POZİTİVİZMİN TÜRKİYE'YE GİRİŞİNDE İKİ ÖNCÜ - 3

Ahmed Şuayb Fransa'da neşredilen Revue de Deux Mondes, Revue Historique, Revue Politique et Parlementaire gibi en meşhur dergilerle Taine,Figaro ve Aurore gazetelerine abone idi. Kendisine, mebusluğa adaylığını koyması söylendiği zaman, bunu hiçbir zaman şeref kabul etmediğini söyler ve şöyle derdi: "Bir mebus bir müelliften hatta bir muallimden bile şerefli değildir."

Asaf Nafi'nin belirttiğine göre "bir eseri yazmadan evvel lazım gelen vesikaları toplar, aylarca tetkik ederek dimağı tahrip eden telatum-ı mesai içinde sıhhatini hiç düşünmüyerek çalışır nihayet eserini ikmal ederdi." Günlerce evinden çıkmadan, yorulmak bilmeyen bir azimle çalışan düşünürümüzün en fazla meşgul olduğu saha fen ve tarih idi. Felsefe tarihinin en mühim noktalan üzerinde memleketimizde ilk defa ciddi bir eser yazan Ahmed Şuayb oldu. "Hayat ve Kitaplar isimli eseri bunun parlak bir misalidir. Zamanında müdahale edilmeyen bir apandisit yüzünden, henüz mdaha 34 yaşında iken 1910'da öldü.

ESERLERİ

1. Hayat ve Kitaplar, tstanbul 1329
2. Hukuk-u İdare, İstanbul 1327
3. Hukuk-i Umumiye-i Düvel, İstanbul 1327
4. "Servet-i Fünun" "Aşiyan", "Ulum-u İktisadiye ve İçtimaiye Mecmuasında çıkan makaleleri.

FİKİR HAYATI

Kabul Ettiği Felsefi Sistem

Ahmed Şuayb, Pozitivizmin parlak sitilini teşekkül ettiren Hippolyte Taine (1828-1893)'den etkilenmiştir. Pozitivizmi edebiyat sahasına uygulayan Taine, edebiyatta realizmin kurulmasını sağladı. 1861'den itibaren bir romanın deneyler yığınından başka bir şey olmadığını kabul eden Taine, bir roman yazarının "iyi seçilmiş, önemli, anlamlı, rahatça anlaşılan, titizce not edilmiş küçük vakaları derlemek mecburiyetinde olduğunu belirtti. (...)

19. Yüzyılın ikinci yarısı ile 20. yüzyılın ilk çeyreğindeki edebiyat üzerinde Taine'in, dolayısıyla pozitivizmin etkisi çok büyük olmuştur." Ahmed Şuayb bir eserinde şöyle diyor: "Bu hafta tetkik-i hüviyetine başlayacağımız Taine 19. Asrın en büyük mütefekkirlerinden, en vasi' dimağlarından biridir. Bu gibi eazımı layıkıyla anlatmak iktidarımın fevkinde olduğunu itirafla beraber, bu kadar yokluk içinde o yolda karalanacak satırlar ne kadar nakıs olsa yine bir vücud-u zihaya görüneceğinden buna teşebbüsten kendimi alamadım."

Asaf Nafı'ye göre, Ahmed Şuayb, H.Taine'in en kuvvetli müdafiidir. Üstadım tenkit edenleri, onu anlayamamakla suçlar. Ahmed Nafı şöyle diyor: "Şuayb her şeye mütehammildi, hatta kendisine karşı edilen zimni ve aleni tahribata bile, fakat Taine'e edilen tarizata asla tahammül etmezdi. Onun indinde Taine alem-i ilim ve faziletin ma'budu idi. O da Taine gibi asar-ı tarihiyesini daima felsefe ve edebiyat ile meczederdi. Şuayb, Taine gibi bir münakkid bilhassa Taine gibi bir müverrih olmak istemişdi."

Ahmed Şuayb'e göre pozitivizmin kurucusu Auguste Comte, insan düşüncesine pek şaşalı hizmetlerde bulunmuştur. Hiç kimse fen ile felsefenin sınırlarını ondan daha iyi belirtmemiş; hiç kimse insan ruhunun esas tamayüllerini ondan daha güzel tarif edememiştir. Asrın en büyük fikir hizmetçisi ve Descartes'den sonra Fransa'nın en büyük düşünürüdür.

Emile Littré (1801-1881)'nin, A.Comte'a diğer öğrencileri gibi, dindarane bir sevgiyle bağlandığını söyleyen Ahmed Şuayb şöyle diyor: "Comte'un en büyük telamizlerinden biri de Taine'dir. Fakat bunda Condillac ve 18. Asır felsefesiyle Spinoza, Hegel nazariyatının da tesiratı hissolunur. Bütün bu tesirat Taine'nin dimağında teraküm ve terekküb etmiştir. (...) Mesleği şudur: Tabii ilimlerde mevcut olan usulü, ahlak ilimlerine nakl ile tatbike çalışmak. Bu ise tamamen Auguste Comte'un fikridir."

Düşünürümüze göre A.Comte'un düşünce sistemini, Taine Fransa'da; Stuart Mili ve Spencer İngiltere'de çeşitli yollarla kuvvetlendirmeye çalışmışlardır. Ahmed Şuayb'a göre A.Comte'un ilimleri tasnifteki amacı, metafiziğe muhtaç olmadan yaşayacak bir ahlak tesis etmektir. Pozitivizme göre kainatta tek bir umumi kanun vardır, tabiat da insan da aynı kanuna tabidir. Tabiattan ayrı zannolunan insanı tabiatın sinesine atmak gerekir. Kainatın kanunları ile beşer kanunu arasındaki zinciri yeniden bağlamah tabiat ilimleri ile insani ilimler arasında kazılan derin uçurumun üzerine demir köprü kurarak bunları birbirine bağlamalıdır.

Taine'e göre "her şey "muayyen ve mukarrer"dir. Kainatta "tesadüfi" ve "gayr-i me'mul" için yer yoktur. Kainat hakkında doğru olan şey (için) insanlar hakkında da sahih olmak mecburidir" diyen Ahmed Şuayb, Taine'nin ırk, çevre ve zaman teorilerini eleştirirken yukarıdaki fikirlerine herhangi bir itirazda bulunmuyor. Bu durum da kanatimizce Ahmed Şuayb'in kabul ettiği felsefi sistemin pozitivizm olduğunu belirtmeye yeterlidir. Ayrıca A.Comte'un "dirileri ölüler idare eder" vecizesini de olduğu gibi savunmaktadır.

Ahlak Anlayışı

Görüldüğü gibi pozitivizmin etkisinde kalan düşünürümüz ahlak anlayışında da Taine'in metafiziğine yer vermeyen ahlak görüşlerini naklediyor. Bu görüşlere herhangi bir eleştiride de bulunmuyor. Taine'e göre "insan ahlaki bir hayvandır. İşte tabiat ile insan arasında gayr-i kabil-i red olmamakla beraber şayan-i ehemmiyet bir fark-ı hakiki, tabiat insana ahlak öğretmiyor. Ne astronomi, ne fizik,ne kimya, ne bitki ve hayvan ilmi bize ahlak dersi vermiyor. Pek doğru. (...) Ahlak dediğimiz şey insanların kendi nefislerine ve başkalarına karşı yapmaları lazım olan
vazifelerden mürekkebtir."

H.Taine'e göre bir şahsın kendi hakkındaki vazifesi kendisini sağlam, kuvvetli, faal, nefsine hakim kılmak, özet olarak vücudunun maddi ve manevi korunmasına gayret etmektir. Bu da akıllıca bir hodgamhk, bir nefis sevgisidir. Kendimizi son derece sevmekten başka bir şey değildir. Biz başkalarım ancak kendimizi sevdiğimiz için seviyoruz. Hayatını sevmeyen bir kimse hem cinslerine karşı tamamen lakayt ve hissizdir. Eğer kendimizi sevmemiz kaldırılırsa, ahlakımız ıslah edilecek yerde mahvedilmiş olur. İnsanın kendi hakkındaki bütün vazifeleri zatını sevmesine bağlıdır. Bunda da, metafizik hiçbir esas yoktur.

Başkaları hakkındaki vazifeye gelince bu, merhamet, aile duygusu ve şefkatten müteşekkildir. Merhamet, hodgamhktan başka bir şey değildir. Merhamet insanın bizzat nefsi hakkındaki düşüncesinin kendine benzeyen bir varlık üzerine yönelmesidir. Bu bir nevi düşünceyi genişleten hodgamlıktır. Bunun için pek hodgam, fakat henüz geniş düşünemeyen çocukta merhamet eseri görülmez. Aile duygusu insanda tabii olarak vardır. Aileyi korumaya hayat ilmi yeterlidir. Şefkat ise insanın yakınlarına saf sevgisi, insanın insan için ihtirasıdır. Bunun da esası toplumsal iç güdünün fevkalade genişletilmesidir. Burada yine metafizik bir esasa ihtiyaç yoktur.

Bu görüşleri tasvibeder gibi görünen Ahmed Şuayb şöyle devam ediyor: "Demek ki bizi hayvanattan tefrik eden bütün hissiyat yalnız bir derece farklıdır, bu da sevk-i tabi-i içtimaimize aid, binaenaleyh tamamen fizyolojik bir şeydir. Esasen ahlak da böyledir. (...) İşte pozitivistler bu yolda mukaddimat ile ulum-i tabiiyye ve ulum-i insaniyeyi birbirine rabt ve vasledecek cins-i ahinini kuruyorlar. Onların fikrince insan kainattan hariç bir kanun-ı zatiye malik değildir. Kainatın bir cüz'ü,tabiatın bir temadisidir."

Ahmed Şuayb'a göre pozitivizmin felsefesi, insanlığın tabii gelişmesini göstererek ahlakı kısmen fizyoloji ve biyoloji, kısmen tarih üzerine bina ederek metafizikten hiçbir şey almak istemiyor. Toplumsal iç güdünün dereceli olarak daha güzel bir ahlaka ulaşma kabiliyetini gösterip, bunun mükemmeliyetine çalışıyor.

Yukarıda da belirttiğimiz gibi Taine'ın ahlak anmlayışmı muntazam bir şekilde aktaran Ahmed Şuayb, bu tutumundan da memnun görünmektedir. Bir Mutlak Varlık'a gerçekten inanan bir kimsenin, ahlakta metafiziğe yer vermemesi,insiyatifı Tanrı'nın elinden çıkarması, bizce asla mümkün görülememektedir. Taylor'un dediği gibi "ahlaki ilerlemede insiyatif, Tanrı'dan gelir; çünkü Tanrı,hem varlığın hem de değerin kaynağıdır. Hakiki manada ahlak insanın ilahi insiyatife olumlu mukabelede bulunmasıyla oluşmaya başlar."

Siyaset Anlayışı

Görüldüğü gibi pozitivist H.Taine'i üstat kabul eden Ahmed Şuayb politika anlayışında da bazı pozitivist etkiler taşımaktadır. Düşünürümüze göre devletlerin teşekkülünde en kuvvetli tabii rolü iklim oynar. Siyasi içtimai müesseseler muhite göre değişir. Meralarda yaşayan milletler bedevilikle ömür geçirir. Merkezi hükümet kuvveti yerine baba otoritesi geçer. Kalblerinde dünyayı istila arzusu vardır. Oysaki ormanlık arazide avcılıkla geçim temin eden milletlerde merkezi bir hükümetin çok sert istibdadı vardır. Baba otoritesi son derece zayıftır. Alemi istila için de hiçbir emelleri yoktur.

Ahmed Şuayb siyasi kuvveti içtimai gelişmenin sonucu kabul eder. Ona göre zayıflar kuvvetlilerin hakimiyetine tabidir. Bu kuvvet maddi olabildiği gibi dini, ahlaki fikri ve iktisadi de olabilir. Hükümetler daima aynı cinstenbir toplum hadisesidir. En küçük cemiyetten en büyük cemiyetlere kadar, her toplumun tabiatı aynıdır. İnsanlar arasında vazife taksimi yapıldığı an cemiyet başlar.

Kainatın kanunları gibi cemiyetin de kanunları vardır. Devletin bütün organları birbirine son derece bağlıdır. Birine yapılan etkiden diğerleri de derhal müteessir olur. Bu bakımdan kanun yapıcılar çok dikkatli ve uyanık olmalıdırlar. Bir milletin geçmişteki üstün sıfatlarının, ananelerinin gözönüne alınması,değişikliğin peyder pey yapılması gerekir. Islahatlar vakit ve zamanında yapılmalıdır. Aksi halde ihtilal vuku bulur. Eğer hükümet şekli millete zıt ve muhalif ise, milletin ızdıraptan kurtarılması için ihtilal zaruridir.

Ahmed Şuayb'a göre bir insan fıtraten diplomat değilse ne kadar usul ve kaide öğrenirse öğrensin yine fayda etmez. Devletler arasındaki münasebetin esası menfaattir. Bu nedenle diplomaside istenen keyfiyet bu menfaati temin etmektir. Diplomatlıktan beklenen maksat devlet sırlarını gizli tutmak ve devlet faydalarını muhafaza etmektir. Bu da bir planla olmaz, kabiliyet ister, Fransız Senato üyesi Marqui de la Pierre'e diğer üyelerden biri "Mösyö le Marqui söylediğiniz söz fikrinize mutabık değildir" diyerek itiraz edince, Marqui şu cevabı verir: "Söylediğim her şeyi düşünüyorum, fakat düşündüğüm her şeyi söylemiyorum."

Düşünürümüze göre diplomatlar gerekli istihbaratı zamanında sağlamalıdırlar. Çünkü gerekli tedbirler ile defi mümkün olan bir çok vukuat, bir gün veya birkaç saat sonra tamir kabul etmeyecek bir halde gelebilir. Bu nedenle zamanında haber almanın ehemmiyeti çok büyüktür. Ayrıca diplomatlar kadınlardan çok kaçınmalıdırlar. Bir diplomatın hareketi milyonlarca halkın menfaat veya selametini, zarar veya felaketini gerektireceğinden vazifesinin ehemmiyetini hakkıyla takdir ederek yaşamalıdırlar.

Ahmed Şuayb'e göre diplomatlığın en güç olan tarafı, kendi hissiyatını saklama ve gizlemeye muktedir olarak simalannda, fikirlerine delalet edecek bir renk husule getirmemek için olanca kuvvetleri ile çalışmakla beraber diğerlerinin fikirlerini anlamağa gayret etmektir. "Diplomatlar pek soğuk kanlı hareket edip,hatta heyecan gerektirecek bir haber aldıkları zaman bile telaşlarını bir yapma gülüşle gizlemeye ve ruh hallerinden hiçbir kimseye renk vermemeye çalışmalıdırlar."

Diplomat olmak için, diplomat doğmak gerektir diyen Ahmed Şuayb'e göre diplomatlar kendilerini sevdirmeğe pek çok çalışmalıdırlar. Bir diplomat gayet zeki ve sürat-i intikale sahip olmalıdır. Ellerinden geldiği kadar insaniyeti unutmamalıdırlar. Diplomasi lisanı eskiden Latince iken, 14. Louis zamanında, Fransa'da zuhur eden edipler sayesinde ve 24. Louis'nin Avrupa'ya tahakkümü dolayısıyla Fransızca olmuştur.

Ahmed Şuayb, sulh hakkında, Spencer'in şu sözlerini naklediyor: "Hali hazırda milletler "Militarizm" denilen siyasetin taraftandır. İstikbalde onlar bir devreye gireceklerdir ki o da "endüstriyalizrn"dir. Eğer bir devreye girerlerse bu sayede kendileri için bir sulh ve salah devresi başlayacaktır."

Ahmed Şuayb, belirttiği bu fikirle pozitif devrede sulh ve salah hakim olacağını söylüyor. Fakat çağımızın olaylan bu beklentinin tersini doğrular gibi görünüyor. Bu da pozitivizmin yanılgılarında birini daha ortaya koymuş oluyor. Savaşın önlenmesi için evvela insanları değiştirmek gerekir. İnsanların ruhu İslah edilmedikçe savaşın kalkması mümkün değildir. Bu değişiklik ise birkaç yüzbin seneyi gerektirir. Onun için halihazırda yaşayan milletlerin, vatanlarını muhafaza için ordulanna gereken ehemmiyeti vermelidirler. Bu nedenle birçok asırlar daha ehemmiyetini muhafaza edecek olan şu darb-ı meseli unutmamak gerekir:" Hazır ol cenge eğer istersen sulh-u salah."

Ahmed Şuayb, A.Comte'un üç hal kanununda belirttiği pozitif halin hakim olmasıyla sulhun başlayacağını bir önceki paragrafta belirttiğimiz gibi iddia ediyor. A.Comte'a göre de pozitif hale, pozitivizmin kurulmasıyla geçilmiştir. Teolojik ve metafizik hal geri getirilemez bir şekilde yokolmuştur. Fakat düşünürümüzün, yukarıdaki paragrafta vurgulamaya çalıştığımız görüşüyle gerçek sulhun gelmesi için birkaç yüzbin seneye ihtiyaç göstermesi, A.Comte'un koyduğu esasla bir çelişki arzediyor.

Düşünürümüz, "Hayat ve kitaplar" isimli eserinde eleştirdiği ırk, çevre teorisini daha sonra "Ulum-u İktisadiye ve İçtimaiye Mecmuası"nda yayınladığı makalaleri ile savunuyor. Ona göre evlenme, ölüm, fuhuş ve cinayetlerin asıl sebebi iktisadidir. Bu gibi düşüncelerinde bile metafiziğe yer vermeyişi onun pozîtivistliği ile yorumlanabilir.

Sonuç olarak, "Ahmed Şuayb pozitivizmi derli toplu tanıtan ilk yazarımızdır. İlk pozitivist Beşir Fuad, pozitivizmle Meteryalizm arasındaki farkları kısaca belirtmişti. Felsefi yönünden ziyade edebi yönüyle açıklamıştı. Hüseyin Cahit estetik yönünü ele almıştı. Ahmed Şuayb ise, pozitivizmle ilgili ilk telif kitap diyebileceğimiz "Hayat ve Kitaplar" isimli eserinde pozitivizmi felsefi, edebi, tarihi yönleri ile toplumumuza tanıtmıştır."

Zamanın diğer pozitivistleri gibi nakilcilikten ileriye gidememiştir. Ancak yazımızı, Ahmed Şuayb'm çalışmaya verdiği değeri belirten bir yazısını aynen ekleyerek bitirmek istiyoruz:

Efendiler,

Derse başlamadan önce senenin başında olduğumuzdan size çalışmak tavsiye edeceğim. Çünkü çalışmak dünyanın tek kanunudur. Ve bu öyle dikkate şayan bir düzenleyicidir ki her girdiği yere sıhhat ve selamet ve saadet getirir. Çalışmak bizzat hayattır. Çünkü hayat denilen şey kuwe-i kimyeviye ve mihanikiyenin bir daimi çalışmasıdır. Kainat, asla tatil yapmayan geniş bir yapım evidir. Orada en küçük fert parçasından en mükemmel mahlukata varıncaya kadar her şey, evet her şey çalışıyor... Bu cisimlerin denge kanunu sayesindedir. Sonu olmayan feza içinde yuvarlanıp giden milyonlar ile alem çalışıyor... Çalışmayanlar ise mevkilerini elbette ve elbette çalışanlara, bu yirminci asırda terke mecbur olacaktır. Hem çalışma, doğru yürümek için bir mizandır. Çalışan adamlar daima erbab-ı namustandır. Çalışma günlük buğdayımızı üğüderek vücuda getirmek için fıkr-i selime atılan bir tohumdan ibarettir. Bundan dolayı biz mektepliler çalışmaya karşı prestij eder ve onun muvacehe-i faziletinde her vakit bir serfürü-i tazimle eğiliriz.
1 / 2 / 3

1 Yorum

Adsız
21 Ekim 2008 22:30  

çok güzel bir çalışma olmuş...

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP