MONTAIGNE VE MONTESQUIEU’DE İNSAN, ERDEM VE TROGLODİTLER - 1

Duran Nemutlu

Montaigne ve Montesquieu insan ve toplum değerlerini evrensel boyutta irdeleyen, toplum düzeninde, idarede ve insani ilişkilerde erdemi ve adalet duygularını ön plana çıkaran iki büyük Fransız düşünürü ve yazarıdır. Bir insanın iyi insan olması kendini tanımasıyla başlar. Eski çağlardan beri “kendini tanımak” bilgeliğin ve bilginliğin temeli sayılmıştır. Yunanistan’daki Delphes tapınağının cephesinde “Kendini Tanı” yazılıdır. Eflatun’un insana öğüdü ise “kendi işini yap ve kendini tanı”dır. Montaigne de Denemeler’inde kendini insanların bir örneği olarak ele alır, kendini gözlemler, inceler ve tanımaya çalışır, çünkü “her insanda insanlığın tüm halleri vardır” der. Montesquieu kendini önce insan, sonra Fransız olarak betimler. Sokrat’a nerelisin? diye sorulduğunda, Atinalıyım demez, dünyalıyım, derdi. Şu halde insan her zaman hümanist bir duygu içinde olacak, yaşayacak ve erdemli olacaktır. Erdem sözcüğünün Latincesi “virtù”dür ve anlamı “cesaret” demektir. Erdemli bir kişi her yerde, her ortamda doğruyu söyleyecek, dürüst ve adil olacak, doğrunun, güzelin, iyinin yanında yer alacak, kötünün, haksızın ve zorbalığın karşısında olacaktır. Trogloditler Montesquieu’nün İran Mektupları’nda (11-14 mektup) ele aldığı ve Libya’da yaşadığı öne sürülen ilkel bir kavimdir. Bu ilkel kavim erdem sayesinde barışa, huzura ve düzgün bir yönetime, yani Cumhuriyet’e kavuşacaktır. Çünkü demokratik cumhuriyetin temel direği erdemdir.

Giriş

Montaigne (Michel Eyquem De) 1533 yılında doğmuş ve 1592 yılında, 59 yaşında ölmüştür. İki değerli yapıt bırakmıştır. Birincisi ve en önemlisi üç cilt halinde yayımlanmış olan “Denemeler” (Les Essais)dir. İkincisi, aydınların çoğu tarafından pek bilinmeyen, edebiyat tarihi kitaplarının çoğunda da yeterince yer almayan, Montaigne’nin 1580-1581 yıllarında Avrupa’yı dolaşarak İtalya’ya kadar vardığı ve sonra Fransa’ya döndüğü 17 aylık bir gezinin notlarından oluşan “İtalya Seyahati Günlüğü” (Journal De Voyage En Italie) dür. Montesquieu ise 1689 da doğmuş ve 1755 de ölmüştür. Birçok kitap yazmış, ancak bunlardan iki tanesi insanlık tarihi, toplumların sosyal, siyasal ve hukuk düzenleri için çok önemli ve etkileyici olmuşlardır: İran Mektupları (veya Acem Mektupları; Lettres Persanes) ve Kanunların Ruhu (L’Esprit Des Lois).

Özellikle Kanunların Ruhu, J.J. Rousseau’nun Toplum Sözleşmesi ile (Le Contrat Social) birlikte modern hukukun özünü oluşturur; bu iki yapıt anayasal rejimlerin işleyişi (Kuvvetler ayrımı:yasama, yürütme, yargı gibi) ve onların başlıca özgürlükçü ilkelerinin belirlenmesinde kaynak kitap işlevi görmüşler ve 19. yüzyılda yapılan siyasal ve hukuksal düzeltmelere temel oluşturmuşlardır.

Doğumları arasında 156 yıl fark bulunan bu iki Bordeaux’lu, şatoda doğmuş bu iki senyör, asilzade yazar yapıtlarında insanı ön plana çıkarırlar. Montaigne, kendinden sonra gelen aydınlar ve yazarlarda olduğu gibi, Montesquieu’yü de çok etkilemiştir. Montesquieu özellikle Montaigne’in siyaset, din ve yönetim biçimleri ile ilgili fikirlerinden çok yararlanmıştır. Biz bu yazımızda özellikle Montaigne’nin Denemeler’ini ve Montesquieu’nün İran Mektuparı’nı temel alarak bu iki yazarda insan, erdem ve erdem sayesinde ilkel bir kavimden modern topluma dönüşen Trogloditleri incelemeye çalışacağız.

İnsan ve Erdem Nedir?

Montaigne için yazmak, insanın kendini tanımasına bir araçtır. Denemeler’inde Montaigne tüm yönleriyle ve yalın bir ifade ile kendini anlatmaya çalışır; kendisinin fiziki, moral ve entelektüel bir portresini çizer. 1580 yılında ilk kez yayımlanan Denemeler adlı kitabının birinci cildinin başında okuyucuya hitaben yazdığı tanıtım yazısında, kitabının konusunun bizzat kendisi olduğunu söyler (Montaigne, T. 1., 1968:25). Çünkü insanın kendini tanıması diğer insanları da tanımasını, onları daha iyi anlamasını sağlar . Eski çağlardan beri “kendini tanımak” bilgeliğin ve bilginliğin temel prensiplerinden biri sayılmaktadır. Yunanistan’daki Delphes tapınağının cephesinde “Kendini Tanı” (Connais-toi toi-même) yazılıdır. J.J. Rosseau Émile adlı yapıtında sık sık insanın kendisini tanımasının gerekliliğini vurgular. Yunus Emre “Bilim demek kendini bilmektir”, der. Eflatun ise insana: “Kendi işini yap ve kendini tanı” der (Montaigne, T.1., 1968:37). Montaigne Eflatun’un bu kısa cümlesindeki iki kavramdan her birinin bir insanlık ödevi olduğunu söyler. Kendi işini yapan bir kişi öncelikle kendini tanıyacak, niteliklerini ve neleri yapabileceğini bilecektir.

Böylece kendini tanıyan bir kişi başkasının işine burnunu sokmayacak, her şeyden önce kendini sevecek, kendini eğitmeye, yetiştirmeye, yeteneklerini geliştirmeye çalışacaktır. Sonuç olarak bu kişi kendisi ile barışık bir kişi olacaktır. Kendisi ile barışık kişilerden oluşan bir toplum da huzur ve barış içinde yaşayacaktır. Montaigne de kendini insanların bir örneği olarak ele alır, kendini gözlemler, tanımaya çalışır. Çünkü “her insanda insanlığın tüm halleri vardır” (Montaigne, T. 3., 1968:25). Genellikle eğitim, terbiye, görgü kuralları, günahtan korkma, kanundan çekinmeyle kötü hallerini baskı altına alabilen ve

çoğunlukla iyi hallerini sergileyebilenlere “iyi insanlar”, kötü hallerini baskı altına alamayıp da doğal ve içgüdüsel hareket edenlere de “kötü insanlar” deriz. İnsanı olaylar ve durumlar karşısında alacağı tavırlar ve vereceği kararlar belirler. Bir yerde cesur ve gözü pek bulduğumuz bir kişi başka bir yerde korkak ve pısırık görünebilir. Bu garip davranış değişikliğinde kasıt ve karakter düşüklüğü söz konusu ise bağışlanamaz. Ama çoğunlukla insanı içinde bulunduğu öfke, korku, yoksulluk, baskı, zorunluluk gibi durum ve şartlar farklı davranmaya iterler. Aslında insanın temel özelliklerinden birisi değişken olmasıdır. Montaigne “yattığım yöne göre ruhum bir görünüm alır” der (Montaigne, T.2., 1968: 405). Eğer Montaigne kendinden farklı şekillerde bahsediyorsa bu onun kendisine farklı şekillerde baktığını gösterir.

Montaigne’in kendinde var olduğunu söylediği “utangaç, küstah, namuslu, hovarda, geveze, sessiz, çalışkan, nazik, becerikli, şaşkın, üzgün, iyi huylu, yalancı, gerçekçi, bilgili, cahil, özgür, cimri, savurgan” gibi sıfatlar, tezatlıklar ve değişkenlikler, kendini iyi inceleyen ve gözlemleyen her insanın kendinde de var olduğunu kolayca kabulleneceği niteliklerdir (Montaigne, T. 2., 1968: 405). Fakat Montaigne’nin aradığı asıl insan tipi bu kadar çok değişken ve tezatlıklar gösteren insan değildir. Elbette farklı olaylar karşısında farklı kararlar alacağız. İnsan olabildiğince az değişiklik ve tezatlıklar sergilemeli, dayanıklı, sabırlı, kararlı ve kararlarını akıl, mantık ve vicdan süzgecinden geçiren erdemli biri olmalıdır. Plutarque kendisinin bilgisinden çok verdiği kararla övülmesini ister (Montaigne, T. 1., 1968:169).

Değişim ileriye, pozitife, çağa yönelik ve aklın kontrolünde gerçekleşmelidir. Erdem sırf erdem olduğu için uyulması gereken bir ilke olmalı, yaranmak, kahraman olmak veya geçmiş hayatındaki utanç verici bir kusuru örtmeyi amaçlamamalıdır. Zaten insan erdeme sırf erdem olduğu için uysa, beklediği pozitif değerlendirmeler kendiliğinden gelecektir. Şu halde insan alçaklıktan uzak, sağlam karakterli ve bugünden yarına değişmeyen biri olmalıdır. Bu bakımdan bir insan hakkında hüküm vermek için uzun süre o insanın eylem ve davranışları izlenmelidir. Çünkü övülecek olan insanın kendisi değil, onun eylem, davranış ve kararlarıdır. “Berberin usturası karşısında yumuşak ve gevşek olan bir adam, düşmanın kılıcı karşısında sert ve katı olabilir” (Montaigne, T. 2., 1968:406). Bu ideal tipte bir insan olmak da bir insan bulmak da kolay değildir. Lâtin filozofu Seneka’nın dediği gibi, “hep aynı insan olmak çok zor ve büyük bir iştir”(Montaigne, T.2., 1968:408)

Boş gezmeyi ve aylaklığı Montaigne tasvip etmez. Lâtin şairi Lucain’in dediği gibi “boşluk zihni dağıtır” (Montaigne, T.1., 1968:57). İnsan ancak yaşlandığı zaman bir kenara, dinlenmeye çekilebilir. Hayatın geri kalan kısmını yorulmadan geçirmek onun hakkıdır. Yine de Montaigne yaşlı insanın bedensel değilse bile zihinsel çalışmasını sürdürmesini, geri kalan günlerini okuyarak, yazarak, kendini sanata (resim yapmak. vs. gibi) adayarak geçirmesini yeğler.

Montesquieu’nün “ben önce insan sonra Fransızım” dediği gibi (Véquaud, 1993:43), insan hümanist ve kozmopolit bir düşünceyle, yani dünyayı ve evreni dikkate alarak çalışmalı, üretmeli, hâtta yaşamalıdır. Küreselleşmenin söz konusu olduğu günümüzde bu âdeta bir zorunluluktur. Sokrat’a nerelisin? diye sorulduğunda, Atinalıyım demez, Dünyalıyım, derdi. O tüm dünyayı, evreni doğduğu ve yaşadığı şehir olarak sayar, tüm bilgilerini, dostluklarını ve sevgilerini tüm insanlığa adardı (Montaigne, T. 1., 1968: 169). Dostluk Montaigne’de evrensel boyutta bir kavram ve değerdi. Aynı duygu ve düşünceyi paylaşan, eşit olan insanların ancak dost olabileceğini söyler Montaigne. Menfaat ve yarar sağlamak için dost edinilmez. Gerçek dostluk sağlam temeller üzerine oturur ve süreklidir. Burada özgür irade ile seçim ve karşılıklılık ilkesi egemendir. Şerefi lekelemek ve kamu yararına zarar vermenin dışında hiçbir neden bu dostluğu sarsmamalıdır. Baba ile çocuk arasındaki ilişkide dostluk yoktur. Çünkü burada ne serbest seçim ve değişme hakkı, ne de karşılıklılık ilkesi söz konusudur. Baba çocuğunun hatasını düzeltir, çocuk da babasına saygı göstermekle yükümlüdür. İstemli bir seçimle ve dostluk görünümündeki kadın-erkek arasındaki ilişkide de gerçek dostluğun sürekliliği yoktur. Çünkü doygunluğa erişir erişmez fiziki arzu sönecek ve kadın-erkek arasındaki ilgi azalacak veya yok olacaktır. Evlilik ise ya kaderin ya da mülkleri birleştirme fikrinin sağladığı bir ortaklıktır. Durumların yarattığı fırsatlar ölçüsünde diğer sosyal ilişkiler kurulur ve bozulur, fakat bunlara dostluk denmez. Montaigne gerçek dostluğu tanımlarken, kendisi ile Étienne de la Boétie arasındaki dostluğu örnek gösterir. Onun için “birbirimizi görmeden sanki birbirimizi arıyorduk” der. Burada iki olgun ve eşit insan arasındaki kardeşlik, iki özgür iradenin birleşmesi söz konusudur. Bu dostluk için Montaigne: “iki ayrı vücutta bir ruhtuk” der (Boudou, 1995: 57). Fazla ayrıntıya girmez, belki de gerçek dostluk bir duygu ve düşünce ürünü olduğu için somut veriler gösterilmez ve Montaigne slogan haline gelmiş bir cümle ile bu dostluğu özetler: “çünkü o oydu, ben bendim” (Montaigne, T.1., 1968: 230).

Montaigne Étienne de la Boétie ile 1558 yılında karşılaşır ve hemen dost olurlar. Dostlukları saygı, sevgi içinde geçmiş, birbirlerini hiç incitmemişler, yanıltmamışlardır. Bu dostluk beş yıl sonra La Boétie’nin ölümü ile son bulacaktır. Bu kayıp Montaigne’i çok üzecek, onun acısını ömür boyu benliğinde hissedecektir. Montaigne ile La Boétie’nin dostluğu dünyada örneği az görülen bir dostluktur. İnsanlar çoğu kez dost diye bildikleri kişilerin ihanetlerine uğrar, onlar tarafından yanıltılırlar, onlardan zarar görürler. Birçok insan hiç gerçek dost edinmeden bu dünyadaki ömrünü tamamlar. Belki bu yüzden Aristo: “Ey dostlarım, bu dünyada dost yoktur” diye haykırır (Montaigne, T. 1.1968: 232).

Duyan, düşünen, gören, vücudu et, kemik ve sinirlerden oluşan her insan için acı hayatın gerçeklerinden biridir. Ayağımıza taş battığı, elimizi bıçak kestiği veya vücudumuzun herhangi bir yerini sert bir cisme çarptığımız zaman hepimiz acı duymuşuzdur. Montaigne’e göre iki tür acı vardır: fiziki acı, moral ve entelektüel acı. Canlı dokuda duyulan her türlü acı fiziki acıdır . Bu acıyı hayvan ve ağaçlar da duyar. Bir hayvana vurduğumuz zaman bağırır ve acı çeker. Ağaçların da gövdesinde yara açıldığı, keserken balta darbeleri vurulduğu zaman acı çekip inlediğini yazar Montaigne (Montaigne, 1985: 28). Açlık, susuzluk, soğuk, sıcak, uykusuzluk duyulan fiziki acıların bazılarıdır. Moral ve entellektüel acı ise aklı olan ve düşünen insana özgü bir duygudur. Ölüm korkusunun verdiği acı, bir yakınımızı kaybettiğimiz zaman duyduğumuz acı moral acı gurubuna girer. Ağaçlar ve hayvanlar bu acıyı duymazlar. Ölüm, yoksulluk ve acı insan oğlunun birinci derecede temel gerçekleridir (Montaigne, T.1., 1968: 78).

Eğitim insan için hem ihtiyaç hem de gerekliliktir. Eğer eğitim olmasaydı, insanın doğal yaşamdaki diğer canlılardan pek farkı olmayabilirdi. Ancak eğitim sayesinde insan kendisine, ailesine ve içinde yaşadığı topluma yararlı bir fert olabilir. Tüm eğitim sistemlerinde olduğu gibi, Montaigne’de de eğitim okumayı ve yazmayı öğrenmekle başlar. Eğitim insanı yetiştirmeye, iyiye dönüştürmeye, bilginden çok becerikli olmaya, iyi düşünmeye ve iyi yapmaya, onu daha iyi ve daha bilge kılmaya, yalnız ruhunu değil kaslarını da sertleştirmeyi amaçlayan, ama kendisini tanımayı, iyi karar vermeyi, iyi yaşamayı ve iyi ölmeyi öğreten bir çerçeve içinde verilmelidir (Montaigne, T. 1., 1968: 198).

Eğitim aynı zamanda insana hiçbir şeyden korkmamayı ve her işin üstesinden gelmeyi öğretmelidir; deneyler ve seyahatlerle desteklenmeli ve tamamlanmalıdır. Eğitimde yalnız kitap okutmak ve bilgi vermekle yetinilmemeli, oyunlar ve beden egzersizleri de yaptırılmalıdır. Ruh ve vücut eğitimi birlikte götürülmeli, Eflatun’un dediği gibi, ruh ve vücut bir araba okuna koşulmuş bir çift at gibi düşünülmelidir.

Montaigne eğitimde korku ve sertlik istemez, güç ve şiddet kullanımını yasaklar. Okul esir gençliğin hapsedildiği bir ceza evi olmamalıdır, der (Montaigne, T.1., 1968:205). Bu yüzden 16. yüzyıldaki kolejleri şiddetle suçlar ve çocukların bu okullara gönderilmemesini, onları iyi yetişmiş mürebbilerin ellerine teslim edilmesini önerir (Alper, 1993: 79-87).

Denemeler (Les Essais) insan açısından ayrıcalığı olan bir bilgelik kitabıdır. Bir ürünün, bir işin, onu yapan işçinin veya ustanın ayrı tutularak incelenmesinin eksik olacağı gibi, Denemeler’in de Montaigne’in kişiliğinden, onun biyografik ve tarihi yaklaşımlarından uzak tutularak incelenmesi eksik olacaktır. Sertlik ve korku olmadan, tamamen tatlılık ve özgürlük içinde eğitilen ve önce stoacı, sonra şüpheci, sonra doğalcı ve epikürcü olan Montaigne, eski ve iyi şairleri, tarihçileri, siyasi ve ders veren yazarları, Plutarque ve Sénèque gibi moralistleri okuyarak her şeyden bal yapmayı ve böylece de kendini tam olarak keşfetmeyi denemiştir kitabında (Aulotte, 1994: 3, 4, 9).

Hayatında Sokrat’ın etkisi büyük olmuş, Victor Hugo’nun “ya Chateaubriand olacağım ya da hiçbir şey” dediği gibi Montaigne de “Fransa’nın Sokrat’ı” olarak tanınmak istemiştir. Sokrat’ın kendisine ne bildiğini soranlara: “bildiğim bir şey varsa o da hiçbir şey bilmediğimdir” diye verdiği cevap onu çok etkilemiştir (Aulotte, 1994:69).

1 | 2 | 3

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP