Hıristiyan Düşüncesinde Apoloji ve St. Thomas Aquinas - 1

Muhammet Tarakçı

Özet

Ortaçağ Batı Felsefesi’nin ve Roma Katolik Kilesi’nin önde gelen temsilcilerinden biri olan St. Thomas Aquinas, Summa Contra Gentiles isimli beş ciltlik eserinde Hıristiyan olmayanlara karşı kendi dinini savunmaya ve açıklamaya çalışır. Bu makale, Hıristiyan apolojilerin tarihî gelişimi ve türleri açıklandıktan sonra, söz konusu eser bağlamında St. Thomas Aquinas’ın apolojisini irdelemeyi amaçlamaktadır. Bunu yaparken, şu temel soruya cevap bulunmaya çalışılmaktadır: Summa Contra Gentiles, çok eski bir tarihî rivayetin de işaret ettiği gibi, gerçekten İslâm’a ve Müslümanlara karşı mı yazılmıştır? Makale, bu soruya cevap bulmaya çalışırken, bir yandan genel olarak Hıristiyan apolojileri bir yandan da St. Thomas Aquinas’ın apolojisi konusunda bilgiler sunmaktadır.

Dünden Bugüne Hıristiyan Apolojileri

Kelime anlamı “savunma”, “savunma amacıyla yapılan konuşma” olan apoloji, terim olarak, belli bir saldırı veya suçlama karşısında Hıristiyanlığı savunmayı ifade etmektedir. Bu kelimeden türetilen Apolojetik ise sistematik bir şekilde Hıristiyanlığı savunma yollarını ve araçlarını araştıran bilim, kısaca söylenecek olursa apoloji bilimi olarak tanımlanmaktadır. Belirli bir saldırı karşısında Hıristiyanlığı savunmak için yazılan eserler apoloji kapsamına girerken, Hıristiyanlığın özünden kaynaklanan Apolojetik, Hıristiyanlığa karşı ne tür saldırıların yapılabileceğini, Hıristiyanlığın saldırıya açık yönlerini, mevcut veya olası saldırıların eksik ve yanlış yönlerini ele alan bilim dalıdır. Bu durumda, her Apolojetik bir apolojidir; ancak her apoloji Apolojetik değildir1. Yukarıdaki tanımlardan da anlaşılabileceği gibi, apoloji somut bir saldırıya cevap olduğu için, genellikle, Hıristiyanlığın Hıristiyan olmayanlara veya Hıristiyanlık içindeki heretik akımlara karşı savunulmasını ifade eder. Hâlbuki Apolojetik’te amaç Hıristiyanları donanımlı hale getirmektir ve bu sebeple de hedef kitle Hıristiyanlardır. Bununla birlikte, İngilizce Apologetics (apoloji bilimi) ile apologetic (apoloji/ savunma niteliği taşıyan) kelimelerinin her ikisi de Türkçe’ye “apolojetik” olarak aktarıldığı belirtilmelidir. Anlam karmaşası olmaması açısından, “apolojetik” kelimesini, bilim dalı kastedildiğinde büyük harfle, sıfat olarak kullanıldığında ise küçük harfle yazmak uygun görünmektedir.

Hıristiyanlığın ilk dönemlerinde apolojiler genellikle Yahudilere ve kâfirlere (Gentiles) karşı Hıristiyan inancını korumaya yönelikti. Bu anlamda, ilk Hıristiyan apolojistlerin Havariler olduğu söylenebilir. Havariler’i takip eden dönemde apoloji yazarları arasında Justin Martyr (ö. 165) önemli bir yer işgal etmektedir. “Akla uygun olan her şey, Hıristiyanlığa aittir ve Hıristiyanlığa ait olan her şey de akla uygundur” diyen Justin, Hıristiyanlara karşı yapılan zulümlerin durması ve onlara hoşgörüyle davranılması gereğini dile getirir.

Zihinleri ilâhî Logos tarafından aydınlatılmış olan pagan filozofların, kendileri farkında olmasalar da, bir anlamda Hıristiyan olduğunu savunan Justin, eserlerinde oldukça felsefî bir dil ve üslup kullanmıştır. Yine bu dönemde İskenderiye İlahiyat Okulu’nun da apoloji tarihinde önemli bir yeri vardır. Philo (ö. 45) felsefesinin etkisindeki bu okulun önde gelen temsilcileri Clement (ö. 215) ve Origen’dir (ö. 254?). Origen’in Hıristiyanlık karşıtı Celsus’a karşı yazdığı eser, klasik apolojinin en mükemmel örneklerinden biri olarak kabul edilir. Latin apolojistler arasında ise özellikle Augustinus’un ismini zikretmek gerekmektedir.

