William James'ten Muhammed İkbal'e - 3

2- İkinci özellik, mistik tecrübenin bütünlüğünün tahlil edilemez olmasıdır. Ben bir masayı görünce, başka bir deyimle, ben bir masayı tecrübe olarak yaşarken o tek masa deneyi aracılığıyla sayısız deney verilerini elimde toplamış oluyorum. Önüme gelen bu çok sayıdaki verilerden sadece belirli bir zaman ve mekan düzenine girenleri seçip masa ile ilgili olarak bir arada topluyorum. Mistik durumda fikir, her ne kadar canlı ve zengin olursa olsun, fıkır asgari seviyeye iniyor ve böyle bir analize imkan kalmıyor. Ancak, mistik hal ile alalade mantıki şuur arasındaki bu fark, şuurdan ilginin kesilmesi anlamına gelmez. Zira her iki şıkta da bize hakim olan Mutlak Hakikattir. Mistik hal bizi Mutlak Hakikatin külli kısmıyla temasa getirirken alalade mantıki şuur çevremize uymanın pratik ihtiyaçları nedeniyle, bu hakikati inceden inceye ele alıp karşılık vermenin tek tek muharriklerini bir biri ardınca seçmeye koyulur. Mistik halde birbirine zıt olan muharrikler birleşerek bir birlik oluştururlar. Böyle bir birlikte suje-obje farkı tamamıyla ortadan kalkar.

3- Mutasavvıfın mistik halinin, her şeyden üstün, her şeye egemen ve bir an için tecrübeyi yaşayanın ferdi şahsiyetini aşan yegane ve olağanüstü bir zat ile yakın ve içten temas kurmasıdır. Muhtevasına bakılırsa mistik hal, hayli afakidir ve yalnız sübjektifliğin sisli dünyasına çekilme hareketi olarak görülmemelidir. "Ama siz bana :"Allah'ın vasıtasız bir şekilde diğer bir zat olarak yakinen ve şahsen tecrübe etme, yaşama imkanı var mıdır?" diyeceksiniz" diyor İkbal.
Buna cevap şöyledir: Sadece mistik halin pasif oluşu, zatı iîe ilgili tecrübeye konu olan Zatın gerçek, diğerlerini kesin olarak kanıtlamaz. Bu sorunun sebebi, bizim hiçbir itiraz etmeden dış dünya ile ilgili duygu-seziş aracılığıyla elde ettiğimiz verilerin, bilginin her çeşidini teşkil ettiğini sanmamızdır. İkbal, bu durumu günlük yaşantımızla kıyaslayarak 'günlük yaşantımızda ve toplumsal ilişkilerimizde başkalarının düşüncelerini nasıl anlayabiliyoruz?' diye sorarak, 'gayet tabi ki kendi kişiliğimizi ve huyumuzu, öz eleştiri ve duygu-seziş vasıtasıyla öğreniyoruz der. Fakat öteki insanların kafalarından geçenleri, onların yaşadıkları olayları bilmek için elimizde herhangi bir imkan yoktur. Kuşkusuz cevap veya tepki şuurlu bir varlığın mevcudiyetidir. İkbal'e göre Kur'an-ı Kerim'de aynı görüşü belirtiyor; "Rabbiniz şöyle buyurdu, bana dua edin, size icabet edeyim "Çünkü bana ibadetten büyüklük taslayanlar hor ve hakir cehenneme gireceklerdir." , "kullarım (Habibim) sana beni sorunca (haber ver ki) işte ben muhakkak yakınımdır..."

İster fiziksel ölçek ister fiziksel olmayan ölçeklerle olsun, Royce'nin daha tatminkar standartlarıyla, başkalarının kafalarından geçenler hakkındaki bilgimiz, bir tahmin, bir akıl yürütmeden ibarettir. Yine de diğer insanlaıan kafalarından geçenler ile ilgili bilgimizin dolaysız olduğunu düşünürüz, toplumsal tecrübelerimiz hakkında aklımızda bir şüphe geçmez. İkbal'ın bu noktada anlatmak istediği, mistik durumda tecrübelerin dolaysız niteliğinin emsalsiz oluşu, bunun olağan tecrübelerimizle bir çeşit benzerliğinin olması, belki de aynı sınıfa ait olmamalarıdır.

4- Mistik tecrübenin doğrudan yaşanıyor olması sebebiyle, başkasına naklin mümkün olmamasıdır. İkbal'e göre mistik durumlar düşüncelerden çok duygularla ilgilidir. Bir peygamberin mutasavvıf veya kendi dini tecrübesinin muhtevasıyla ilgili yaptığı açıklama ve yorum başkalarına mantıki önermeler şeklinde ulaştırılabilir, ama muhtevanın kendisi ise bu yolla iletilemez. Bu durum, İbn Arabi'nin gözü görmeyene kırmızıyı nasıl tarif edemezseniz, vecdi de onu yaşamayana anlatamazsınız ifadelerindeki gibidir. İkbal, bu özelliği Kur'an-ı Kerim'in Şuan 51 ve Necm 1-18 ayetlerinde belirtilen durum ile ifade eder.

İkbal'e göre mistik tecrübenin başkalarına naklinin mümkün olmamasının sebebi, aslında onun mantık kurallarına dayanamayan anlaşılmaz bir duygudan ibaret olmasıdır. Bununla beraber o, diğer bütün duygular gibi mistik duygunun akılla ilgili bir unsur taşıdığı da göz önünde bulundurulması gerektiğini ve bu unsur sayesinde mistik tecrübede de düşüncenin belirtilerinin görülebileceğini beyan eder.

O, "..hakikaten de duygu, kendini ifade edebilmek için her zaman düşünceye başvurur. Daha derinliğe inildiğinde, duygu ve düşüncenin aynı iç tecrübenin zamanla ilgili olan veya olmayan iki yanı olduğunu görürüz" der. İkbal bu hususta Profesör Hocking'in görüşünü nakleder: "Duygunun sona erdiği o duygu dışı şey nedir? Cevabım şudur: Bir nesnenin idraki. His tam şuurlu zatın istikrarsızlığıdır. Bu zatın istikrarını kazandıracak şey de sınırların içinde değil, ötesindedir. Duygu dışarıya itiştir. Düşünce dışarıya haber vermektir. Hiçbir duygu kendi hedefini bilmeyecek kadar kör değildir. Zihnimizde bir duygu belirir belirmez duyulan şeyin düşüncesi de onun ayrılmaz bir parçası olarak bu duyguya katılıverir. Yönü belirsiz bir duygunun gerçekleşmesi, istikameti olmayan bir hareketin gerçekleşmesi kadar imkansızdır. Dolayısıyla bir istikamet, bazı amaç ve hedeflerin işaretidir. Ancak bazı durumlarda istikametsiz gibi göründüğümüz belirsiz şuur halleri vardır. Böyle durumlarda duygunun da aynı şekilde etkisiz ve durgun olduğuna dikkat edilmelidir..."

İkbal serimlediği fikirlerden çıkarımlar yaparak duygunun temel niteliğinin düşünceyi içerdiğim ve dinin de bu duyguyla başladığını beyan eder. Ancak din, hiçbir zaman kendisinin bu duygudan ibaret olduğunu kabul etmemiş, aksine metafiziği de sürekli olarak elde etmeye çalışmıştır. İkbal, duygu-düşünce arasındaki organik bağı şöyle görür: Belirsiz bir duygu kendisini her zaman düşünce aracılığıyla ifade etmek çabasında olur. Düşünce ise bizzat kendi vücuduyla gözle görülür varlığını buluverir. O sebeple, fikir ile kelimenin aynı anda duygunun rahminden çıktığını söylemek yanlış olmaz.

5- Mistik tecrübenin İkbal'e göre sonuncu özelliği Tasavvuf ehlinin, sonsuzlukla birleşme ve buluşması sebebiyle daimi zamanın gerçek olmadığı kanısına varınca, o kişinin daimi zamanla ilişkisinin kesildiğini sanmak yanlışlığıdır. Zira kendi birliğine rağmen mistik hal ve günlük duygularımız arasında mutlaka bir ilişki vardır. Bunun kanıtı mistik durumların sürekli olmayışıdır. İster mutasavvıf, ister peygamber olsun, her ikisi de eninde sonunda normal tecrübenin tabi derecelerine dönerler. Demek ki bilgi edinmek bakımından mistik tecrübe sahası, herhangi bir tecrübe sahamız kadar gerçek ve güvenilirdir. Bu nedenle, bu tecrübelerin seziş-duyguyla başlamadığı gerekçesiyle reddedilmesi veya gözönüne alınmaması doğru bir yol değildir. Aynı şekilde, mistik durumu tayin eden organik keyfiyetleri açıklamak yoluyla bu durumun manevi değerini ihlal etmek mümkün değildir. Hatta, modern psikolojinin beden ile zihin arasındaki ilişkilerle ilgi ve dolayısıyla öneminin küçümsenmesi, mantık dışıdır. Psikolojik açıdan açıklayacak olursak, muhtevalan ister dini, isterse başka bir şekilde olsun, bütün haller organik olarak tayin edilebilirler. Aklın ilmi yapısı, dini akıl kadar organik keyfiyetlerle belirlenebilir. Akli hallerimizle sebep ve neticenin organik bağı öylesine sımsıkıdır ki bunun, bir durumu değer yargılarına göre basit veya değerli olarak değerlendirdiğimiz ölçülerle hiçbir ilişkisi yoktur. O, James'in ifadelerini aktararak "Bazı keşf ve ilhamlar gayet açık biçimde anlamsız ve saçma gelir. Aynı şekilde, vecd, kendinden geçme ve murakabe gibi durumlarda karakter veya ahlak için yararlı bir şey yoktur. Bunların ilahi ya da manevi herhangi bir yanı da bulunmayabilir. Bunlar, şeytanın ilhamları olabilir. Bu noktada insana düşen zeka, akıl ve hünerlerini kullanmaktır" diyerek bu durumun gerçekliğin kabul eder.

İkbal, Freud taraftarlarının dine yaptıkları hizmetin ilahi duygu ve tecrübeleri şeytani duygu ve tecrübelerden ayırmaları olduğunu ama bu modern psikolojinin tezi, deney ve gözlem yoluyla doğrulanmadığını da belirtir. İkbal'in anlatmak istediği olgu, bastırılmış muharrik kuvvetler zihnimizin bilinç altı bölgesi dediğimiz noktaya yerleşiyor, yakaladıkları ilk fırsatta saldırıya geçip nefsten intikam almak için beklemesidir. Bu sebeple o, dini tekamül sırasında hareket ve davranışların bozulabileceği, bu sinsi muharriklerin bize rüya ve fantaziler yaratabileceği, hatta ilkel davranışlara götürebileceği durumların olabileceğini de inkar etmez.

İkbal, dini tecrübenin verilerinin bilimin istatistik ve rakamlarıyla mukayese edilemeyeceğini, gerçekten de dinin hakkını verebilmek için bilimin bu işi öğrenmesinden daha önce dini yaşantıda somut tecrübenin varlığının kabul etmesi gerektiğini ileri sürer.

Yine İkbal'e göre, dini şuur muhtevasının içeriğinin cinsel muharrikten kaynaklandığını söylemek yanlış bir tutumdur. Zira şuurun bu iki şekli(dini-cinsi), birbirine zıt olmasalar da nitelikleri, nicelikleri, amaçlan ve doğruladıkları hareket bakımından birbirinden kesinlikle ayrılırlar. Hakikat şudur ki dini vecd ve heyecan halinde kendi kişiliğimizin dışında bir pratik gerçeği öğrenebiliriz. Dini cezbe bir şuur altı olayı gibi psikologlarca gözlenebilir. Kişiliğimizin bütün yapısını güçlendiren ne ise bizim için en hakiki şey odur. İkbal, Prof. Hocking'in günün birinde bu şuuraltı olayının bir gün açıklanacağını ancak psikolojinin bugün bu durumu çözemeyeceğini aktarır.

İkbal, " dini tecrübe akli ve mantıki yanı ağır basan bir duygu halidir," demekle bu duygunun muhtevasının, sadece doğrulanması amacından başka diğer birine aktanlamadığmı öne sürer. Dolayısıyla hiç birimiz, insani bir tecrübenin belirli bir sahası olmak iddiasında bulunan ve bizim için erişilmesi mümkün olmayan bir hüküm onayımıza sunulsa bizim de "Bunun gerçek olduğuna dair güvenceniz nerede" diye sormaya yetkimiz yoktur diyemeyiz. Zira bunun doğruluğunu ortaya koyacak bir ölçümüz yoktur. Bu çeşit bir hükmün kabulü için kişisel deney yegane temel olsaydı, din ancak birkaç ferdin malı olurdu. Çok şükür ki, der İkbal, bilimin başka şekillerine uygulanabilen ölçülerden farklı ölçülerimiz vardır. Bunlar akli ve ameli ölçülerdir, ilki, akli test yani tenkidi yorum. İkincisi Pragmatik test. Bu testlerden birincisi filozof tarafından ikincisi ise peygamber ve resul tarafından kullanılır."

İkbal, dini tecrübenin tek başına bir muamma olmadığım, bunun yamsıra heyecan uyandırıcı bir şey de taşımadığın öne sürer. İkbal, bu heyecanlı durumu İslam tasavvuf tekniğinin duygusal olmayan bir tecrübeye ulaşmak için ibadet sırasında müzik ve şarkıyı yasaklayarak yaptığını, bunun yanısıra dinin ferdi murakabelerin muhtemel toplum aleyhtarı etkilerini ortadan kaldırmak amacıyla her gün cemaatle namaz kılma zaruretine işaret ettiğini belirtir. Dolayısıyla bu şekilde elde edilen tecrübe ona göre tamamen tabi bir tecrübedir ve benlik için son derece ehemmiyet taşıyan biyolojik bir mana ihtiva eder. Bu durum, insanoğlunun benliğinin salt düşünce ötesine çıkması ve ebedi hayatı benimseyerek, kendi geçici durumunu telafi etmesidir. Benliğin nihai amacı bir şey görmek değil " bir şey olmaktır "Tecrübe esasında benliğin bir şey olma gayreti Descartes'in "düşünüyorum" felsefesinde değil Kant'ın "yapabilirim" teorisinde kendini bulur. Bu hareket zihni bir amel olmayıp bütün benliğin varlığım derinleştirici ve iradesini geliştiren hayati bir.harekettir ve ego için en yüce mutluluk anı ve aynı zamanda en çetin sınav anıdır.

İkbal, GazaJi'nin "Ben, bizim nefsi durumlarımızın kütlesinden tamamen ayrı ve zaman sürecinin etkisinden bütünüyle uzak kalan sade, bölünmez ve değişmez ruhanî cevherdir ve bizim şuurlu tecrübemiz bir birliktir" görüşünü vurgulayarak bu birliğin, yani dini tecrübenin yorumlanmasının gerektiği üzerinde durur. O, şeyh Sirhindi'nin dini tecrübe yorumunu aktararak tecrübenin iç evreni hakkında bilgi verdiğini söyler.

İkbal, dini tecrübenin yorumlanması meselesinde, dini tecrübenin bölünmesi veya parçalanmasının onun tahrip olup, kaybolacağı manasına gelmeyeceği kanaatindedir. Zira gözlemin bize gösterdiğine göre tecrübe, herhangi bir şeyi vurgulayan ve kanıtlayan fiillerdir ve bu bakımdan kendine mahsus bir varlığa sahiptir.

İkbal, nihayetinde Kur'an-ı Kerim'in üç ilim kaynağını zikrettiğini beyan eder. Bunlar: Tarih, Tabiat ve İç tecrübedir. Ona göre iç tecrübe sadece tasavvuf tarafından anlaşılmaya çalışılmıştır. Hallac'ın "Ene-l Hak" haykırışları ile zirveye ulaşan olayı İkbal, Massingnon'un değerlendirmesinden aktararak, Hallac'ın hayat tecrübesinin gerçek izahının, bir su damlasının denize akıtılması değil, insani egonun, daha derin bir kişilik içinde devamının anlaşılıp takdir edilmesi ve cesaretle tasdikinin ifadesi olduğunu beyan eder. İkbal'e göre bu olayın çıkarımı; dini tecrübenin gelişme döneminde şuurun bilinmeyen mertebelerinin olması ve bu tür tecrübelerin ilim kaynağı olmalarına rağmen yararlanamadığımız tecrübeler olmasıdır.

İkbal, sonuç olarak dini tecrübenin ancak modern bilimin verileri sayesinde anlaşılabileceğini ve hatta İslamın öğretilerinin de aynı şekilde incelenmesi üzerinde durur ve ancak bu çalışmalar sonunda açıklamaların ancak etkileyici ve değerli olabileceğini savunur.

William James ve Meliorizm

James'ın düşüncesinde kainatın, algıların değişmesi, belirli bir durumun olmayışı, yeninin, değişikliğin, otoritesizliğin, görülemeyenin ve şansın bir realitesinin ve gelecekteki otantik yeniliklerin oluşu, Tychizm (fortuitism) ile doğrulanmıştır. Bu, James pluraliziminin ayrılmaz parçası ve determinizmin direkt olumsuzlayıcısıdır.

James'e göre monizmin blok kainatında şansa yer yoktur ve determinizmin kuralları dakik işler. Şüphe yok ki determinist filozoflar gelecekle ilgili planlar kurarlarken, şans ve sinonimleri olan, kısmet, risk, ansızın, alternatif, zorunsuzluk, imkan vb. kelimeler kullanırlar. Bu ifadeleri kullanmak uygunsuz ve bilgisizlikleri yüzündendir. Dahası felsefelerinde olayların akışı alternatiflere izin vermez ve bu durum yüce bir ilkenin varlığı, zorunluluğu sayesindedir. Zorunlu olan, imkansız olamaz; hem zorunlu hem imkansız saçmadır ve zorunsuzluk ve gerçek imkan arasında boşluk yoktur.

James, daima determinizmin düşmanı olmuştur. Ona göre, böylesi bir dünya 'puppet şovdan' başka bir şey olamazdı. Determinizm ise aslında meçhul gelecek için tasarlanmış bir kanaate dayanıyordu. Oysa James'in radikal tecrübeciüğinde Tychizmin temelinde irade özgürlüğü vardır ve özgür iradenin kanıtı, iç seçimle ilgili bir tecrübeden başka bir şey değildir.

James'a göre hayatın her tarafında bir seçim vardır. İnsan temelde seçen bir varlıktır. Her birimiz seçimlerimizle kainatta değişiklik-yaparız. Düşüncelerimiz kainatı belirlemede basit halkalar değildir, bizim dışımıza etki eden sonsuz zincirlerdir.

James'ın tychistik doktirinin tam ortasına özgür irade bilincini yerleştirmesi sadece insanın kaderinin kaptanı olduğunu öğretmez aynı zamanda bu dünyanın kötülük, yüksek ve yüce duyguların hayal kırıklığı ile dolu olduğunu ifade eder. Eğer dünyayı daha iyi yapacaksak onun plastik, iyileştirme sürecinde ve değiştirilmeğe uygun olması gerekir. Oysaki monizmin blok kainatı asli olarak sabittir, değişmezdir. James, bu dünyanın ihtiyaçlarımıza cevap verecekse, arzu edilen bir şeyi dışarıda bırakmayacaksa mükemmel olması gerektiğini fakat tecrübemizin bunu oldukça farklı bulduğunu belirtir.

"Açıktır ki eğer geçmiş ve şimdi, bizi tam tatmin etseydi, değişik bir geleceği istemezdik. Muhakkak ki aktüel dünya bizi oldukça hayal kırıklığına uğratıyor ve bu yüzden onun değiştirilmesine ve geliştirilmesine gereksinim duyarız, iyileştirmeğe katkı, başarı umudu, ahlaki ve makul faaliyetlerimizin gizli kaynağıdır. Bu bakımdan dünyanın kurtuluşu kaçınılmaz ve zorunludur." diyen James iyimserlik ve kötümserilik arasında -her ikisi de ahlaki tabiatımızla ilgili çabalarımıza sekte vurur- duran meliorizmi seçer. Dünyanın kurtuluşu, bitirilmemiş hatta güvencede olmamasına rağmen, en azından bir imkandır ve bu imkan sadece soyut ve kavramsal değil aynı zamanda pratiktir. Bu durum, iki olgu tarafından garanti edilir, tiki, gerçekleştireceğimiz fikirlerimiz vardır ve bunlar dünyanın kaderine müdahele edebilir. İkincisi, bu dünya katı ve bitirilmiş bir dünya değildir, ancak bağımsız elemanların biraraya gelişi bizi onu ayıklamak ve kötülüğü kaldırmaktan alıkoyamaz.

1 / 2 / 3 / 4

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP