Zerdüşt'ün Evrenbilimi ve İnsanın Yaradılışı

Evrenin başlangıcında, biri İyi'yi (Ormuzd) , diğeri Kö­tü'yü (Ahriman) temsil eden iki ilke vardır. Onda bu ikilik, Tanrı'dan kötünün sorumluluğunu kaldırmak için kabul edilmiştir. Çünki Zerdüşt tektanrıcıdır ve bir bakıma da panteizme bağlıdır. Ona göre, bu iki ilke, sınırsız zaman ve sonsuz uzay demek olan Zervan Akrana'nın bir tek kavmidir. Sonsuzluk her türlü iyi ve kötü ayırımından üstündür ve özü asla tanımlanamaz. Bu iki ilke arasında eşitlik de yoktur. Çünki Ahriman, Ormuzd'dan kendi özüyle gücü hakkındaki bir kuşkusundan doğmuştur ve yaratma işine, yani Tanrısal gücün gelişimine gölgenin ışığa bağlılığı gibi arkadaşlık eder; yani Ahriman, bir inkardır; bir sınırdır.

Zend Avesta, bu iki gücü aynı safa koymaz; fakat aralarında uzlaşılmaz bir çatışma da kabul etmez. Yalnız Ormuzd, Ahura Mazda (Büyük nur ya da Burnut'un deyimiyle, çok bilgili kral) , Tanrı'nın yüklemlerine ve gerçeklere sahiptir: "Nurlu, parlak, ulu, çokiyi, çok yetkin, çok enerjik, çok zeki, çok güzel, saflıkla en seçkin, hazzın kaynağı ve iyi bilim sahibi olan yaratıcı Ahura Mazda'ya yalvarır: Onu yüceltirim; bizi yaratan odur; bizi oluşturan, bizi besleyen ve tüm zihinli varlıkların en tamamlanmışı odur. " Ahriman ise kötü­lük perisi, karanlıklar kralıdır; sınırlı ve geçici bir güce sahiptir. O, düşmüş bir meleğe, Tanrı'ya karşı başkaldırmış, fakat Tanrı ile uzlaşması mukadder olan bir yaratığa benzer. Zerdüşt'e göre , doğanın tüm süresi, üçer bin yıllık dört döneme ayrılmıştır.

1- Yalnız Ormuzd hüküm sürer; çünki, yaratma işine yalmz o başlamıştır:

"Başlangıçta her şeyin üstünde yükselmiş olan Ormuzdu; en yüce bilgiyle, arılıkla (saflık) alemin nuru içindeydL Bu nur tacı, Ormuzd'un oturduğu bu yer, ilk nur denilen yerdi. Ormuzd'un eseri olan bu en yüce bilime, bu arı­lığa Yasa denilir" (Zend Avesta, cilt III, sy. 343)

2 - Ormuzd ve Ahriman birbirine eşit bir başarıyla, biri aydınlıkta, diğeri karanlıkta hüküm sürerek, biri herşeyi iyi için, diğeri kötü için oluşturmak suretiyle savaşır dururlar.

3- Ahriman muzaffer olur; aleme hükmeden odur ve kendi elinden çıkmış olan varlıklardır; yani cinler ve cehennem kuvvetleridir. Bunda alem, amacına doğru ilerler.

4- Ormuzd, ebedi olarak üstünlük kazanır. Ölüler günahlarından arınmış olarak yeniden dirilirler; kötü kaybolur; kötüyle birlikte cehennem de yok olur. Ahriman da yalvararak, dua ederek, kurbanlar sunarak nurun kralına sadakat ve gayretle hizmet eder.

Anlaşılıyor ki, Ahriman'ın gücü ebedi ve mutlak değildir; sadece bağıntılı ve geçicidir. O, şimdiki aleme, yetkin olmayışı açıklamak ve Tanrısal sorumluluk yükünü kaldırmak için girmiştir. Bu alem oluşturulmadan önce Ahriman yoktu; iyi bir dünya meydana geldikten sonra da bir daha görünmemek üzere kaybolacaktır. Çünki onun varoluşu, iyiliğe döner dönmez sona erer.

Zerdüşt'ün kozmogonisini tüm ayrıntılarıyla bilmiyoruz. Yalnız onun doktrininde, Ormuzd ile Ahriman, Zarvan-Akrana tarafından verilmişlerdir: "Ormuzd gökyüzü­nü, yeryüzünü ve bunların tüm ürünlerini vermiştir." denilmektedir. Bu sözü, uzmanlar, türüm (emanation), yayı­lım kuramına bağlarlar. Yani Zend Avesta diline göre, verilmiş olmak deyimi, yaratılmış olmak anlamına geliyorsa,
Ormuzd da yaratılmış demektir. Çünki, bu anlatım, hem Ormuzd'a hem de aleme uygulanabilir. Bu itibarla Ormuzd, yaratılmış değildir. Çünki varoluşta yalnız onun etkin bir rolü vardır; tüm yüklemlere o sahiptir; ve Tanrı'nın yerini tutmaktadır; evreni o savunur; evrene o şefaat eder; o, evrenin tozudur; cisimlerin cismidir; büyük nurdur; bu itibarla onun varlıklarla ilişkisi, ışınların güneşle ilişkisine benzer. Zerdüşt'e şöyle hitap eden de Ormuzd'dur;

'Her parlayan nurlu nesnenin, benim öz nurum olduğunu tüm insanlara öğret! Alemde hiçbir şey bu nurdan üstün değildir. Cenneti, melekleri ve her hoş olan şeyi ben yarattım; cehennem ise karanlıkların ürünü­dür."

Bilgicilik (gnostisizm) ve Maniheizm gibi Zerdüşt sistemine çok bağlı olan mezheplerin türümcü oluşu, bu varsayıma güç veriyor. Bu itibarla Ormuzd, ebediliğin ya da sonsuzluğun bir yayılımıdır, tezahürüdür. O, bunların göğsünde karanlıklarla kanşık bir haldeydi; alem de onun bir tezahürüydü. Fakat alemle Ormuzd arasında bir fark vardır: Birincisi, ebedi zamanın (Zervan-Akerna) ebedi tezahürü olduğu halde; alem, olaysal alemin, geçişimli bir tezahürüdür. Yani, gökyüzünün evrimlerini ve olayların ardarda akışını ölçmeye yarayan zamanın (Zervan) tezahürüdür.

Ormuzd, evreni birleştiren maddesel ve tinsel varlıkları doğrudan doğruya değil, sözün, Tanrısal kelamın, kutsal Honover'in araya girmesiyle meydana gelmiştir. Nitekim , kutsal metinlerde şöyle yazılıdır:

"Sana açıkça söylüyorum ki, ey Sapetman Zerdüşt! Saf, kutsal ve becerikli Honover (Kelam?) gökyüzünden önceydi; topraktan önceydi; sudan önceydi; Harfersterlerden (yararlı ve masum hayvanlar) önceydi; tüm var olan alemden, tüm servetlerden ve Ormuzd'un verdiği saf tohumlardan önceydi."

Diğer bir metinde de şöyle yazılmıştır:

"Ormuzd, ebediyet ve sonsuza karşı neyse, Honover de Ormuzd için odur; yani düşüncesi, imgesi (hayal) ve ruhudur; bu yüzden varlıkların tüm yetkinliklerinin kaynak ve örneğidir. Kelam'ın bir bedeni, bir ruhu vardır. Onun ruhu, kendisinin kavranılabilir tözünü oluşturan düşüncelerin (fikir) birleşmesidir. Bedeni ise, varlıkların do­ğası içinde bu düşüncelerin gerçeklenmesidir; o, maddesel ve tinsel evrenin bütünüdür." (Zend-Avesta, il, S. 323, 595)

Eğer bu metinler sonradan uydurulmuş değillerse, bu Kelam'ın İskenderiye Okuluna, Hıristiyanlığa da geçtiğini kabul etmek zorundayız. İslamdaki Kün! "Ol! - Olsun!" emri bile bu Kelam'dan başka bir şey değildir. Zerdüşt'e göre, Kelam'ın üstünde eşyanın oluşundan önce var olan, yönetici, evrensel zihin ya da aklın üstünde türlü varlıkların Tanrısal şekilleri, ölümsüz tipleri vardır. Eflatun'un İdea adını vermiş olduğu bu tiplere Zend Avesta, Feruerler (Melekler, prensipler, yasalar) adını vermektedir. Ateş ve hayvanların da, insanlarınki gibi Feruerleri vardır. Meleklerin, yasanın, hatta Ormuzd'un ve onun Kelamının da Feruerleri vardır. Fakat Ahriman'ın, ayrıca eşyanın ilk ilkelerinin, sonsuz zamanın Feruerleri yoktur. Bunun nedeni, kötünün bir inkar oluşu ve sonsuzun her çeşit belirlenmiş şekillerinden uzak ve kaçıcı olmasından çok mitolojik bir karakteri vardır. Bunlar ruhun saf görüşleri olmaktan çok, edimsel güçlere benzerler; bunlar, daha Ormuzd'un rakibi yokken, alemin birinci dönem süresi içinde meydana gelmişlerdir. Ruhlar, önce gökyüzünde yalnız olarak vardılar; sonra temsil ettikleri türlü varlıklarla birleştiler; daha sonra bu yersel hayat esnasında doğaya katıldılar ve kendilerine bilgisiz varlıkların etkisine karşı savaşma ödevi yükletildi. Ormuzd, onları ilk yurtlarından sürgün ettikten sonra ve onların bu savaşlarda geri varlıkları mahvettikleri anda:

"Sizleri, der, ilk halinize getireceğim ve bahtiyar olacaksınız; nihayet sizi tekrar aleme koyacağım ve siz ölümsüz olacaksınız; ihtiyarlamayacak, kötülüğe de uğramayacaksınız!"

Bu iyimser görüşte, Eflatun sistemindeki, öncül varoluş (pre-existence) ve ölmezlik dogmalarına benzemektedir. Feruerler, kendilerine göre oluşturulmuş olan tüm ya­ratıkların asıl ve ilk suretleri oldukları için, bu yaratıklardan önce var olmak zorundadırlar. Çünki asıl, kopyadan önce vardır. Bunlar, Zerdüşt'ün gökyüzünde oturan diğer varlıklar ve meleklerden önce vardır. Ona göre melekler iki
sınıfa ayrılır:

1- Amşaspandlar;

2- İzedler.

Birinciler çok yüce ölümsüzler; ya da kutsal ölümsüzler ki, bunlar da altıdır:

a) Bahman: Bu, alicenaplık ya da iyilik demektir. Sü­rüleri bu korur.

b) Ardibehist: Bunlar, çok yüce saflıklardır ki, ate­şin sahibidir. (Bu, İbranilerle Kaldelilerde de vardır)

c) Sahriyer ya da Şahriyar: Bu, küçük kraldır. Yeryüzünün göğsünde gömülü olan zenginliklerle yedi madene bakar.

d) Sapandomad: Bu, kutsal ve itaatli bir yetenektirki, yeryüzünü koruyan bir dişi ruhtur.

e) ve f) Kordad (her şeyi örten) ve Amerdad (ömür ya da ölmezlik veren): Bunlar, birbirlerinden asla ayrılmazlar. Birincisi, sular üzerine önceden konmuş olan varlıktır; ikincisi, ağaç ve meyveleri korumakla görevlidir.

İzedlere gelince; Burnouf, bunları hayranlık nesneleri diye nitelendirir ki, ikinci sınıf varlıkları oluştururlar. Bunlar, geniş bir hiyerarşiye göre birleşmiş ve evrenin tüm kısımlarına önceden konulmuşlardır. Bunlardan bir kısmı günün türlü saatlerine, bir kısmı ayın türlü günlerine ya da yılın türlü aylarına bakanlık ederler; bunların bir kısmı yıldızlardır; bir kısmı bitkiler, ağaçlar ve sürülerdir; bir kısmı da köyler ve şehirlerdir.

İzedlerin ilki ve en güçlüsü Mitra ya da Mühür ki, bu bazen Ormuzd'la, bazen de güneşle karıştırılır. Fakat ger­çekte her ikisinden de farklı ve ayrıdır. Buna, "Ormuzd'un gözü" ya da "İran vilayetlerinin koruyucusu" adı verilmiştir. Bu, yaratanla yaratıklar arasında bir aracıdır ve tüm yeryüzüne uzanır. Bu, bin kulak ve on bin gözle yayılmıştır. Bunun elinde, kötü cinleri korkutmak için bir çomak ya da yeryüzünü verimli kılmak için altından bir hançer vardır. Bu, yeryüzüne ışık verir, suya yol çizer; alemdeki ahengi oluşturur ve bu dünyayı ahirete bağlayan Çinvad-Sırat köprüsünde (Sineyad) insel eylemleri tartar. Mitra'dan az ötede Seros vardır; bu, beden yapan söz ya da cesetlenmiş sözdür (kelam). Bu, bir bakıma, Ormuzd'un yeryüzü üzerindeki subayıdır.

Ruhsal ve kavranılabilir alemden maddesel aleme inince, yaratılanın kapsamı şu olur:

"Kırk beş günde ben Ormuzd, Aksaspandların yardımıyla ve pek çok çalışarak gökyüzünü verdim; altmış günde suyu verdim; yetmiş beş günde insanları verdim." Yaratmanın bu altı dönemi 365 günlük bir yılı oluşturur ve altı dönem, her yıl kutlanır. Gökyüzünün tö­zü ateştir ki, bu tanrılığın maddesel armasıdır ve iki kısımdan oluşmuştur:

1- Hareketsiz gökyüzüdür ki, bu Ormuzd'un dura­ğıdır.

2- Mitra'nın yönetmenliğine emanet edilmiş olan hareketli gökyüzü ve yıldızlar.

Bunlar, yani yıldızlar, yeryüzünden hareketsiz gökyü­züne dek yükselen Alburç (Sabalan) adındaki bir dağın ekseni etrafında devinimlerini yaparlar. Bu dağın tepesine "Yeryüzünün göbeği" adı verilir ki, burada gezegenimizin yüzeyine binlerce kanaldan dağılmak, denizleri, gölleri, nehir ve ırmakları oluşturmak üzere sular iner. Yeryüzü de yedi kısma ya da Kesvar'a (Kişver) bölünür; bunlar birbirinden uçsuz bucaksız su uzaklıklarıyla ayrılmış­tır. Tüm bu kısımlar birbirinden, içlerinde oturanların renk ve yapılarındaki benzerlikleri bakımında farklılılaşan birtakım varlıkların korumasına emanet edilmiştir. "Birinci yer, cennete benzeyen şehirdir ki, bunu daha baş­langıçta oluşturdum." Nitekim Zerdüşt de, yeryüzünün cennetini buraya yerleştirir ve ilk atalarımızı burada oluş­turur.

YARATILIŞ ve İLK İNSAN

Zerdüşt'ün öğretisinde gökyüzünün bir tek öğeden, suyun bir tek kaynaktan, toprağın bir tek çekirdekten oluştuğu gibi, tüm ağaçlar, tüm hayvanlar, tüm insanlar da bir ağacın, bir tek hayvanın, bir tek insanın sonsuz bir surette çeşitli olan döllerinden başka bir şey değildirler. Bütünsellik anlayışını Birlik fikrinin ve yaratıcı dört kuvvetin oynadığı bu fonksiyonlara (ateş, hava, su ve toprak) ayrıca zaman ve organizatör olarak Ruhu da katmak gerekir. Tüm oluşlar bu büyük enerjilerin birbirleriyle olan girişimleri ile olur ve oluyor. Bu, Zerdüşt'ün yukarıda sözünü ettiğimiz düşünler kuramının zorunlu bir sonucudur. Ormuzd'un vermiş olduğu bir tek saptan, önce on bin tür, bundan da yüz bin tür oluşur. Tüm ağaçların ilki Hom'dur ki, bu, dağların çalılarıdır. İranlılar bununla kutsal ateşi yakarlar.

Tüm hayvanların ilki de boğadır; bu, uzun süre yalnız kaldıktan sonra, Ahriman tarafından öldürülmüşse de, bunun ruhu, tüm diğer hayvan doğalarının ruhu haline girmiş ve kendinden sonra Guşurun adı altında yaşamını sürdürmüştür. Bunun arınmış döl sıvısından, biri erkek, diğeri dişi olan iki boğa doğmuştur. Tüm diğer hayvan türleri bu iki boğanın dölleridir.

Nihayet ilk insan, on beş yaşında bir genç adam suretinde olmak üzere boğanın böğürlerinden oluştu ki, bunun adı Kaismors oldu; ve hayvanların çok genel olan tipinden sıyrılarak seçkin bir şekil aldı. Fakat bu ölürken, kendisindeki döl sıvısı yeryüzüne serpildi. Güneş tarafından arıtılmış ve bereketlendirilmiş olan bu sıvı, ilk insan çifti olan Meşia (Adem) ve Meşiane'yi (Havva) meydana
getirdi. Zend Avesta, bunları iki dallı bir ağaç şeklinde gösterir; kuşkusuz ki bu insel kuşakların (nesil) simgesidir. İşte Ormuzd gücünün ve iyiliğinin eserleri bu sıraya göre oluşurlar; fakat bunlardan her birine, ödevi bunlarla savaşmaktan ve bunları bozmaktan ibaret olan Ahriman karşı gelir. Böyle Arnşaspand ve İzedlerin göksel ordusu, devlerin, Darvandların ya da kötü ruhlarının hiyerarşisine karşılık verirler. Gökyüzüne karşı bile, içinde geceleri de sayısız yıldızlardan aydınlık veren nurun parladığı bu aleme karşı, Ahriman, bu geniş karanlıklar saltanatı, bu cehennem ya da Duzah denilen uçsuz bucaksız cezaevini inşa eder. Alburz'dan inen su, bu mundar yaratmalarla kirlenir. O, yeryüzünü zehirli bitkiler ve korkunç hayvanlarla kaplar; fakat onun öfke ve hilesi en önce Ormuzd eserlerinin en yetkini olan insana karşı yönelir. İlk atalarımız olan Meşia ve Meşiane, Kaimor'un döl sıvısından çı­kar çıkmaz bolluk ve haz yeri olan tüm alemden daha gü­zel ve Behişte (Göksel cennet) benzeyen yersel cennette masum ve bahtiyar olarak yaşarken, Ahriman, yeryüzüne bir yılan suretinde sıçrar, onların ruhunu kuşatır ve varoluşlarını altüst eder: "Onların düşünceleri üzerine koşar; onların masum hallerini devirir ve onlara der ki: Suyu, toprağı, ağaçları veren Ahriman'dır. işte, başlangıçta Ahriman onları kandırmaya çalıştı. " (Zend Avesta, cilt III, sy. 35 1 ,378)

Bu, kötü varlığının onlar üzerinde kazandığı ilk zafer, ruhlarının bu sapıklığı oldu.

"Yalandan başka bir şey söylemeyen dev, daha da gayretlendi; ikinci kez göründü ve onlara meyveler getirdi; onlar da bunu yediler; bu suretle tatmakta oldukları yüz nimetten biri bile kalmadı."

Bu atalarımız, süt içmek suretiyle üçüncü kez aldatıldılar; dördüncü kez ava gittiler, öldürdükleri hayvanların etlerini yediler ve onların derilerinden giysiler yaptılar; nihayet demiri buldular; bununla ağaçları keserek kendilerine çadır yaptılar; burada çiftleştiler ve kendi sefaletlerinin miraşçısı olan ardılları öfke ve kıskançlıkla birbirlerine karşı silahlandılar ve tüm kötülüklerin nedeni olan Dev'e tapmaya devam ettiler. Bu durum, Poruşasp ile Doghdova'nın oğlu olan Zerdüşt'ün kendilerine gerçeği ilham ve gerçek imana davet etmek üzere geldiği zamanadek sürdü. (Bu kozmogoninin kitaplı dinlere geçmiş olan türlü öğelerini okurlarımızın kolayca keşfedebileceklerini umut ettiğimizden ve bu konu daha çok tanrıbilimi ilgilendirdiğinden, burada açıklamaya gerek görmüyoruz.)

Bu dogmaların insel hayatla ilişkisi bakımından sonuçlarını keşfetmek kolaydır: Politikada, kastların kaldı­rılması. Çünki, insan artık Hindistan'da olduğu gibi dört ayrı kaynağa sahip değildir. Hepsi bir, aynı çiftten meydana gelmiştir; hepsi bir aynı babanın evladıdır ve aynı yasayla bağlıdırlar. Bir dua kitabında şöyle yazar:

"Ey Hom!.. Dualarımı yoksulla zengini eşit yapan sana yolluyorum!"

İran'da kastlar yerine sosyal sınıflar vardı; bunların başında Mobedler (Mogbedler) yani bağıcıların (mages) hakimi ve Desturlar (yani Bakanlar) gelir. Özet olarak bunlar rahiplerdir. Hükumetin şekli monarşi olacaktır. Fakat Ormuzd'un yeryüzündeki imgesi olan kralın görevi, yoksulları teselli etmek ve korumaktır, yani halkın adamı olmaktır. Eğer kral görevine sadık olmazsa, büyük rahip ya da baş bağıcı (sihirbaz ya da kahin), yani Düsturun Düsturu onu haklarından yoksun eder. "istediğine göre olmayan kralı deviriniz!"

Zerdüşt aile kurumunda çokkanlı evlenmeyi de kaldırır; fakat ona göre koca, şeftir; aile ocağının mutlak kralıdır; ona bir tanrıymış gibi itaat etmelidir. Tüm evlenmelere, Meşia ile Meşiane (Adem ile Havva) örnek olmalıdır. Zerdüşt, ahlakta insel özgürlüğü savunanların ilkidir. Hint panteizmi, kaderciliği, ilgisizliği, kendi kuşağını (nesil) yok etmeyi savunduğu halde Zerdüşt'ün doktrininde hayat, anlaşmasız (mütareke) ve gevşemeyen bir savaştır. Bu itibarla insan, kurnaz olduğu kadar da hain olan bir düşmana karşı kendini savunmak için, tüm yeteneklerini kullanmalıdır.

İnsanın hem kendi ruhu, hem de doğa bir savaş alanıdır. Çünki kötü olan ne varsa Ahriman'dan gelir; yani dış alemin asi güçlerinden gelir. insan kalbinin tutkuları da mundar ve kötü hayvanlara benzer; tüm bunlarla savaşmak için güçlü olmalıdır. Bedeni sinirlendirdiği için ruha da zarar veren yoksunlukların aleyhinde olan Zerdüşt, birçoğunu doğu yasalarının salık verdikleri riyazat ve oruçları kaldırmıştır:

"Eğer bir şey yenmezse güçsüz kalınır; saf işler yapı­lamaz. Eğer besin isteği azaltılırsa ne güçlü çiftçilere, ne de gürbüz çocuklara sahip oluruz. "

Zerdüşt, daha çok çiftçi toplumlar içinde yaşadığı için, sürücülerin ve hele öküzlerin kesilmesini hiç istemez; davarları çalmak, kendi mezhebine bağlı olan köylere saldırmak, yalan söylemek onun şeriatına aykıdır. O, söz ve düşünce iyiliği, ruh ve bedende temizliği ister.

kaynak: Haluk Hacaloğlu - Zerdüşt, Ahura Mazda






  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP