JEAN-PAUL SARTRE FELSEFESİNDE KENDİSİ İÇİN-VARLIGIN ONTOLOJİK ANALİZİ - 2
|
Burada hemen şunu belirtmemiz gerekir. Aşkın Ben, Sartre'e göre bir bilinç verisi olmadığı gibi, bilincin konu edindiği bir düşünce nesnesi de değildir. Kendisi için-varlık'ın en önemli özelliklerinden birinin donuk değil, akıcı olduğunu belirttik. Kendinde-varlık nasıl nesnel dünyanın benzeri ise kendisi-için-varlık da insan bilincinin varlığına karşılıktır. Fakat bu iki varlık, varlıkbilimi açısından farklıdır. Kendinde-varlık, kendisi-için-varlık'tan önce gelir. Kendinde-varlık daha öncede belirttiğimiz gibi eksiksiz varlıktır. O bütün halinde olup, değişmez ve kendi kendine tamdır. Oluştan yoksundur. Varlığının sebebi yoktur. Ne kendisiyle ne de kendi dışında herhangi bir şeyle bağlantısı vardır. Tamlığa ve ölümsüzlüğe sahiptir. Yaratılmamış olup, başka bir varlıkla da birleşmeyendir. Fakat kendisi-için-varlık ise kendinde-varlık olmadan anlaşılamadığı gibi orijinal bir yokluk sayesinde kendinde-varlık'tan meydana gelmiştir. Bu oluş bir yokluk hareketine dayanır. Yokluğun kaynağı bilinemediği gibi, bir sır olarak da kalır. Kendisi-için-varlık, kendini kendinde-varlık'tan ayrı ve uzakta bulur. Bu durum tek ve parçalara ayrılmayarak meydana gelir.
Sartre'a göre yokluğu dünyaya getiren varlıkta yani kendi öz varlığında, varlığının yokluğu sorusu yer alır. Yokluğun dünyaya getirilmesini sağlayan varlık, kendi öz yokluğudur. İnsan yokluğun dünyaya gelmesini sağlayan varlıktır. Sartre'a göre, yokluğun araya girmesiyle kendisi-için-varlık, kendinde-varlık'tan ayrılır. Çünkü ona göre bu yokluk, insanla veya insan bilinciyle dünyaya gelir. Sartre yoklukla ilgili düşüncesinde Hegelci diyalektik yerine fenomenolojik bir düşünceyi öne alır. Bilindiği gibi Hegel'e göre varlık ve yokluk diyalektik kavramlardır. Oysa bu durum Sartre'ın fenomenolojisinde varlık, yokluğa değil, yokluk varlığa tabidir. Çünkü yokluk, varlığı tamamlayan soyut bir fikir olmadığı gibi, varlığın kendisinde bulunması da olanaksızdır. Ayrıca yokluk, kendisinden yokluk hareketi için kuvvet alır, tamhğa sahip olan ve sorumsuz bir şeye gereksinim duyar. Dolayısıyla yokluk, iğreti ve sonradan gelen varlığın özelliği olmaktadır. Sartre'ın bu görüşünün St. Augustine'nin felsefesine dayandığını belirtebiliriz.
c) Keadisi-için-varklığın yokluğu içermesi
Sartre, Varlık ve Yokluk adlı eserinde insanla ve onun bilinciyle dünyaya gelen yokluğu, kendisi-için-varlık'da yalnız olarak değerlendirilemeyeceğini söyler. Yokluğun temeli insana bağlı olarak ortaya çıkar. Bunu Sartre bir kahvede bulunmayan Pierre adlı şahısı örnek göstererek anlatır. Bu kişinin kahvede olmadığını görür ve onun yokluğuna kendisinin onu orada bekleyişi sebep olmuştur. Kahvede insanlarla Pierre arasında bir bağ kurar, onu arar ve olmadığını anlar. Bunu bir başka örnekte şöyle belirtebiliriz: Bir vazoyu algılarken, algılayan bilinç kendisinin vazo olmadığını ortaya koymakta ve kendisini vazo olmayan şey olarak nitelendirmektedir. Sartre'a göre algılanan şey, tüm karşılaştırmalardan ve tüm meydana getirmelerden önce, bilinç karşısında bilince ait olmaksızın bulunur.
Yukarıda da görüldüğü gibi, kendi kendini algılamak isteyen bilinç, büyük bir sorunla karşı karşıya gelmekte, böyle bir algılamaya sahip olabilmek için de kendisinden uzaklaşmaktadır. Sartre bu durumu eksiklik olarak nitelendirmekte ve kendisi-için-varlığın varlık özelliğinde olamayacağını belirtmektedir. Dolayısıyla bilincin varlık açısından bu eksikliğe sahip olması, yokluğu gerektirir. Çünkü kendisi-için-varlık, eğer kendisi değilse bu durum özdeşlik prensibine aykırı olmakta ve kendisinde-varlığın kendisiyle tam uyum halinde olmasıyla örtüşmektedir. Bir başka deyişle, bilincin, kendi kendine görünüşü onu kendinde hem bilen hem bilinen konumuna getirmekte ve ayrıca kendi kendisi olamama durumuna itmektedir. Biz bilinci, kendi kapsamında incelediğimizde varlığından değil, sadece bir boşluk olarak değerlendirebilecek yokluğundan bahsederek anlayabiliriz.
Bilindiği gibi klasik psikoloji bizim için kendine özgü bir dünya sunar. Çünkü onda bizim düşüncelerimiz yer almaktadır. Ona göre nesneler dünyası dünyanın bir bölümünü oluşturur. Bunlar, kendimiz için tanıdığımız dış dünyadır. Aynı zamanda bunlar, bilincin de temelidirler. Sartre'a göre bilinç, bir devamlılıktır ve ondan başka hiçbir şey değildir. Çünkü bilincin özden başka bir şeyi yoktur. Bu, onun için önemli bir özelliktir. Her durumda bilincin büyüklüğü, varlığın kendisinden oluşur. Bu büyüklük bazı noktalarda birbirinden ayrılır. Önemli olan tanınmayanı tanımak ve onunla karşılaşmaktır. Zira kendisi yani bilinç, ne varlığı ne de yokluğu tanır. Fakat bu bilinen varlık, yokluğa ilişkindir ve dolayısıyla kendisi tek basma bir şey değildir.
Diğer taraftan Husserl bilincin, herhangi bir şeyin bilinci olduğunu belirterek, onun bir nesnenin önceliğini kabul etmeyen bir biçimi oluşturduğunu, söyler. Bilinçle ilgili düşünceler açıklandığı zaman bilinen nesnenin incelenmesi her zaman ilgi çekmiştir. Fakat Sartre için hiçbir zaman bilinci oluşturan bir nesne ile karşılaşılmaz. Çünkü o, bize yokluktan başka bir dünyanm olmadığı söyler. Bu durumda Sartre'a göre varlık nedir ve bilinç nasıl oluşur? Burada kendisine göre ayrıntıyı oluşturan varlıktır. Varlık düşüncesi nesnenin oluşumunda açıklanır. Heidegger'e özgü düşünceyi oluşturan bilincin tarifini Sartre yeniden şekillendirir: Bilinç, varlığın temelini oluşturan sorundur. Burada açıklanan varlık kendisine bağlı olmayan yoklukla aynı anlama gelir. Sartre'a göre insan bir meyvenin çekirdeği gibidir. Bilinçle varlık arasında böyle ayrıntılar vardır. Bilinç, yokluğun gerçekleşmesi veya varlığın kendini ortaya koyması demektir. Böylece yok olma veya yok etme görüşü ortaya çıkar. Buna yokluğu yok etme diyebilir miyiz?
Sartre'a göre herhangi birisi orada yoksa aradığım kişinin düşüncesi orada kalır ve ben yokluğu oluştururum. Bilinç, kendisinden başka varoluşu yok kabul eder. Bu başka bir düşünceye göre oluşturulmuş demektir. Ben kendi düşüncemi oluşturabilir miyim? Bununla beraber varoluştan, herhangi bir şeyden veya herhangi birinden olmam gerekir. Dolayısıyla bilincin, kendinden başka varlığa gereksinimi vardır. Çünkü o, kendi varlığının sorunu olduğundan aynı anda ne kendisi ne de kendi dışında varlık olabilmektedir.
d) Kendisi-için-varlık'ın özgür olması
Kendisi-için-varlık'ın bir diğer özelliği, onun özgür olmasıdır. Bununla ilgili olarak Sartre'ın eserlerinin pek çok yerinde bu düşüncelere rastlanılır. Konumuzu yakından ilgilendirdiği için biraz bunun üzerinde durmamız gerekiyor. Yukarıda da belirttiğimiz gibi yokluk dünyaya insanla gelmektedir. İnsanın varlığı ile yokluğu meydana getiren şey nedir? Bu sorunun yanıtı şüphesiz özgürlük olmaktadır. Burada söz konusu olan insan doğasının bizzat kendisidir. Sartre, insanın varlığı ile özgürlüğü arasında hiçbir ayrılık olmadığını, insanın özgür olmaya mahkum olduğunu belirtir. Sartre'ın felsefesi genel anlamda özgürlük felsefesidir. Özgürlüğün bilincine anxiété yani sıkıntıyla ulaşılır. Bununla özgürlük kendini açığa çıkarır. Dolayısıyla Sartre'a göre yokluk, özgürlük ve sıkıntı arasında sıkı bir bağıntı bulunur. Bunlar kendisi-için-varhğın en belirgin özellikleri arasında yer almaktadır.
Sartre L'Etre et le Néant'da özgürlüğü ayrıntılı olarak ortaya koymakta ve bu özgürlük, insanın varoluşundaki yokluk gibi görünmektedir. Ona göre nesneler, varoluşun özünü oluşturur. Özgürlük bir varlık gibi değildir. O insandır ve varlığın yokluğu demektir. Özgürlük, insanda yoklukla oluşur. Bir başka deyişle özgürlük, yokluğun olabilirliği demektir. Yokluk konusunda insanın özgürlüğünde bir sorun vardır. Varlıkla yokluk bizim özümüzdeki ayrıntılardır.
Sartre düşüncesinde özgürlüğü incelemek, doğrudan doğruya kendini yani kendisi için-varlığı incelemek demektir. Onu incelemek, varlığı üzerinde inceleme yapmaktır. Her felsefi kavram gibi özgürlük de felsefi düşünceyi incelemeye izin verir. Felsefe yalnız soyut düşüncelerden oluşmaz. Dolayısıyla özgürlük genel olarak tarif edilebilecek bir kavram da değildir. Bu, bütün felsefi dillerin ve bireyselliğin bir gerçekliğidir. Oz-gürlüğün konusu nesneye dayanır ve bir değer taşır. Her felsefi konu gibi özgürlük de reddedilen bir düşünceyi ele almaz. Özgürlüğü düşünmek gerekir. Özgür olmak belki bir yakalanmadır. Varoluşçuluk yalnızca varoluş felsefesi değil, aynı zamanda mutlak özgürlüktür. Bu, Sartre'ın varoluşçuluğunun en önemli nedenlerinden biridir. Sartre'a göre özgürlük, insanlık varoluşunun temel verisidir.
Sartre, biz özgürüz fakat özgür olmayı seçemiyoruz, özgürlüğe bağlıyız ve dünyaya atıldık, der. O burada Martin Heidegger'le aynı düşünür. Sartre felsefesinde özgürlük, kendisi-için-varlığın yalnız ne içinde, ne dışında, ne de karşısmdadır , o tamamındadır. O mutlak ve sınırsızdır. Her şeyi seçen bu özgürlüktür. İnsanın özgür olması gerekiyorsa bunun engellenmemesi ve varolması için de seçmesi gerekir.
Özgürlük varoluşla aynı anlamdadır ve insan, özgürlüğünü bununla gerçekleştirir. Diğer taraftan ise biz kendi sorumluluğumuzu göz önünde bulundurmak zorundayız. Çünkü kendimizden sorumluyuz. Mutlak özgürlük, mutlak sorumluluğu gerektirir. Ben hiçbir zaman özgürlüğümü sınırlandıramam, çünkü o sınırlı kalamaz.
Sartre bu konuda düşüncelerini net olarak açıklamaktadır. Zira özgürlük, onun felsefesinde mutlaktır. O daha çok olağan üstüdür. Bir başka deyişle, insan özgür olmaya mahkumdur. Çünkü Ona göre özgürlük, yokluktan önce ortaya çıkar. Bu insanlık gerçeği için varlığı seçmektir. Hiçbir şey insanın ne içinden ne de dışından gelir. Bununla birlikte özgürlük, bir varlık değil, insanın bizzat kendisi ve kendi varlığıdır. Ben bununla hem iyiyi hem de kötüyü ortaya çıkarabilirim. Dolayısıyla özgürlüğü inceleyebilir ve ondan yararlanabilirim. İnsan yaptığı her şeyden sorumludur ve özgürlüğü tarif de edilemez.
Sartre'a göre özgürlük, varlık olayıdır. Özgürlüğe mahkum olmak demek, insanın varolması demektir. Bu da varlığın yokluğu anlamını içerir. Çünkü bilincin özü her zaman özgürlüğündedir. Bilinç, kendi özüyle ve özgürlüğüyle oluşur. Sartre'a göre özgürlük, gerekirciliğe yer bırakmaz ve mutlaktır.
e) Kendisi-için-varlık, olay özelliğine sahiptir
Olay özelliği sayesinde kendisi-için-varlık, kendini bir eksiklik veya varlığın baskısından kurtuluş olarak tanır. O kendi kendisinin temeli değildir. Varlığın ortasında yokluk sahasına girmiştir ve sebepsiz yere bir dünyaya bırakılmıştır.
Sartre'a göre gerçek dünyayı ve kendisi-için-varolan dünyayı yaratan insandır. Fakat her birimizin yaratmış olduğu dünyada ön gördüklerimiz, amaçlarımıza göre değişir. Olay özelliği de Sartre'ın felsefesinde önemli bir yer tutar. Bu özellik olmasaydı bilinç, dünyayla olan ilgisini kopuk bir özgürlükle kurmak zorunda kalırdı. Bununla birlikte kendisi-için-varlık'ın denetlediği özgürlük, içinde bulunduğu durumla daralmıştır. Buna rağmen onun özgürlüğü gerçek bir özgürlüktür ve olay özelliğinde bile o kendi özgürlüğüne bağlıdır. Bundan dolayı insan tüm eylemlerini ortaya koyar ve kendisi-için-varlık, yaptıklarının tümünden sorumlu olur.
Sartre'ın varoluş felsefesinde özgürlük ve seçim, sorumluluk üzerine kurulmuştur. Bu varsayım yeni değildir. Sartre'a göre her insanda evrensel bir öz bulmak olanaklı değildir. Toplumlar ve insan grupları arasında değişik koşullar bulunmaktadır. Tarih ve kültür insanın içinde bulunduğu koşullan değiştirme olanağı sağlar. Örneğin liberal ve kapitalist toplumlarda fakir ve zengin sınıfları vardır. Sartre'a göre öznel ve nesnel sınırlar vardır. Nesnel sınırlar her yerde görülür. Bu kendi varlığını başkalarına göstermek demek değildir. Bu özgürlük demektir. Çünkü bütün insanlar kendi farklı tasarıları ve çalışmaları konusunda özgürdürler. Her defasında bunlar ve bu farklılıklar sınırlıdır. Bu da insanlık durumunu oluşturur. Sartre'ın dediği gibi bunun içinde her tasarının evrensel bir değeri vardır. Bizzat kendim seçerek ve diğer insanların tasarısını anlayarak evrenselliğimi oluştururum.
Sartre'ın burada dikkatini çeken şey, özgürlük ve yokluk arasındaki ilgidir. Her insan bir insanlık biçimini gerçekleştirir. Yine her insanın özgürlüğü, evrensel tarihi oluşturur ve buna bağlı olarak insanın oluşumu tarihseldir. Sartre'a göre varoluş ile özgürlük arasında hiçbir fark olmadığı gibi varlık ile yokluk arasında da hiçbir fark yoktur. Sartre'a göre insanın sorumluluğu ortak bir noktayı oluşturur. İnsan özgürce seçebilme olanağına sahiptir. Fakat insanın kişisel olayları, başkalarının dışındaki olaylardır. Sartre'ın bu düşüncelerine dayanarak sorumluluğun başlı başına bir görev gibi anlaşıldığını söyleyebiliriz. Genel olarak varlığın bu durumda bir nedeni yoktur. Sorumluluk insanın varlığının bölünmezliğidir. Bilinci, özgürlüğü oluşturur. Özgür olmak, sorumlu olmaktır. Bu durumda sorumluluk insan gerçeğinin başlıca özelliklerinden biridir.
Sartre'a göre yokluğu dünyaya getiren varlıkta yani kendi öz varlığında, varlığının yokluğu sorusu yer alır. Yokluğun dünyaya getirilmesini sağlayan varlık, kendi öz yokluğudur. İnsan yokluğun dünyaya gelmesini sağlayan varlıktır. Sartre'a göre, yokluğun araya girmesiyle kendisi-için-varlık, kendinde-varlık'tan ayrılır. Çünkü ona göre bu yokluk, insanla veya insan bilinciyle dünyaya gelir. Sartre yoklukla ilgili düşüncesinde Hegelci diyalektik yerine fenomenolojik bir düşünceyi öne alır. Bilindiği gibi Hegel'e göre varlık ve yokluk diyalektik kavramlardır. Oysa bu durum Sartre'ın fenomenolojisinde varlık, yokluğa değil, yokluk varlığa tabidir. Çünkü yokluk, varlığı tamamlayan soyut bir fikir olmadığı gibi, varlığın kendisinde bulunması da olanaksızdır. Ayrıca yokluk, kendisinden yokluk hareketi için kuvvet alır, tamhğa sahip olan ve sorumsuz bir şeye gereksinim duyar. Dolayısıyla yokluk, iğreti ve sonradan gelen varlığın özelliği olmaktadır. Sartre'ın bu görüşünün St. Augustine'nin felsefesine dayandığını belirtebiliriz.
c) Keadisi-için-varklığın yokluğu içermesi
Sartre, Varlık ve Yokluk adlı eserinde insanla ve onun bilinciyle dünyaya gelen yokluğu, kendisi-için-varlık'da yalnız olarak değerlendirilemeyeceğini söyler. Yokluğun temeli insana bağlı olarak ortaya çıkar. Bunu Sartre bir kahvede bulunmayan Pierre adlı şahısı örnek göstererek anlatır. Bu kişinin kahvede olmadığını görür ve onun yokluğuna kendisinin onu orada bekleyişi sebep olmuştur. Kahvede insanlarla Pierre arasında bir bağ kurar, onu arar ve olmadığını anlar. Bunu bir başka örnekte şöyle belirtebiliriz: Bir vazoyu algılarken, algılayan bilinç kendisinin vazo olmadığını ortaya koymakta ve kendisini vazo olmayan şey olarak nitelendirmektedir. Sartre'a göre algılanan şey, tüm karşılaştırmalardan ve tüm meydana getirmelerden önce, bilinç karşısında bilince ait olmaksızın bulunur.
Yukarıda da görüldüğü gibi, kendi kendini algılamak isteyen bilinç, büyük bir sorunla karşı karşıya gelmekte, böyle bir algılamaya sahip olabilmek için de kendisinden uzaklaşmaktadır. Sartre bu durumu eksiklik olarak nitelendirmekte ve kendisi-için-varlığın varlık özelliğinde olamayacağını belirtmektedir. Dolayısıyla bilincin varlık açısından bu eksikliğe sahip olması, yokluğu gerektirir. Çünkü kendisi-için-varlık, eğer kendisi değilse bu durum özdeşlik prensibine aykırı olmakta ve kendisinde-varlığın kendisiyle tam uyum halinde olmasıyla örtüşmektedir. Bir başka deyişle, bilincin, kendi kendine görünüşü onu kendinde hem bilen hem bilinen konumuna getirmekte ve ayrıca kendi kendisi olamama durumuna itmektedir. Biz bilinci, kendi kapsamında incelediğimizde varlığından değil, sadece bir boşluk olarak değerlendirebilecek yokluğundan bahsederek anlayabiliriz.
Bilindiği gibi klasik psikoloji bizim için kendine özgü bir dünya sunar. Çünkü onda bizim düşüncelerimiz yer almaktadır. Ona göre nesneler dünyası dünyanın bir bölümünü oluşturur. Bunlar, kendimiz için tanıdığımız dış dünyadır. Aynı zamanda bunlar, bilincin de temelidirler. Sartre'a göre bilinç, bir devamlılıktır ve ondan başka hiçbir şey değildir. Çünkü bilincin özden başka bir şeyi yoktur. Bu, onun için önemli bir özelliktir. Her durumda bilincin büyüklüğü, varlığın kendisinden oluşur. Bu büyüklük bazı noktalarda birbirinden ayrılır. Önemli olan tanınmayanı tanımak ve onunla karşılaşmaktır. Zira kendisi yani bilinç, ne varlığı ne de yokluğu tanır. Fakat bu bilinen varlık, yokluğa ilişkindir ve dolayısıyla kendisi tek basma bir şey değildir.
Diğer taraftan Husserl bilincin, herhangi bir şeyin bilinci olduğunu belirterek, onun bir nesnenin önceliğini kabul etmeyen bir biçimi oluşturduğunu, söyler. Bilinçle ilgili düşünceler açıklandığı zaman bilinen nesnenin incelenmesi her zaman ilgi çekmiştir. Fakat Sartre için hiçbir zaman bilinci oluşturan bir nesne ile karşılaşılmaz. Çünkü o, bize yokluktan başka bir dünyanm olmadığı söyler. Bu durumda Sartre'a göre varlık nedir ve bilinç nasıl oluşur? Burada kendisine göre ayrıntıyı oluşturan varlıktır. Varlık düşüncesi nesnenin oluşumunda açıklanır. Heidegger'e özgü düşünceyi oluşturan bilincin tarifini Sartre yeniden şekillendirir: Bilinç, varlığın temelini oluşturan sorundur. Burada açıklanan varlık kendisine bağlı olmayan yoklukla aynı anlama gelir. Sartre'a göre insan bir meyvenin çekirdeği gibidir. Bilinçle varlık arasında böyle ayrıntılar vardır. Bilinç, yokluğun gerçekleşmesi veya varlığın kendini ortaya koyması demektir. Böylece yok olma veya yok etme görüşü ortaya çıkar. Buna yokluğu yok etme diyebilir miyiz?
Sartre'a göre herhangi birisi orada yoksa aradığım kişinin düşüncesi orada kalır ve ben yokluğu oluştururum. Bilinç, kendisinden başka varoluşu yok kabul eder. Bu başka bir düşünceye göre oluşturulmuş demektir. Ben kendi düşüncemi oluşturabilir miyim? Bununla beraber varoluştan, herhangi bir şeyden veya herhangi birinden olmam gerekir. Dolayısıyla bilincin, kendinden başka varlığa gereksinimi vardır. Çünkü o, kendi varlığının sorunu olduğundan aynı anda ne kendisi ne de kendi dışında varlık olabilmektedir.
d) Kendisi-için-varlık'ın özgür olması
Kendisi-için-varlık'ın bir diğer özelliği, onun özgür olmasıdır. Bununla ilgili olarak Sartre'ın eserlerinin pek çok yerinde bu düşüncelere rastlanılır. Konumuzu yakından ilgilendirdiği için biraz bunun üzerinde durmamız gerekiyor. Yukarıda da belirttiğimiz gibi yokluk dünyaya insanla gelmektedir. İnsanın varlığı ile yokluğu meydana getiren şey nedir? Bu sorunun yanıtı şüphesiz özgürlük olmaktadır. Burada söz konusu olan insan doğasının bizzat kendisidir. Sartre, insanın varlığı ile özgürlüğü arasında hiçbir ayrılık olmadığını, insanın özgür olmaya mahkum olduğunu belirtir. Sartre'ın felsefesi genel anlamda özgürlük felsefesidir. Özgürlüğün bilincine anxiété yani sıkıntıyla ulaşılır. Bununla özgürlük kendini açığa çıkarır. Dolayısıyla Sartre'a göre yokluk, özgürlük ve sıkıntı arasında sıkı bir bağıntı bulunur. Bunlar kendisi-için-varhğın en belirgin özellikleri arasında yer almaktadır.
Sartre L'Etre et le Néant'da özgürlüğü ayrıntılı olarak ortaya koymakta ve bu özgürlük, insanın varoluşundaki yokluk gibi görünmektedir. Ona göre nesneler, varoluşun özünü oluşturur. Özgürlük bir varlık gibi değildir. O insandır ve varlığın yokluğu demektir. Özgürlük, insanda yoklukla oluşur. Bir başka deyişle özgürlük, yokluğun olabilirliği demektir. Yokluk konusunda insanın özgürlüğünde bir sorun vardır. Varlıkla yokluk bizim özümüzdeki ayrıntılardır.
Sartre düşüncesinde özgürlüğü incelemek, doğrudan doğruya kendini yani kendisi için-varlığı incelemek demektir. Onu incelemek, varlığı üzerinde inceleme yapmaktır. Her felsefi kavram gibi özgürlük de felsefi düşünceyi incelemeye izin verir. Felsefe yalnız soyut düşüncelerden oluşmaz. Dolayısıyla özgürlük genel olarak tarif edilebilecek bir kavram da değildir. Bu, bütün felsefi dillerin ve bireyselliğin bir gerçekliğidir. Oz-gürlüğün konusu nesneye dayanır ve bir değer taşır. Her felsefi konu gibi özgürlük de reddedilen bir düşünceyi ele almaz. Özgürlüğü düşünmek gerekir. Özgür olmak belki bir yakalanmadır. Varoluşçuluk yalnızca varoluş felsefesi değil, aynı zamanda mutlak özgürlüktür. Bu, Sartre'ın varoluşçuluğunun en önemli nedenlerinden biridir. Sartre'a göre özgürlük, insanlık varoluşunun temel verisidir.
Sartre, biz özgürüz fakat özgür olmayı seçemiyoruz, özgürlüğe bağlıyız ve dünyaya atıldık, der. O burada Martin Heidegger'le aynı düşünür. Sartre felsefesinde özgürlük, kendisi-için-varlığın yalnız ne içinde, ne dışında, ne de karşısmdadır , o tamamındadır. O mutlak ve sınırsızdır. Her şeyi seçen bu özgürlüktür. İnsanın özgür olması gerekiyorsa bunun engellenmemesi ve varolması için de seçmesi gerekir.
Özgürlük varoluşla aynı anlamdadır ve insan, özgürlüğünü bununla gerçekleştirir. Diğer taraftan ise biz kendi sorumluluğumuzu göz önünde bulundurmak zorundayız. Çünkü kendimizden sorumluyuz. Mutlak özgürlük, mutlak sorumluluğu gerektirir. Ben hiçbir zaman özgürlüğümü sınırlandıramam, çünkü o sınırlı kalamaz.
Sartre bu konuda düşüncelerini net olarak açıklamaktadır. Zira özgürlük, onun felsefesinde mutlaktır. O daha çok olağan üstüdür. Bir başka deyişle, insan özgür olmaya mahkumdur. Çünkü Ona göre özgürlük, yokluktan önce ortaya çıkar. Bu insanlık gerçeği için varlığı seçmektir. Hiçbir şey insanın ne içinden ne de dışından gelir. Bununla birlikte özgürlük, bir varlık değil, insanın bizzat kendisi ve kendi varlığıdır. Ben bununla hem iyiyi hem de kötüyü ortaya çıkarabilirim. Dolayısıyla özgürlüğü inceleyebilir ve ondan yararlanabilirim. İnsan yaptığı her şeyden sorumludur ve özgürlüğü tarif de edilemez.
Sartre'a göre özgürlük, varlık olayıdır. Özgürlüğe mahkum olmak demek, insanın varolması demektir. Bu da varlığın yokluğu anlamını içerir. Çünkü bilincin özü her zaman özgürlüğündedir. Bilinç, kendi özüyle ve özgürlüğüyle oluşur. Sartre'a göre özgürlük, gerekirciliğe yer bırakmaz ve mutlaktır.
e) Kendisi-için-varlık, olay özelliğine sahiptir
Olay özelliği sayesinde kendisi-için-varlık, kendini bir eksiklik veya varlığın baskısından kurtuluş olarak tanır. O kendi kendisinin temeli değildir. Varlığın ortasında yokluk sahasına girmiştir ve sebepsiz yere bir dünyaya bırakılmıştır.
Sartre'a göre gerçek dünyayı ve kendisi-için-varolan dünyayı yaratan insandır. Fakat her birimizin yaratmış olduğu dünyada ön gördüklerimiz, amaçlarımıza göre değişir. Olay özelliği de Sartre'ın felsefesinde önemli bir yer tutar. Bu özellik olmasaydı bilinç, dünyayla olan ilgisini kopuk bir özgürlükle kurmak zorunda kalırdı. Bununla birlikte kendisi-için-varlık'ın denetlediği özgürlük, içinde bulunduğu durumla daralmıştır. Buna rağmen onun özgürlüğü gerçek bir özgürlüktür ve olay özelliğinde bile o kendi özgürlüğüne bağlıdır. Bundan dolayı insan tüm eylemlerini ortaya koyar ve kendisi-için-varlık, yaptıklarının tümünden sorumlu olur.
Sartre'ın varoluş felsefesinde özgürlük ve seçim, sorumluluk üzerine kurulmuştur. Bu varsayım yeni değildir. Sartre'a göre her insanda evrensel bir öz bulmak olanaklı değildir. Toplumlar ve insan grupları arasında değişik koşullar bulunmaktadır. Tarih ve kültür insanın içinde bulunduğu koşullan değiştirme olanağı sağlar. Örneğin liberal ve kapitalist toplumlarda fakir ve zengin sınıfları vardır. Sartre'a göre öznel ve nesnel sınırlar vardır. Nesnel sınırlar her yerde görülür. Bu kendi varlığını başkalarına göstermek demek değildir. Bu özgürlük demektir. Çünkü bütün insanlar kendi farklı tasarıları ve çalışmaları konusunda özgürdürler. Her defasında bunlar ve bu farklılıklar sınırlıdır. Bu da insanlık durumunu oluşturur. Sartre'ın dediği gibi bunun içinde her tasarının evrensel bir değeri vardır. Bizzat kendim seçerek ve diğer insanların tasarısını anlayarak evrenselliğimi oluştururum.
Sartre'ın burada dikkatini çeken şey, özgürlük ve yokluk arasındaki ilgidir. Her insan bir insanlık biçimini gerçekleştirir. Yine her insanın özgürlüğü, evrensel tarihi oluşturur ve buna bağlı olarak insanın oluşumu tarihseldir. Sartre'a göre varoluş ile özgürlük arasında hiçbir fark olmadığı gibi varlık ile yokluk arasında da hiçbir fark yoktur. Sartre'a göre insanın sorumluluğu ortak bir noktayı oluşturur. İnsan özgürce seçebilme olanağına sahiptir. Fakat insanın kişisel olayları, başkalarının dışındaki olaylardır. Sartre'ın bu düşüncelerine dayanarak sorumluluğun başlı başına bir görev gibi anlaşıldığını söyleyebiliriz. Genel olarak varlığın bu durumda bir nedeni yoktur. Sorumluluk insanın varlığının bölünmezliğidir. Bilinci, özgürlüğü oluşturur. Özgür olmak, sorumlu olmaktır. Bu durumda sorumluluk insan gerçeğinin başlıca özelliklerinden biridir.