Hıristiyan Düşüncesinde Apoloji ve St. Thomas Aquinas - 2
|
Vahyi temel alan apolojilerde iman, anlamanın ötesinde bir şeydir ve insan ancak inandıktan sonra anlamaya çalışmalıdır. Dinî konularda insan aklına tam anlamıyla güvenmek doğru değildir. Bu sebeple, Kutsal Ruh’un yardımı olmadan, Hıristiyan inanç ve aydınlanmasının var olması mümkün değildir. Augustinus ve Calvin (ö. 1564) vahiy ekolünün önde gelen temsilcileri arasında yer almaktadırlar.
Başka bir tasnife göre apolojiler klasik, delile dayalı, tecrübeye dayalı, tarihsel ve ön kabullere dayalı (presuppositional) apolojiler olmak üzere beş bölüme ayrılır.
Tanrı’nın varlığına ilişkin argümanlara vurgu yapan klasik apolojetik yöntem, yeri geldiğinde, Hıristiyanlığı destekleyen tarihsel delillere de başvurur. Tanrı’nın varlığını ispata yönelik argümanlar genel olarak kabul edilmekle beraber, bazı argümanların diğerlerine tercih edildiği de olur. Nitekim, kimileri ontolojik delili tercih ederken, kimileri ise kozmolojik delillerden yana bir tavır sergilemektedir.
Klasik apolojide Hıristiyanlığı destekler nitelikteki diğer deliller, özellikle de mucizeler gibi tarihsel deliller, ancak ikincil derecede bir yer edinebilmiştir. Bu tür apolojilerde Yeni Ahit’in İsa Mesih hakkında verdiği bilgiler tarihsel deliller kapsamında değerlendirilir ve kullanılır. Klasik apolojinin iki aşamadan oluştuğu görülmektedir.
İlk aşamada vahyin verilerinden bağımsız olarak, Tanrı’nın varlığını kanıtlayan deliller ortaya konulur. İkinci aşamada ise İsa Mesih’in tanrılığı ve Kutsal Kitap’ın ilham mahsulü olması gibi Hıristiyanlığın temel kabullerini destekleyecek tarihsel deliller toplanır. Augustinus, Anselm (ö. 1109), Aquinas gibi Ortaçağ düşünürlerinin yanı sıra Winfred Corduan, William Lane Craig, Norman L. Geisler, Stuart Hackett, Peter Kreeft, C.S.Lewis, J.P.Moreland, William Paley, R.C.Sproul ve B.B.Warfield gibi çağdaş düşünürler de klasik apolojinin temsilcileri arasında yer almaktadırlar.
Delile dayalı apolojiler, Hıristiyanlığın gerçek din olduğunu ispatlamaya yönelik delilleri kullanmayı tercih eder. Bu deliller rasyonel, tarihsel, arkeolojik, hatta tecrübeye dayalı bile olabilir. Pek çok delili kullandığı için bu apoloji türü, bir bakıma diğer apoloji yöntemlerini de kapsamış olmaktadır. Delile dayalı apolojetik eserlerde yer alan rasyonel argümanlar, aslında, Tanrı’nın varlığını ispatlamak için kullanılan delillerdir ve bu açıdan bakıldığında delile dayalı apolojiler ile klasik apolojiler örtüşüyor gibi görünebilir. Ancak iki apoloji yöntemi arasında yine de bir fark vardır: Klasik apolojetik eserlerde Tanrı’nın varlığını kanıtlamak için kullanılan argümanlar, diğer deliller arasında hiyerarşik bir üstünlüğe sahiptir. Delile dayalı apolojilerde ise kullanılan argümanlar arasında herhangi bir üstünlük gözetilmez. Bu tür apoloji yapan düşünürler, kendisini destekleyecek her türlü delili derleyip toplayan avukatlara benzetilebilir. William Paley (ö. 1805), Bernard Ramm ve Josh McDowell bu tür apolojjlerin önde gelen temsilcilerindendir.
Tecrübeye dayalı apolojilerde Hıristiyanlığın hak din olduğunu kanıtlamak için insanların genel veya özel din tecrübelerinden yararlanılır. Özel din tecrübesi kapsamına mistik ve varoluşsal (existential) tecrübeler de dâhil edilmektedir. Pek tabiîdir ki, burada özel din tecrübesi ile kastedilen Hıristiyanlık ile ilgili tecrübelerdir.
Genel din tecrübesi insanları yüce bir varlığa inanmaya sevk eden bir niteliğe sahip olduğu için bütün dinlerin kullanabileceği bir argüman olarak görülmektedir. Meister Eckhart (ö. 1328?) mistik tecrübeyi bir apoloji yöntemi olarak kullanmıştır. Søren Kierkegaard, Rudolf Bultmann (ö. 1976) ve Karl Barth (ö. 1968) varoluşsal tecrübeden, Friedrich Schleiermacher (ö. 1834) ve Paul Tillich (ö. 1965) ise genel din tecrübesinden yararlanarak Hıristiyanlığı savunmaya ve açıklamaya çalışmışlardır. Tecrübeye dayalı apolojiler değerlendirilirken, genel tecrübenin yalnızca Hıristiyanlığa özgü bir delil, özel din tecrübesinin ise objektif ve kanıtlanabilir olmadığı göz önünde bulundurulmalıdır.
Tarihsel apoloji, isminin de işaret ettiği gibi, Hıristiyanlığın gerçek din olduğunu kanıtlamak için tarihsel delillere müracaat eder. Bu tür apolojide, Tanrı’nın varlığı da dâhil olmak üzere Hıristiyanlığın bütün kabulleri ancak tarihsel delillerle kanıtlanabilir. Bu açıdan bakıldığında, tarihsel apoloji ile delillere dayalı apoloji birbirine benzer. Aralarındaki fark ise, delillere dayalı apolojinin, Hıristiyanlık ile ilgili tarihsel verilerin önemine inanmakla birlikte, bu verileri yegâne deliller olarak görmemesidir.
İlk dönem Hıristiyanlık tarihinde “apolojist” olarak adlandırılan Tertullian (ö. 225), Justin Martyr, Clement ve Origen’in tarihsel apoloji yaptıkları kabul edilmektedir. Modern dönemde ise, John Warwick ve Gary Habermas tarihsel apolojiyi savunan kişiler olarak ön plana çıkmaktadır.
Ön kabullere dayalı apoloji taraftarlarına göre, Hıristiyanlık, birtakım temel ön kabullere dayanılarak savunulmalıdır. Bu apolojide Hıristiyanlığın hak ve yegâne gerçek din olduğu varsayımı doğru kabul edilmektedir. Ön kabullere dayalı apoloji kendi içinde vahye dayalı, akla dayalı ve sistematik tutarlılığa dayalı ön kabuller olarak üçe ayrılır. Vahye dayalı ön kabul, Tanrı’nın, kendisini her şeyden önce Kutsal Kitap’ta açıkladığını kabul etmektir. Cornelius Van Til (ö. 1987), Greg Bahsen ve John Frame bu gruba girmektedir.
Akla dayalı ön kabulleri benimseyenler de teslisin Kutsal Kitap’ta açıklandığını kabul etmektedirler. Ancak onlara göre, teslis düşüncesinin doğruluğunu göstermenin yolu, onu “çelişmezlik ilkesi”yle açıklamaktır. Bu görüşün temsilcileri Gordon Clark (ö. 1985) ve Carl F.H. Henry’dir (ö. 2003). Sistematik tutarlılık ön kabulü ise, dinî bir sistemin aklen tutarlı olmasıdır. Ayrıca, böyle bir sistem bütün gerçekleri içine almalı ve hayatın temel ihtiyaçlarını karşılamalıdır. Edward John Carnell (ö. 1967) ve Gordon Lewis bu grubun temsilcileridir ve onlara göre dinler arasında sadece Hıristiyanlık sistematik bir tutarlılığa sahiptir. Bu görüşü savunanlar, ayrıca, Tanrı’nın varlığını kanıtlamak için ortaya konan delilleri yeterli bulmazlar ve David Hume (ö. 1776) ve Kant’ın (ö. 1804) bu delillere yönelttiği eleştirileri benimserler.
Ön kabullere dayalı apoloji ile klasik apoloji iki noktada birbirinden ayrılır. Klasik apolojiye göre, geleneksel aklî deliller Tanrı’nın varlığını kanıtlamaya yeter. Buna karşın, ön kabullere dayalı apolojide aklî deliller Tanrı’nın varlığını kanıtlayamaz. Ayrıca, klasik apolojide, tarihsel delillerin doğru anlaşılabilmesi için, daha öncesinde Tanrı’nın varlığının kanıtlanması gerekir. Ön kabullere dayalı apolojide ise Hıristiyanlığı destekleyen tarihsel delillerin anlaşılabilmesi için öncelikle, Kutsal Kitap’ta Tanrı ve teslis hakkında yapılan açıklamaların kabul edilmesi gerekli görülmektedir.
Ön kabullere dayalı apoloji ile tarihsel apoloji arasındaki fark, tarihsel delillerin yorumlanmasıyla ilgilidir. Tarihsel apoloji taraftarlarına göre, tarihsel gerçekler kendi bağlamı içinde yorumlanabilir. Hâlbuki ön kabullere dayalı apolojide, tarihsel olanlar da dâhil, hiçbir delil Hıristiyan dünya görüşünden bağımsız olarak yorumlanamaz.
Bir Hıristiyan Apolojist Olarak St. Thomas Aquinas
Ortaçağ Batı Felsefesi’nin en önemli isimlerinden biri olarak St. Thomas Aquinas (1225?-1274), üniversite eğitimini, Avrupa’da Kilise’den bağımsız olarak kurulan ilk üniversite olma özelliğine sahip Napoli Üniversitesi’nden almıştır. Arapça ve Grekçe’den yapılan tercümelerle çok canlı bir entelektüel ve kültürel ortama ev sahipliği yapan Napoli’de Aquinas, Aristoteles’in yanı sıra, İbn Sina ve İbn Rüşd gibi Müslüman düşünürlerin eserleriyle tanışmıştır.
Aquinas 1242 veya 1243 yılında, St. Dominik’in (1170-1221) kurduğu Dominik Tarikatı’na katılmıştır. Aristoteles felsefesiyle tanışması ve Dominik Tarikatı üyeliği St. Thomas Aquinas’ın hayatındaki en önemli dönüm noktalarındandır. Fransa, Almanya ve İtalya’da değişik üniversite ve okullarda görev yapan Aquinas, 1274 yılında öldüğünde, ardında değişik konularda yazılmış çok sayıda eser bırakmıştır. Bu eserler arasında Summa Contra Gentiles ve Summa Theologica Aquinas’ın düşüncelerini genel olarak yansıtması açısından ayrı bir yere sahiptir.
Hıristiyanlığı savunan bir yazar olarak düşünüldüğünde Aquinas’ın en önemli eseri, hiç kuşkusuz, Summa Contra Gentiles’tir (Bundan sonra SCG şeklinde kısaltılacaktır). “Summa” kelime olarak özet anlamına gelmekle birlikte, 12.yüzyılın başlangıcından itibaren Ortaçağ yazarlarının kullandığı ve inanç konularını geniş ve düzenli bir şekilde açıklayan bir kitap türüne işaret eder. SCG’nin el yazması bazı nüshalarında, kitabın adı olarak, On the Truth of the Catholic Faith against the Errors of the Unbelievers (İnançsızların Yanlışlarına Karşı Katolik İnancının Gerçekliği Üzerine) şeklinde daha açıklayıcı bir isim yer almaktadır.
Başka bir tasnife göre apolojiler klasik, delile dayalı, tecrübeye dayalı, tarihsel ve ön kabullere dayalı (presuppositional) apolojiler olmak üzere beş bölüme ayrılır.
Tanrı’nın varlığına ilişkin argümanlara vurgu yapan klasik apolojetik yöntem, yeri geldiğinde, Hıristiyanlığı destekleyen tarihsel delillere de başvurur. Tanrı’nın varlığını ispata yönelik argümanlar genel olarak kabul edilmekle beraber, bazı argümanların diğerlerine tercih edildiği de olur. Nitekim, kimileri ontolojik delili tercih ederken, kimileri ise kozmolojik delillerden yana bir tavır sergilemektedir.
Klasik apolojide Hıristiyanlığı destekler nitelikteki diğer deliller, özellikle de mucizeler gibi tarihsel deliller, ancak ikincil derecede bir yer edinebilmiştir. Bu tür apolojilerde Yeni Ahit’in İsa Mesih hakkında verdiği bilgiler tarihsel deliller kapsamında değerlendirilir ve kullanılır. Klasik apolojinin iki aşamadan oluştuğu görülmektedir.
İlk aşamada vahyin verilerinden bağımsız olarak, Tanrı’nın varlığını kanıtlayan deliller ortaya konulur. İkinci aşamada ise İsa Mesih’in tanrılığı ve Kutsal Kitap’ın ilham mahsulü olması gibi Hıristiyanlığın temel kabullerini destekleyecek tarihsel deliller toplanır. Augustinus, Anselm (ö. 1109), Aquinas gibi Ortaçağ düşünürlerinin yanı sıra Winfred Corduan, William Lane Craig, Norman L. Geisler, Stuart Hackett, Peter Kreeft, C.S.Lewis, J.P.Moreland, William Paley, R.C.Sproul ve B.B.Warfield gibi çağdaş düşünürler de klasik apolojinin temsilcileri arasında yer almaktadırlar.
Delile dayalı apolojiler, Hıristiyanlığın gerçek din olduğunu ispatlamaya yönelik delilleri kullanmayı tercih eder. Bu deliller rasyonel, tarihsel, arkeolojik, hatta tecrübeye dayalı bile olabilir. Pek çok delili kullandığı için bu apoloji türü, bir bakıma diğer apoloji yöntemlerini de kapsamış olmaktadır. Delile dayalı apolojetik eserlerde yer alan rasyonel argümanlar, aslında, Tanrı’nın varlığını ispatlamak için kullanılan delillerdir ve bu açıdan bakıldığında delile dayalı apolojiler ile klasik apolojiler örtüşüyor gibi görünebilir. Ancak iki apoloji yöntemi arasında yine de bir fark vardır: Klasik apolojetik eserlerde Tanrı’nın varlığını kanıtlamak için kullanılan argümanlar, diğer deliller arasında hiyerarşik bir üstünlüğe sahiptir. Delile dayalı apolojilerde ise kullanılan argümanlar arasında herhangi bir üstünlük gözetilmez. Bu tür apoloji yapan düşünürler, kendisini destekleyecek her türlü delili derleyip toplayan avukatlara benzetilebilir. William Paley (ö. 1805), Bernard Ramm ve Josh McDowell bu tür apolojjlerin önde gelen temsilcilerindendir.
Tecrübeye dayalı apolojilerde Hıristiyanlığın hak din olduğunu kanıtlamak için insanların genel veya özel din tecrübelerinden yararlanılır. Özel din tecrübesi kapsamına mistik ve varoluşsal (existential) tecrübeler de dâhil edilmektedir. Pek tabiîdir ki, burada özel din tecrübesi ile kastedilen Hıristiyanlık ile ilgili tecrübelerdir.
Genel din tecrübesi insanları yüce bir varlığa inanmaya sevk eden bir niteliğe sahip olduğu için bütün dinlerin kullanabileceği bir argüman olarak görülmektedir. Meister Eckhart (ö. 1328?) mistik tecrübeyi bir apoloji yöntemi olarak kullanmıştır. Søren Kierkegaard, Rudolf Bultmann (ö. 1976) ve Karl Barth (ö. 1968) varoluşsal tecrübeden, Friedrich Schleiermacher (ö. 1834) ve Paul Tillich (ö. 1965) ise genel din tecrübesinden yararlanarak Hıristiyanlığı savunmaya ve açıklamaya çalışmışlardır. Tecrübeye dayalı apolojiler değerlendirilirken, genel tecrübenin yalnızca Hıristiyanlığa özgü bir delil, özel din tecrübesinin ise objektif ve kanıtlanabilir olmadığı göz önünde bulundurulmalıdır.
Tarihsel apoloji, isminin de işaret ettiği gibi, Hıristiyanlığın gerçek din olduğunu kanıtlamak için tarihsel delillere müracaat eder. Bu tür apolojide, Tanrı’nın varlığı da dâhil olmak üzere Hıristiyanlığın bütün kabulleri ancak tarihsel delillerle kanıtlanabilir. Bu açıdan bakıldığında, tarihsel apoloji ile delillere dayalı apoloji birbirine benzer. Aralarındaki fark ise, delillere dayalı apolojinin, Hıristiyanlık ile ilgili tarihsel verilerin önemine inanmakla birlikte, bu verileri yegâne deliller olarak görmemesidir.
İlk dönem Hıristiyanlık tarihinde “apolojist” olarak adlandırılan Tertullian (ö. 225), Justin Martyr, Clement ve Origen’in tarihsel apoloji yaptıkları kabul edilmektedir. Modern dönemde ise, John Warwick ve Gary Habermas tarihsel apolojiyi savunan kişiler olarak ön plana çıkmaktadır.
Ön kabullere dayalı apoloji taraftarlarına göre, Hıristiyanlık, birtakım temel ön kabullere dayanılarak savunulmalıdır. Bu apolojide Hıristiyanlığın hak ve yegâne gerçek din olduğu varsayımı doğru kabul edilmektedir. Ön kabullere dayalı apoloji kendi içinde vahye dayalı, akla dayalı ve sistematik tutarlılığa dayalı ön kabuller olarak üçe ayrılır. Vahye dayalı ön kabul, Tanrı’nın, kendisini her şeyden önce Kutsal Kitap’ta açıkladığını kabul etmektir. Cornelius Van Til (ö. 1987), Greg Bahsen ve John Frame bu gruba girmektedir.
Akla dayalı ön kabulleri benimseyenler de teslisin Kutsal Kitap’ta açıklandığını kabul etmektedirler. Ancak onlara göre, teslis düşüncesinin doğruluğunu göstermenin yolu, onu “çelişmezlik ilkesi”yle açıklamaktır. Bu görüşün temsilcileri Gordon Clark (ö. 1985) ve Carl F.H. Henry’dir (ö. 2003). Sistematik tutarlılık ön kabulü ise, dinî bir sistemin aklen tutarlı olmasıdır. Ayrıca, böyle bir sistem bütün gerçekleri içine almalı ve hayatın temel ihtiyaçlarını karşılamalıdır. Edward John Carnell (ö. 1967) ve Gordon Lewis bu grubun temsilcileridir ve onlara göre dinler arasında sadece Hıristiyanlık sistematik bir tutarlılığa sahiptir. Bu görüşü savunanlar, ayrıca, Tanrı’nın varlığını kanıtlamak için ortaya konan delilleri yeterli bulmazlar ve David Hume (ö. 1776) ve Kant’ın (ö. 1804) bu delillere yönelttiği eleştirileri benimserler.
Ön kabullere dayalı apoloji ile klasik apoloji iki noktada birbirinden ayrılır. Klasik apolojiye göre, geleneksel aklî deliller Tanrı’nın varlığını kanıtlamaya yeter. Buna karşın, ön kabullere dayalı apolojide aklî deliller Tanrı’nın varlığını kanıtlayamaz. Ayrıca, klasik apolojide, tarihsel delillerin doğru anlaşılabilmesi için, daha öncesinde Tanrı’nın varlığının kanıtlanması gerekir. Ön kabullere dayalı apolojide ise Hıristiyanlığı destekleyen tarihsel delillerin anlaşılabilmesi için öncelikle, Kutsal Kitap’ta Tanrı ve teslis hakkında yapılan açıklamaların kabul edilmesi gerekli görülmektedir.
Ön kabullere dayalı apoloji ile tarihsel apoloji arasındaki fark, tarihsel delillerin yorumlanmasıyla ilgilidir. Tarihsel apoloji taraftarlarına göre, tarihsel gerçekler kendi bağlamı içinde yorumlanabilir. Hâlbuki ön kabullere dayalı apolojide, tarihsel olanlar da dâhil, hiçbir delil Hıristiyan dünya görüşünden bağımsız olarak yorumlanamaz.
Bir Hıristiyan Apolojist Olarak St. Thomas Aquinas
Ortaçağ Batı Felsefesi’nin en önemli isimlerinden biri olarak St. Thomas Aquinas (1225?-1274), üniversite eğitimini, Avrupa’da Kilise’den bağımsız olarak kurulan ilk üniversite olma özelliğine sahip Napoli Üniversitesi’nden almıştır. Arapça ve Grekçe’den yapılan tercümelerle çok canlı bir entelektüel ve kültürel ortama ev sahipliği yapan Napoli’de Aquinas, Aristoteles’in yanı sıra, İbn Sina ve İbn Rüşd gibi Müslüman düşünürlerin eserleriyle tanışmıştır.
Aquinas 1242 veya 1243 yılında, St. Dominik’in (1170-1221) kurduğu Dominik Tarikatı’na katılmıştır. Aristoteles felsefesiyle tanışması ve Dominik Tarikatı üyeliği St. Thomas Aquinas’ın hayatındaki en önemli dönüm noktalarındandır. Fransa, Almanya ve İtalya’da değişik üniversite ve okullarda görev yapan Aquinas, 1274 yılında öldüğünde, ardında değişik konularda yazılmış çok sayıda eser bırakmıştır. Bu eserler arasında Summa Contra Gentiles ve Summa Theologica Aquinas’ın düşüncelerini genel olarak yansıtması açısından ayrı bir yere sahiptir.
Hıristiyanlığı savunan bir yazar olarak düşünüldüğünde Aquinas’ın en önemli eseri, hiç kuşkusuz, Summa Contra Gentiles’tir (Bundan sonra SCG şeklinde kısaltılacaktır). “Summa” kelime olarak özet anlamına gelmekle birlikte, 12.yüzyılın başlangıcından itibaren Ortaçağ yazarlarının kullandığı ve inanç konularını geniş ve düzenli bir şekilde açıklayan bir kitap türüne işaret eder. SCG’nin el yazması bazı nüshalarında, kitabın adı olarak, On the Truth of the Catholic Faith against the Errors of the Unbelievers (İnançsızların Yanlışlarına Karşı Katolik İnancının Gerçekliği Üzerine) şeklinde daha açıklayıcı bir isim yer almaktadır.