William James'ten Muhammed İkbal'e -1
|
Celal Türer
Düşüncenin yapısına baktığımızda onun, sınırlanamadığını, ait olduğu sınırlan aştığını, süreklilik arzettiğini, birbirinin gerek şekil gerekse muhteva bakımından bazen ayrı bazen de devamı olma niteliğini sürdürdüğünü görürüz. Bu durum düşünceye, kendi dışındaki dünyada hiç bir şeyin yabancı olmadığının ifadesidir. Dolayısıyla düşünce, temel karakteri bakımından sabit ve statik değil; aksine dinamik ve bir tohum gibi, zamanı gelince içinde varolan sınırsızlığım ortaya koyan ve dinamik bir şekilde kendini ifade eden bir bütündür.
Bu çerçevede düşünüldüğünde iki farklı dünyanın ve iki değişik kültürün insanı olan William James ve Muhammad İkbal arasında aynı malzemeyi farklı işlevler ve kullanımlar halinde sunmada birleştiklerini görmekteyiz. Bunun içindir ki bu yazımızda iki düşünürün din, dini tecrübe ve kötülük problemine dair öne sürdükleri meliorîzrn (iyileştiricilik yolu) anlayışlarım sistemlerinde nasıl ortaya koyduklarını sunmaya çalışacağız.
William James'in Din anlayışı
William James(1842-1910), Amerikan pragmatizminin kurucularından biridir. Pragmatizm, temel görünüm olarak Amerikan hayatının bir çok karakteristiklerini yansıtan bir felsefedir. Pragmatizm, bir standart olarak inanç ve fikirlerin pratik sonuçlarını, değer ve doğruluklarını belirlemek için kullanılan bir felsefe, bir metod ve bir tavırdır. James, düşüncesinin genel çerçevesini oluşturan pragmatizmi, bakışı ilk şeylerden, prensiplerden, kategorilerden, farzedilen zorunluluklardan, son şeylere, semereler, sonuçlara ve olgulara çevirmek olarak tanımlar.
James, düşünce sisteminin tümünü iki temel merkez üzerine kurar. Bunlardan ilki, eğilim ve amaçlarını giderme yönünde güdülenen, çeşitli uzanımlara sahip insan anlayışı, ikincisi tüm felsefi meselelere uyguladığı tecrübi metod ve onun uzanımı olan anlam ve doğruluk teorisidir. James pragmatizminin ilk merkezi, felsefeye girişine temel olan psikolojidir. Onun düşüncelerinde bu psikolojizm yoğun bir şekilde hissedilir. O, literatürde temel psikoloji kitabı kabul edilen The Principles of Philosophy ile bir anlamda zihin felsefesi yapmış ve böylelikle insan anlayışını oluşturmuştur. James felsefesinin ikinci merkezi tecrübeciliktir. Ona göre her felsefi durum, eylem ile pratikte test edilerek çözülmelidir. Zira felsefi bir iddia veya sistem hayatta idrak edilemez sonuçlara sahipse pragmatik olarak anlamsızıdır. Anlam ise, düşünürün somut ve pratik ilgilerini bağlı olduğundan ancak fonksiyonunu yerine getirirken tanınabilir. Dolayısıyla bir önermenin anlamı ferdin hayatında bazı etkilere sahip olduğu müddetçe doğrudur. James'in düşüncenin değerini pratik hayattaki uygulamalara bağlaması, eylem için işe yarayan aletlere, araçlara sahip olmak içindir. Bu sepepten James'e göre bir düşünceye yararlıdır demekle doğrudur demek aynıdır.
James düşüncesinin bu ana çizgileri, onun epistemolojisi; anlam teorisi, pragmatik doğruluk anlayışlarını, metafiziğe dair görüşlerini yansıttığı radikal tecrübeciliği ve onun uzanımı olan çoğulculuğu, monizmi reddedişini, meliorizmini, din anlayışını, dini tecrübe hakkındaki görüşlerini oluşturmuştur.
James'e göre din, hayata bağlı ve onun vazgeçilmez bir unsurudur. James, en temelde dinin kainatı algılayışımızla ilgili bir tavırla yakından ilgili olduğunu diğer bir ifadeyle dinin temelinde kainatı nasıl kabul ettiğimiz yattığını ileri sürer.
James'e göre din, insanın en acil şahsî arzularını tatmin eder; hayatı zenginleştir, neşe katar, Hıristiyanlıkta olduğu gibi, ahlaka dönüşür. Onun dinî olayları en temelde psikolojik açıdan incelemesi ve araştırması, uzmanlık alanından değil, şahsiyette dinin temellerini görmesinden ileri gelir. Zira dinî olaylar ona göre şahsiyeti değiştiren olaylar sınıfına aittirler. Dolayısıyla James için din, esas itibariyle şahsi bir iştir ve onun fonksiyonu fertte şahsiyetin merkezini değiştirmek, onu bencil ve maddi heyecanlar vadisinden ruhanî ve manevi heyecanlar alanına geçirmek olmalıdır. Bir insanın şahsiyeti, duygu veya mizacı inancın kabulünde ve şekillenmesinde baş rol oynadığı kabul edilirken James, hislerin ve davranışın dinî teorilerden daha değişmez olduğunu ve bu yüzden din mührüyle damgalanmış her duygunun dinî hayat için daha sağlam temel sağladığını ifade eder.
James'e göre dinin delili, elbette, a posteriori ve pragmatiktir. Bunlar tamamen tecrübeden ve tecrübenin zorunlu doğrularından çıkarılmıştır. Dinin doğruluğunu işaret edenler; insanın algıları, arzulan ve ihtiyaçları ve ayrıca bir analoji olan, "ilahilik" postülalarıdır. Bu yüzden James, din alanında kendine tabiat üstücülük ile tabiatçilık arasında yer aramıştır. O, insan tecrübesinde yüksek hakikatlerin algılandığını söyleyerek; "bir şey iner...bize, kendisine sadakat borçlu olduğumuz şeylerde bir Ruh olduğunu söyler; "...inanan daimi tecrübeleriyle her zaman kendini genişletir" der.
James'e göre kainatta yüksek bir hayatın varlığına işaret eden bu tecrübeler, dünya ile ilgili olmayan, ruhani mahiyette tecrübelerdir. Bu durumu Pluralistic Universe'de şöyle ifade eder; "İnanan insan, hayatının hassas parçalarının onun dışındaki kainatta işleyen parçalarla aynı nitelikte olduğunu ve aynı şekilde devam ettiğini görür" "İnananların, vizyonu vardır ve onlar, yardımın geldiği görünmeyen bir manevi bir çevrede oturduğumuzu, ruhlarımızın, daha yüksek bir ruhla gizemli bir biçimde birarada olduğunu bilirler. James,'The Varieties of Religious Experience'inde de şöyle yazar; "insan bilincinde gerçekliğe ait bir duygu, objektif varlığın bir duygusu, oradaki bir şey diye adlandırdığımız, özel ve hususi duygulardan daha derin ve daha genele işaret eden duygu mevcuttur."
James'e göre insanın istekleri, giderilmesi için manevi bir nizama ihtiyaç duyan dinî inançların varlığı hakkında bize güçlü pragmatik delil verir. O, şöyle der:
"... Güvendiğimiz, görülmeyen manevi bir nizamı, fiziki aleme eklemeğe hakkımız
vardır, eğer hayat böyleyse, yaşamağa daha değer görünür" Ona göre insanın bu
istekleri, sadece dinin çözebileceği bir huzursuzlukta düğümlendiğinden dolayı
insan, bir inanç vasıtasıyla.felaha ereceği kurtuluşunu tabiî olarak arar. İnsanın
kurtuluşu ise onu, yüksek kuvvetler ile uygun ilişkiye geçiren din vasıtasıyla
gerçekleşir. James'e göre dine inanç, görünen dünyada karşılanamayan ihtiyaçlar
olgusuyla da güçlenir. O, "İhtiyaçlarımız eğer görünen dünyada karşılanamıyorsa
bu, görünmeyen bir alemin varlığına niçin işaret olmasın? diye sorar. Diğer
taraftan James, "Kainatla aslî ilişkilerde ihtiyaçların karşılanmaması ve
giderilememesi, yanlış bir şeylerin işaretleri sayılabilir. " der.
James'e göre dinî fenomen, son analizde dahi tecrübenin tüm diğer verileri gibidir. Bu bakımdan din, kötü zihinci ataklara karşı savunulabilir. Bu noktada Perry'nin dediği gibi " James, dini bir başlangıç noktası kabul etmiş ve onu doğrulayana kadar ona sadık kalmıştır"
James'ın dini duygu ve tecrübe ile temellendirmeye çalışması, rasyonalizme karşı oluşundandır. O, bu noktada dinin bir müttefiki olarak tecrübeciliğe hürmet eder. O, "..böylesi bir ampirizmin, ince ve radikal diyalektikten, veya dinî hayattan daha tabiî olduğuna inanırım." diyerek felsefesinin çoğulcu görünümünü, dinin müttefiki olarak ilan eder. Zira çoğulculuk, ona göre dinle ilgilerinde hürriyet ve kötülük probleminin en mümkün açıklamaları sağlar.
James'e göre pragmatik tecrübî yaklaşımdan zuhur eden din, elbette, pragmatik bir testten başarılı şekilde geçebilir. O, şöyle der: "Güvendiğimiz Tanrı, ihtiyacımız olan ve faydalandığımız Tanrıdır, Tanrının bizden talepleri, bizim de ondan taleplerimiz vardır ve bu talepler birbirinin takviye ederler."
İnsan tecrübesinin yükselişinde din, James pragmatizmi tarafından hayatın bir modu olarak kabul edilir. Din, plastik çevreye en elverişli bir uyum meselesi, hayattaki bir elaman gibi kabul edilir. Bu sebepten James'e göre din, dünyayı daha iyiye dönüştürerek, ahlak alanına katkı yapar.
James'e göre dinî ihtiyaçların giderilmesi, açıktır ki, inancın kabulünü ve şüphenin reddini ihtiva eder. İnsan, "akılcının, din ikna edici kanıt bulunana dek reddedilmelidir şeklindeki ısrarını" saçma bularak, reddetmelidir. Bu yüzden, dinin mevcut olduğunu ileri süren varsayımdan korkmamalıyız; "yanlışa düşmemek korkusu ile dini kabullenmek doğru olabileceği ümidinden daha akıllıcadır."
James'e göre tüm tutkulara karşı olan zihin değildir; aksine kanunun altında yatan bir tutkuyla birlikte olan, zihindir." Bundan dolayı "inanmak, hikmetin bir parçasıdır; ihtiyaçlarımızın çizgisindeki şeydir" Kısaca bir insan için 'istekler, güvenilmesi gerekenlerdir; onların giderilmesi, hayatta takip edeceğimiz rehberlerdir." Bu noktada inanç, insanın yaşamındaki güçlerden biridir.
James felsefesinin karakteristik teması, duyusal öncelik ve manevi ihtiyaç gibi tam anlamıyla akli olmayan faktörlerin, belli inançlar için işlev görmesidir. Psikolojik açıdan James, klasik anlayışa zıt olarak insan varlığını temelde, akli olarak değerlendirmez. Ona göre insan organizmasının en temel görünümü, onun merak etme ve arzu duyma özelliğidir. Çabalama, arzulama ve gayelerini gerçekleştirme insan hayatında en tepede olan gerçekliklerdir. Eğilimlerin ve gayelerin gerçekleştirilmesi herhangi zihni bir kural ve ilkeden daha güçlüdür. Eğer hayatın merak ve arzu duyma görünümleri akıldan daha güçlü ise, insanın ihtiyaç, amaç ve arzularına değer vermeyen, onları gözönüne almayan inançla ilgili saf akli doğrulamalar uygun olmayacaktır.
Felsefe tarihinde filozoflar, akli zeminleri inançların doğrulanması için tek başına yetkin kabul ederler. Bunun zorunlu sonucu olarak, bir şeye inanan biri, uygun ve apaçık kanıtla ona inanmalı önermesi ortaya çıkar. James, filozofların ortaya koydukları bu standartların dışına çıkar. O, the Will to Believe adlı makalesiyle "inanma hakkını" savunur. Bu bakımdan "inanma iradesi" James düşüncesinin en eleştirilen kısımlarından biridir. İnanma iradesi zihni olarak karar verilemez durumlarda yapılan bir tercihtir. O, bu durumu şöyle ortaya koyar; "zihni olarak karar verilemez eşsiz bir tercih ile karşılaşan bir ferdi tahayyül edelim; o, hayati önemdeki bir mesele ile karşılaşmıştır, fırsatı biricik ve karan geri dönülmezdir. Yine o, pragmatik zeminde septik olarak kalamaz ve bununla beraber her hangi bir şüpheci olmayan zihni tutum da açıkça kanıtlanamaz. Muhtemelen "The Will to Believe" deki en ünlü pasajında James, bu durumda hatta zorunlu olarak inancın doğrulanabileceğine inanır. O, şöyle der:
"Bizim duyusal mahiyetimiz, önermeler arasında sadece meşru olarak değil aynı zamanda gerekli olarak tercih yapmalıdır. Eşsiz bir tercihe, tabiatı gereği zihni zeminde karar verilmez." Bu şartlar altında ferd, böyle yaparak ortaya çıkan sonuçlar sebebiyle -o, inancını uygun kanıt ile doğrulayarak- duyusal zeminde bir inanca meşru olarak bağlanır.
James'in burada temel olarak kabul ettiği durum, zihni olarak karar verilemez ve eşsiz seçim durumunda yapacağı, yapması gereken pratik bir karar ile karşı karşıya gelmesidir. Böylesi bir durumda ferdin uygun kamt beklemesi irrasyoneldir. Bunun yanısıra böylesi bir durumla karşılaşması da ferdin dışında bir olaydır. Asıl burada dikkate değer olan, böylesi bir durumda yapılan tercihin, bir önermeye inanç durumunda inancın kendi sonucunu oluşturması, bir bakıma onu doğrulamasıdır. Bundan dolayı James, ferdin başarısının risk alarak, inancına güvenmekten geldiğini vurgular. Sözgelimi, hayatın yaşamağa değer olup olmadığı gibi meselelerde, inanç kendi sonucunu belirler. Hayatın yaşamağa değer olduğuna inanan birisini bu duygu, kötülüğün, hayatında problem olan şeylerin ve kendini en iyi şekilde gerçekleştirmenin üstesinden gelmeğe götürür.
Muhammed İkbal'in Din Anlayışı
Muhammed İkbal(l877-1938), islam dünyasının 20. yüzyılda yetiştirdiği önemli fikir adamlarından biridir. Doğu ve Batı'yı derinliğine bilen ender bir şahsiyettir. O, yaşadığı dönemin üç düşünce sisteminden etkilenmiştir. Bunlar etkileyici ve belirleyici olarak İslam düşüncesi, bu düşünceye uyarladığı Hint ve Batı düşüncesi. İkbal'in gayesi, İslam dininin temellerini objektif bir şekilde incelemek, modern felsefi terimlerle İslamı yorumlamaktır. Geçekten onun asıl amacı, Batı kültür ve felsefesinin Kur'an'ın dünya görüşüyle asli uyumunu göstermektir. O, şöyle demektedir;"Avrupa kültürü, entellektüel yanıyla İslam kültürünün bazı çok önemli safhalarının gelişmiş bir şeklidir." Fakat bununla birlikte İkbal, "Tek korkumuz, Avrupa kültürünün parlak dış görünüşünün bizim için ayak bağı olup bu kültürün gerçek içyüzünü görmemize engelleme ihtimalidir. " diyerek böyle girişimlerin dikkatlice olması gerektiğini ifade eder. Bu fikirleri düşüncelerinde ve eylemlerinde gerçekleştiren Ikbal'i, R. A. Nicholson "Doğu ve Batıyı düşüncelerinde birleştiren" ilim adamı olarak nitelendirmektedir. Fazlur Rahman da onu ana ruh ve karakterde sentezci bir mütefekkir olarak tanımlar. Ancak buradaki sentezcilik, kelimenin salt anlamıyla birbirine bitiştiren anlamında değildir.
İkbal, sistemini kurarken insan-ı kamil anlayışında, Nietzsche'den Tanrı konusunda, Eucen, Lotze, Hegel'den, Ego meselesinde, Bradley ve Lange'dan din, dini tecrübe ve kötülük probleminde Whitehead ve W. James'ten , gerçeklik konusunda Royce'tan etkilenmiş, fikirler ödünç almış, sistemine uyarlamıştır. İkbal, genelde din, ve kötülük probleminin üstesinden gelmeye yönelik meliorizm anlayışında, özelde de dini tecrübe konusunda geniş ölçüde W. James'ten görüşler aldığını İslamda Dini Düşüncenin Yeniden Teşekkülü adlı kitabında ifade eder.
İkbal'e göre din, "içtenlikle kabul edildiğinde ve tam manasıyla kavrandığı taktirde karakter ve kişiliği büsbütün değiştirebilecek güçte bir genel hakikatler sîstemidir." Bu tarife göre dinin başlıca amacı insanın iç ve dış dünyasını yönlendirmek ve temelinden değiştirmektir. Ona göre temel hakikatler hiç kimse tarafından hedefinden saptırilamaz ve hiç kimse şüphe götüren prensiplere dayanan fiil ve hareketlerde bulunmak istemez ve bu durumdan kaçar.
İkbal'e göre, dinin temel prensipleri, akli temele, müsbet ilim dogmalarından daha çok ihtiyaç duyar. Zira her iki duygu aynı kökten olup birbirini tamamlarlar. Bu iki duygu arasındaki ilişki şöyledir; "Biri gerçeği, ayrıntılarıyla kavrarken (grasp) öteki bütününü kavrar, biri hakikatin ebediliğini diğeri geçiciliğini tahlil eder. Biri gerçeğin tümünün varlığıyla mutlu olurken, öbürü belirli bir bölümünü gözümüzün önüne sermek yoluyla bütününü enine boyuna incelemeyi amaçlar. Yeniden canlanmaları için ikisinin de birbirine ihtiyaçları vardır. Hayattaki fonksiyonları ölçüsünde gerçeği görmeye çalışırlar.
İslamiyette akli temelleri araştırma bizzat peygamberlerle başlamıştır. İkbal" akli hallerimizle sebep ve neticenin organik bağı öylesine sımsıkıdır ki bunun, bir durumu değer yargılarımıza göre basit veya değerli olarak değerlendirdiğimiz ölçülerle hiçbir ilişkisi yoktur." der. İkbal, naturalist teorilerin iddia ettikleri gibi dinin insanoğlunun engel tanımayan serbest hareket için uygun bir periler diyarı bulmaya uğraşan, bu reddedilmiş muharriklerden meydana gelmiş bir masal olduğunu reddeder Bu nazariyelere göre dini inanışlar ve dogmalar, doğanın ilkel teorilerinden başka birşey değildir ve insanoğlu bunlarla hakikati ilkel çirkinliğinden kurtarmaya ve hayat gerçeklerini yansıtmaktan çok gönlünün muradına yakın birşeylerin varolduğunu göstermeye çalışmışlardır. İkbal, hayat gerçeklerinden korkakça kaçıp kurtulmaya çalışan dinlerin, sanat türlerinin bulunduğunu inkar etmez. O'nun bütün iddiası, bunun semavi dinler için doğru olmadığıdır. Zira dini inanç ve dogmaların metafizik bir anlamı vardır. Bununla beraber bunların, doğa biliminin konusu olan tatbiki verilerin yorumu da olmadığını ortaya koyar. Din ne fiziktir, ne de kimya. Dolayısıyla gerçekler ile tabiatın tahlilini, neden-sonuç ilkesine dayanarak hiçkimse yapamaz. "Dinin gerçek amacı insanoğlunun başka bir sahaya ait tecrübesini - dini tecrübesini - açıklamaktadır."
Düşüncenin yapısına baktığımızda onun, sınırlanamadığını, ait olduğu sınırlan aştığını, süreklilik arzettiğini, birbirinin gerek şekil gerekse muhteva bakımından bazen ayrı bazen de devamı olma niteliğini sürdürdüğünü görürüz. Bu durum düşünceye, kendi dışındaki dünyada hiç bir şeyin yabancı olmadığının ifadesidir. Dolayısıyla düşünce, temel karakteri bakımından sabit ve statik değil; aksine dinamik ve bir tohum gibi, zamanı gelince içinde varolan sınırsızlığım ortaya koyan ve dinamik bir şekilde kendini ifade eden bir bütündür.
Bu çerçevede düşünüldüğünde iki farklı dünyanın ve iki değişik kültürün insanı olan William James ve Muhammad İkbal arasında aynı malzemeyi farklı işlevler ve kullanımlar halinde sunmada birleştiklerini görmekteyiz. Bunun içindir ki bu yazımızda iki düşünürün din, dini tecrübe ve kötülük problemine dair öne sürdükleri meliorîzrn (iyileştiricilik yolu) anlayışlarım sistemlerinde nasıl ortaya koyduklarını sunmaya çalışacağız.
William James'in Din anlayışı
William James(1842-1910), Amerikan pragmatizminin kurucularından biridir. Pragmatizm, temel görünüm olarak Amerikan hayatının bir çok karakteristiklerini yansıtan bir felsefedir. Pragmatizm, bir standart olarak inanç ve fikirlerin pratik sonuçlarını, değer ve doğruluklarını belirlemek için kullanılan bir felsefe, bir metod ve bir tavırdır. James, düşüncesinin genel çerçevesini oluşturan pragmatizmi, bakışı ilk şeylerden, prensiplerden, kategorilerden, farzedilen zorunluluklardan, son şeylere, semereler, sonuçlara ve olgulara çevirmek olarak tanımlar.
James, düşünce sisteminin tümünü iki temel merkez üzerine kurar. Bunlardan ilki, eğilim ve amaçlarını giderme yönünde güdülenen, çeşitli uzanımlara sahip insan anlayışı, ikincisi tüm felsefi meselelere uyguladığı tecrübi metod ve onun uzanımı olan anlam ve doğruluk teorisidir. James pragmatizminin ilk merkezi, felsefeye girişine temel olan psikolojidir. Onun düşüncelerinde bu psikolojizm yoğun bir şekilde hissedilir. O, literatürde temel psikoloji kitabı kabul edilen The Principles of Philosophy ile bir anlamda zihin felsefesi yapmış ve böylelikle insan anlayışını oluşturmuştur. James felsefesinin ikinci merkezi tecrübeciliktir. Ona göre her felsefi durum, eylem ile pratikte test edilerek çözülmelidir. Zira felsefi bir iddia veya sistem hayatta idrak edilemez sonuçlara sahipse pragmatik olarak anlamsızıdır. Anlam ise, düşünürün somut ve pratik ilgilerini bağlı olduğundan ancak fonksiyonunu yerine getirirken tanınabilir. Dolayısıyla bir önermenin anlamı ferdin hayatında bazı etkilere sahip olduğu müddetçe doğrudur. James'in düşüncenin değerini pratik hayattaki uygulamalara bağlaması, eylem için işe yarayan aletlere, araçlara sahip olmak içindir. Bu sepepten James'e göre bir düşünceye yararlıdır demekle doğrudur demek aynıdır.
James düşüncesinin bu ana çizgileri, onun epistemolojisi; anlam teorisi, pragmatik doğruluk anlayışlarını, metafiziğe dair görüşlerini yansıttığı radikal tecrübeciliği ve onun uzanımı olan çoğulculuğu, monizmi reddedişini, meliorizmini, din anlayışını, dini tecrübe hakkındaki görüşlerini oluşturmuştur.
James'e göre din, hayata bağlı ve onun vazgeçilmez bir unsurudur. James, en temelde dinin kainatı algılayışımızla ilgili bir tavırla yakından ilgili olduğunu diğer bir ifadeyle dinin temelinde kainatı nasıl kabul ettiğimiz yattığını ileri sürer.
James'e göre din, insanın en acil şahsî arzularını tatmin eder; hayatı zenginleştir, neşe katar, Hıristiyanlıkta olduğu gibi, ahlaka dönüşür. Onun dinî olayları en temelde psikolojik açıdan incelemesi ve araştırması, uzmanlık alanından değil, şahsiyette dinin temellerini görmesinden ileri gelir. Zira dinî olaylar ona göre şahsiyeti değiştiren olaylar sınıfına aittirler. Dolayısıyla James için din, esas itibariyle şahsi bir iştir ve onun fonksiyonu fertte şahsiyetin merkezini değiştirmek, onu bencil ve maddi heyecanlar vadisinden ruhanî ve manevi heyecanlar alanına geçirmek olmalıdır. Bir insanın şahsiyeti, duygu veya mizacı inancın kabulünde ve şekillenmesinde baş rol oynadığı kabul edilirken James, hislerin ve davranışın dinî teorilerden daha değişmez olduğunu ve bu yüzden din mührüyle damgalanmış her duygunun dinî hayat için daha sağlam temel sağladığını ifade eder.
James'e göre dinin delili, elbette, a posteriori ve pragmatiktir. Bunlar tamamen tecrübeden ve tecrübenin zorunlu doğrularından çıkarılmıştır. Dinin doğruluğunu işaret edenler; insanın algıları, arzulan ve ihtiyaçları ve ayrıca bir analoji olan, "ilahilik" postülalarıdır. Bu yüzden James, din alanında kendine tabiat üstücülük ile tabiatçilık arasında yer aramıştır. O, insan tecrübesinde yüksek hakikatlerin algılandığını söyleyerek; "bir şey iner...bize, kendisine sadakat borçlu olduğumuz şeylerde bir Ruh olduğunu söyler; "...inanan daimi tecrübeleriyle her zaman kendini genişletir" der.
James'e göre kainatta yüksek bir hayatın varlığına işaret eden bu tecrübeler, dünya ile ilgili olmayan, ruhani mahiyette tecrübelerdir. Bu durumu Pluralistic Universe'de şöyle ifade eder; "İnanan insan, hayatının hassas parçalarının onun dışındaki kainatta işleyen parçalarla aynı nitelikte olduğunu ve aynı şekilde devam ettiğini görür" "İnananların, vizyonu vardır ve onlar, yardımın geldiği görünmeyen bir manevi bir çevrede oturduğumuzu, ruhlarımızın, daha yüksek bir ruhla gizemli bir biçimde birarada olduğunu bilirler. James,'The Varieties of Religious Experience'inde de şöyle yazar; "insan bilincinde gerçekliğe ait bir duygu, objektif varlığın bir duygusu, oradaki bir şey diye adlandırdığımız, özel ve hususi duygulardan daha derin ve daha genele işaret eden duygu mevcuttur."
James'e göre insanın istekleri, giderilmesi için manevi bir nizama ihtiyaç duyan dinî inançların varlığı hakkında bize güçlü pragmatik delil verir. O, şöyle der:
"... Güvendiğimiz, görülmeyen manevi bir nizamı, fiziki aleme eklemeğe hakkımız
vardır, eğer hayat böyleyse, yaşamağa daha değer görünür" Ona göre insanın bu
istekleri, sadece dinin çözebileceği bir huzursuzlukta düğümlendiğinden dolayı
insan, bir inanç vasıtasıyla.felaha ereceği kurtuluşunu tabiî olarak arar. İnsanın
kurtuluşu ise onu, yüksek kuvvetler ile uygun ilişkiye geçiren din vasıtasıyla
gerçekleşir. James'e göre dine inanç, görünen dünyada karşılanamayan ihtiyaçlar
olgusuyla da güçlenir. O, "İhtiyaçlarımız eğer görünen dünyada karşılanamıyorsa
bu, görünmeyen bir alemin varlığına niçin işaret olmasın? diye sorar. Diğer
taraftan James, "Kainatla aslî ilişkilerde ihtiyaçların karşılanmaması ve
giderilememesi, yanlış bir şeylerin işaretleri sayılabilir. " der.
James'e göre dinî fenomen, son analizde dahi tecrübenin tüm diğer verileri gibidir. Bu bakımdan din, kötü zihinci ataklara karşı savunulabilir. Bu noktada Perry'nin dediği gibi " James, dini bir başlangıç noktası kabul etmiş ve onu doğrulayana kadar ona sadık kalmıştır"
James'ın dini duygu ve tecrübe ile temellendirmeye çalışması, rasyonalizme karşı oluşundandır. O, bu noktada dinin bir müttefiki olarak tecrübeciliğe hürmet eder. O, "..böylesi bir ampirizmin, ince ve radikal diyalektikten, veya dinî hayattan daha tabiî olduğuna inanırım." diyerek felsefesinin çoğulcu görünümünü, dinin müttefiki olarak ilan eder. Zira çoğulculuk, ona göre dinle ilgilerinde hürriyet ve kötülük probleminin en mümkün açıklamaları sağlar.
James'e göre pragmatik tecrübî yaklaşımdan zuhur eden din, elbette, pragmatik bir testten başarılı şekilde geçebilir. O, şöyle der: "Güvendiğimiz Tanrı, ihtiyacımız olan ve faydalandığımız Tanrıdır, Tanrının bizden talepleri, bizim de ondan taleplerimiz vardır ve bu talepler birbirinin takviye ederler."
İnsan tecrübesinin yükselişinde din, James pragmatizmi tarafından hayatın bir modu olarak kabul edilir. Din, plastik çevreye en elverişli bir uyum meselesi, hayattaki bir elaman gibi kabul edilir. Bu sebepten James'e göre din, dünyayı daha iyiye dönüştürerek, ahlak alanına katkı yapar.
James'e göre dinî ihtiyaçların giderilmesi, açıktır ki, inancın kabulünü ve şüphenin reddini ihtiva eder. İnsan, "akılcının, din ikna edici kanıt bulunana dek reddedilmelidir şeklindeki ısrarını" saçma bularak, reddetmelidir. Bu yüzden, dinin mevcut olduğunu ileri süren varsayımdan korkmamalıyız; "yanlışa düşmemek korkusu ile dini kabullenmek doğru olabileceği ümidinden daha akıllıcadır."
James'e göre tüm tutkulara karşı olan zihin değildir; aksine kanunun altında yatan bir tutkuyla birlikte olan, zihindir." Bundan dolayı "inanmak, hikmetin bir parçasıdır; ihtiyaçlarımızın çizgisindeki şeydir" Kısaca bir insan için 'istekler, güvenilmesi gerekenlerdir; onların giderilmesi, hayatta takip edeceğimiz rehberlerdir." Bu noktada inanç, insanın yaşamındaki güçlerden biridir.
James felsefesinin karakteristik teması, duyusal öncelik ve manevi ihtiyaç gibi tam anlamıyla akli olmayan faktörlerin, belli inançlar için işlev görmesidir. Psikolojik açıdan James, klasik anlayışa zıt olarak insan varlığını temelde, akli olarak değerlendirmez. Ona göre insan organizmasının en temel görünümü, onun merak etme ve arzu duyma özelliğidir. Çabalama, arzulama ve gayelerini gerçekleştirme insan hayatında en tepede olan gerçekliklerdir. Eğilimlerin ve gayelerin gerçekleştirilmesi herhangi zihni bir kural ve ilkeden daha güçlüdür. Eğer hayatın merak ve arzu duyma görünümleri akıldan daha güçlü ise, insanın ihtiyaç, amaç ve arzularına değer vermeyen, onları gözönüne almayan inançla ilgili saf akli doğrulamalar uygun olmayacaktır.
Felsefe tarihinde filozoflar, akli zeminleri inançların doğrulanması için tek başına yetkin kabul ederler. Bunun zorunlu sonucu olarak, bir şeye inanan biri, uygun ve apaçık kanıtla ona inanmalı önermesi ortaya çıkar. James, filozofların ortaya koydukları bu standartların dışına çıkar. O, the Will to Believe adlı makalesiyle "inanma hakkını" savunur. Bu bakımdan "inanma iradesi" James düşüncesinin en eleştirilen kısımlarından biridir. İnanma iradesi zihni olarak karar verilemez durumlarda yapılan bir tercihtir. O, bu durumu şöyle ortaya koyar; "zihni olarak karar verilemez eşsiz bir tercih ile karşılaşan bir ferdi tahayyül edelim; o, hayati önemdeki bir mesele ile karşılaşmıştır, fırsatı biricik ve karan geri dönülmezdir. Yine o, pragmatik zeminde septik olarak kalamaz ve bununla beraber her hangi bir şüpheci olmayan zihni tutum da açıkça kanıtlanamaz. Muhtemelen "The Will to Believe" deki en ünlü pasajında James, bu durumda hatta zorunlu olarak inancın doğrulanabileceğine inanır. O, şöyle der:
"Bizim duyusal mahiyetimiz, önermeler arasında sadece meşru olarak değil aynı zamanda gerekli olarak tercih yapmalıdır. Eşsiz bir tercihe, tabiatı gereği zihni zeminde karar verilmez." Bu şartlar altında ferd, böyle yaparak ortaya çıkan sonuçlar sebebiyle -o, inancını uygun kanıt ile doğrulayarak- duyusal zeminde bir inanca meşru olarak bağlanır.
James'in burada temel olarak kabul ettiği durum, zihni olarak karar verilemez ve eşsiz seçim durumunda yapacağı, yapması gereken pratik bir karar ile karşı karşıya gelmesidir. Böylesi bir durumda ferdin uygun kamt beklemesi irrasyoneldir. Bunun yanısıra böylesi bir durumla karşılaşması da ferdin dışında bir olaydır. Asıl burada dikkate değer olan, böylesi bir durumda yapılan tercihin, bir önermeye inanç durumunda inancın kendi sonucunu oluşturması, bir bakıma onu doğrulamasıdır. Bundan dolayı James, ferdin başarısının risk alarak, inancına güvenmekten geldiğini vurgular. Sözgelimi, hayatın yaşamağa değer olup olmadığı gibi meselelerde, inanç kendi sonucunu belirler. Hayatın yaşamağa değer olduğuna inanan birisini bu duygu, kötülüğün, hayatında problem olan şeylerin ve kendini en iyi şekilde gerçekleştirmenin üstesinden gelmeğe götürür.
Muhammed İkbal'in Din Anlayışı
Muhammed İkbal(l877-1938), islam dünyasının 20. yüzyılda yetiştirdiği önemli fikir adamlarından biridir. Doğu ve Batı'yı derinliğine bilen ender bir şahsiyettir. O, yaşadığı dönemin üç düşünce sisteminden etkilenmiştir. Bunlar etkileyici ve belirleyici olarak İslam düşüncesi, bu düşünceye uyarladığı Hint ve Batı düşüncesi. İkbal'in gayesi, İslam dininin temellerini objektif bir şekilde incelemek, modern felsefi terimlerle İslamı yorumlamaktır. Geçekten onun asıl amacı, Batı kültür ve felsefesinin Kur'an'ın dünya görüşüyle asli uyumunu göstermektir. O, şöyle demektedir;"Avrupa kültürü, entellektüel yanıyla İslam kültürünün bazı çok önemli safhalarının gelişmiş bir şeklidir." Fakat bununla birlikte İkbal, "Tek korkumuz, Avrupa kültürünün parlak dış görünüşünün bizim için ayak bağı olup bu kültürün gerçek içyüzünü görmemize engelleme ihtimalidir. " diyerek böyle girişimlerin dikkatlice olması gerektiğini ifade eder. Bu fikirleri düşüncelerinde ve eylemlerinde gerçekleştiren Ikbal'i, R. A. Nicholson "Doğu ve Batıyı düşüncelerinde birleştiren" ilim adamı olarak nitelendirmektedir. Fazlur Rahman da onu ana ruh ve karakterde sentezci bir mütefekkir olarak tanımlar. Ancak buradaki sentezcilik, kelimenin salt anlamıyla birbirine bitiştiren anlamında değildir.
İkbal, sistemini kurarken insan-ı kamil anlayışında, Nietzsche'den Tanrı konusunda, Eucen, Lotze, Hegel'den, Ego meselesinde, Bradley ve Lange'dan din, dini tecrübe ve kötülük probleminde Whitehead ve W. James'ten , gerçeklik konusunda Royce'tan etkilenmiş, fikirler ödünç almış, sistemine uyarlamıştır. İkbal, genelde din, ve kötülük probleminin üstesinden gelmeye yönelik meliorizm anlayışında, özelde de dini tecrübe konusunda geniş ölçüde W. James'ten görüşler aldığını İslamda Dini Düşüncenin Yeniden Teşekkülü adlı kitabında ifade eder.
İkbal'e göre din, "içtenlikle kabul edildiğinde ve tam manasıyla kavrandığı taktirde karakter ve kişiliği büsbütün değiştirebilecek güçte bir genel hakikatler sîstemidir." Bu tarife göre dinin başlıca amacı insanın iç ve dış dünyasını yönlendirmek ve temelinden değiştirmektir. Ona göre temel hakikatler hiç kimse tarafından hedefinden saptırilamaz ve hiç kimse şüphe götüren prensiplere dayanan fiil ve hareketlerde bulunmak istemez ve bu durumdan kaçar.
İkbal'e göre, dinin temel prensipleri, akli temele, müsbet ilim dogmalarından daha çok ihtiyaç duyar. Zira her iki duygu aynı kökten olup birbirini tamamlarlar. Bu iki duygu arasındaki ilişki şöyledir; "Biri gerçeği, ayrıntılarıyla kavrarken (grasp) öteki bütününü kavrar, biri hakikatin ebediliğini diğeri geçiciliğini tahlil eder. Biri gerçeğin tümünün varlığıyla mutlu olurken, öbürü belirli bir bölümünü gözümüzün önüne sermek yoluyla bütününü enine boyuna incelemeyi amaçlar. Yeniden canlanmaları için ikisinin de birbirine ihtiyaçları vardır. Hayattaki fonksiyonları ölçüsünde gerçeği görmeye çalışırlar.
İslamiyette akli temelleri araştırma bizzat peygamberlerle başlamıştır. İkbal" akli hallerimizle sebep ve neticenin organik bağı öylesine sımsıkıdır ki bunun, bir durumu değer yargılarımıza göre basit veya değerli olarak değerlendirdiğimiz ölçülerle hiçbir ilişkisi yoktur." der. İkbal, naturalist teorilerin iddia ettikleri gibi dinin insanoğlunun engel tanımayan serbest hareket için uygun bir periler diyarı bulmaya uğraşan, bu reddedilmiş muharriklerden meydana gelmiş bir masal olduğunu reddeder Bu nazariyelere göre dini inanışlar ve dogmalar, doğanın ilkel teorilerinden başka birşey değildir ve insanoğlu bunlarla hakikati ilkel çirkinliğinden kurtarmaya ve hayat gerçeklerini yansıtmaktan çok gönlünün muradına yakın birşeylerin varolduğunu göstermeye çalışmışlardır. İkbal, hayat gerçeklerinden korkakça kaçıp kurtulmaya çalışan dinlerin, sanat türlerinin bulunduğunu inkar etmez. O'nun bütün iddiası, bunun semavi dinler için doğru olmadığıdır. Zira dini inanç ve dogmaların metafizik bir anlamı vardır. Bununla beraber bunların, doğa biliminin konusu olan tatbiki verilerin yorumu da olmadığını ortaya koyar. Din ne fiziktir, ne de kimya. Dolayısıyla gerçekler ile tabiatın tahlilini, neden-sonuç ilkesine dayanarak hiçkimse yapamaz. "Dinin gerçek amacı insanoğlunun başka bir sahaya ait tecrübesini - dini tecrübesini - açıklamaktadır."