Ortaçağ’a gelindiğinde, Hıristiyanlar, diğer grupların yanı sıra, hızla yayılan İslâm’a ve Müslümanlara karşı da apoloji yazma durumunda kalmışlardır. Bu bağlamda, Doğu’da son kilise babası kabul edilen Suriyeli teolog John Damascene (Yahya ed-Dımeşkî) (ö. 754?), onun öğrencisi Theodore Ebu Kurra (ö. 820?) ve Abdulmesih el-Kindî (ö. 850?) yazdıkları Arapça apolojilerle Hıristiyanlığı savunmaya ve bu dinin, İslâm’dan üstün olduğunu göstermeye çalışmışlardır. Burada, Hıristiyanlığın mucizelerle ve Havarilerin çabalarıyla; İslâm’ın ise kılıçla yayıldığını iddia eden el-Kindî’nin özel bir yeri vardır; zira onun, İslâm’ı kılıçla yayılan bir din olarak tanıtması, belki de Ortaçağ’dan günümüze Hıristiyan dünyada İslâm hakkında en çok benimsenen “şiddet ve şehvet dini” imajının oluşmasında etkili olacaktır. Ortaçağ Avrupası’nda ise, Müslümanlara ve Yahudilere karşı yazıldığı kabul edilen Summa Contra Gentiles isimli çalışmasıyla Aziz Thomas Aquinas, Hıristiyan apoloji tarihinin başka bir önemli simasıdır.

On altıncı yüzyılda Protestanlığın ortaya çıkmasıyla birlikte apolojilerin hedef kitlesi değişmiş ve apolojiler diğer dinlere karşı değil, Hıristiyanlık içi akımlara karşı bir savunma haline gelmiştir. Protestanlar Katoliklere, Katolikler de Protestanlara karşı polemik türü ve apolojetik eserler kaleme almışlardır. Bu eserlerde evharistiya (ekmek-şarap âyini/şükran duası), endüljans, azizlerin yaptığı dualar, araf, Kutsal Kitap’ın yeterli olup olmadığı, papaların otoritesi gibi konular tartışılmıştır. Dolayısıyla, önceleri “Hıristiyanlığı savunma” gayesi güden apolojiler, bu dönemde, “mezhebi savunma” görevi üstlenmişlerdir.

Protestan ve Katolik Kiliseleri arasındaki mücadeleler, on yedinci yüzyılda dine karşı şüpheci ve duyarsız bir tutumun ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu sebeple, Protestan ve Katolikler, her iki mezhebi de tehdit eden bu tehlikelere karşı ortak hareket etmek zorunda kalmışlardır. Aydınlanma ile birlikte din ile bilim arasında büyük bir çekişmeye sahne olan on sekizinci asırda ise, Hıristiyanlık daha büyük bir tehlikeyle karşı karşıya kalmıştır. Bu dönemde Hıristiyan apolojistler, metafizik argümanlar kullanmak yerine, bilimsel ve tarihsel delillerle kendi dinlerini savunmaya çalışmışlardır.

On dokuzuncu yüzyıl, Hıristiyan apoloji tarihinin en verimli dönemlerinden biri olarak kabul edilir. Bu dönemde müstakil bir bilim dalı haline gelen apoloji (Apologetics/Apolojetik), din felsefesi ve pozitif bilimlerle bağlantısını da yeni bir düzleme oturtmuştur. Özellikle Kant’ın etkisiyle din felsefesinde meydana gelen gelişmeler, apoloji ile felsefe arasındaki ilişkileri de arttırmıştır. Buna karşın, pozitif bilimler bu çağda da dini tehdit etmeye devam etmiştir.

Apolojilerin öncelikli konusu ve amacı bir yanda Darwin (ö. 1882) teorisine, diğer tarafta ise Kitab-ı Mukaddes eleştirilerine cevap vermek olmuştur. Adolf von Harnack (ö. 1930), Joseph B. Lightfoot (ö. 1889), Frederick F. Bruce (ö. 1990) bu dönemde öne çıkan apolojistlerdir.

Aydınlanma çağına kadar, neyin doğru, neyin yanlış olduğunu tespit etme konusunda hiçbir tereddüt geçirmedikleri için Hıristiyan apolojistlerin görevi çok belirgin ve bu sebeple de nispeten kolaydı. Tek yapmaları gereken, muarızların görüşlerini çürütmek ve yanlışlarını göstermekti. Ancak deizm, idealizm ve liberalizm gibi düşüncelerin ortaya çıkmasıyla birlikte neyin doğru, neyin yanlış olduğunu tespit etmek eskisi kadar kolay olmamıştır. Gotthold E.
Lessing (ö. 1781), Hegel (ö. 1831), David F. Strauss (ö. 1874) ve Harnack gibi düşünürlerin, Hıristiyanlığı hangi aşamaya kadar savunduklarını, hangi noktalarda eleştirdiklerini tespit etmek zor olmuştur. Yirminci yüzyılın başında savunmacı ve tashihçi (revizyonist) olmak üzere iki tür apolojinin varlığından bahsetmek mümkündür. Savunmacı apolojistler, kâfirleri, geleneğin öğrettiği şekilde inanmaya çağırırken; tashihçiler, dinî ve seküler bilgi arasında bir sentez oluşturmaya çalışmışlardır.

Apoloji Türleri

Hıristiyanlığı savunmak için yazılan apolojiler değişik şekillerde tasnif edilebilmektedir. Bu tasniflerden birine göre, apolojiler, inayet tecrübesine vurgu yapan, doğal teolojiyi savunan ve vahyi temel alan apolojiler olmak üzere üçe ayrılır.

İnayet tecrübesine vurgu yapan apolojilerde, Hıristiyan öğretisinin hissedildiği içsel ve öznel tecrübeye önem verilir. Ayrıca, geleneksel felsefeye karşı düşmanca bir tavır benimsenirken, varoluşçuluğa sempati duyulur. Hıristiyan öğretisinin aklı aşan paradoksal niteliğine önem verilmesi; Tanrı’nın varlığını ispatlamaya çalışan delillerin ve doğal teolojinin reddi; Tanrı’nın aşkınlığının vurgulanması; günahın insanı körleştiren etkileri olduğuna inanılması gibi başka belirleyici özellikler de inayet tecrübesine vurgu yapan apolojileri tanımlamak için kullanılmaktadır.

Bu grupta yer alan Hıristiyan düşünürlere göre, bireyin yaşadığı Hıristiyanlık tecrübesi o kadar derin ve eşsizdir ki, Hıristiyanlığın savunulması için başka hiçbir delile gerek yoktur. Bu dinî tecrübe aşka benzetilebilir. Bir kimsenin âşık olduğuna ilişkin herhangi bir delil ortaya konabilir mi? Aşk rasyonel bir analize konu olabilir mi? Aşkın mahiyetine ilişkin rasyonel algılamalar, aslında, aşk değildir. Aşkın yegâne delili içsel bir şekilde hissedilmesidir. Tıpkı aşk gibi, Hıristiyanlık da geçerliliğini, Hıristiyanlığın içsel bir şekilde hissedilmesinden alır. Bu grubun temsilcileri arasında Pascal (ö. 1662), Kierkegaard (ö. 1855) ve Brunner (ö. 1966) gösterilmektedir.

Doğal teolojiyi savunan apolojilerde, dinî bilgiler alanında, insan aklının güçlerine karşı büyük bir güven beslenir. Din ve bilim hemen hemen aynı düzlemde görüldüğü için, apolojide kullanılan dil, doğrulama ve genelleme gibi bilimsel yasaların kullandığı dille aynıdır. Doğal teolojiye dayalı bir apoloji yapılmasını savunanlar, akılla dinî bilgilere erişilebileceğine ve imanın, ampirik temellere dayalı olarak inşa edilebileceğine inanmaktadırlar. Onlara göre, aslî günah ve cennetten kovulma sonucunda zayıflamış olsa da, insanda var olan Tanrı imajı hâlâ devam etmektedir. Doğal teolojiyi savunan apolojilerde, dinî önermeleri, bilimsel yöntemlerle açıklamak tercih edilen bir tutumdur. Aquinas, Joseph Butler (ö. 1752) ve F. R. Tennant (ö. 1957) bu grubun temsilcileri olarak gösterilmektedir.

Vahye dayalı bir apolojinin gerektiğine inananlar hem inayet hem de doğal teoloji temeline dayalı apolojetik yöntemleri eleştirmektedirler. Vahiy ekolüne göre, inayete dayalı apoloji kişisel tecrübelere bağlı olduğu için çok öznel bir nitelik taşır. Hâlbukiapolojetik yöntemler, insanın öznel tecrübesine değil, ilâhî gerçeklere dayanmalıdır. Vahiy ekolü, doğal teoloji taraftarlarını da, insanın acziyetini yeterince anlayamamakla eleştirmektedirler. Eğer aslî günah, insanın Tanrı hakkında bazı bilgilere ulaşmasına engel oluyorsa, bu durumda doğal teoloji diye bir şey olamaz.
1 | 2 | 3

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP