YUNAN KUŞKUCULUĞUNUN BİLGİNİN OLANAKSIZLIĞIYLA İLGİLİ KANITLARI


Ahmet CEVÎZCÎ


Antik Yunan kuşkuculuğu, M.Ö, 360-270 yılları arasında yaşamış olan Pyrhhon tarafından kurulumş olan bir felsefe okuludur. Kurucusunun adından dolayı Pirinozm olarak da bilenen kuşkuculuk, Platoncu, Aristoleîesçi, Stoacı ve Epikürosçu felsefeye karşı çıkmıştır. Kendisinden önceki Yunan felsefesinden ve Hint bilgeliğinden etkilenmiş olan Pyrrhon, kuşkuculuğu, bilginin imkânıyla ilgili bir öğretiden çok, öncelikle bir yaşam biçimi olarak geliştirmiştir, insanın, kısa süreli yaşayışı boyunca, sınırlan giderek genişlemiş bir dünyadaki yabancılaşmışlığını temele alan Pyrrhon, kendince insanı gereksiz korku ve tedirginliklerden, varlık üzerine ya da görünüşün gerisindeki gerçeklikle ilgili anlamsız spekülasyonlardan kurtarmayı amaçlamış ve bu amacı gerçekleştirmenin bir aracı olarak kuşkucu felsefeyi öne sürmüştür.

Kuşkuculuğun, ahlakla değil de, doğrudan doğruya bilgiyle ilgili profesyonel bir felsefe akımı olarak gelişimi, daha çok M.Ö. 80 yılıyla M.S. 130 yılları arasında kalan tarihsel dönemin belli bir kesitinde yaşamış olan Aenesidemeos eliyle olmuştur. Buna göre, tıpkı Pyrrhon ve öğrencisi Timon gibi, insanın görünüşlerin ötesine geçemeyeceğini, cjolayisıyla bilginin imkânsız olup, insanın her konudan yargıyı askıya alması gerektiğini savunan Aenesidemos, burada kalmayarak, kuşkuculuğa kuramsal bir çerçeve kazandırmaya çalışmış ve yargıyı askıya almayı zorunlu kılan ünlü on neden ya da kanıtı öne sürmüştür.

İlkçağ Yunan filozoflarını Aristotelesçi bir bakış açısından ve aklı ya da duyulan temele almaları bakımından sınıflayan Aristokles'in, Pironomizm ve kuşkuculukla ilgili, bu akımın akla da duyulara dayanmadığı için felsefi bir bakış açısı, yanlış bir bakış açısı bile olmadığı şeklindeki yorumuna rağmen, kuşkuculuğun, bilginin kaynağı olarak öncelikle duyulan aldığı açıktır. Aenesidemos, işte böyle bir empirist bakış açısından hareketle, insanın hiçbir şekilde bilgiye ulaşamayacağını savunmuş ve, bilginin olanaklı olduğunu savundukları için, dogmatist diye nitelediği filozoflara karşı, bilginin olanaksızlığına ve dolayısiyla yargıyı askıya almanın zorunluluğuna işaret eden on argüman ya da kanıt geliştirmiştir.

Bu on neden, kanıt ya da trope, günümüze İlk çağ felsefesinin tarihini yazmış Diogenes Laertios'la, antik kuşkuculuğun son büyük temsilcisi olan Sekstos Empirikos tarafından ulaştırılmıştı. Bir şeyin örneğin farklı hayvan türlerine, ya da farklı insanlara farklı zamanlarda, farklı koşullar altında, farklı şeylerin etkisiyle, v.b.g., farklı göründüğünü, farklı görünüşler, çatışan inançlar arasında bir seçim yapma, bir karar verme olanağı verecek kabul edilmiş hiçbir ölçüt ya da standart bulunmadığı için, hiçbir konuda hüküm vermemek gerektiğini ortaya koyan bu kanıtlardan ilk dördü yargılayan özneyle, yedinci ve onuncusu yargılanan nesneyle, beş, altı, sekiz ve dokuzuncusu ise aynı anda hem yargılayan özne ve hem de yargılanan nesneyle ilgilidir. Bu kanıt ya da argümanları Sekstos Empirikos, Pironizmin Anahatları adlı eserinde, şu şekilde sunmaktadır:

"Bu karşıtlıklara ilişkin olarak daha açık seçik bir fikir edinebilmek için,yargıyı askıya alma sonucu doğuran nedenleri ekleyeceğim. Bununla birlikte, onların ne sayısı ne de gücüyle ilgili olarak herhangi bir değerlendirmede bulunmayacağım -onlar yeterince güçlü olmayabilir ve sayılan benim belirttiğimden daha fazla olabilir.

Eski kuşkucular, normalde, yargıyı askıya alma sonucu doğurduğuna
inandıkları on tane neden iletmişlerdir. (Onlar, "argüman" ya da
"kanıt'ları, "nedenler"le eşanlamlı olarak kullanırlar.) Bu kanıtlardan
birincisi hayvanlar arasındaki farklılıklara, ikincisi insanlar arasındaki
farklılıklara, üçüncüsü duyu organlarının farklılık gösteren kuruluşlarına,
dördüncüsü koşullara, beşincisi durumlara, aralık ve yerlere, altıncısı
karışımlara, yedincisi varolan şeylerin nicelikleriyle hazırlanışlarına
bağlı olan, sekizincisi görelilikten türeyen, dokuzuncusu sık ya da seyrek
oluşumlara, onuncusu yaşam biçimleri, gelenek ve yasalara, dogmatik
kabullere ve bu arada, efsanelere duyulan inanca bağlı olan kanıttır".
{Pironizmin Anahatlan 133-38)

İlkçağın hemen tüm diğer filozofları gibi, görünüşle gerçeklik arasında bir ayırım yapan, her yerde görünüşlerin hüküm sürdüğünü, insanın görünüşü aşarak gerçekliğin kendisine hiçbir zaman ulaşamayacağını, varolan şeylerin bize nasıl göründüğünü söyleyebilmekle birlikte, onların gerçek doğalanyla ilgili olarak hiçbir iddiada bulunmayıp, yargıyı askıya almak gerektiğini savunan Aenesidemos'un birinci kanıtı, hayvanlar arasındaki farklılıklarla ilgilidir. Paradoksal bir biçimde, kuşkucuların dogmatik bularak karşı çıktığı bilim adamı ve filozofların hayvanlarla ilgili araştırma ve bulgularına dayanan bu kanıt, hayvan türlerinin, sırasıyla üreme tarzlarındaki, fizikî kuruluş ya da yapılarındaki ve nihayet yeme içme tarzlarındaki veya iştihasal davranışlanndaki ayrılıklardan dolayı, farklılık gösterdiğini dile getirir. İşte bu farklılıklardan dolayı, hayvanlar aynı nesnelerden farklı izlenimler alırlar.

Başka bir deyişle, hayvanların doğuş, büyüme, gelişme ve fiziki yapılarındaki farklılıklar, duyu algılarında da farklılıklara, farklı görünüşlere yol açar. Aenesidemos'un, kanıtını desteklemek üzere verdiği ve Diogenes Laertios'la (Seçkin filozofların Yaşamları IX 79.80) Sekstus Empirikus'un (Pir. Anahatları I, 40-79) aktardığı çok sayıda örnek vardır. Buna göre, o, doğuş ve davranışa ilişkin farklılıklarla yapısal farklılıkların doğurduğu farklı görünüş ya da duyu algılarıyla ilgili örneklere, görme duyusundan başlar. Buna göre, hayvanların gözleri, şekil, büyüklük ve renk itibariyle farklılık gösterir. Bazılarının gözleri küçük, bazılarınki büyük, bazılarınınki parlak, bazılarınınki karanlıktır; onların gözbebekleri de farklılık gösterir. Aenesidemos'un, ve dolayısıyla Sekstus'un buradan çıkardığı sonuç, köpeklerin, balıkların, aslanların, ve ağustos böceklerinin aynı nesnelere ilişkin olarak farklı izlenimlere sahip olduğu, onların aynı nesneleri aynı şekil ya da büyüklükteki nesneler olarak görmedikleridir. Görme duyusu ile ilgili sonuç, diğer duyu-organlarına genellenir. Örneğin, köpekler insanlardan daha iyi koku alır, şahinler de daha iyi görür:

"Aynı argüman duyular için de geçerlidir. Dokunma duyusunun, kabuğu
olan hayvanlarda, teni açıkta olan hayvanlarda, dikenli hayvanlarda, ve
tüylü hayvanlarda, nasıl olup da aynı izlenimler doğurduğu söylenebilir?
Kulak boruları oldukça dar olan hayvanlarla oldukça geniş olan hayvanlar,
veya kulakları saçla örtülü olan havyanlarla, kulakları açıkta olan olan
hayvanlar nasıl olur da tam olarak aynı sesi duyar? Biz de aynı sesten
kulaklarımızı tıkadığımız zaman başka, normal bir biçimde işittiğimiz
zaman başka etkileniriz... Bazı hayvanların dilleri düz ve kuru, diğerlerinki
daha ıslak olduğu için, aynı durum tad almanın nesneleri için de geçerlidir"
(Pir. Anahatları I, 50-52).

Aynı durum haz ve acı için de geçerlidir. Buna göre, hayvanların kendilerine keyif veren, hoşlarına giden, onlar için yararlı olan şeylerin peşinden koştukları, buna karşın hoşlarına gitmeyen, kendilerine zarar vérejn şeylerden uzak durdukları, herkes tarafından kabul edilen- bir olgudur. Bununla birlikte, aynı şeyler, bazı hayvanlara keyif verip, onların hoşuna giderken, diğerlerinin hoşuna gitmez. Haz ve acı, varlığın bizatihi kendisiyle değil, fakat görünüşüyle ilgili olduğundan, yani haz ve acı hayvanların varolanlarla ilgili izlenimlerinden türetildiği için, bir hayvanın hoşuna giden şey, başka bir hayvanın hoşuna gitmeyebilir.

Aenesidemos, ya da onun sözcüsü olarak Empirikus, daha sonra farklı duyu algısı ya da izlenimlere sahip olan farklı hayvan türlerinden birini ya da diğerini ön plâna çıkartma, bu türün izlenim ya da algılarını temele alıp, ölçüt yapma, ve temele alınan bu algıların gerçekliğin doğasını açığa vurduğunu düşünme olanağı bulunmadığını söyler. Örneğin, bizim kendimizi, insan türünü tercih etme, farklı olduğumuzu savunmak söz konusu olamaz," olursa eğer, bu bizim tarafsız olmadığımız anlamına gelir. Hoş zaten, insanın diğer hayvan türleri karışında bir üstünlüğü, bir farklılığı yada ayrıcalığı olamaz, çünkü insanı diğer hayvan türleri karşısında üstün kılan öğe olan akıl, kuşkucular tarafından pek gündeme getirilmez, bir bilgi ölçütü olarak değerlendirilmez.

Sekstus'un yargıyı askıya almaya götüren ikinci kanıtı (Pir. Anahatları, 79), birincisinin bir devamı gibidir. Buna göre, tıpkı hayvan türleri arasında farklılıklar bulunması gibi, aynı tür içindeki bireyler de birbirlerinden farklılık gösterirler ve bu durum farklı bireylerde farklı görünüşlere yol açar. Başka bir deyişle, hayvan türleri arasında, bir türün, yani insanların epistemolojik bakımdan bir üstünlüğü ya da ayrıcalığı olduğunu kabul etsek bile, insanlar birbirlerinden, ruh ve beden, mizaç ve karakter bakımından farklılık gösterip, farklı izlenim ya da görünüşlere sahip olurlar.

Bu kanıt ya da argümanda, Aenesidemos, Sekstus ve dolayısıyla, tüm kuşkucular, diğer Yumanlı filozoflar gibi, insan varlığının iki bileşenden meydana geldiğini öne sürmektedir. İnsanlar, hem bedensel ve hem de ruhsal ya da psikolojik olarak farklılık göstermektedir. Bu farklılıkların temelinde ise, insan bedeninde yer alan dört sıvının farklı oranlardaki karışımları bulunmaktadır. Buna göre, kuşkucular, ünlü Yunanlı tıp bilgini Galenos tarafından öne sürülmüş ve antik Yunan'daki tüm hekimler tarafından kabul edilmiş olan dört sıvı kuramını kabul ederler. Bu kurama göre, insan sağlığı dört vücut sıvısının arasındaki dengeye bağlıdır. Bu dört vücut
sıvısından ikisi, kan ve safra gibi gerçekten varolan iki sıvı, buna karşın ikisi de, varsayımsal bir nitelik arzeden ve melaına khole'yte phlegma diye adlandırılan kara safra ve irinli iltihap ya da balgamdır. Sekstus'a göre, insanların yalnızca sağlıklarının değil, fakat bedensel şekil ya da farklılıklarının temelinde, bu dört sıvının farklı karışımı ya da oluşturduğu denge vardır. Bundan dolayı, örneğin Hintlilerin burunlarıyla, îskitlerin burunları birbirinden şekil olarak farklılık gösterir; bu ise, onların farklı koku almalarına ve aynı nesneyle ilgili olarak değişik, hatta karşıt görünüşlere sahip olmalarına neden olur (Pironizmin Anahatları I, 80).

Dört sıvının farklılık gösteren denge ya da karışımı, yalnızca uluslar arasında değil, fakat aynı ulusa mensup insanlar arasında da farklılıklara, bireylerde onların kendilerine özgü özelliklerin doğuşuna yol açar. Diogenes de, aynı konuda, tıpkı Sekstus Empirikus gibi, şunları yazmaktadır:

"Örneğin, İskender'in uşağı olan Demofon gölgede sıcaklık hissetmekte,
güneşte üşümektedir. Aristoteles'e göre, Argos'lu Andren, susuz Libya'dan
hiç su içmeden geçermiş" (Seçkin filozofların Yaşamları IX. 80-81).
Bedensel farklılıklardan psikolojik ya da ruhsal farklılıklara geçiş kolaydır,
zira beden ruhun aynası ya da kopyasıdır. Bu nedenle, insanlar arasında nasıl ki
bedensel farklılıklar varsa, aynı şekilde ruhsal ya da psikolojik farklılıklar vardır.
Ve bu farklılıklar, insanların farklı şeylerden tad almalarına, farklı şeylerden nefret
etmelerine yol açar. Bu kanıtta, dogmatik diye nitelediği filozof ve bilim adamlarının
görüş ve araştırmalarına dayanan Sekstus, şunları söylemektedir:

"Şu hâlde, insanlar arasında beden bakımından böylesi bir değişme olduğu
için, insanların birbirlerinden, ruhları bakımından da farklılık göstermeleri
muhtemeldir; çünkü, fizyonomi biliminin de gösterdiği gibi, beden ruhun
bir tür aynasıdır.

însanlann düşünme tarzları arasındaki büyük, hatta sonsuz farklılıkların en
büyük göstergesi, dogmatiklerin, çeşitli konularla ve özellikle, kişinin neyi
seçip, neden uzak durmaları gerektiğiyle ilgili önermelerindeki karşıtlıktır...
Seçim ve kaçınma, şu hâlde, haz ve acıda, haz ve acı da algı ve görünüşte
bulunduğu için, bu takdirde aynı şeyleri bazı kişiler seçip, diğerleri ondan
uzak durduğu zaman, onların aynı şeyler tarafından aynı şekilde etkilenmediği
sonucunu çıkarsamak bizim için mantıklı olur" (Pir. Anahat. 1, 85-87)

Kuşkucu görüş, aynı cins içindeki türler arasındaki farklılıklarla, aynı tür içindeki bireyler arasındaki farklılıklardan sonra, üçüncü kanıtta aynı bireyin duyuları arasında söz konusu olan farklılıkları ele alır. Buna göre, empirist bir bakış açısından hareket eden kuşkucu, doğal olarak insanların varolan şeyleri beş duyu aracılığıyla algıladığını, farklı duyuların, farklı, hatta karşıt görünüş veya izlenimlere yol açtığını, nesneleri karşıt niteliklere sahipmiş gibi gösterdiğini dile getirmektedir. Örneğin resimler, görme duyusuna girinti ve çıkıntılara sahipmiş, dokunma duyusuna ise, sahip değilmiş gibi görünür. Yine, bal dile hoş, gözlere kırmızı ya da düz, dokunma duyusuna vıcık vıcık görünür. Aynı şey parfüm için de söz konusudur; o koku alma duyusuna hoş, tad alma duyusuna acı görünür..(Pir. Anahat. 1,92-93).

Örnekleri çoğaltmak mümkündür.

Buna göre, farklı duyu-algıîarı, ya da görünüşlerin ortaya çıkışının bir sonucu olarak, varolan nesnelerin duyuların gösterdiği bütün bu niteliklerin bir toplamı olduğunu düşünürüz. Aynı bal tatlılık, düz olma, kırmızılık ve yumuşaklık gibi niteliklere sahip gibi görünmektedir. Bununla birlikte, görünüşü aşıp gerçekliğe ulaşma olanağımız bulunmadığı için, balın tam tamına bu niteliklere mi, yoksa daha azına veya fazlasına mı sahip olduğunu bilemeyiz. Onun yalnızca bir ya da iki niteliği olabileceği gibi, birçok niteliği de olabilir. Bununla birlikte, bilgimiz duyu ya da deneyle sınırlandığından dolayı, bunu bilmek bizim için söz konusu değildir.

Gerçekliğin kendisine, balla ilgili görünüşleri aşarak, balın gerçek doğasına ulaşmak olanaklı olmadığından, bir kez daha çıkan sonuç, nesnelerin gerçek doğasıyla ilgili olarak yargıyı askıya almak gerektiği sonucudur.

Sırada dördüncü kanıt vardır. Bu kanıt da,tıpkt üçüncü kanıt, ikinciden, ikincisi birinciden nasıl çıkıyorsa, aynçn o şekilde üçüncü kanıttan çıkar. Buna göre, üçüncü kanıtta duyular arasındaki farklılıklara geçen kuşkuca düşünürler, dördüncü kanıtta, tek bir duyuda değişen koşullara bağlı olarak ortaya çıkan farklı görünüşleri, karşıtlıkları gündeme getirirler. Kişinin, yargılayan öznenin duyumunu, algısal deneyin niteliğini büyük ölçüde belirleyen öznel koşullan ortaya koyan bu kanıtı, Sekstus Empirikus şu şekilde açıklamaktadır:

"Bu, 'durumlarla koşulları anlatmak istediğimiz yerde, adını durumlardan
alan kanıttır. Söz konusu kanıt, doğal hâllerde ya da doğal olmayan hallerde,
uyanıkken ya da uyku hâlinde, yaşa, hareket ya da sükûnet hâlinde
olmaya, nefret etme ya da sevmeye, ihtiyaç içinde ya da doymuş, içkili ya
da ayık olmaya, daha önceki koşullara, güvenli ya da koricak, sıkıntılı ya
da sevinçli olmaya bağlı olarak gelişir....
Uykuda ya da uyanık olmaya bağlı olarak, farklı görünüşler ortaya çıkar.

Uyanık olduğumuz zaman, şeyleri uyuduğumuz sırada gördüğümüz tarzdan, uykuda olduğumuz 2aman da, uyanık olduğumuzda gördüğümüz şekilden farklı bir biçimde görürüz; bu nedenle, nesnelerin varlığı ya da yokluğu, mutlak değil de, göreli -uykuda ya da uyanık olmaya göreli -hâle gelir... Görünüşler, yaşa bağlı olarak da farklılık gösterir. Aynı hava yaşlı -insanlara soğuk, gençlere ılık, aynı renk yaşlılara soluk, fakat gençlere canlı görünür. ..Nesneler, hareket ya da sükûnet hâlinde olmaya bağlı olarak da farklı görünür....Yine, sevme ya da nefret etmeye bağlı olarak, diğerleri domuz etini büyük birkeyifle tüketirken, bazı insanlar aynı et karşısında aşırı bir tiksinti duyarlar.....Kız arkadaşı çirkin olan birçok insan, arkadaşlarının çok çekici olduğunu düşünür. Aç ya da tok olmaya bağlı olarak da, aynı yemekler aç olan birine çok tatlı görünürken, tok birine çok tatsız görünür" {Pir. Anahat. 1, 100-109).

Hastalık ya da sağlığın, uyku ya da uyanıklığın, gençlik ya da yaşlılığın,hareket ya da sükûnetin, açlık ya da tokluğun, sarhoşluk ya da ayıklığın izlenim ya da algıların niteliğini belirlediğini, dolayısıyla bir kez daha karşıt görünüşlerin ortaya çıktığını gösteren^ kanıt, izlenimleri ölçme, izlenimlerimizin doğruluğunu, bu öznel hâl ya da durumlardan bağımsız olarak saptama olanağı verecek nesnel bir ölçüt ya da standart bulunmadığı için, bizim görünüşlerle yetinip, nesnelerin gerçek doğasıyla, gerçekliğin kendisiyle ilgili olarak yargıyı askıya almamız gerektiğini ifade etmektedir.

Kuşkucu düşünürlerden. Aenesidemos ve Sokstus Empirikus, "durum, aralık ve yerlere bağlı olan" beşinci kanıt ya da argümanla birlikte, en sonunda algılayan ya da yargılayan özneden, nesneye geçer. Bu katınla anlatılmak istenen şey şudur: Öznenin daha doğru ve dakik izlenimler elde etmesini, görünüşleri aşıp, gerçekliğin, kendisine ulaşmasını engelleyen öznel koşulları aşabilsek, özneyle ilgili ilk dört kanıt ya da argümanı çürütebilsek bile, nesneye göreli olan, gözlemleyen özneden bağımsız olup, algılanan nesneden kaynaklanan ve nesnenin gerçek doğasını gizlerken, yargıyı askıya alma sonucu doğuran farklı ya da karşıt görünüşler vardır. Buna göre, tıpkı özne gibi, nesne de kendisini çevreleyen koşullardan etkilenir. Algılanan nesneler, algılayan özneyle aralarında bulunan mesafeye bağlı olarak farklı görünüşler sergilerler. Aynı gemi uzaktan küçük ve hareketsiz, yakından büyük ve hareket halinde görünür. Yine kanıtın belirttiğine göre, aynı kule belli uzaklıktan bakıldığında yuvarlak, yakından bakıldığına kare şeklinde görülür.

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP