, Adalet, Demokrasi bunlardandır, böyle olduğunu da heskes bilir. Bu sözcüklerin anlamını, sınırlarını açıkça belirtmek insanlar arasında anlaşmayı sağlamak bakımından gereklidir, hem asıl bugün gerekli, çünkü bunu yapmakla barışa yönetebiliriz dünyamızı.
Başka bir sözcük de, daha doğrusu bir kavram insan kavramıdır. Hepsine kaynak olduğu, hepsine yön verdiği için onu hemen, anlaşmazlığa meydan vermeden, tanımlamak çok önemlidir, insan açık, belli bir kavram gibi görünür, oysa kavramların en ikircili, en çelişkeni, karşıt yorumlara en elverişlisidir. Zorbalıklar hep bu ikirciliğe dayanır. Zorbalar bundan yararlanır, halk yığınlarının tutkularını, kötüye eğilimlerini besliye besliye onları sömürmek yolunu bulurlar. Sözcük de kavram da ikircildir dedik, ikircil çünkü sözcük tek başma birçok kavramları tanımlar, bu kavramlar birbirine akmış, karışmış gibi görünür, oysa gerçekte karışmazlar. Bu karışımı çözmeye çalışmak, birbirine karışan kavramların karşılıklı sınırlarını çizmek, davranışlarımızda asıl «İnsanca» olanı bulup çıkarmak ve hangi davranışla insan olup, hangisiyle olunamıyacağını belirtmek incelememizin amacıdır.
Çoktandır tartışılagelen bir takım görüşleri, bilgileri karşılaştırmaktan, düzenlemekten ileri gitmez bu amacım. Bir sır çözmek, bilinmiyeni açıklamak niyetinde değilim, ama bilinenleri karşılaştırmakla bir gerçeği gün ışığına çıkarabiliriz belki, bu gerçek uzun zaman saklı kaldığı için daha da göz alıcı bir ışık saçabilir.
Ne anlıyoruz «insan» kelimesinden? Bu sözcük ne gibi düşünceler, çağrışımlar uyandırıyor bizde? Îlk akla gelen cevap şu olabilir: «însan benim gibi bir yaratıktır.» Biz bu kestirmeden görüşü hemen atalım. Gene de sözünü ediyorsak, bazı insanların ömür boyu bu görüşle yetindiklerindendir. Ne yazık ki yetinmekle de kalmazlar, bu görüşü ahlâklarının temeli yaparlar. İnsan olarak doğmuş olmaktan memnundurlar; kurt kurtluğunu nasıl yaşarsa, onlar da insanlıklarını öyle yaşarlar: insan adını hak etmek için hiçbir çaba göstermeden. Böylece kendilerini sarışın, aryen ve nazi bilirler, ne yapsanız, ne deseniz, sağduyuya getiremezsiniz onları.
Sözcüklerde daha elverişli bir tanım bulabilir miyiz acaba? Bakalım sözlük ne diyor:
İNSAN: Memelilerden, iki eli olan, iki ayak üzerinde dolaşan, sözle anlaşan, zekâ sahibi canlı.
İki ayak üzerinde dolaşan memeli hayvan antropoid maymun da olamaz mı? Zekâ sahibi canlı... Peki, öbür memelilerin zekâsı yok mu? Çeşitli derecelerde var biliyoruz: at öküzden daha zeki, köpekse attan daha zekidir. Tutalım ki zekâ insana vergi bir niteliktir, o zaman da insanı insanla tanımlamak yoluna gider ve zekâyı tanımlamak zorunda kalırız. «Sözle anlaşan» deyimi yeter mi? Yetmez.
İnsanlar birbirini çağırmak, tanımak, birbirlerine haber salmak, yaptıklarını bildirmekle kalsalardı, anlaşma araçlarını kullanmakta bazı kuşları geçemezlerdi. İnsanın dili hayvanlarınkinden ayrılmışsa, herhalde başka gereksinmelere uymak için ayrılmıştır. İnsanı bu gereksinmelerle tanımlamak yoluna gitmeli, yoksa dilini oynatıp lâf söylemesini papağan da becerir.
Gerçi insanın zekâ ve dil yetisi öbür canlılarınkinden üstündür. Ama öbür canlılara kıyasla insan bu yetiden daha çok faydalanmış değil, başka yoldan faydalanmıştır... Peki, bu fark ne, ne olmuş da günün birinde antropoid, yani insanımsıdan insan doğuvermiş? diye sorabiliriz, ya da insanımsı ne yaptı da günün birinde insanımsı olmaktan çıkıp insan oldu?
İnsanı en ilkel sınırında alalım, insanımsıdan hemen hemen ayrılmadığı aşamada. Günümüzde yaşıyan Pigme cücesi onu bize canlandırabilir, çünkü hemen her alanda bazı hayvanlardan daha aşağı durumdadır: fil kadar eğitilmeye elverişli değildir, şempanzeden daha beceriksizdir, köyler, bendler, arklar, setler kazan kunduz kadar iş gelmez elinden. Besbelli ki bu alanlarda aramamalı insanla hayvan arasındaki asıl ayrılığı. Ama Pigme hiçbir hayvanın hiçbir zaman yapamadığı bir şeyi yapar: göğe küfürler savurur.
İşte burada insanla hayvan arasında ortaklaşa bir ölçü yoktur. Bizi aydınlığa çıkaracak yoldayız - evet, göğe yalvarmak yakarmak, ya da lânet okumak asıl insan niteliğinin belli başlı belirtisi, en anlam dolu sembolüdür: insan soyutlama gücü taşır. Çünkü göğe seslenmek için, önce onu kavramak gerekir: insanı hayvandan ayıran, insanın insanımsıdan ayrılıp insan olarak meydana çıkmasını sağlıyan bu soyutlama, kavram kurma yetisidir.
Kavram kurmak ne demektir, neyi gerektirir? Topla oynıyan köpek, küçük balığı yutan büyük balık duyularım, yuvarlanan şey, yüzen şey diye «nesnelleştirir». Ama bu iş kendiliğinden, sanki kendi dışında olur: buna bir bilme istemi katmak zorunda değildir.
Oysa insan, yetilerini kullanıp bu nesneleri yuvarlanan şey diye değil de, soyutça «top» olarak, yüzen şey diye değil de, genellikle «balık», özellikle hamsi, palamut, lüfer olarak ayırırken - bu nesnelere yer çekimi, su kesimi gibi daha soyut kavramlar katmasa bile - bu eylemler karşısında yalnız «edilgin mi kalır» köpeğin, balığın kaldığı gibi? Kendiliğinden, kendi dışında mı olur ne olursa?
Besbelli ki değil. Hep denediğimiz için biliriz ki, her yeni soyutlama düşünce gücümüzün büyük bir çabasıyla olur, bu çaba bir isteme dayanır, en başta bilmek, anlamak istemine.
Bu istemi duyabilmek, kafasında böyle bir istemin doğabilmesi için insanın atası olan insanımsının önce bilmediğinin farkına varmış, sonra da bilmemeye, bilgisizliğe karşı direnmiş, ayaklanmış olması gerekir. Bunca bin yıllık koyu, yoğun özdevimden sonra bilmediğinin farkına varması ne demek? Bunca bin yıl doğaya körü körüne uyduktan sonra, günün birinde akıl almıyacak bir çabayla duyularından, güdülerinden, itilerinden kopması ne demek? Günün birinde itilerini, güdülerini yaşamayı bir yana bırakıp da aynanın karşısına geçercesine onları yüzlemesi, itişiyle güdüsüyle kendi kendisine seyirci olması, nesnelerden de, kendinden de sıyrılması, doğadan AYRILMASI olağanüstü bir «devrim» değil de nedir?
Bilmediğinin farkına varması için ayrılması gerekti, ama bu bilgisizliğe karşı koyması için, farkına varınca duygulanması, bilgisizliğe boyun eğmiyeceğine, onu yeneceğine karar vermesi ve, ayrıldıktan sonra da, savaşmayı göze alması, başka bir deyimle AYAKLANMASI gerekti.
Görülüyor ki, bilgisizliğe kâtlanamıyan insanla bilgisizliğe katlanan, daha doğrusu onunla bir olan hayvan arasındaki sınırı çizen bilgi istemi bir çeşit ayaklanmadır. Düşünce, konuşma, bilim ve benzeri bu ayaklanmanın ürünleri, sonuçlandır. İnsanı insan yapan bu niteliğidir. İnsan ayaklanıp "BAŞKALDlRDIGI" gün insan olmaya başladı.
Kaynak: Vercos - İnsan ve İnsanlar
Başka bir sözcük de, daha doğrusu bir kavram insan kavramıdır. Hepsine kaynak olduğu, hepsine yön verdiği için onu hemen, anlaşmazlığa meydan vermeden, tanımlamak çok önemlidir, insan açık, belli bir kavram gibi görünür, oysa kavramların en ikircili, en çelişkeni, karşıt yorumlara en elverişlisidir. Zorbalıklar hep bu ikirciliğe dayanır. Zorbalar bundan yararlanır, halk yığınlarının tutkularını, kötüye eğilimlerini besliye besliye onları sömürmek yolunu bulurlar. Sözcük de kavram da ikircildir dedik, ikircil çünkü sözcük tek başma birçok kavramları tanımlar, bu kavramlar birbirine akmış, karışmış gibi görünür, oysa gerçekte karışmazlar. Bu karışımı çözmeye çalışmak, birbirine karışan kavramların karşılıklı sınırlarını çizmek, davranışlarımızda asıl «İnsanca» olanı bulup çıkarmak ve hangi davranışla insan olup, hangisiyle olunamıyacağını belirtmek incelememizin amacıdır.
Çoktandır tartışılagelen bir takım görüşleri, bilgileri karşılaştırmaktan, düzenlemekten ileri gitmez bu amacım. Bir sır çözmek, bilinmiyeni açıklamak niyetinde değilim, ama bilinenleri karşılaştırmakla bir gerçeği gün ışığına çıkarabiliriz belki, bu gerçek uzun zaman saklı kaldığı için daha da göz alıcı bir ışık saçabilir.
Ne anlıyoruz «insan» kelimesinden? Bu sözcük ne gibi düşünceler, çağrışımlar uyandırıyor bizde? Îlk akla gelen cevap şu olabilir: «însan benim gibi bir yaratıktır.» Biz bu kestirmeden görüşü hemen atalım. Gene de sözünü ediyorsak, bazı insanların ömür boyu bu görüşle yetindiklerindendir. Ne yazık ki yetinmekle de kalmazlar, bu görüşü ahlâklarının temeli yaparlar. İnsan olarak doğmuş olmaktan memnundurlar; kurt kurtluğunu nasıl yaşarsa, onlar da insanlıklarını öyle yaşarlar: insan adını hak etmek için hiçbir çaba göstermeden. Böylece kendilerini sarışın, aryen ve nazi bilirler, ne yapsanız, ne deseniz, sağduyuya getiremezsiniz onları.
Sözcüklerde daha elverişli bir tanım bulabilir miyiz acaba? Bakalım sözlük ne diyor:
İNSAN: Memelilerden, iki eli olan, iki ayak üzerinde dolaşan, sözle anlaşan, zekâ sahibi canlı.
İki ayak üzerinde dolaşan memeli hayvan antropoid maymun da olamaz mı? Zekâ sahibi canlı... Peki, öbür memelilerin zekâsı yok mu? Çeşitli derecelerde var biliyoruz: at öküzden daha zeki, köpekse attan daha zekidir. Tutalım ki zekâ insana vergi bir niteliktir, o zaman da insanı insanla tanımlamak yoluna gider ve zekâyı tanımlamak zorunda kalırız. «Sözle anlaşan» deyimi yeter mi? Yetmez.
İnsanlar birbirini çağırmak, tanımak, birbirlerine haber salmak, yaptıklarını bildirmekle kalsalardı, anlaşma araçlarını kullanmakta bazı kuşları geçemezlerdi. İnsanın dili hayvanlarınkinden ayrılmışsa, herhalde başka gereksinmelere uymak için ayrılmıştır. İnsanı bu gereksinmelerle tanımlamak yoluna gitmeli, yoksa dilini oynatıp lâf söylemesini papağan da becerir.
Gerçi insanın zekâ ve dil yetisi öbür canlılarınkinden üstündür. Ama öbür canlılara kıyasla insan bu yetiden daha çok faydalanmış değil, başka yoldan faydalanmıştır... Peki, bu fark ne, ne olmuş da günün birinde antropoid, yani insanımsıdan insan doğuvermiş? diye sorabiliriz, ya da insanımsı ne yaptı da günün birinde insanımsı olmaktan çıkıp insan oldu?
İnsanı en ilkel sınırında alalım, insanımsıdan hemen hemen ayrılmadığı aşamada. Günümüzde yaşıyan Pigme cücesi onu bize canlandırabilir, çünkü hemen her alanda bazı hayvanlardan daha aşağı durumdadır: fil kadar eğitilmeye elverişli değildir, şempanzeden daha beceriksizdir, köyler, bendler, arklar, setler kazan kunduz kadar iş gelmez elinden. Besbelli ki bu alanlarda aramamalı insanla hayvan arasındaki asıl ayrılığı. Ama Pigme hiçbir hayvanın hiçbir zaman yapamadığı bir şeyi yapar: göğe küfürler savurur.
İşte burada insanla hayvan arasında ortaklaşa bir ölçü yoktur. Bizi aydınlığa çıkaracak yoldayız - evet, göğe yalvarmak yakarmak, ya da lânet okumak asıl insan niteliğinin belli başlı belirtisi, en anlam dolu sembolüdür: insan soyutlama gücü taşır. Çünkü göğe seslenmek için, önce onu kavramak gerekir: insanı hayvandan ayıran, insanın insanımsıdan ayrılıp insan olarak meydana çıkmasını sağlıyan bu soyutlama, kavram kurma yetisidir.
Kavram kurmak ne demektir, neyi gerektirir? Topla oynıyan köpek, küçük balığı yutan büyük balık duyularım, yuvarlanan şey, yüzen şey diye «nesnelleştirir». Ama bu iş kendiliğinden, sanki kendi dışında olur: buna bir bilme istemi katmak zorunda değildir.
Oysa insan, yetilerini kullanıp bu nesneleri yuvarlanan şey diye değil de, soyutça «top» olarak, yüzen şey diye değil de, genellikle «balık», özellikle hamsi, palamut, lüfer olarak ayırırken - bu nesnelere yer çekimi, su kesimi gibi daha soyut kavramlar katmasa bile - bu eylemler karşısında yalnız «edilgin mi kalır» köpeğin, balığın kaldığı gibi? Kendiliğinden, kendi dışında mı olur ne olursa?
Besbelli ki değil. Hep denediğimiz için biliriz ki, her yeni soyutlama düşünce gücümüzün büyük bir çabasıyla olur, bu çaba bir isteme dayanır, en başta bilmek, anlamak istemine.
Bu istemi duyabilmek, kafasında böyle bir istemin doğabilmesi için insanın atası olan insanımsının önce bilmediğinin farkına varmış, sonra da bilmemeye, bilgisizliğe karşı direnmiş, ayaklanmış olması gerekir. Bunca bin yıllık koyu, yoğun özdevimden sonra bilmediğinin farkına varması ne demek? Bunca bin yıl doğaya körü körüne uyduktan sonra, günün birinde akıl almıyacak bir çabayla duyularından, güdülerinden, itilerinden kopması ne demek? Günün birinde itilerini, güdülerini yaşamayı bir yana bırakıp da aynanın karşısına geçercesine onları yüzlemesi, itişiyle güdüsüyle kendi kendisine seyirci olması, nesnelerden de, kendinden de sıyrılması, doğadan AYRILMASI olağanüstü bir «devrim» değil de nedir?
Bilmediğinin farkına varması için ayrılması gerekti, ama bu bilgisizliğe karşı koyması için, farkına varınca duygulanması, bilgisizliğe boyun eğmiyeceğine, onu yeneceğine karar vermesi ve, ayrıldıktan sonra da, savaşmayı göze alması, başka bir deyimle AYAKLANMASI gerekti.
Görülüyor ki, bilgisizliğe kâtlanamıyan insanla bilgisizliğe katlanan, daha doğrusu onunla bir olan hayvan arasındaki sınırı çizen bilgi istemi bir çeşit ayaklanmadır. Düşünce, konuşma, bilim ve benzeri bu ayaklanmanın ürünleri, sonuçlandır. İnsanı insan yapan bu niteliğidir. İnsan ayaklanıp "BAŞKALDlRDIGI" gün insan olmaya başladı.
Kaynak: Vercos - İnsan ve İnsanlar