POZİTİVİZMİN TÜRKİYE'YE GİRİŞİNDE İKİ ÖNCÜ - 1


Murtaza KORLAELÇİ


Cumhuriyet dönemimizdeki fikir hayatını etkileyen en önemli felsefî akım pozitivizmdir. Cumhuriyetin ilanından bir yıl sonra vefat eden Ziya Gökalp (1876-1924), eserleriyle, pozitivizmin hakimiyetine en büyük katkıyı sağlamışsa da, bu akımın kültür hayatımıza girmesinde öncü olarak görünenlerden ikisi, kuşkusuz, Ahmet Rıza (1859-1930) ve Ahmet Şuayb (1876-1910)'tır.

AHMED RIZA (1859-1930)

HAYATI

Ahmed Rıza 1859'da İstanbul'da doğdu. Kendisi dünyaya geldiği zaman babası Ali Rıza Bey sürgünde bulunuyordu. Ali Rıza Bey, "Kırım Savaşı sırasında İstanbul'a gelen İngilizlerle dostluk kurması, iyi İngilizce bilmesi ve İngilizler gibi giyinmesi dolayısıyla, İngiliz Ali Bey diye tanınmıştır. Ali Rıza Bey'in babası Ziraat ve Darphane nazırıdır. Dedesi Kemankeş Ahmed Efendi ve III. Selim'in sır katibi olmuştur. Onun babası ise, Mısır kadılarından Sıddık Molla'dır. Ali Rıza Bey yabancı dil bilgisi, geniş kültürü dolayısıyla Viyana ve Berlin'de elçiliklerde vazife görmüş, Sarayda Teşrifat Nazırı olmuştur. (...) Annesi Naile Hanım, Viyanalı Avusturya asilzadelerinden iken müslüman olmuş" bir bayandır.

Annesinin yabancı olduğunu Ahmed Rıza şöyle belirtir: "Sultan Abdulhamid beni inandırmak için eniştemi Paris'e göndermiş ve validem tarafından bir mektup getirmişti. Tabii irade-i şahaneye itaatle avdetimi veya sukutumu tavsiye ediyordu. Halbuki validem bana İngiliz postası vasıtasıyla ayrıca hususi bir mektup daha göndererek eniştemin memuriyetinden bahsediyor ve "birtakımları milleti aldattılar, döndüler. Şayet sen de vazife-i vataniyyeyi terkle İstanbul'a dönecek olursan evin kapısını kapalı bulursun" diyordu. İşte ecnebi dedikleri validem böyle bir kadındı."

Annesinin durumunu bu şekilde belirten Ahmed Rıza orta öğrenimini Galatasaray Sultanisinde tamamlar. Bab-ı Alî Tercüme odasında göreve başlar. Daha sonra 1884'de, ziraat yüksek tahsili için, babası tarafından özel öğrenci olarak Paris'e gönderilir. Yükseköğrenimini tamamlayınca yurda döner. Sahası ile ilgili bir işe giremeyince devrin Maarif Nezaretine müracaat eder. 2400 kuruş maaşla, Bursa'daki İdadi-i Mülki Mektebi Müdürlüğüne atanır. Burada kimya derslerini de yürütür. Sekiz ay sonra Maarif Nazın Münif Paşa, Ahmed Rıza Bey'i takdir ederek Bursa Maarif Müdürü yapar.

Memuriyetinden memnun olmayan ve birçok devlet işlerini yakından gören Ahmed rıza 1889'da yeniden Paris'e gider. Bu ikinci gidiş 19 yıl gibi (1889-1908) uzun bir süreyi kapsar. Bu ikinci gidiş hakkında iki rivayet vardır. Birine göre, 1889 Paris Sergisini görmek isteğini ileri sürerek Maarif Nazırı Münif Paşa'dan izin alır.

Diğer rivayete göre ise, fıraren Paris'e gider. Bu kaçma işini Tirilya ve civan reji memuru Arif Bey gerçekleştirir. İkinci kez Paris'e gelişinde Ahmed Rıza, eski dostu M.Kirkof vasıtasıyla Fransız adliyesinde resmi tercümanlık işine girer. Aynı zamanda o zamanki pozitivizm direktörü Pierre Laffıtte (1823-1903) ile ilişkisi artar.

Pozitivist doktrini daha önce benimsemiştir. Bu durumu şöyle açıklıyor" "1889'a kadar türkiye'de Milli Eğitim Müdürlüğü ile meşgul oldum. Bu tarihten itibaren Paris'e gelerek çağdaş fikir hareketlerini bol, bol etüd etmek için görevimi bıraktım. Zaten daha önceden pozitivist doktrine tamamen bağlanmıştım. Kendisine çok şey borçlu olduğum M.Pierre Laffıtte'in kıymetli yardımı sayesinde bilgi alanımı genişletebildim. Böylece yavaş yavaş memleketimizde uygulanan öğretime tatbik edilebilir bir takım reform projelerini kavramaya başladım."

Görüldüğü gibi pozitivizmin görüşlerini, Türkiye'ye tatbik etmek amacıyla öğrenmeye koyulan Ahmed Rıza 1895'te Jön Türklerin organı olan "Mechveref'i Fransızca ve Türkçe olarak yayınlamaya başlar. Derginin müdürlüğü ile beraber "İttihat ve Terakki Cemiyeti"nİn başkanlığını da yürüten Ahmed Rıza, dernek mensuplarım etrafında toplar.

1889'da II. Abdulhamid ile arası açılan damat Mahmut Paşa'da, oğulları Sabahaddin ve Lutfullah ile beraber Avrupa'ya kaçar. Mahmut Paşa'nın oğlu Prens Sabahaddin Bey, Le Play Mektebinin en değerli düşünürü Edmond Demolins ile tanışır. Türkiye'ye tatbikini düşündüğü yenilikler hususunda, bu mektebin görüşlerini savunur. 1902'de Paris'de yapılan "Osmanlı Liberalleri Kongresi"ne başkan seçilir. Bu kongreye Ahmed Rıza Bey de katılır.

Prens Sabahaddin Bey, Osmanlı Devletine uygulamayı uygun gördüğü, Le Play Mektebinden kaynaklanan fikirlerini bu kongrede açıklar. Böylece Ahmed Rıza ile Prens Sabahaddin'in fikir ayrılıkları bu toplantıda kesin olarak ortaya çıkar. Bunun üzerine Prens Sabahaddin Bey, Ahmed Rıza Bey'in başkanı bulunduğu "İttîhad ve Terakki Cemiyeti'nden ayrı olarak "Terakki" isminde bir fırka teşekkül ettirir.

Jön Türklerin Paris'teki son kongresi 15 Ekim 1907'de Baron Velorme ismindeki bir şahsın konağında toplanır. Kongreye "İttihat ve Terakki", "Terakki" ve Ermenilerin Ahrar adını verdikleri "Taşnaksiyon" fırkaları katılır. İbrahim Temo'nun belirttiğine göre, kongre dört gün devam eder ve nöbetleşe bir gün Prens Sabahaddin Bey, diğer gün, Ahmed Rıza Bey başkanlık eder. Kongre iki kümeye ayrılarak devam eder. Ahmed Rıza Bey'in başkanlığındaki "İttihad ve Terakki", merkeziyetçi idareyi savunurken, Sabahaddin Bey"le Ermeniler adem-i merkeziyetçi idareyi savunurlar.

Merkeziyetçi idareyi savunan Ahmed Rıza ve taraftarları baştaki padişahı azlederek, yerine aynı hanedandan bir başkasının getirilmesini ve 1876 Anayasasının yürürlüğe konulmasını istiyorlardı. II. Abdülhamid'in Millet Meclisinin açılacağını ilan etmesiyle Milletvekili seçimi hazırlıkları başladı. Bu seçimde, Ahmed Rıza "İttihad ve Terakki Partisi"nden İstanbul Milletvekili seçilerek, Millet Meclisine girdi ve Meclis Başkanı seçildi. Böylece 1908'de II. Meşrutiyetin ilanı ile İttihad ve Terakki Cemiyetinin gayesi gerçekleştirilmiş oldu.

Üç sene Meclis Başkanlığı yapan Ahmed Rıza, ikinci seçimde Halil Bey'in reis yapılmasıyla 191T de Ayan azalığına tayin edildi. Ayan reisi olmayı beklerken umduğunu hiç de bulamadı. "Savaş yılları ilerledikçe A.Rıza İttihat ve Terakki hükümetinin siyasetine karşı sert eleştiriler yöneltmeğe başladı. Bununla birlikte, Vaniköyde oturduğundan, köşkü Çengelköyde bulunan Vahdettin'le "iyi" görüşmeğe başlamış, aileleri de "samimi" görüşürlermiş. Gerçi Vahdettin tahta çıkınca araya bir mesafe koymuş ama ilişkileri yine de yakınmış. Vahdettin, Ahmed Rıza'nın Ayandaki muhalefetinin "hırs-ı ikbalden" ileri geldiği, Reis olursa "münasebetsizliğine" son vereceği bahanesiyle onu Reis atadı."

9 Ekim 1918'de Ayan başkanlığına atanan Ahmed Rıza mütareke devrinin ilk günlerinde Padişah'a etkiyle Sadrazam olmaya çalışır. Fakat bazı hareketlerinden dolayı Padişah onu Ayan başkanılğından da uzaklaştırır. Bunun üzerin Ahmed Rıza tekrar Paris'e gider. Lozan antlaşmasının imzalanmasından sonra yurda döner. Bundan sonra siyasi hayattan çekilir. Çengelköy sırtlarında babasından kalma çiftlikte yaşamaya başlar.

Birgün ayağı merdivenin basamağına takılarak düşer, bacağı kalçasından kırılır. Bu durumu yakm dostu Ağaoğlu Ahmed Bey, Atatürk'e haber verir. Cumhurbaşkanı, İstanbul Valisi Muhiddin Ostündağ'a verdiği emirle Ahmed Rıza Bey'i Şişli Etfal Hastanesine kaldırtır. Hastanede gösterilen bütün gayret ve ihtimama rağmen, Ahmed Rıza Bey'i kurtarmak mümkün olamaz. 26 Şubat 1930'da vefat eder. Kandillideki aile mezarlığına gömülür.

Ahmed Rıza'nın hayatını şu şekilde devrelere ayırabiliriz:

1. Doğumundan Paris'e yüksek ziraat tahsiline gidinceye kadar olan devre (1859-1884)
2. Yurda dönüşü ve Bursa Milli Eğitim Müdürü iken yeniden Paris'e gidişi ve Fransa'da ikamet devresi (1889-1908)
3. Yurda yeniden dönüşten Mondros Mütarekesine kadar olan devre (1908-1918)
4. Mondros Mütarekesinden sonra üçüncü kez Fransa'ya gidişi ve orada ikamet devresi (1918-1923).
5. Lozan Antlaşmasından sonra tekrar yurda dönüşü ve ölümüne kadar geçen devre (1923-1930).

ESERLERİ

1. Vazife ve Mesuliyet (1895-1906).
a) Padişah ve Şehzadeler.
b) Asker
c) Kadın
2. Mechveret'deki yazıları (1895-1908).
3. Layihalar: 1889'da ikinci kez Paris'e gelişinden sonra Sultan II. Abdülhamid'e yazdığı ıslahat projelerini ihtiva eder.
4. La Crise de l'Orient, Paris (1907).
5. Echos de Turquie, Paris, 1920.
6. Rehnumay-ı Sayyad- İstanbul 1339.
7. Lo Faillite Morele de La Politique Occidentale en Orient, Paris, 1922.
8. Mektuplar.

Ahmed Rıza 1923'den sonra, 1907'de yayınladığı "La Crise de l'Orient" isimli eserini yeniden ele almış, Doğu krizinin 1907'den sonraki gelişmesini de yazmaya başlamış, ayrıca İttihat ve Terakkinin tarihçesini de yazmaya kovulmuş, fakat bu yeni çalışmalar ölümü ile hazırlık safhasında kalmışlardır.

FİKİR HAYATI

Kabul Ettiği Felsefi Sistem: Hayatını anlatırken de belirttiğimiz gibi,Ahmed Rıza, Auguste Comte (1789-1857)'un sistemleştirdiği pozitivizmi kabul etmiştir. Düşünürümüzün pozitivistîiğinin açık işaretlerinden bazılarını şöyle ifade edebiliriz: Başkanlığını yürüttüğü İttihat ve Terakki Cemiyetine isim verilirken Ahmed Rıza, A.Comte'un bir vecizesi ve pozitivizmin dövizi olan "Ordre et Progrès" (Nizam ve Terakki) isminin verilmesini ister. Fakat İstanbul'dakiler bu dövizi olduğu gibi kabul etmezler. Derneğin genç üyelerinin "Ordre et Progrès" deki "Ordre" yerine "Union" kelimesini koyarak meydana getirdikleri "Unuon et Progrès" (İttihat ve Terakki), derneğin ismi olarak kabul edilir.

Yine Ahmed Rıza'mn pozitivizmi kabul ettiğinin diğer bir belirtisi, 1 Aralık 1895 yılında çıkarmaya başladığı, Jön Türklerin yayın organı olan Fransızca Mechveret dergisinin başlığında görülmektedir. Derginin başlığı şöyledir:

Première année-No: 1 Supplement Français ı er Décembre 1895 (Fraderic 107)

MECHVERET

Organ de la Jeune Turquie,
Publié sous la direction"Ordre et progrès"
d' Ahmed Rıza

Bu başlığın sağ üst köşesinde görülen "Frederic 107" yazısı, A.Comte'un icat ettiği pozitivist takvimin dergiye tatbikidir. Başlığın sağ alt tarafından yer alan "Ordre et pragrès" ifadesi, yukarıda temas ettiğimiz gibi A.Comte'un icad etmekle öğündüğü bir vecizesidir.

Düşünürümüzün pozitivizmi kabul ettiğinin başka bir belirtisi de, "Revue Occiden taie'm ikinci serisinin 19. sayısındaki listede, Türkiye temsilcisi olarak resmen zikredilişidir. Ayrıca annesine ithaf ettiği birinci layihasında pozitivist üstadını da şöyle belirtiyor: Altı yıldan beri senden ayrı gurbette hüzün ve iştiyakla geçirdiğim ömrün acısını, Mösyü Laffıtte isminde bir alimin hakimane sözleri hafifletti. Fazl ve kemali bana rehber oldu. Ona da başkaca minnettarım."

Pozitivizmle ilişkisini belirtmeye çalıştığımız Ahmed Rıza birçok görüşlerinde pozitivist etkileri sergiler. Bundan sonra ortaya koymaya çalışacağımız hususlarda da bu durumun açıkça görüleceği kanısındayız.

Din Anlayışı

Ahmed Riza'nın pozitivizmin etkisinde kalışı, yüksek tahsil için Paris'e gidişinin ilk günlerinde başlamış gibi görünüyor. Paris'ten, kız kardeşi Fahire Hanıma yazdığı bir mektubunda şöyle diyor: "... O çocukluklardan vazgeç, namaz kılacağım diye ayaklarını üşütme, namazına, orucuna itirazen arasıra yazdığım şeyler biliyorum ki gücüne gidiyor, seni hiddetlendiriyor... Ah Fahireciğim seni,anlamayarak okuduğun Kur'an'dan, dünyadan ve ne olduğunu bilmeyerek inandığın cennetten, hasılı itikadında ne kadar mukaddes şey varsa hepsinden ziyade severim..."

Yine Paris'ten yazdığı 27 Kânun-i evvel (Aralık) 1885 tarihini taşıyan başka bir mektubunda da kız kardeşine şöyle hitab ediyor: "... Ben kadın olsaydım dinsizliği ihtiyar eder ve İslam olmasını istemezdim: Üzerime üç karı ve istediği kadar odalıklar almasına cevaz veren, kocama cennette huriler hazırlayan, başımı yüzümü dolap beygiri gibi örttürdükten ma'ada beni her bir eğlenceden men eden kocamı boşayamamak, döğerse sesimi çıkaramamak gibi daima erkeklere hayırlı kadınlara muzır kanunlar vaz' eden bir din benden uzak olsun derim. Tuhaf! Bu da bir nevi sinir hastalığı olmalı, dine dair bahsi açıldı mı kendimi zapta muktedir olamıyorum."

Bu ifadeleri ile tam bir pozitivist tavır takınan Ahmed Rıza, 1922 yılında yayınladığı bir eserinde değişik bir görünüm arzediyor. İstam dinine karşı yukardaki gibi inkarcı bir tavır alan düşünürümüz şu ifadeleri kullanıyor: "Bununla beraber İslam alemiyle iki yüzyıl boyunca devam eden temaslar, Haçlılar üzerine geniş bir tesir icra etmiş, bilhassa şövalyeler, İslam halkının üst tabakasıyla münasebet kurmuş olduklarından, daha fazla etki altında kaldıklar.

(...) Şövalyeler böylece bir çok fikrin uyanmasını ve birçok hissin canlanmasını sağladılar. Kadınlar bağımsızlıklarını bu gelişmeye ve dolaylı olarak İslam medeniyetine borçludurlar." İslam dininin kadına tanıdığı üstün hakları belirtmeye devam eden görüşlerim şu düşünceleriyle sürdürüyor: Müslüman kadının sosyal hayatı, mal ve mülkü serbestçe idare etme hakkına sahip oluşu-ki bu hayat tarzı kayıtsız şartsız Hıristiyan kadının sosyal hayatından üstündü- derebeyi eşlerinde olduğu kadar diğer kadınlara da, doğudaki hem cinslerininki gibi haklara sahip olabilmek için, onlara pek tabii olarak arzular uyandırıyordu."

Görüldüğü gibi mektubundaki ifadelerinin aksine, kadma gerçek değer ve hakkının İslam dini tarafından verildiğini belirtmeye çalışan Ahmed Rıza'ya göre Batıyı, İspanya İslam kültürü kısmen etkileyip uyarmıştır. Batıya müessese fikrini ve bazı sanayi usullerini bu medeniyet vermiştir. Fakat Avrupa'da gerçek uyanış ilk haçlıların dönüşüyle başlamıştır. "İkiyüz yıl devam eden seferleri Haçlıların Müslümanlarla doğrudan doğruya temaslarının yol açtığı tesirler dikkate alınmayacak olsa bile, Tuleytule'de (Toledo) Baş piskoposu Raymond'un nezaretinde ve sadece Arapların en önemli ilmi eserlerinin Latinceye tercüme edilmesi için kurulmuş bulunan "Mütercimler Encümeninin" varlığını ihkar etmek,elbetteki imkansızdır. Bu encümen î 130'a kadar otuz sene faaliyet göstermiştir."
1 / 2 / 3

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP