Malebranche’ın Felsefesinde Epistemolojik Sorunlar - 1
|
Ali Taşkın
Özet
Nicholas Malebranche (1638–1715) Kartezyen filozofların en önemlilerinden birisidir. O, Descartes (1695–1650)’ın töz kuramının kimi güçlüklerini aşmak için bir metafizik sistem geliştirmiştir. Bilgi kuramında, Aziz Augustinus (354–430)’un öncülüğünü yaptığı, bilginin bütünüyle “idealarda” olduğu görüşünü savunan akıma tabi olan Malebranche’a göre bilgi, değişken olan duyumlardan, değil, değişmez ve zorunlu olan “idealar”dan gelmiştir. Đdeaların kaynağı da ne duyular ne de duyular gibi değişkenlik gösteren anlık olabilir. O halde “idealar”, ezeli ve zorunlu olan Tanrı’dadırlar ve O’ndan gelmektedirler. Malebranche’a göre neden ile sonuç arasında zorunlu bir bağlantı yoktur. Cisimsel bir neden hakiki bir neden değildir. Hakiki neden ancak Tanrı’dır.
Giriş
Augustinusçuluğu ve Dekartçılığı ile tanınan ve Fransa’nın yetiştirdiği en önemli filozoflardan birisi olan Nicholas Malebranche (1638–1715)’ın felsefi çalışmalarda hak ettiği kadar yer aldığını söylemek zordur. Kimi filozofların en ince ayrıntılarıyla ele alındığı Batı dünyasında, özellikle “ingilizce konuşan dünya” diye anılan ve hemen her alanda yirminci yüzyıla damgasını vuran çevrelerde bile Malebranche hakkındaki çalışmaların ancak son dönemlerde arttığı bir gerçektir. Önemi oldukça geç kavranmış olsa da, Malebranche’ı ele alan araştırmacılar onu Hobbes (1588–1679), Spinoza (1632–1677), Leibniz (1646–1716) çapında bir filozof olarak tanıtmaya başlamışlardır (Ablondi 2005: 9).
Malebranche’ın felsefesi, her ne kadar, ilke olarak, modern felsefenin kurucusu sayılan Descartes’ın matematik-fizik yöntemine uygun bir yöntem takip etmiş olsa da, içerik olarak Orta Çağ felsefesi özelliği taşımaktadır. Bir tarafta, görece büyük bir ilerleme kaydetmiş olan bilimsel buluşlar ve felsefede modern, analitik-pozitif çözümlemeler başlamışken, diğer tarafta Malebranche gibi, yeni yöntemi felsefeye uygulama iddiasında bulunan bir filozofun, karşılaşılan kimi güçlükleri “iman” bağlamında çözmeyi denemesi çeşitli felsefi soru ve sorunları da beraberinde getirmiştir.
Geçmişten taşınan birçok felsefi sorunu bir çırpıda çözdüğünü öne süren Malebranche’ın, kişisel çözümüne denecek bir söz olmasa bile, bu çözümün genel-geçer bir çözüm olabileceği tartışmalıdır. Malebranche’ın koyu bir Dekartçı olduğu, Descartes’ın de modern felsefi anlayışın kurucusu olduğu kabul edilirse, ortada bir sorun olduğu kendiliğinden anlaşılır. Çünkü Malebranche “modern çağı” temsil eden Descartes kadar, Orta Çağ’ın en önemli filozofu kabul edilen Augustinus’a da hayrandır. Felsefi çözümünde matematik fiziğin kesin yöntemini uygulamaya koyulurken, “Augustinusçu aydınlanmacılığın” peşini de bırakmayan Malebranche’ın felsefesinde birçok güçlüğün ortaya çıkacağı beklenmeyen bir durum değildir.
Kimi sorunlarına karşın Malebranche’ın felsefesini önemli kılan ve orada kendisini döneminin en büyük filozoflarından saydıran noktalar da az değildir. Önde gelen şüphecilerden biri sayılan Pierre Bayle (1646–1707)’ın Malebranche’ı ciddi bir biçimde eleştirmesi, bunun yanında Kartezyenler içerisinde en modern felsefi anlayışa sahip birisi olarak nitelemesi, filozofun bu paradoksal durumuna bir örnek olarak verilebilir (Popkin 2003: 257). Malebranche’ın felsefesinin en önemli özelliği, Descartes’ın ontolojisinde, aşılamamış bir güçlük olarak kalan maddi, tinsel iki tözün uylaşımı-etkileşimi sorununu ele alması ve kendine özgü “Tanrı merkezli” (teosentrik) bir tarzla çözmeye çalışmasıdır.
Onun felsefesinde ikinci önemli nokta ise, bilginin elde edilmesinin ve hakikate ulaşmanın olanaklı olduğu görüşünü ortaya koyması ve bu yolda da töz sorununda olduğu gibi bir çözüm sunmasıdır. Bu metafizik sorunlara getirdiği açılım, Malebranche’ı döneminin en büyük metafizikçilerinden birisi yapmıştır. Orta ve modern çağların kurgusal felsefelerinde girift bir yapı oluşturan ontolojik ve epistemolojik sorunların Malebranche’ın felsefesinde de çok belirgin bir biçimde yer aldığı görülmektedir. Örnek vermek gerekirse, Descartes’ın şüphesinde görülen ontolojik ve epistemolojik içerik, Malebranche’da da artarak sürmektedir.
Malebranche’ın felsefesine bir bütün olarak bakıldığında ontolojik ve epistemolojik sorunların yanında Hıristiyanlık inancının başat olduğu görülür. O, insan zihninde var olan soyut, genel varlık kavramının analizinden bir “mümkün varlık” kavramını, ondan da “mutlak varlık” kavramını türetir (Gilson 2005: 72). Çünkü filozof çözülmesi güç her sorun karşısında “inancı” ya da “Tanrı’nın yardımını” göreve çağırmaktadır.
Biz bu makalemizde, önce filozofun metafiziğinde önemli bir yer tutan bilgi kuramı sorunlarını olabildiğince ontolojisinden ayırarak ele alıp, sonra da, söz konusu bilgi sorunlarının, felsefi anlamda, çözüme kavuşturulmuş olup olmadığı yönündeki görüşümüzü ortaya koyacağız.
Makale dört ana başlıktan oluşmaktadır, birinci başlıkta Malebranche’ın felsefesinin özü olan, madde, ruh ve onun ötesinde bu iki ayrı tözün Tanrı ile nasıl bağdaştırılabileceği sorunu ele alınmıştır. İkinci ana başlık, filozofun bilgi öğretisinin ele alındığı, klasik bilgi sorunlarından oluşan ve Dekartçı şüphenin de argümanlarını oluşturan bilginin neliği, kaynakları, olanakları ve “hakikatin araştırılmasındaki rolü” ile ilgili bilgilerin ortaya konduğu bir metin için verilmiştir. Üçüncü başlık bilgi kuramının en eski ve önemli tartışma alanlarından birisi olan şüphecilik ve Malebranche’ın konuyu ele alış biçimi ve şüphecilik hakkındaki görüşlerinin anlatılması ile ilgilidir. Son ana başlık ise, Malebranche’ın bütün felsefesinin son noktası diyebileceğimiz nedensellik tartışmalarının ele alındığı bir bölümle ilgilidir.
I. Malebranche’ın Bilgi Öğretisinin Ontolojik Temeli (Tanrı, Ruh, Beden Bağdaşımı)
Felsefi ontolojinin temel sorunu olan “eşyayı doğuşlarına ve kaynaklarına göre ele alarak inceleme” çabası hemen her sistem filozofunun ilgi duyduğu birincil yöntemdir. Malebranche da bu konuyu öncelikle Descartes’ın eksik bıraktığı madde-töz uyumunu ele alarak çözmeye çalışmaktadır. Bu konu filozofun felsefesinin duyularla ilgili bölümünde yer almaktadır. Burada ruhun cisimlerle ve Tanrı’yla olan ilişkisi ele alınmakta, insanın sahip olduğu bütün yetilerin doğası, yanılma eğilimi ve yanılmadan sakınmak için dikkat edilmesi gereken noktalar gösterilmekte; bir anlamda insanın yapısı ele alınmaktadır.
Malebranche’a göre “bütün bilgilerimizin en güzeli, en hoşu ve en gereklisi bizi kendimize tanıtan, yani daha çok insana ait olan, insanı bildiren ve öğreten bilimdir. Bununla birlikte, bu bilim bizim elimizde bulunan bilimlerin ne en çok gelişmişi, ne de en çok olgunlaşmışıdır” (Malebranche 1997/I: xxxvıı).
Malebranche’ın insanı tanımaya verdiği öncelik, onun bu konunun ihmal edildiğine olan inancından kaynaklanmaktadır. Çünkü insanlar kendilerini tanımak için yeteri kadar çaba göstermemektedirler. Oysa insanı tanımadan verimli bir sonuç elde etmek olanaksızdır.
Malebranche’ın konuyu bu denli önemli sayması, çözümü için çaba harcadığı, madde ve ruh gibi iki ayrı tözü bünyesinde barındıran bu varlığın, farklı bu iki özelliği nasıl uzlaştırabildiği sorunu ile ilgili olmasındandır. Genelde Dekartçı okulun, özelde de Malebranche’ın ele aldığı sorunları, ruhla madde, nefisle cisim arasındaki ontolojik sorun; ruhla Tanrı arasındaki ilişki, Tanrı’nın mutlak gücü, insanın özgürlüğü sorunu; bir de bu sonuçla bir biçimde bağlantısı olan ahlak sorunu olarak özetlemek mümkündür.
Malebranche’ın çözmek durumunda olduğu bu sorun ya da sorunları Weber şöyle özetlemektedir: “Birincisini çözmek için, usavurma ile deneyi uzlaştırmak gerekiyordu. Yalnız olgulara bakınca, duyum, şüphesiz bedenin ruha yaptığı etki, ruhun maddeden aldığı etkidir. Đradî hareket, şüphesiz aynı zamanda ruhun bedene yaptığı etkidir. Maddenin etkisi altında kalıyoruz, ona etki ediyoruz. O halde bu iki töz arasında sıkı bir bağlantı vardır. Fakat gözlemin verdiği bu sonucu Descartes’ın düalist metafiziği ile karşılaştırınca, Dekartçılar çözülmez güçlükler içinde kayboluyorlar, çözülmez bir muammaya varıyorlar” (Weber 1993: 223) Her ne kadar, maddi töz, ruhi töz ve Tanrı tözünün birbirleriyle bağdaştırılması, bunun pozitif bir biçimde açıklanmasının güçlüğü ortada ise de Malebranche için pek büyük bir sorun gibi gözükmemektedir. Çünkü ona göre Tanrı’nın sözü ile insan usu birdir; bunların farklı şeyler olduğunu sanmak bir yanılmadır. Augustinus’tan yaptığı bir aktarımla Tanrı, ruh ve beden (ten) arasındaki uyumu hemen kurar Malebranche (1997/I: xxxııı) Bu hiyerarşide önce Tanrı, ardından ruh, üçüncü olarak da beden gelmektedir.
Malebranche, “hakikat” kavramını çok geniş anlamda ve ulaşılması gereken hedef olarak göstermektedir. O hakikatin araştırılmasının yöntemini sunduğu ilgili eserinin gerçek amacının insan ruhunun tanıtılması olduğunu bildirmektedir (a.e., xxxıv).
Malebranche’a göre “hiç özdeksel ve uzamlı olmadığı için insanın ruhu şüphesiz ki yalınç bir tözdür. Bu töz hiç bölünmez ve bu tözde, bölümlerin hiçbir bileşimi yoktur”(a.e., 5) Önce töz bölünmez diye başlayan Malebranche, başka çıkar yol olmadığı için olacak, insanda bulunan anlık ve istenç gibi iki yetiyi de ruhtan türetmektedir. şimdi bu iki soyut kavramın somut gerçeklikli ilişkisini kurmaya geliyor sıra. Her şeyden önce bu iki yeti ile ilgili kavramlar ve bunların aracılığıyla elde edilen kavramlar yeterince açık olmadığı gibi maddi dünya ile ilişkilendirilmesi de zordur. Maddi dünyanın duyularla ilişkisi olduğu için anlaşılması bu varlıkların kavramlarla ifade edilmesi kolaydır. Ancak ruhun ve özdeğin baştan sona birbiriyle uyumlu olacakları düşüncesine kapılmamak konusunda uyarıda bulunuyor Malebranche. Düşünür ruhun ya da maddenin, onların yaratıcısı olan “en yüce varlık”la birleşmesinden daha doğal bir şey olmadığını belirtiyor. Sorun, hepsinin ortak bir ilkeden çıkmış olduğu “inancı” ile kolayca çözülüyor! Bu uyumu sağlayan Malebranche, Augustinus’un, ruhun bedenle birleşmesinden sonra aşağı bir seviye kazandığını, insanın bütün yanılmalarının ve zavallılıklarının başlıca nedeninin ruhun bedenle birleşmesi olduğu, fikrini de onaylıyor (1997: XIX).
Malebranche “ilk günah” konusunu açıklarken, ruh ile tenin birleşmelerinden ve buluştukları yerden de söz ediyor ama bu birleşme yerinin neresi olduğunu açıklamıyor (a.e., 45).
Malebranche için çözüm tek cümlede özetlenmiştir: “Biz, bütün şeyleri Tanrı’da görmekteyiz“ yani “her şey Tanrı’dadır” (1997/III: 91). “Maddi evren cisimlerin yeri olduğu gibi Tanrı da manevi evrendir” (a.e., 107).
II. Bilgi Kuramı
A. Zorunlu Bilgi, Olumsal Bilgi
Malebranche, bilginin tanımı, kaynağı, olanağı vs. bilgi kuramının klasik sorunları çerçevesinde değerlendirilebilecek açıklamaları dağınık bir biçimde ele alıyor ama bu soruların hemen hepsine yanıt olabilecek açıklamalara ulaşmak pek zor olmuyor.
Malebranche’ın bilgi öğretisinin hakikati arama çabasının önemli bir ayağını oluşturduğunu belirtmiştik. Şimdi filozofun hakikat tanımına ve türlerine biraz daha ayrıntılı biçimde bakalım. Malebranche’a göre iki tür hakikat vardır; zorunlu ve olumsal hakikat. “Doğaları bakımından değişmez bulunanlar ve Tanrı’nın iradesiyle emredilmişolanlar zorunlu hakikatler, geri kalanların hepsi olumsal hakikatlerdir. Matematik, metafizik, hatta fizik ve ahlakın büyük bir bölümü zorunlu hakikatleri kapsarlar. Tarih gramer, özel hukuk yahut âdetler ve insanların değişen iradelerine dayanan daha birçok bilgiler olumsal hakikatleri kapsarlar” (1997/I: 35).
Demek ki Malebranche’a göre zorunlu yani mutlak hakikat Tanrı ve O’nda bulunanlardır. Sonuçta Malebranche’ın varacağı yalnızca bir hakikat vardır. Buna ulaşma yolunda yapılan felsefe bir araçtan öte anlam ifade etmemektedir. Hemen belirtmek gerekir ki Malebranche “hakikat” in tekliğine mutlak olarak inanılmasını istemekte, bütün felsefesini de bu yolda ilerletmektedir. O halde Malebranche’a göre zorunlu hakikatin bir parçası olan zorunlu bilgi de kesinlikle Tanrı’da olacaktır. Az önce hakikatin Malebranche açısından ifade ettiği anlam ve türleri aktarılırken söz edilen disiplinlerin olumsal olduğuna değinilmiş, matematik ve fizik gibi pozitif bilimler dahil neredeyse bütün disiplinlerin verdiği bilgilerin, birey açısından, olumsal olduğu görüşü dile getirilmişti.
Bu durumda Malebranche’a göre iki tür bilgi ortaya çıkmış olmaktadır, birincisi Tanrı’nın mutlak, zorunlu bilgisi, yani “idealar”, diğeri de insanın verilmiş, hiç bir zaman yanılmadan uzak kalamadığı, sınırlı yetileriyle elde ettiği, olumsal bilgi olmaktadır. Burada ele alacağımız bilgiye ilişkin tartışmalar doğal olarak ikincisi ile ilgili olacaktır. Çünkü birincisi Tanrı’ya özgü olup varlığı kesindir ve tartışılamaz.
Akılcı ve idealist filozoflar doğuştan idelerin varlığını kabul etmeyi ön koşul olarak koyarken, ampiristler, özellikle de Locke doğuştan ideleri tümüyle reddeder (Locke 1996: 85–86).
Bilginin ilk kaynağı olarak duyuları öne çıkaran deneyciliğin tersine idealist bakış açısını benimseyenler, gerçek bilginin ya da “hakikat”in idealar olduğunu, zorunluluk özelliği taşıyan bu mutlak bilginin de ancak Tanrı’da bulunduğunu öne sürerler. Malebranche’ın epistemolojisinde dikkat çeken en önemli ayrım, bilgiyi deneyimden elde edilenle sınırlamamış olmasıdır. Duyuların algılama kapasitesinin dışında olan olgular konusunda da çözüm sunan kartezyen anlayışı başarıyla sürdüren filozofun, bu bölümde ruh beden iletişimini de kurma çabasında olduğunu açıkça görmek mümkündür. Yalnızca duyularla elde edilen bilgilerle hakikate ulaşılamayacağının baştan bilinmesi gerekir. İleride açıklanacağı gibi, duyular bize ilk bilgileri sağlar, bellek ya da imgelemi buradan elde edilen izlenimler yardımıyla yeni bilgiler edinir, ancak bu tür bilgilere sahip olmakla hakikati aramak arasında derece olarak büyük fark vardır. Malebranche, duyu bilgisini, imgelemi, zihinsel bilgileri ve dış dünya ile temas etmekle hataya eğilimli bir hale gelmiş ruhu mutlak bilgi kaynağı olarak görmemektedir. (1997/I: 41).
Özet
Nicholas Malebranche (1638–1715) Kartezyen filozofların en önemlilerinden birisidir. O, Descartes (1695–1650)’ın töz kuramının kimi güçlüklerini aşmak için bir metafizik sistem geliştirmiştir. Bilgi kuramında, Aziz Augustinus (354–430)’un öncülüğünü yaptığı, bilginin bütünüyle “idealarda” olduğu görüşünü savunan akıma tabi olan Malebranche’a göre bilgi, değişken olan duyumlardan, değil, değişmez ve zorunlu olan “idealar”dan gelmiştir. Đdeaların kaynağı da ne duyular ne de duyular gibi değişkenlik gösteren anlık olabilir. O halde “idealar”, ezeli ve zorunlu olan Tanrı’dadırlar ve O’ndan gelmektedirler. Malebranche’a göre neden ile sonuç arasında zorunlu bir bağlantı yoktur. Cisimsel bir neden hakiki bir neden değildir. Hakiki neden ancak Tanrı’dır.
Giriş
Augustinusçuluğu ve Dekartçılığı ile tanınan ve Fransa’nın yetiştirdiği en önemli filozoflardan birisi olan Nicholas Malebranche (1638–1715)’ın felsefi çalışmalarda hak ettiği kadar yer aldığını söylemek zordur. Kimi filozofların en ince ayrıntılarıyla ele alındığı Batı dünyasında, özellikle “ingilizce konuşan dünya” diye anılan ve hemen her alanda yirminci yüzyıla damgasını vuran çevrelerde bile Malebranche hakkındaki çalışmaların ancak son dönemlerde arttığı bir gerçektir. Önemi oldukça geç kavranmış olsa da, Malebranche’ı ele alan araştırmacılar onu Hobbes (1588–1679), Spinoza (1632–1677), Leibniz (1646–1716) çapında bir filozof olarak tanıtmaya başlamışlardır (Ablondi 2005: 9).
Malebranche’ın felsefesi, her ne kadar, ilke olarak, modern felsefenin kurucusu sayılan Descartes’ın matematik-fizik yöntemine uygun bir yöntem takip etmiş olsa da, içerik olarak Orta Çağ felsefesi özelliği taşımaktadır. Bir tarafta, görece büyük bir ilerleme kaydetmiş olan bilimsel buluşlar ve felsefede modern, analitik-pozitif çözümlemeler başlamışken, diğer tarafta Malebranche gibi, yeni yöntemi felsefeye uygulama iddiasında bulunan bir filozofun, karşılaşılan kimi güçlükleri “iman” bağlamında çözmeyi denemesi çeşitli felsefi soru ve sorunları da beraberinde getirmiştir.
Geçmişten taşınan birçok felsefi sorunu bir çırpıda çözdüğünü öne süren Malebranche’ın, kişisel çözümüne denecek bir söz olmasa bile, bu çözümün genel-geçer bir çözüm olabileceği tartışmalıdır. Malebranche’ın koyu bir Dekartçı olduğu, Descartes’ın de modern felsefi anlayışın kurucusu olduğu kabul edilirse, ortada bir sorun olduğu kendiliğinden anlaşılır. Çünkü Malebranche “modern çağı” temsil eden Descartes kadar, Orta Çağ’ın en önemli filozofu kabul edilen Augustinus’a da hayrandır. Felsefi çözümünde matematik fiziğin kesin yöntemini uygulamaya koyulurken, “Augustinusçu aydınlanmacılığın” peşini de bırakmayan Malebranche’ın felsefesinde birçok güçlüğün ortaya çıkacağı beklenmeyen bir durum değildir.
Kimi sorunlarına karşın Malebranche’ın felsefesini önemli kılan ve orada kendisini döneminin en büyük filozoflarından saydıran noktalar da az değildir. Önde gelen şüphecilerden biri sayılan Pierre Bayle (1646–1707)’ın Malebranche’ı ciddi bir biçimde eleştirmesi, bunun yanında Kartezyenler içerisinde en modern felsefi anlayışa sahip birisi olarak nitelemesi, filozofun bu paradoksal durumuna bir örnek olarak verilebilir (Popkin 2003: 257). Malebranche’ın felsefesinin en önemli özelliği, Descartes’ın ontolojisinde, aşılamamış bir güçlük olarak kalan maddi, tinsel iki tözün uylaşımı-etkileşimi sorununu ele alması ve kendine özgü “Tanrı merkezli” (teosentrik) bir tarzla çözmeye çalışmasıdır.
Onun felsefesinde ikinci önemli nokta ise, bilginin elde edilmesinin ve hakikate ulaşmanın olanaklı olduğu görüşünü ortaya koyması ve bu yolda da töz sorununda olduğu gibi bir çözüm sunmasıdır. Bu metafizik sorunlara getirdiği açılım, Malebranche’ı döneminin en büyük metafizikçilerinden birisi yapmıştır. Orta ve modern çağların kurgusal felsefelerinde girift bir yapı oluşturan ontolojik ve epistemolojik sorunların Malebranche’ın felsefesinde de çok belirgin bir biçimde yer aldığı görülmektedir. Örnek vermek gerekirse, Descartes’ın şüphesinde görülen ontolojik ve epistemolojik içerik, Malebranche’da da artarak sürmektedir.
Malebranche’ın felsefesine bir bütün olarak bakıldığında ontolojik ve epistemolojik sorunların yanında Hıristiyanlık inancının başat olduğu görülür. O, insan zihninde var olan soyut, genel varlık kavramının analizinden bir “mümkün varlık” kavramını, ondan da “mutlak varlık” kavramını türetir (Gilson 2005: 72). Çünkü filozof çözülmesi güç her sorun karşısında “inancı” ya da “Tanrı’nın yardımını” göreve çağırmaktadır.
Biz bu makalemizde, önce filozofun metafiziğinde önemli bir yer tutan bilgi kuramı sorunlarını olabildiğince ontolojisinden ayırarak ele alıp, sonra da, söz konusu bilgi sorunlarının, felsefi anlamda, çözüme kavuşturulmuş olup olmadığı yönündeki görüşümüzü ortaya koyacağız.
Makale dört ana başlıktan oluşmaktadır, birinci başlıkta Malebranche’ın felsefesinin özü olan, madde, ruh ve onun ötesinde bu iki ayrı tözün Tanrı ile nasıl bağdaştırılabileceği sorunu ele alınmıştır. İkinci ana başlık, filozofun bilgi öğretisinin ele alındığı, klasik bilgi sorunlarından oluşan ve Dekartçı şüphenin de argümanlarını oluşturan bilginin neliği, kaynakları, olanakları ve “hakikatin araştırılmasındaki rolü” ile ilgili bilgilerin ortaya konduğu bir metin için verilmiştir. Üçüncü başlık bilgi kuramının en eski ve önemli tartışma alanlarından birisi olan şüphecilik ve Malebranche’ın konuyu ele alış biçimi ve şüphecilik hakkındaki görüşlerinin anlatılması ile ilgilidir. Son ana başlık ise, Malebranche’ın bütün felsefesinin son noktası diyebileceğimiz nedensellik tartışmalarının ele alındığı bir bölümle ilgilidir.
I. Malebranche’ın Bilgi Öğretisinin Ontolojik Temeli (Tanrı, Ruh, Beden Bağdaşımı)
Felsefi ontolojinin temel sorunu olan “eşyayı doğuşlarına ve kaynaklarına göre ele alarak inceleme” çabası hemen her sistem filozofunun ilgi duyduğu birincil yöntemdir. Malebranche da bu konuyu öncelikle Descartes’ın eksik bıraktığı madde-töz uyumunu ele alarak çözmeye çalışmaktadır. Bu konu filozofun felsefesinin duyularla ilgili bölümünde yer almaktadır. Burada ruhun cisimlerle ve Tanrı’yla olan ilişkisi ele alınmakta, insanın sahip olduğu bütün yetilerin doğası, yanılma eğilimi ve yanılmadan sakınmak için dikkat edilmesi gereken noktalar gösterilmekte; bir anlamda insanın yapısı ele alınmaktadır.
Malebranche’a göre “bütün bilgilerimizin en güzeli, en hoşu ve en gereklisi bizi kendimize tanıtan, yani daha çok insana ait olan, insanı bildiren ve öğreten bilimdir. Bununla birlikte, bu bilim bizim elimizde bulunan bilimlerin ne en çok gelişmişi, ne de en çok olgunlaşmışıdır” (Malebranche 1997/I: xxxvıı).
Malebranche’ın insanı tanımaya verdiği öncelik, onun bu konunun ihmal edildiğine olan inancından kaynaklanmaktadır. Çünkü insanlar kendilerini tanımak için yeteri kadar çaba göstermemektedirler. Oysa insanı tanımadan verimli bir sonuç elde etmek olanaksızdır.
Malebranche’ın konuyu bu denli önemli sayması, çözümü için çaba harcadığı, madde ve ruh gibi iki ayrı tözü bünyesinde barındıran bu varlığın, farklı bu iki özelliği nasıl uzlaştırabildiği sorunu ile ilgili olmasındandır. Genelde Dekartçı okulun, özelde de Malebranche’ın ele aldığı sorunları, ruhla madde, nefisle cisim arasındaki ontolojik sorun; ruhla Tanrı arasındaki ilişki, Tanrı’nın mutlak gücü, insanın özgürlüğü sorunu; bir de bu sonuçla bir biçimde bağlantısı olan ahlak sorunu olarak özetlemek mümkündür.
Malebranche’ın çözmek durumunda olduğu bu sorun ya da sorunları Weber şöyle özetlemektedir: “Birincisini çözmek için, usavurma ile deneyi uzlaştırmak gerekiyordu. Yalnız olgulara bakınca, duyum, şüphesiz bedenin ruha yaptığı etki, ruhun maddeden aldığı etkidir. Đradî hareket, şüphesiz aynı zamanda ruhun bedene yaptığı etkidir. Maddenin etkisi altında kalıyoruz, ona etki ediyoruz. O halde bu iki töz arasında sıkı bir bağlantı vardır. Fakat gözlemin verdiği bu sonucu Descartes’ın düalist metafiziği ile karşılaştırınca, Dekartçılar çözülmez güçlükler içinde kayboluyorlar, çözülmez bir muammaya varıyorlar” (Weber 1993: 223) Her ne kadar, maddi töz, ruhi töz ve Tanrı tözünün birbirleriyle bağdaştırılması, bunun pozitif bir biçimde açıklanmasının güçlüğü ortada ise de Malebranche için pek büyük bir sorun gibi gözükmemektedir. Çünkü ona göre Tanrı’nın sözü ile insan usu birdir; bunların farklı şeyler olduğunu sanmak bir yanılmadır. Augustinus’tan yaptığı bir aktarımla Tanrı, ruh ve beden (ten) arasındaki uyumu hemen kurar Malebranche (1997/I: xxxııı) Bu hiyerarşide önce Tanrı, ardından ruh, üçüncü olarak da beden gelmektedir.
Malebranche, “hakikat” kavramını çok geniş anlamda ve ulaşılması gereken hedef olarak göstermektedir. O hakikatin araştırılmasının yöntemini sunduğu ilgili eserinin gerçek amacının insan ruhunun tanıtılması olduğunu bildirmektedir (a.e., xxxıv).
Malebranche’a göre “hiç özdeksel ve uzamlı olmadığı için insanın ruhu şüphesiz ki yalınç bir tözdür. Bu töz hiç bölünmez ve bu tözde, bölümlerin hiçbir bileşimi yoktur”(a.e., 5) Önce töz bölünmez diye başlayan Malebranche, başka çıkar yol olmadığı için olacak, insanda bulunan anlık ve istenç gibi iki yetiyi de ruhtan türetmektedir. şimdi bu iki soyut kavramın somut gerçeklikli ilişkisini kurmaya geliyor sıra. Her şeyden önce bu iki yeti ile ilgili kavramlar ve bunların aracılığıyla elde edilen kavramlar yeterince açık olmadığı gibi maddi dünya ile ilişkilendirilmesi de zordur. Maddi dünyanın duyularla ilişkisi olduğu için anlaşılması bu varlıkların kavramlarla ifade edilmesi kolaydır. Ancak ruhun ve özdeğin baştan sona birbiriyle uyumlu olacakları düşüncesine kapılmamak konusunda uyarıda bulunuyor Malebranche. Düşünür ruhun ya da maddenin, onların yaratıcısı olan “en yüce varlık”la birleşmesinden daha doğal bir şey olmadığını belirtiyor. Sorun, hepsinin ortak bir ilkeden çıkmış olduğu “inancı” ile kolayca çözülüyor! Bu uyumu sağlayan Malebranche, Augustinus’un, ruhun bedenle birleşmesinden sonra aşağı bir seviye kazandığını, insanın bütün yanılmalarının ve zavallılıklarının başlıca nedeninin ruhun bedenle birleşmesi olduğu, fikrini de onaylıyor (1997: XIX).
Malebranche “ilk günah” konusunu açıklarken, ruh ile tenin birleşmelerinden ve buluştukları yerden de söz ediyor ama bu birleşme yerinin neresi olduğunu açıklamıyor (a.e., 45).
Malebranche için çözüm tek cümlede özetlenmiştir: “Biz, bütün şeyleri Tanrı’da görmekteyiz“ yani “her şey Tanrı’dadır” (1997/III: 91). “Maddi evren cisimlerin yeri olduğu gibi Tanrı da manevi evrendir” (a.e., 107).
II. Bilgi Kuramı
A. Zorunlu Bilgi, Olumsal Bilgi
Malebranche, bilginin tanımı, kaynağı, olanağı vs. bilgi kuramının klasik sorunları çerçevesinde değerlendirilebilecek açıklamaları dağınık bir biçimde ele alıyor ama bu soruların hemen hepsine yanıt olabilecek açıklamalara ulaşmak pek zor olmuyor.
Malebranche’ın bilgi öğretisinin hakikati arama çabasının önemli bir ayağını oluşturduğunu belirtmiştik. Şimdi filozofun hakikat tanımına ve türlerine biraz daha ayrıntılı biçimde bakalım. Malebranche’a göre iki tür hakikat vardır; zorunlu ve olumsal hakikat. “Doğaları bakımından değişmez bulunanlar ve Tanrı’nın iradesiyle emredilmişolanlar zorunlu hakikatler, geri kalanların hepsi olumsal hakikatlerdir. Matematik, metafizik, hatta fizik ve ahlakın büyük bir bölümü zorunlu hakikatleri kapsarlar. Tarih gramer, özel hukuk yahut âdetler ve insanların değişen iradelerine dayanan daha birçok bilgiler olumsal hakikatleri kapsarlar” (1997/I: 35).
Demek ki Malebranche’a göre zorunlu yani mutlak hakikat Tanrı ve O’nda bulunanlardır. Sonuçta Malebranche’ın varacağı yalnızca bir hakikat vardır. Buna ulaşma yolunda yapılan felsefe bir araçtan öte anlam ifade etmemektedir. Hemen belirtmek gerekir ki Malebranche “hakikat” in tekliğine mutlak olarak inanılmasını istemekte, bütün felsefesini de bu yolda ilerletmektedir. O halde Malebranche’a göre zorunlu hakikatin bir parçası olan zorunlu bilgi de kesinlikle Tanrı’da olacaktır. Az önce hakikatin Malebranche açısından ifade ettiği anlam ve türleri aktarılırken söz edilen disiplinlerin olumsal olduğuna değinilmiş, matematik ve fizik gibi pozitif bilimler dahil neredeyse bütün disiplinlerin verdiği bilgilerin, birey açısından, olumsal olduğu görüşü dile getirilmişti.
Bu durumda Malebranche’a göre iki tür bilgi ortaya çıkmış olmaktadır, birincisi Tanrı’nın mutlak, zorunlu bilgisi, yani “idealar”, diğeri de insanın verilmiş, hiç bir zaman yanılmadan uzak kalamadığı, sınırlı yetileriyle elde ettiği, olumsal bilgi olmaktadır. Burada ele alacağımız bilgiye ilişkin tartışmalar doğal olarak ikincisi ile ilgili olacaktır. Çünkü birincisi Tanrı’ya özgü olup varlığı kesindir ve tartışılamaz.
Akılcı ve idealist filozoflar doğuştan idelerin varlığını kabul etmeyi ön koşul olarak koyarken, ampiristler, özellikle de Locke doğuştan ideleri tümüyle reddeder (Locke 1996: 85–86).
Bilginin ilk kaynağı olarak duyuları öne çıkaran deneyciliğin tersine idealist bakış açısını benimseyenler, gerçek bilginin ya da “hakikat”in idealar olduğunu, zorunluluk özelliği taşıyan bu mutlak bilginin de ancak Tanrı’da bulunduğunu öne sürerler. Malebranche’ın epistemolojisinde dikkat çeken en önemli ayrım, bilgiyi deneyimden elde edilenle sınırlamamış olmasıdır. Duyuların algılama kapasitesinin dışında olan olgular konusunda da çözüm sunan kartezyen anlayışı başarıyla sürdüren filozofun, bu bölümde ruh beden iletişimini de kurma çabasında olduğunu açıkça görmek mümkündür. Yalnızca duyularla elde edilen bilgilerle hakikate ulaşılamayacağının baştan bilinmesi gerekir. İleride açıklanacağı gibi, duyular bize ilk bilgileri sağlar, bellek ya da imgelemi buradan elde edilen izlenimler yardımıyla yeni bilgiler edinir, ancak bu tür bilgilere sahip olmakla hakikati aramak arasında derece olarak büyük fark vardır. Malebranche, duyu bilgisini, imgelemi, zihinsel bilgileri ve dış dünya ile temas etmekle hataya eğilimli bir hale gelmiş ruhu mutlak bilgi kaynağı olarak görmemektedir. (1997/I: 41).