TOPLUMSAL BİLİMLER VE BUNALIM

ORHAN TEKELİOĞLU

«Görgülcü (empiricist)bilim kavrayışı verili bir özne ve verili bir nesne arasındaki bir süreci varsayar. Bu düzeyde,öznenin statüsü (ruhbilimsel,tarihsel ya da başka) ve bu nesne (kesintili ya da kesintisiz, devinen ya da dural) hiç önemli değildir... bilgi surecine öncelenen özne ve nesne aslında belirli bir kuramsal alanı tanımlar, ama bu durumda görgülcü bir tutumdan henüz sözedilemez. Bunu belirleyen bilgi sürecinin doğasıdır, diğer bir deyişle belirli bir "ilişki", bilgisinden sözedilen gerçek nesnenin işlevi gibi bilgiyi belirler. Gerçekten de bütün görgülcü bilgi süreci, öznenin soyutlama denen işleminde oluşur. Bilmek gerçek nesneden özünü soyutlamaktır, öznenin (gerçek nesneyi) sahiplenmesi ise bilgi diye isimlendirilir» .

Althusser (1970, s. 35)

Toplumsal bilimlerin bunalım içinde olduğuna ilişkin yaygın bîr yazın oluştu (Gouldner, 1971, Westland, 1978). Gerçekten de toplumsal bilimler bir bunalım geçiriyor. Bu bunalımın bazı göstergeleri şöyle sıralanabilir; siyasal yönsemeli araştırmaların entellektüel kısırlığı ve pratikte anlamsızlığı, «davranışçı» alan araştırmalarının yaygınlığı, betimsel araştırmaların alabilirliğine çoğalması ve temel felseîesel/kuramsal çalışmaların hafifsenerek, araştırma teknolojisi sorunlarına toplumsal bilimlerin indirgenmesi, vb.

Ruhbilim, toplumbilim, siyaset bilimi, ekonomi, vb. gibi bilimlerde az ya da çok görülen bu belirtiler aslında batıda — özellikle ABD de — etkin olan görgülcü bilim anlayışının kaçınılmaz sonucudur. Bireylerin toplamları, soyutlanmış gerçeklikler ve bağlantısız kurumlaşmalar ile uğraşan bu bilimler, temelde iki kaynaktan yönlenmektedirler. Birincisi, görgülcü kavramlaştırmaya uygun araştırma projeleri ve bunların mali fonları üstdenetim (supervision) , garativeren organlar ve işler açısından, toplumsal bilim bölümlerinde, garantilerde ve akademik dergilerde tamamen
kurumlaşmışdır. İkincisi, toplumsal bilim yazınının araştırma yöntemi ders kitapdan görgülcülüğe uygun bir araştırma «paradigma»yı sunarlar.

I. Toplumsal Bilimlerin Bugünü

Görgülcülüğü temel- alan olgucu (positivist) bilim anlayışının ne olduğuna bakmadan önce, genelde bilimler pratiğine bakmak yararlı olabilir. Bu açıdan M. Foucault (1972) nun geliştirdiği model oldukça açıklayıcıdır.

İnsan bilimleri (Fransız akademik çevrelerinde kullanılan adı ile) ya da toplumsal bilimler aşağıdaki anlamlarda üç boyutta yapılanmışlardır.

I. boyut ile insan bilimleri matematiksel formüller elde eder,

II. boyut ile insan bilimleri kullanabileceği modeller ve kavramlar elde eder,

III. boyut ile insan bilimleri insana ilişkin düşünceler, felsefe yapma edimi elde eder.

Şekilde doğal bilimlerden toplumsal bilimlere uzanımlar oldukça belirsizdir. Bununla beraber Foucault esas olarak dilbilimden yazın ve söylem analizlerine, biyolojiden ruhbilime ve ekonomiden toplumbilime uzanımlar olduğundan sözetmektedir. Ancak bu uzanımlar kesin olmaktan uzaktır, örneğin ruhbilimin görgülcü uyarmaları genelde biyolojik/belirleyici olmasına karşın, daha toplumbilimsel ya da kuramsal ruhbilim anlayışları ile karşılaşılabilir. Şeklin diğer bir özelliği tarihin kasıtlı olarak unutulmasıdır. Foucault tarihi bir bilim olarak görmemekte ve onun yerine bilginin arkeolojisini savunmaktadır.

Şekilden de görülebileceği gibi, «bilimsel» pratik antropologizm yoluyla yapılmaktadır — ya ruhbilimcilik (psychologısm) ya da toplumbilimcilik (sociologism) biçiminde — Diğer bir deyişle, toplumsal bilimler ve ürettikleri bilgiler bireyselleştirilmektedir. — soyut bir genel-insan için — Çünkü bilimlerin boyutlarını destekliyen düzlemler, günlük ideolojilere tamamen açıktır. Zaten şeklin temeli 18. yüzyılın soyut insan modelinden kaynaklanmaktadır ve örnek toplum burjuva toplumudur.

Tarihsel bir açımlama olarak, toplumsal bilimlerin ilk yapılandıkları endüstri devrimi toplumun önemli temsilcisi A. Comte'dan ve onun üstündeki günlük ideolojilerin etkisinden sözedilebilir. Comte devrimleri önleyebilecek bir bilimin gerekliliğine inanıyordu. Ona göre, bilimsel başarıların ışığında ilerlenebilmesi için, toplumda sürekli bir düzen olmalıydı, dolayısıyla bireyler arasında önkoşul olarak birlikteliği savundu. Dikkat edilirse bilim ideolojik olarak insanlığın refahını kurma görevinde idi. Bugün ile benzer bilim kavramlaştırmaları çok yaygın; «Ruhbilim, kendisi ile ilgili ciddi düşünülürse, amaçlan arasına 'insan refahını ilerletmeyi' de koymuştur.

Toplumbilim (ise) geleneksel olarak, 'daha iyi bir toplumu inşa etmek' ve toplumsal sorunları çözmek ile ilgilidir» (Sanford, 1965, s. 153). Görüldüğü gibi toplumsal konular a priori biçimde ve sorgulanmadan «bilimler» arasında insanın «refahı» için paylaştırılmaktadır.Bilimsel gövdeye bilimdışı bir Anlam önceden ve teleolojik biçimde yerleştirilmekte ve böylece idealist bir tutum alınmaktadır — Anlam, eylemini belirler ve bilim, Anlamı doğrulayan bir araçtır.

II. Bilimin Olgueu Kavramlaştınlması

Toplumsal bilimlerde olgueu yaklaşımın iki ana varsayımı ve kaynağı vardır.

1 — Olguculara göre, toplumsal bilimler doğal bilimlerden ve özellikle fizikten esinlenen, bir bilgi üretimi modeli izliyebilirler. Bunu gerçekleştirebilmekse, nerdeyse aynı yöntembilimsel sistemlerin toplumsal bilimlerde kullanılabilinmesini gerektirir. Özetlersek, tözsel (substantive) farklara bakmadan doğal ve toplumsal bilimlerin benzer yöntem ve yaklaşımları kullanması amaçlanır ve «gelişmiş» olan doğal bilimler, toplumsal bilimlere «gerçek» ve sınanmış modeli sunarlar.

2 — Elde edilen bilgi çeşidine uygun bilimin özgün bir kavramlaştırması ve bu bilginin elde edinim yollarının kendiliğinden kabul edilmesi de sunulur. Kısacası, yukardaki yöntembilimsel teze uygun bir bilim kuramlaştırması zaten vardır (Nalbantoğlu, 1981).

Olgucu yaklaşımda birşeyi açıklamak, onun iyi biçimde oluşturulmuş bilimsel yasalar ile gösterilebilmesidir — örneğin, hareketin Newtoncu yasaları ya da gazlarm ısısı, oylumu ve basıncına ilişkin yasalar gibi —. Bu yasalarda kullanılan bilimsel tümceler(statements), geçmişte, şimdi ve gelecekte, heryerde ve zamanda olabilecek düzenli ve nedensel ilişkiler olarak konulur ve tamamen evrensel oldukları savlamr (Keat, 1979).

Toplumsal bilimlerde bu tip açıklamalar çok yaygındır, örneğin davranışçı ruhbilim okulunun temel görüşlerini kullanan Homans (1964) şöyle bir bilimsel önerme ileri sürmektedir: «Bir tepki ödüllendirilirse, bu tepkinin olma olasılığı ve sıklığı artar. Bir bireye verilen ödülün değeri arttıkça, birey daha çok eylemde bulunur ya da eylemi tekrar eder». Bu biçim açıklama, denetim ve öngörünün (prediction) olgucularca ne denli önemli olduğunu gösterir, eğer öngörü baştan bilimsel olarak bilinerek konabiliyorsa, olgunun olacağı beklenebilir. Aslında, ileriye ya da geriye yönelik olma bakımından farklar dışında, açıklama ve öngörü bir çok olgucuya göre yapı ve içerik açısından aynıdır (Hempel, 1965).

Belirli olguları açıklamanın bilimsel yolu bir yasalar sisteminden geçer. Olguculara göre, çok geniş uygulama güçleri olan az sayıdaki genel-yasalarm tepede yer aldığı bir bilimsel yasalar hiyerarşisi vardır. Tepedeki genel-yasalardan daha az genellenebilen alt-yasalar çıkarsanabilir. Zaten bu çeşit hiyerarşik biçimleniş bir kuramı da kurar, üst-yasalardaki «kuramsal» parçalar her zaman «gözlenemiyen» bir düzeyde kalırlar. Bu kuramsal ve gözlenemiyen parçalara şöyle örnekler verilebilir; doğal bilimler-manyetik alan, elektron, kinetik enerji, vb., toplumsal bilimler-smıf, toplumsal tümleniş, bilinçaltı, vb. Bununla beraber kuramsal çerçeveyi böyle kavramlaştırmak olgucular için çeşitli sorunlara yol açabilir.Özellikle metafiziksel ya da dinsel bilimdışılıklardan, kuramsal kalan kavramları kurtarmaları gerekmektedir. Bunun yolu ise, bilimsel söylemin dünyası ile gözlenebilen dünyayı birleştirmektir. Böylece bilimsel iki öncellik ileri sürülür.

— Varlıkbilimsel Öncedlik: Ancak duyularla yaklaşılabilen nesnelerin varlığından sözedilebilir. Olguculara göre, bilimdışı yaklaşımlara örnekler gözlenemiyen, gizemsel varlıklar (Allah, hayaletler, büyü, vb.) ve bunların etkinliklerine dayanılarak geliştirilen olgu açıklamalarıdır. O halde, kuramsal tümceler nasıl oluşturulmalıdır? Gözlemsel koşulların kullanımları ile oluşturulmuş oldukça karmaşık tanımlamalardan oluşan kuramsal tümceler, bu sorunun yanıtı olarak ileri sürülür. Diğer bir deyişle, işlemsel (operational) tanımlamalar kullanılır. Örneğin, kuramsal bir kavram olan «manyetik» şöyle tanımlanabilir: «yanma bir demir parçası konunca, onu kendine doğru çeken nesne manyetiktir». Yine, toplumsal bilimlerde kullanılan kuramsal «sınıf» kavramı, gözlenebilir verilere dayanan gelir, baba mesleği ya da eğitim ile tanımlanabilir.

— Bilimkuramsal (epistemologieal) Öncellik: Bilimsel savların ya da varsayımların, tek kabul ya da red yolu görgül sınamadır — duyularımız yoluyla —. Bu noktada, gözlemin veri toplayan bir yöntem olarak doğru tanımlanması önem kazanır. Çözüm verilerin gözlem dilinde, tarafsız (value-neutral) olması gerektiğindedir. Ayrıca duyulan «normal» çalışan bütün «dürüst» gözlemcilerin, elde edilen verilerin nesnel olduğu konusunda düşünce birliğinde olmaları da gerekmektedir. Dahası verilerin bu biçim desteklenmeleri ile, çelişen kuramların işe yarar kanıtlarla geçerliliği de sınanabilir.

Böylece olgucu görgül veri kavramîaştırması için, tarafsız istatistik kullanılması gereğini açıklıyabilecek bir düşünsel taban da hazırlanır. Zaten toplumsal bilimlerde istatistiksel veri kullanımı, bir çeşit bilimsellik ölçütü gibidir — toplumsal değerlerden bağımsız «veri» —. Günlük dildeki değerlendirme tümceleri yapısı gereği birçok bilimdışılığa açıksa, bu bilimdışılıklar «yeni» bir bilim sözcüğü ile dıştalanmalıdır. Örneğin, bilimdışılığa olgucular tarafından sık sık verilen kavram, tarafsızlıktan uzak Marksçı «sömürü» kavramıdır. O halde, yeni, toplumsal değerlerden bağımsız, tamamen gerçekliklere dayanan bir «dil» gereklidir ve bu dil istatistiği de içermelidir (Lazarsfeld, Pasanella, Rosenberg, 1972).

Özetlersek, olguculara göre kural evrensel tümcelerden oluşur. Bu tümcelerin doğruluğu ya da yanlışlığı, sistematik görgül gözlemler ve deneyler ile sınanır. Hatta bazı görgülcüîer genel tümceleri ikiye ayırırlar; görgül yasalar ve kuramsal yasalar olarak. Öte yandan, bilimsel yasalar için temel kriterler, olgucular tarafından aşağıdaki gibi sıralanırlar:

1 — Bilimsel yasalar evrensel koşulları yansıtırlar,
2 — Bu yasalar zaman ve yer kısıtlamalarından bağımsızdırlar,
3 — Bilimsel yasalar özel nesneler ve özneler için değildirler,
4 — Bilimsel yasalar gerekirliği ya da nedenselliği açıklamaz,sadece düzenli ve koşulsal ilişkileri gösterirler.

IIÏ. Bilimin Olgucu Kavramla§tınlmasına Yönelik Eleştiriler

Çeşitli açılardan kaynaklanan birçok olguculuk eleştirileri bulunuyor. En yaygın eleştirilerden biri de şudur; hiç kimse bu kuram şu kuramdan iyidir diyemez. Diğer bir deyişle, belirli bir bilgi alanındaki kuramları karşılaştırma ve değerlendirmenin, hiçbir dışsal ve evrensel bir kriteri olamaz. O halde, temel soru bilim adamının, neden bir kuramı diğerine göre seçtiğindedir. Bunun olası yanıtı ahlaksal, estetiksel ya da araçsal koşulların, beJirli bir kuramla ilişkisinde olabilir. Kısacası, bir kuramın seçilmesi, genel bir inanç olarak tamamen görenekseldir (conventionalist) (Kuhn, 1962).

«Toplumsal değerlerden bağımsız bilim» anlayışına yönelik eleştiriler de bulunuyor. Toplumsal bilimlerde kullanılan her kuramsal çerçeve insanın varlığına, toplumun örgütlenmesine, gruplar ya da bireyler arası ilişkilere, vb. gibi özgün ve bireysel değerlendirmelerden yola çıkabilir. Gerçekten, ahlaksal değerlerine ve siyasal görüşüne göre, kişiler (bilim adamı olsalar bile) kolaylıkla belirli değerlendirmelerden kaynaklanan kuramları seçebilmektedirler. Örneğin, Durkheim tarafından geliştirilen toplumsal tümleşme (integration) ve buna ilişkin normsal tümleşme nosyonları,aslında toplumsal koşulların patolojik ya da normal olarak değerlendirilmeleri ile anlaşılabilir ve örneğin, benzemesine rağmen Marx'ın ilk yazılarında görülen «yabancılaşma» nosyonu ile Durkheim'ın «Anomi» nosyonu, farklı değerlendirme noktalarından çıktıklarından birbirlerinden tamamen ayrıdırlar.

Kısaca, kuramların yapısı bir değerler ağında oluşmaktadır (Lukes, 1967). Bununla beraber, bu eleştirinin önemli zayıflıkları vardır. Böyle bir eleştiri bilimsel bilgi üretiminden sürekli olarak kuşkulanılmasi konumuna gidebileceği gibi, siyasal olarak «doğru» çizgide partizan bir bilim anlayışına kolaylıkla varabilir.

Diğer bir yaygın ama yetersiz olguculuk eleştirisi ise fiziksel dünyanın bilimsel çalışma için temel alınmasına ilişkindir. Böylece öngörü ve açıklamalar kurallaştırılmakta ve o derece birbirlerine bağlanmaktadırlar ki toplumsal bilimler, insanları sanki teknolojinin ufak ama gerekli parçalarıymışçasma incelemekte ve bir çeşit toplum mühendisliği yapmaktadırlar — siyasal yönetimlerin isteklerine uygun olarak — (Marcuse, 1964). Olgucular bu konu¬ da çok tehlikeli bir konuma girmekte ve bilimleri benzer eylem ve süreçlerden çıkarılabilecek bilgilenimler olarak görmektedirler, ayrıca bu bilgilenimlerin (information) siyasal kullanımları ile ilgilenmemektedirler.

Eğer siyasa için bilimler bir araç gibi kullanılıyorsa, bu başlıbaşma seçmeci, teknokratik ve siyasalbir tavırdır. Eleştirinin yetersizliği ise, karşı seçenek vermeden varolan bilimsel anlayışın sadece yanlışlamasmı yapmasmdandır. Böylecs karşı-bilimci bir konuma kolayca gelinebilir.

Yukarıda gösterilen eleştirilerin yetersizliklerine rağmen, olgucu bilim anlayışı önemli sorunları içermeye devam etmektedir.Herşeyden önce, bilimlere onların dışından genel bir yöntembilim ve bilim felsefesi a priori olarak verilemez. Yine a priori olarak bilimlerin tek bir Bilim olarak birlikteliğinden sözedilemez. Tam tersi, Bilim yok Bilimler vardır — özgün bilgi nesneleri, onlara uygun yöntem ve teknikleri, araçları ile —, Bu her bilimin kendi başına bilgi ürettiği demek değildir, aksine, çeşitli bilimler, yöntem, araç ve hatta bilgi nesneleri bakımından artan bir alış veriş içindedirler. Gelişmiş bilimler (doğal bilimler gibi) ve daha az gelişmiş (toplumsal bilimler gibi) yanyana ve birbirleri ile değişen ilişkler içinde eklemlenmişlerdir. Ayrıca, herhangi bir bilimin içinde de henüz gelişmemiş ya da eksik bilgi alanları bulmak olanaklıdır. Kısaca, bilimsel ilerleme, temelde eşit olmıyan eklemlenmiş bir süreçtir ve tek çizgisel (uniform) bir evrimi göstermez. Bu noktada bir açımlama yapılabilir; olgucuların varsaydığı gibi dışardan verilmeyen
bir bilimsel birliktelikten sözedebiliriz. Ayrıca, olgucuların varsaydığı yöntembilimsel birliktelik sorunsalından da kurtulunursa ve böylece yöntembilimin doğaüstü konumu (omnipotence) kalkarsa, bilimler arasında yöntemler, teknikler ve kavramlar açısından bir alış verişten sözedilebilir. Yalnız bu alış verişte bilimsel alanlar ayrıcalıklı bir konumda kalmamalı, diğer bilim ya da bilimlerden alınan kavramlar mutlaka sorgulanmalıdır.

Örneğin, ruhbilimsel kuramlaştırmalarda, toplumbilimin temel bir kavramı olan toplum
yaygın olarak kullanılmaktadır, ancak toplum=çevre koşulları gibi sorgulamadan uzak bir kullanım, toplum kavramını bu çeşit kuramlaştırmalarda nosyon düzeyine indirgenmektedir. Peki, toplumsal ve doğal bilimler arasında fark var mıdır? Buradaki ayrım genelde araştırma nesnesindeki fark bakımından konmaktadır. Ancak toplumsal bilimler kendi içinde bile birçok farklılaşma gösterir. Ayrım bilimler arasında araştırma alanlarının özgünlüğüne göre olmaktadır. Örneğin toplum diye sözettiğimiz bütünlüğün, «insan» denen kısmıyla ruhbilim ilgilenmekte iken, toplumsal süreçler ve yapılarla toplumbilim uğraşmaktadır.

Ayrıca genelde bir insan toplumundan sözedilemez, tersine tarihsel olarak belirli insan toplumlarından sözedilebilir. O halde, bilimsel araştırma değişim ve tarih ile yakından ilgilenmek zorundadır. Diğer bir deyişle, olgucuların varsaydığı gibi tarihsel bağlamından bağımsız genel yasalardan ve genelde «însan»dan sözedilemez. «Genel Yasalar» bağlamsal (conjunctural) dır ve o bağlamda geçerlidir. Gerek toplumsal gerekse doğal bilimler için önemli olan, herhangi bir insan toplumunda ve her düzeydeki değişmelerin nasıl olduğunu, zamansal ve mekansal olarak açıklıyabilmektir.

IV. Olgucu Olmıyan Bir Bilim Anlayışı

Bugüne değin ileri sürülen en güçlü olguculuk eleştirilerinden birinde L. Althusser geliştirmiştir. Aüthusser'e göre, bilimler felsefe tarafından belirli pratikler (ideolojik, siyasal, ekonomik) yararına kullanılmaktadır ve felsefe kuramsal bir örtünün ardındadır. Burada bir açımlama yaparak, genelde bir toplumsal biçimleniş (social formation) şekli vermek ve bunun içinde bilimsel pratiğin yerini görmek yararlı olabilir.

Althusser in görüşleri kısaca şöyle özetlenebilir; Her belirli ve böylece tarihsel toplumsal biçimleniş, toplumsal pratiklerin — kuramsal (kuramsal, bilimsel pratik ve ideolojik bilimsel pratik), siyasal, ekonomik — karmaşık bir eklemlenmesidir. Burada pratikten ne anlaşılması gerektiği açıklanmalıdır. Althusser'e göre, pratik bir «dönüşüm (transformation) süreci» dir. Belirli bir hammadde, belirli bir ürüne belirli bir üretim süreci içinde dönüşür. Kuşkusuz, belirli araçları kullanan belirli bir insan gücü bu süreci etkiler. Kuramsal pratik ise, siyasal ya da
ekonomik süreçler gibi özgün bir pratiktir ve böylece diğer süreçlerden görece olarak bağımsızdır. Herşeyden önce, kuramsal pratik homojen bir bütünlük olmaktan çok uzak, kendi içinde dengesizdir. Çünkü kuramsal pratik her türden kurama eşittir ve her kuranım kendine özgü nesnesi vardır ki bilgi denen ürün bu hammaddeden çıkarılır.

Özetlersek, kuramsal pratiğin hammaddesi (günlük ideolojik, görgül, teknik pratikler tarafından verilen nosyonlar, kavramlar, gerçeklikler, vb.), ürünü (bilgi ya da «düşüncedeki somut» ki hammaddeden ya da «gerçek-somut» tan farklıdır) , ve araçları (her bilimin ya da kuramsal ideolojinin nosyonları/kavramlara ve bunlara ilişkin kullanım yöntemleri) vardır.

Kuramsal pratiğin özgün ürünü olan Bilgi'nin nesnel gerçekliği ve kendi maddeselliği vardır. Bu ürünün bir kısmı daha ileri düzeylerdeki yeni kuramsal pratikler için hammadde olacak ve böylece toplumsal biçimlenişin kuramsal yeniden üretimi sağlanabilecektir. Bununla beraber, kuramsal pratiğin büyük bir bölümünü bilimler değil, günlük ya da kuramsal ideolojiler oluşturur. O halde, ideolojinin bilimsel çalışmaları bozması ya da çarpıtması herzaman gündemdedir. Bilimlerin ideolojik çarpıtmalardan kendilerini uzak tutmaları bizzat bilimler tarafından yapılmalıdır — ideolojik gerçekliklerin sorgulanmaları yoluyla —. Bilimsel üretim sürecindeki niceliksel ilerlemeler ve ideolojik çarpıtmaların azalması bir noktada niteliksel bir değişime yol açar. Böylece bilim kendi ideolojik öntarihinden ve kalıntılarından kurtulacak ve yeni bir bilimsel alana geçecektir. Henüz tanımlanmamış bilimsel bölgeye olan bu niteliksel sıçrayış, Althusser tarafından bilgikuramsal kopuş (epistemological break) diye tanımlanmıştır. Yeni bir bilim, yani kavramlar ve yöntem başlıbaşma yeni bir sorunsalı tanımlar.

Bilimdışı vé ideolojik öntarihinden bir bilimin kurtulmasına kadar, kuramın alanına felsefe günlük ideolojiler yoluyla müdahale eder. Ve eğer günlük ideolojiler belirli bir toplumsal biçimlenişteki, toplumsal grupların savaşımlarıyla, öznel ilgileri ile doğrudan bağlantılıysa, felsefe kuramsal alanda siyasanın bir uzanımı konumuna girer. Kısaca, felsefe çoğunlukla örtülü siyasadır.

Olgucu olmıyan seçenek bir bilim kavramlaştırması aşağıdaki özellikleri içerir:

1 — Bilimin bilgisini elde etmek istediği, insanın kavramlaştırmasmdan bağımsız bir dış dünya vardır ve bilimin gerçek nesnesidir {maddeci postulat).

2 — Bilim dış gerçekliğin bilgisini günlük duyusal algılarla değil, kuramsal olarak tanımlanmış nesnelerle almağa çalışır ve gerçek dünyanın bilgisini elde etmeyi amaçlar (karşı görgülcü [anti-empiricist] tez). Diğer bir deyişle, örneğin doğal bilimlerin üstünde çalıştığı doğa, sokaktaki adamın gördüğü doğa olmaktan çok kavramsal nesnelerdir — görecelik (relativity) kuramının görgül olmaktan uzak kuramsal kavramları gibi —.

3 — Yeni bir bilimin ortaya çıkması demek, herşeyden önce sistematik araştırma nesnesini tanımlayan yeni kavramlar sisteminin bulunuşu/üretimi demektir. Bu, daha önceki kavramlaştırmalardan tam bir kopuşu gerektirir (bilim tarihinin kesintililik
tezi). Belirlenmiş nesnesi olmıyan hiçbir bilimsel bilgi olamaz.

4 — Bilimle ideoloji arasındaki temel ayrım, bilimin nesnesini yanıtları önceden yargılanmamış olarak açık sorgulamasında yatar. Öte yandan, ideolojik sorgulamada, yanıtlar ve çözümler bilişim (cognition) sürecinden bağımsız olarak önceden yerleştirilmiştir. İdeolojik sorular ideolojik öznenin rahatlıkla kendini görebileceği bir aynayı oluşturur (bilim felsefesinin sınanmasına ilişkin olarak deneyimsellik tezi).

5 — Bir bilimin doğruluğuna hiçbir dışsal kanıt gösterilemez. Bilimsel önermelerin doğrulanması bizzat bilimsel pratiğin bir parçasıdır (karşı-yararcı > [anti-pragmatic] tez).

KAYNAKÇA

Althusser, L., and Balıbar, E. Beading Capital. London: NLB, 1970.
Brown, P. Radical Psychology. London: Tavistock, 1973.
Foucault, M. Order of Things. London: Tavistock, 1972.
Gouldner, A., The Coming Crisis of Western Sociology. London: Heineman,
1971.
Hempel, C. Aspects of Scientific Explanation. New York: Free Press, 1965.
Keat, R. «Positivism and Statistics in Social Science», in J. Irvine, I. Miles
and J. Evans (edsj, Demystifying Social Statistics. London: Pluto
Press, 1979.
hd
Kuhn, T.S. The Structure of Scientific Revolutions (2 ed.). University of
Chicago Press, 1962.
Lazarsjeld, P.F., Pasanella, A.K., Rosenberg, M. Continuities in the Lan¬
guage of Social Research. New York: Free Press, 1972.
Lukes, S. «Alienation and Anomie», in P. Laslett and W. Runciman (eds.),
Philosophy, Politics and Society. Oxford: Blackwell, 1967.
Marcuse, H. One, Dimensional Man. London: RKP, 1964.
Naîbantoğliı, H.Ü. «.Althusser'i Okumak: Bilimler Pratiği ve Felsefe Müda¬
halesi», Ekonomik Yaklaşım, U/5 (sonbahar), 1981, 107-126.
Westland, G. Current Crises of Psychology. London: Heineman, 197S.

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP