Malebranche’ın Felsefesinde Epistemolojik Sorunlar - 3
|
Örnek: Biraz uzunca bir çizginin doğru olup olmadığına cetvel olmadan yalnızca gözle karar veremeyiz. Başka bir örnek: Geometrik bir küpe baktığımızda onun gördüğümüz bütün kenarlarının gözlerimizin içinde hemen hiçbir zaman eşit büyüklükte izdüşümler yahut imgeler oluşturmadıkları bilinmektedir. Çünkü her kenarın biçim ya da uzunluğu bakış açısına göre değişir (a.e., 80–81). Uzam ve betilerle ilgili yanılmalardan sonra Malebranche, hareketin ölçüsü ve hızı ile ilgili yanılmaları ele alıyor. Uzamla ilgili yanılmaları anladıktan sonra hareketle ilgili olanlarının daha kolay anlaşılabileceğini belirten Malebranche bu sözcüğün iki anlamlı içeriğine dikkat çekiyor. Birinci anlam hareket eden herhangi bir cisimde olduğu sanılan bir kuvvettir ve o cismin hareket etmesinin nedenidir. Đkincisi de hareket halinde olduğu düşünülen cismin yer değiştirmesidir. Örnek: “Bir bilardo topu hareketi bir başka topa geçirdi” denilince bu “hareket” sözünün birinci anlamda olduğu anlaşılır. Bu topun “büyük bir harekette” bulunduğu görülüyor denilince ikinci anlamda anlaşılır. Burada kullanılacak tek “hareket” sözcüğü, nedenle sonucun her ikisini de ifade eden bir anlam kazanır. Oysa bunlar tamamen ayrı olan iki şeydir (a.e., 87–88).
Burada Hume’un, hiçbir izlenimine sahip olmadığımız için neden ile sonuç arasında var olduğu söylenen “nedensellik bağı”nın olmadığını söylemesine benzer yaklaşımı Malebranche’ın daha önce gösterdiği anlaşılmaktadır. Malebranche, bu konuyu yalnızca, duyuların bizi nasıl yanılttığına örnek olarak verdiğini, daha sonra ayrıntılı olarak çözümleyeceğini belirtiyor. Bu konu nedensellikle ilgili açıklamaların yapıldığı IV. başlıkta ele alınacaktır.
Malebranche’ın uzam ve zaman gibi soyut kavramların hakikatinin duyularla elde edilemeyeceğine ilişkin örneklerine dönelim. Hareketin büyüklüğü yahut hızı, şu iki şeyi kapsar: Birincisi, bir cismin bir yerden başka bir yere, mesela, Paris’ten St. Germain’e yer değiştirmesi, ikincisi de bu yer değiştirmede gerekli olan zamandır. Bu durumda da bir adamın bu iki yer arasındaki uzaklığı hızlı ya da yavaş gitmiş olduğunu bilmek için Paris’le St. Germain arasındaki uzaklığın ne kadar olduğunu bilmek yetmez; sözü edilen adamın bu yolu kat etmek için harcamış olduğu süreyi de bilmek gerekir. Öyleyse bu yolun uzunluğunun doğru olarak bilineceğini kabul ediyorum. Ancak deneyle yahut başka bir biçimde bu yolu yürümek için harcanmış zamanın ve sürenin hakiki büyüklüğünün sağın olarak bilinebileceğini kesin olarak reddediyorum (a.e., 90).
Malebranche, bu iddialarını açıklamak için de zamanın göreceliği hakkında yaygın olan örneği veriyor. Bazen bir saatin bir insana dört saat kadar uzun geldiği, tersine dört saatin hissedilmeden geçtiği göz önüne alınırsa ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılır diyor Malebranche. Zamanın sevinçli anlarda çabuk, kederli anlarda da yavaş geçtiği hissini anlatıyor. Düşünüre göre saat kullanımını bile bize sürenin kesin olarak bilinemeyeceğini kanıtlar (a.e., 91).
Filozofun birçok örnek verdikten sonra gelip açıkça da itiraf ettiği ilk nokta, duyumlarımızın bizi yanılttığı konusudur. Dış dünyaya ilişkin bilgilerde duyuların verdiği bilginin çok güvenilir ve çok sağın oldukları bir gerçek olmakla birlikte duyuların elde ettikleri bu bilgilerin mutlak hakikat ifade ettiği iddiasında bulunmamak gerekir. İş, hakikat ifade edip etmeme sorununa gelince, dış etkenlere karşı önlem almak, fiziksel yaşamı sürdürmek için verilmiş yetiler olan duyularımız sayesinde hakikate ulaşılamayacağı ve duyuların yetmediği kimi konularda başka yardımlar da aradığımız bilinmelidir (a.e., 201-202). İnsanın tam bir yetkinlik içerisinde olmadığını görüşünde olan Malebranche, kamu onayının da duyu yanılmalarını anlamada yardımcı olamayacağını savunur. Sanılar ve herhangi bir kanıta dayanmayan inanmaların doğruluğu üzerinde tek yargıç ustur; usun daha iyi aydınlanması için insanın çok iyi tanınması, ancak usun da sınırlı bir yeti olduğunu gözden uzak tutulmaması gerekir.
2. İmgelemin Yanılması
Malebranche’ın dış dünyaya ilişkin bilginin ilk kaynağı olarak kabul ettiği duyuların insanı aldattığını belirttikten sonra, bu duyumları birincil malzeme olarak kullanan imgelemin özellikleri ve kapasitesi üzerinde durduğu görülüyor. Đmgelemin yanılması konusu da Malebranche’ın şüpheyi yöntem olarak kullanmasında geniş bir yer tuttuğunu belirtmek gerekir. Duyuların, yaşamsal önemi olmasına karşın “hakikati arama” sürecinde yetersiz olduğu saptandığına göre, onun verilerinden yola çıkacak olan imgelemin de aynı olumsuz özelliği taşıdığı sonucunu çıkarmak güç olmayacaktır. Duyu organlarının verdiği bilgilerin kimi zaman yanıltıcı oldukları us aracılığıyla saptanmıştı. Malebranche’a göre imgelem de insanı yanıltıcı bir özelliğe sahiptir. Üstelik, onun yanıltıcı özelliği duyulardan aldığı bilgilerden kaynaklananla sınırlı da değildir. Duyu organlarını devre dışı bırakarak, örneğin gözlerimi kapatarak, imgelemimi sorguya çeksem, daha önce gördüklerimi bana duyuracaktır. Ancak, imgelemim bütün görülen ve duyulan şeyleri bana, duyulardan algılananlardan bambaşka bir biçimde gösterecektir. Çünkü imgelem abartma özelliği nedeniyle sevinilecek şeyleri de üzülecek ve korkulacak şeyleri de aşırı derece abartır. Eğer imgelemi kendi haline bırakırsanız, şairlerle romancıların “perili saraylarına” kadar sizi götürdüğünü görürsünüz, der Malebranche. Görüntünün ve hayal dünyasının insanı sürekli oyalayıp aldattığı, tensel haz ve düşkünlüklerin insanı ancak geçici bir keyifle oyalayacağı açıkça görülürse, ne duyuların ne de imgelemin insanı hakikate ulaştıramayacakları anlaşılmış olur.
C. Aklın Sınırı ve Hakikate Ulaşma
Duyuların ve imgelemin dış dünya ile etkileşimi nedeniyle asli özelliğinden, bir anlamda, uzaklaşmış olan ruhun insanı yanılttığını uzun örneklerle açıklayan Malebranche’ın hakikati arama serüveninde bir diğer durağı da akıldır. Gerek bağlı bulunduğu kartezyen anlayışta gerekse kendi çıkarımlarında aklın büyük önemi olduğu bilinmektedir. Bütün bu üstünlüğüne ve önemine karşın, Malebranche’ın diğer yetileri doğrulayıp yanlışlama sürecinde akla verdiği hakemlik rolü de sınırsız değildir. Filozofa göre, duyular ve imgelem bazen aklı ön yargılar aracılığıyla etki altına alırlar. Ama bu etkilerden kurtulmanın yolları vardır (1997a: 8).
Aklın ölçülü kullanılması gerektiği uyarısını yapan Malebranche şöyle der: Akıl bizim asıl parçamız olmakla birlikte onu çok başıboş bırakırsak çok aldandığımız olur. Çünkü akıl az çok yorulmadan çalışmaz. Yani doğru yargıda bulunmaya yetecek kadar bilgi edinemez. Durum bu olmasına karşın, insan yine de yargıda bulunmak ister (1997/III: 174). Malebranche başka bir yerde yine aklın güçsüz yanlarına şöyle işaret eder: Anlaşılmazcasına aşırı olarak sınırlanmış bulunan, yalnız duyularımız ve imgelemimiz değildir; ancak, çok öz ve özdekten iyice kurtulmuş olmasına rağmen zihin bile, Tanrı’nın işlerini ve buyruklarını kavrayamayacak kadar kaba ve zayıftır. Duyuların diliyle atom denilen şeyi görünce kendini yitirir ve ürker. Her ne kadar eksikliklerle nitelense de, aklın duyulara göre üstünlükleri vardır.
Malebranche’a göre duyular ve imgelem Tanrı’nın iş ve buyrukların küçültüp aşağılatırlar ve dolayısıyla kişilerde körü körüne yanılmaya sürükleyen saf ve aptal bir güven uyandırırlar. Oysa akıl kendi zayıflığını, Tanrı’nın ululuğunu kavrar ve içinde kendi kendini yitirdiği sonsuzluk ve bitimsizliği tam olarak algılar (1997/I: 63–64).
Malebranche’ın önerisi: Ruh, duyular, imgelem ve akıl kendi yetileri ve kapasiteleri çerçevesinde ve bu yetiler hangi amaç için verilmişlerse o şeylerde kullanılmalıdırlar (1997/III: 174). Filozofun gerçek bilginin elde edilmesinde ne de “hakikat”e ulaşmada mevcut yetilerin yeterli olmadığına ilişkin açık ifadeler kullandığı görülmektedir. Gözlerimizi kapadığımızda duyularımızdan da imgelemimizden de bağımsız bir başka uzamın ve gerçekliğin var olduğunu görürüz. Bizi çevreleyen bütün cisimler yok edildikleri zaman, algılamasak da onların “idealar”ının var olduklarını ve onları görebileceğimizi düşünmeliyiz. Uykuda ve ateşli hastalıklarda olan bitenler hakikatin varlığına bir kanıttır, Malebranche’a göre (1997a: 26). Bu ideaların bilgisine yani, hakikate, doğanın kurallarına göre değil, ona ilişkin bir iç göz belki “aydınlanma” ile ulaşılacaktır. Bunun felsefe dilinde çeşitli kullanımları olsa da sezgi terimi en yaygın olanıdır. Bedenden ve zihinden beklediği ışığı bulamayan filozof, “kendi içime dönerek, kendi kendime sorarsam, daha doğrusu kendi kendimin ne hâkimi, ne de ışığı olmadığım için Tanrı’ya yaklaşırsam, ... Ne yapmam gerektiğine açık, seçik bir karşılık alırım,” der. Peki, Tanrı’dan alınacağını söylediği karşılığın niteliği nedir? Malebranche, alınan bu karşılığın açıklamaya gerek duyulmayacak kadar net, hiç bir etnik dille ilgili olmayıp, herkesin anlayacağı ortak bir dille olduğunu belirtir. Tanrı’nın içerisine doğdurduğu bir ışıkla, imgelemin aslı olmayan gördüklerine ve duyularının yanılmalarına bakıp güleceğini, “iç insan”ın “hayvani ve dünyevi insan” la alay eder.
Malebranche’ın düşüncesine göre Tanrı, felsefi, doğa ve doğaüstü sorunlarda olduğu gibi ahlaki buyruk ve kurallarla ilgili sorunlarda da tek çözüm yeridir. Her yere Tanrı düşüncesini koyan Malebranche: “Yalnız Hıristiyan olmakla kalmayıp filozof da olacağım” diyerek mistik sezginin insana hem bilgi hem de hakikati vereceğini öne sürer. (1997/III: 171–172).
IV. Nedensellik Açıklaması (Okazyonalizm)
A. “Hakiki Neden”, “Aracı Neden” Ayrımı
Genelde Malebranche ile birlikte anılan okazyonalizm (ing. occasionalism, Fr. occasionalisme) öğretisini kısaca şöyle açıklamak mümkündür: Bir sonucun deneyimle elde edilen bilgiler ve gözlemler aracılığıyla, kendisinden önce gelen bir nedene bağlanması fikrine karşı, herhangi iki fiziksel olgudan birincisinin ikincisinin zorunlu (hakiki) nedeni olamayacağını, görüntünün sanıdan öte bir şey olmayıp ara neden olduğunu savunan öğreti. Bu öğretide “zorunlu neden”, her şeyi yoktan var eden, her şeye gücü yeten Tanrı’dan başkası değildir (Mautner 2005: 437). Kısa tarihçesine bakıldığında öğretinin temelinde Descartes’ın çifte töz öğretisini tamir etme düşüncesinin yattığı, ilk argümanlarının da ondan alındığı görülür (Clarke 2000: 143).
Çok sağlam Dekartçılar olarak bilinen Hollandalı filozof Arnold Geulincx(1624–1669), Fransız Gerauld de Cordemoy ve Malebranche okazyonalizm ile adları ön plana çıkan isimlerdir. Kısmen Antoine Arnauld (1612–1694) Clauberg ve la Forge gibi yine Fransız felsefesinin isimleri de bu öğretiye katkı sağlayanlar olarak anılmaktadır.
Malebranche’ın okazyonalizmini bilgi öğretisinden ayırmamak gerekiyor. Çünkü nedensellik konusu bir bakıma bilgi sorunun önemli bir parçasını oluşturmaktadır. Bir yanda neden ve sonuç arasında zorunlu, ontolojik bir bağ kurulurken diğer yanda her iki olgu arasında zorunlu bağlantının olup olmadığına, bilinip-bilinemeyeceğine ilişkin tartışmalar yer almaktadır. İkinci görüşü temsil edenlerin öncülerinden birisi hiç kuşkusuz Malebranche’dır. Bu konu Malebranche felsefesinin en özgün noktasıdır da denilebilir.
B. Neden Yaratıcı Güç Demektir!
Malebranche, nedensellik açıklamasının başlığına “Eskilerin felsefesindeki en tehlikeli yanılgı” ifadesini koymuştur. O, fiziksel herhangi bir nesnenin başka bir nesneyi ortaya çıkarma nedeni olarak görülmesinin, bu nesnenin tanrılık özelliği taşıdığı anlamına geldiği kanısındadır. Onun düşüncesine göre cisimlerde, maddelerinin dışında, herhangi bir adla da olsa başka “güç” veya etkin bir neden aramak boşuna ve sıradan filozofların öne sürdükleri yüzeysel bir öne sürümdür (1997/VI: 91).
Malebranche neden terimini “mutlak yaratıcı”, yoktan var edici bir güç olarak anlamaktadır. Felsefi anlamda doğrusu da budur. O da, fiziksel dünyada olup bitenlerin neden sonuç ilişkisi içerisinde gerçekleştiğini gözlemektedir kuşkusuz. Neden ile sonuç arasında “görünen” bağ için Malebranche, “doğal neden” deyişini kullanıyor. Malebranche’a göre birincisi, yani neden mutlak yaratıcı güç taşıyan “hakiki tanrılık”, ikincisi ise ara neden, ya da aracı neden oluyor.
Malebranche’ın görünüş ve “hakikat” arasındaki ayırımı dikkatle takip edilirse burada da “güç” bakımından bir derecelendirme yaptığı anlaşılmaktadır. Bu yorum, Malebranche ve Hıristiyanlığın Tanrı’sına inananlar açısından bir “ast tanrılık” gücü olarak değerlendirilebilir. Ancak Malebranche, yaygın olarak bilinen neden-etki düşüncesinin, sıradan ve Pagan olarak nitelediği filozoflarla, onların izinden gidenlerce “hakiki tanrılık” olarak değerlendirildiğini görüşündedir. Filozofa göre asıl sorun buradadır. Bütün cisimsel şeylerde tanrısal bir güç kabul eden filozofların felsefelerine saygıdan dolayı, görünürde Hıristiyan olan bazı kimselerin de bilmeden putperestleşeceğini savunan Malebranche’ın gerçek kaygısı da burada ortaya
çıkmaktadır (a.y.).
Burada Hume’un, hiçbir izlenimine sahip olmadığımız için neden ile sonuç arasında var olduğu söylenen “nedensellik bağı”nın olmadığını söylemesine benzer yaklaşımı Malebranche’ın daha önce gösterdiği anlaşılmaktadır. Malebranche, bu konuyu yalnızca, duyuların bizi nasıl yanılttığına örnek olarak verdiğini, daha sonra ayrıntılı olarak çözümleyeceğini belirtiyor. Bu konu nedensellikle ilgili açıklamaların yapıldığı IV. başlıkta ele alınacaktır.
Malebranche’ın uzam ve zaman gibi soyut kavramların hakikatinin duyularla elde edilemeyeceğine ilişkin örneklerine dönelim. Hareketin büyüklüğü yahut hızı, şu iki şeyi kapsar: Birincisi, bir cismin bir yerden başka bir yere, mesela, Paris’ten St. Germain’e yer değiştirmesi, ikincisi de bu yer değiştirmede gerekli olan zamandır. Bu durumda da bir adamın bu iki yer arasındaki uzaklığı hızlı ya da yavaş gitmiş olduğunu bilmek için Paris’le St. Germain arasındaki uzaklığın ne kadar olduğunu bilmek yetmez; sözü edilen adamın bu yolu kat etmek için harcamış olduğu süreyi de bilmek gerekir. Öyleyse bu yolun uzunluğunun doğru olarak bilineceğini kabul ediyorum. Ancak deneyle yahut başka bir biçimde bu yolu yürümek için harcanmış zamanın ve sürenin hakiki büyüklüğünün sağın olarak bilinebileceğini kesin olarak reddediyorum (a.e., 90).
Malebranche, bu iddialarını açıklamak için de zamanın göreceliği hakkında yaygın olan örneği veriyor. Bazen bir saatin bir insana dört saat kadar uzun geldiği, tersine dört saatin hissedilmeden geçtiği göz önüne alınırsa ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılır diyor Malebranche. Zamanın sevinçli anlarda çabuk, kederli anlarda da yavaş geçtiği hissini anlatıyor. Düşünüre göre saat kullanımını bile bize sürenin kesin olarak bilinemeyeceğini kanıtlar (a.e., 91).
Filozofun birçok örnek verdikten sonra gelip açıkça da itiraf ettiği ilk nokta, duyumlarımızın bizi yanılttığı konusudur. Dış dünyaya ilişkin bilgilerde duyuların verdiği bilginin çok güvenilir ve çok sağın oldukları bir gerçek olmakla birlikte duyuların elde ettikleri bu bilgilerin mutlak hakikat ifade ettiği iddiasında bulunmamak gerekir. İş, hakikat ifade edip etmeme sorununa gelince, dış etkenlere karşı önlem almak, fiziksel yaşamı sürdürmek için verilmiş yetiler olan duyularımız sayesinde hakikate ulaşılamayacağı ve duyuların yetmediği kimi konularda başka yardımlar da aradığımız bilinmelidir (a.e., 201-202). İnsanın tam bir yetkinlik içerisinde olmadığını görüşünde olan Malebranche, kamu onayının da duyu yanılmalarını anlamada yardımcı olamayacağını savunur. Sanılar ve herhangi bir kanıta dayanmayan inanmaların doğruluğu üzerinde tek yargıç ustur; usun daha iyi aydınlanması için insanın çok iyi tanınması, ancak usun da sınırlı bir yeti olduğunu gözden uzak tutulmaması gerekir.
2. İmgelemin Yanılması
Malebranche’ın dış dünyaya ilişkin bilginin ilk kaynağı olarak kabul ettiği duyuların insanı aldattığını belirttikten sonra, bu duyumları birincil malzeme olarak kullanan imgelemin özellikleri ve kapasitesi üzerinde durduğu görülüyor. Đmgelemin yanılması konusu da Malebranche’ın şüpheyi yöntem olarak kullanmasında geniş bir yer tuttuğunu belirtmek gerekir. Duyuların, yaşamsal önemi olmasına karşın “hakikati arama” sürecinde yetersiz olduğu saptandığına göre, onun verilerinden yola çıkacak olan imgelemin de aynı olumsuz özelliği taşıdığı sonucunu çıkarmak güç olmayacaktır. Duyu organlarının verdiği bilgilerin kimi zaman yanıltıcı oldukları us aracılığıyla saptanmıştı. Malebranche’a göre imgelem de insanı yanıltıcı bir özelliğe sahiptir. Üstelik, onun yanıltıcı özelliği duyulardan aldığı bilgilerden kaynaklananla sınırlı da değildir. Duyu organlarını devre dışı bırakarak, örneğin gözlerimi kapatarak, imgelemimi sorguya çeksem, daha önce gördüklerimi bana duyuracaktır. Ancak, imgelemim bütün görülen ve duyulan şeyleri bana, duyulardan algılananlardan bambaşka bir biçimde gösterecektir. Çünkü imgelem abartma özelliği nedeniyle sevinilecek şeyleri de üzülecek ve korkulacak şeyleri de aşırı derece abartır. Eğer imgelemi kendi haline bırakırsanız, şairlerle romancıların “perili saraylarına” kadar sizi götürdüğünü görürsünüz, der Malebranche. Görüntünün ve hayal dünyasının insanı sürekli oyalayıp aldattığı, tensel haz ve düşkünlüklerin insanı ancak geçici bir keyifle oyalayacağı açıkça görülürse, ne duyuların ne de imgelemin insanı hakikate ulaştıramayacakları anlaşılmış olur.
C. Aklın Sınırı ve Hakikate Ulaşma
Duyuların ve imgelemin dış dünya ile etkileşimi nedeniyle asli özelliğinden, bir anlamda, uzaklaşmış olan ruhun insanı yanılttığını uzun örneklerle açıklayan Malebranche’ın hakikati arama serüveninde bir diğer durağı da akıldır. Gerek bağlı bulunduğu kartezyen anlayışta gerekse kendi çıkarımlarında aklın büyük önemi olduğu bilinmektedir. Bütün bu üstünlüğüne ve önemine karşın, Malebranche’ın diğer yetileri doğrulayıp yanlışlama sürecinde akla verdiği hakemlik rolü de sınırsız değildir. Filozofa göre, duyular ve imgelem bazen aklı ön yargılar aracılığıyla etki altına alırlar. Ama bu etkilerden kurtulmanın yolları vardır (1997a: 8).
Aklın ölçülü kullanılması gerektiği uyarısını yapan Malebranche şöyle der: Akıl bizim asıl parçamız olmakla birlikte onu çok başıboş bırakırsak çok aldandığımız olur. Çünkü akıl az çok yorulmadan çalışmaz. Yani doğru yargıda bulunmaya yetecek kadar bilgi edinemez. Durum bu olmasına karşın, insan yine de yargıda bulunmak ister (1997/III: 174). Malebranche başka bir yerde yine aklın güçsüz yanlarına şöyle işaret eder: Anlaşılmazcasına aşırı olarak sınırlanmış bulunan, yalnız duyularımız ve imgelemimiz değildir; ancak, çok öz ve özdekten iyice kurtulmuş olmasına rağmen zihin bile, Tanrı’nın işlerini ve buyruklarını kavrayamayacak kadar kaba ve zayıftır. Duyuların diliyle atom denilen şeyi görünce kendini yitirir ve ürker. Her ne kadar eksikliklerle nitelense de, aklın duyulara göre üstünlükleri vardır.
Malebranche’a göre duyular ve imgelem Tanrı’nın iş ve buyrukların küçültüp aşağılatırlar ve dolayısıyla kişilerde körü körüne yanılmaya sürükleyen saf ve aptal bir güven uyandırırlar. Oysa akıl kendi zayıflığını, Tanrı’nın ululuğunu kavrar ve içinde kendi kendini yitirdiği sonsuzluk ve bitimsizliği tam olarak algılar (1997/I: 63–64).
Malebranche’ın önerisi: Ruh, duyular, imgelem ve akıl kendi yetileri ve kapasiteleri çerçevesinde ve bu yetiler hangi amaç için verilmişlerse o şeylerde kullanılmalıdırlar (1997/III: 174). Filozofun gerçek bilginin elde edilmesinde ne de “hakikat”e ulaşmada mevcut yetilerin yeterli olmadığına ilişkin açık ifadeler kullandığı görülmektedir. Gözlerimizi kapadığımızda duyularımızdan da imgelemimizden de bağımsız bir başka uzamın ve gerçekliğin var olduğunu görürüz. Bizi çevreleyen bütün cisimler yok edildikleri zaman, algılamasak da onların “idealar”ının var olduklarını ve onları görebileceğimizi düşünmeliyiz. Uykuda ve ateşli hastalıklarda olan bitenler hakikatin varlığına bir kanıttır, Malebranche’a göre (1997a: 26). Bu ideaların bilgisine yani, hakikate, doğanın kurallarına göre değil, ona ilişkin bir iç göz belki “aydınlanma” ile ulaşılacaktır. Bunun felsefe dilinde çeşitli kullanımları olsa da sezgi terimi en yaygın olanıdır. Bedenden ve zihinden beklediği ışığı bulamayan filozof, “kendi içime dönerek, kendi kendime sorarsam, daha doğrusu kendi kendimin ne hâkimi, ne de ışığı olmadığım için Tanrı’ya yaklaşırsam, ... Ne yapmam gerektiğine açık, seçik bir karşılık alırım,” der. Peki, Tanrı’dan alınacağını söylediği karşılığın niteliği nedir? Malebranche, alınan bu karşılığın açıklamaya gerek duyulmayacak kadar net, hiç bir etnik dille ilgili olmayıp, herkesin anlayacağı ortak bir dille olduğunu belirtir. Tanrı’nın içerisine doğdurduğu bir ışıkla, imgelemin aslı olmayan gördüklerine ve duyularının yanılmalarına bakıp güleceğini, “iç insan”ın “hayvani ve dünyevi insan” la alay eder.
Malebranche’ın düşüncesine göre Tanrı, felsefi, doğa ve doğaüstü sorunlarda olduğu gibi ahlaki buyruk ve kurallarla ilgili sorunlarda da tek çözüm yeridir. Her yere Tanrı düşüncesini koyan Malebranche: “Yalnız Hıristiyan olmakla kalmayıp filozof da olacağım” diyerek mistik sezginin insana hem bilgi hem de hakikati vereceğini öne sürer. (1997/III: 171–172).
IV. Nedensellik Açıklaması (Okazyonalizm)
A. “Hakiki Neden”, “Aracı Neden” Ayrımı
Genelde Malebranche ile birlikte anılan okazyonalizm (ing. occasionalism, Fr. occasionalisme) öğretisini kısaca şöyle açıklamak mümkündür: Bir sonucun deneyimle elde edilen bilgiler ve gözlemler aracılığıyla, kendisinden önce gelen bir nedene bağlanması fikrine karşı, herhangi iki fiziksel olgudan birincisinin ikincisinin zorunlu (hakiki) nedeni olamayacağını, görüntünün sanıdan öte bir şey olmayıp ara neden olduğunu savunan öğreti. Bu öğretide “zorunlu neden”, her şeyi yoktan var eden, her şeye gücü yeten Tanrı’dan başkası değildir (Mautner 2005: 437). Kısa tarihçesine bakıldığında öğretinin temelinde Descartes’ın çifte töz öğretisini tamir etme düşüncesinin yattığı, ilk argümanlarının da ondan alındığı görülür (Clarke 2000: 143).
Çok sağlam Dekartçılar olarak bilinen Hollandalı filozof Arnold Geulincx(1624–1669), Fransız Gerauld de Cordemoy ve Malebranche okazyonalizm ile adları ön plana çıkan isimlerdir. Kısmen Antoine Arnauld (1612–1694) Clauberg ve la Forge gibi yine Fransız felsefesinin isimleri de bu öğretiye katkı sağlayanlar olarak anılmaktadır.
Malebranche’ın okazyonalizmini bilgi öğretisinden ayırmamak gerekiyor. Çünkü nedensellik konusu bir bakıma bilgi sorunun önemli bir parçasını oluşturmaktadır. Bir yanda neden ve sonuç arasında zorunlu, ontolojik bir bağ kurulurken diğer yanda her iki olgu arasında zorunlu bağlantının olup olmadığına, bilinip-bilinemeyeceğine ilişkin tartışmalar yer almaktadır. İkinci görüşü temsil edenlerin öncülerinden birisi hiç kuşkusuz Malebranche’dır. Bu konu Malebranche felsefesinin en özgün noktasıdır da denilebilir.
B. Neden Yaratıcı Güç Demektir!
Malebranche, nedensellik açıklamasının başlığına “Eskilerin felsefesindeki en tehlikeli yanılgı” ifadesini koymuştur. O, fiziksel herhangi bir nesnenin başka bir nesneyi ortaya çıkarma nedeni olarak görülmesinin, bu nesnenin tanrılık özelliği taşıdığı anlamına geldiği kanısındadır. Onun düşüncesine göre cisimlerde, maddelerinin dışında, herhangi bir adla da olsa başka “güç” veya etkin bir neden aramak boşuna ve sıradan filozofların öne sürdükleri yüzeysel bir öne sürümdür (1997/VI: 91).
Malebranche neden terimini “mutlak yaratıcı”, yoktan var edici bir güç olarak anlamaktadır. Felsefi anlamda doğrusu da budur. O da, fiziksel dünyada olup bitenlerin neden sonuç ilişkisi içerisinde gerçekleştiğini gözlemektedir kuşkusuz. Neden ile sonuç arasında “görünen” bağ için Malebranche, “doğal neden” deyişini kullanıyor. Malebranche’a göre birincisi, yani neden mutlak yaratıcı güç taşıyan “hakiki tanrılık”, ikincisi ise ara neden, ya da aracı neden oluyor.
Malebranche’ın görünüş ve “hakikat” arasındaki ayırımı dikkatle takip edilirse burada da “güç” bakımından bir derecelendirme yaptığı anlaşılmaktadır. Bu yorum, Malebranche ve Hıristiyanlığın Tanrı’sına inananlar açısından bir “ast tanrılık” gücü olarak değerlendirilebilir. Ancak Malebranche, yaygın olarak bilinen neden-etki düşüncesinin, sıradan ve Pagan olarak nitelediği filozoflarla, onların izinden gidenlerce “hakiki tanrılık” olarak değerlendirildiğini görüşündedir. Filozofa göre asıl sorun buradadır. Bütün cisimsel şeylerde tanrısal bir güç kabul eden filozofların felsefelerine saygıdan dolayı, görünürde Hıristiyan olan bazı kimselerin de bilmeden putperestleşeceğini savunan Malebranche’ın gerçek kaygısı da burada ortaya
çıkmaktadır (a.y.).