ŞUUR-BEDEN İLİŞKİSİNE DAİR BAZI YAKLAŞIMLAR
|
Şeref GÜNDAY
Şuur çok kullanılan fakat muhtevası tam olarak belirlenemeyen bir kavramdır. Bunun bir nedeni şuurun kendi tabiatı ile ilgilidir. Diğer nedeni ise şuuru daha çok tabiatın konusuymuş gibi düşünmekten ileri gelir.
Şuurun felsefeyle kesiştiği nokta zdhin-beden ilişkisinde ortaya çıkar. Bu açıdan şuur konusu ilk çağ filozoflarından beri doğrudan veya dolaylı olarak ele alınmıştır. Descartes zihne tamamen ayn bir statü tanıdıktan sonra konu, felsefe için, daha da ilgi çeker bir hale gelmiştir. Bugünkü batı felsefesi konuyu "Zihin felsefesi" (Philosophy of Mind) adı altında detaylı bir şekilde ele almaya devam etmektedir.
Söylediğimiz gibi, şuur koiay belirlenebilen bir kavram değildir, ancak, en genel anlamıyla "insanın kendi bilincinin objesi olması" anlamında kullanılabilir. Locke bu terimi insanın içe bakışla kendine dönmesi ile ilgili olarak kullanmıştı. Bazende "baygınlık" halinin zıttı olarak kullanılır.
Biz insanlar akıllı yaratıklarız. Düşünürüz, isteriz, karar veririz ve konuşuruz. İstiyorum, inanıyorum, seviniyorum, hissediyorum gibi kişinin sübjektif halleriyle ilgili olan ifadelere "zihni ifadeler" (mental states) denir. Bugün zihni ifadeler ile şuur arasında ciddi bir ilişkinin olduğuna inanılmaktadır. Çünkü, bir anlamda, şuur bu ifadeleri muhteva olarak alır. Mesela acının şuurunda olmamak mümkün değildir.
Biz yazımızda şuurla yakın ilişkisi olan zihni ifadeler ve bu ifadelerin belirlenmesi ile ilgili olarak ortaya çıkan yaklaşımlara değineceğiz.
Bunlardan en eski ve en yaygın olanı dualizmdir. Dualizme göre şuurun konu aldığı ifadeler fiziki bir süreçle ilgili değillerdir. Bu nedenledir ki zihin (şuurun faaliyet alanı) fiziki bilimlerin, sinir fizyolojisinin ve bilgisayar bilimlerinin araştırma alanının ötesindedir. Zihnin kendisine has ayrı bir doğası vardır.
Dualizm iki şekilde ele alınabilir. Birincisi "Madde Dualizmi"dir. Bu görüsün en önemli öncüsü Descartes'dir. Descartes'a göre varlık (reality) iki ayn temel maddeye bölünebilir. Birincisi doğada yer kaplayan ve uzantısı olan alelade maddedir. İkincisi ise "düşünen" fakat uzammsız olan maddedir. Şuur bu ikincisinde temsil olunur .
Kişiler fiziki vücudun içindeki ruhlardır. Şuur beyinle ilişki içindedir ancak maddeleri farklıdır. Bu görüşe "popüler dualizm"de denir.
İkinci çeşit dualist yaklaşım "nitelik dualizmı" (Property Dualism) dir. Buna göre zihin ve beden iki ayn maddeye sahip olmasalar da farkiı niteliklere sahiptirler. (Meseiâ, Aristo'da ruh organizmanın ayn bir özelliği değil belirleyici bir özelliği idi). Zihni ifadeler beyin bağlantılı olsalar da fiziki değillerdir. Çünkü, fiziki bilimlerin kavramlarıyla izah edilemezler.
Nitelik dualizminden haraketle "epifenomenalizm" ortaya çıkar, Epifenomenalistler için de şuur fiziki dünyanın bir parçası değildir, dolayısı ile beyne indirgenemez. Şuur fenomeni beyin üstü bir özelliğe sahiptir, ancak, bu özellik beynin gelişip belli bir kompleksliğe ulaşmasından sonra ortaya çıkar.
Epifenomenalizme göre beyin şuura neden olur. ancak şuurun beynin çalışması üzerinde hiçbir etkisi yoktur. Bu durum şu örnekle açıklanabilir. Bir fabrikanın çalışması bacasından duman çıkmasına neden olur. Duman fabrikadan ayn bir özelliğe sahiptir ve fabrikanın çalışması üzerinde hiçbir etkisi yoktur. Bu anlamda beyinle şuur arasında tek yönlü bir nedensellik ilişkisi vardır (Huxley).
Dualizmi özetlemek için tüm dualistler için geçerli olan şu örneği verebiliriz: "Kırmızı bir obje algılıyorum" dediğimde hangi süreçler rol oynar?
1- Objeden çıkan ışınlar gözüme gelir.
2- Gözümdeki alıcılar uyarılır.
3- Bunu takiben, Optik sinirlerdeki elektrokimyasai impulslar harekete geçer.
4- İmpulslar beynin ilgili bölümüne gelir.
5- Beyinde kimyasal bir faaliyet oluşur.
6- "Ben" kırmızı objeyi algılıyorum.
Tüm dualistler için 1.2,3,4.5 fiziki bir süreçtir ancak 6 değildir. Ancak, Descartes 1,2,3,4,5 ve 6 arasındaki ilişkiyi açıklayabilmiş değildir. Epifenomenalistler için ise 6'nın varlığı 1,2.3,4,5 in varlığına bağlıdır. Fakat 6 kendisine neden olan süreçlerden nitelik olarak farklıdır.
Görüldüğü gibi dualizmi n klasik problemi olan zihin-beden ilişkisi şuur alanında da olduğu gibi yerini korumaktadır. Çözüme bir ölçüde yaklaşan Epifenomenalizmin ise "şuurlu davranışları" izah edememektedir. Çünkü, yukarıdaki örnekte, fabrika dumaninin fabrikanın çalışması üzerinde hiç bir etkisi yoktur.
Şuur konusuda bir başka yaklaşım da bihevyoristlerinkidir. Bihevyorizmin değişik formları vardır, ancak hapsinde ortak olan görüş "şuur"u gözlenebilir dış faktörlere indirgemeleridir.
Bihevyorizmin bir felsefi bir de psikolojik cephesi vardır. Felsefi bihevyorizmin daha çok anlamla ilgilidir. Şuurun muhtevası olarak kabul edilen zihni ifadelerin anlamlarını araştırılar. Amaçlar, zihni ifadeleri tamamen davranış ifadelerine dönüştürmektir.
Bir felsefi bihevyorist için inanışlar, arzular ve diğer zihni ifadeler üzerinde konuşmak fiziki olmayan ayn bir madde veya bir şey üzerinde konuşmak demek değildir. Bu ifadeler aktif veya potansiyel olarak davranış ifadeleridir. Meselâ, "x suda çözülür" dediğimizde biz x'in çözülebiliriik gibi soyut, fiziki olmayan bir karakterini ifade etmiyoruz. Sadece demek istiyoruz ki "eğer x'i suyun içine koyarsak x su da çözülür".
Benzeri bir analiz akli ifadeler için de geçerlidir. Bu durumda, inanış, istek ve dolayısıyla şuur gibi kavramların arkasında ayrı bir fenomen yoktur.
Felsefi bihevyorizmin önemli temsilcisi olarak Ryle kabul edilmiştir. Daha sonra bir ölçüde Wittgenstein'de bu yaklaşıma dahil kabul edildi.
Ryle'a göre "Şuur"un değişik kullanımlarının dışında kesinleşmiş bir tanımı yoktur. Kelimenin anlamı içinde kullanıldığı cümleye göre değişir. Aynı şekilde, zihni ifadelerinin de Descartes'in zannettiği gibi kesinleşmiş bir anlamı yoktur. Bu durumda, Ryle için, kesin olarak şuurlu olan akli bir süreç yoktur. Ryle'a göre Descartes'in doktrini "Ghost in the Machine" (makinenin içindeki ruh) doktirinidir ve yanlıştır. Descartes bir kategori hatası yapmıştır. Bir "üniversite" içindeki fakültelerden bağımsız onun üstünde olan bir kavram değildir.
Wittgenstein'da aklın bir madde olduğu fikrine ve dolayısıyla dualizme karşıdır. İçe bakışla elde edildiği söylenen özel bir fenomen yoktur. Çünkü, bu yöntemle elde edilen şeyin dil oyunun da yeri yoktur. (Language games). Duygularımızı biz tek başımıza öğrenmiyoruz. Duygularımızı dile getirme şeklimiz onları nasıl öğrendiğimize bağlıdır.
Eğer kişisel bir dil (private language) yoksa ve eğer biz duygulanmm dil sayesinde öğreniyorsak kişisel bir acı ve duygu da yoktur. Yani hiç kimse ben şunu hissediyorum fakat ifade edemiyorum diyemez. Şuur kavramıda bu tür ifadeler üzerine kurulamaz.
Wittgenstein'e göre kişisel duygular özel bir kutunun içindeki kurt gibidir. Hiç cimse diğerinin kutusunun içinde ne olduğnua bakamaz, ancak herkes kutunun içinde ne olduğunu bildiğini iddia eder. Eğer kişiler kutunun içinde ne olduğunu tam olarak biliniyorlarsa kutunun içinde olan şeyin dil oyununda yeri yoktur. Hatta kutu boş bile olabilir.
Biz şuur'u yaşantının objesi zannederiz ve şuurlu olduğumuzun tanığı olduğunu düşünürüz. Wittgenstein'e göre kimse kendi şuurluluğunu gözleyemez. Ben şuurluyum demek şuurun yaşantısı değildir.
Ben şuurluyum dediğimde kime bilgi vermekteyim? Bunu kendi kendime söylemenin amacı nedir? Witlgenstein'da "şuur" sanki ben'e değil de toplum içinde "biz"le birlikte anlam kazanmaktadır.
Skinner gibi radikal bihevyoristlerin yaklaşımı daha ekyicidir. Onlara gore, genetik olmayan bütün insan davranışları doğal veya sosyal ödül ve cezalarla açıklanabilir. Şuurlu davranışlara neden olan akli bir istem süreci yoktur.
Skinner bihevyorizminde içsel ifadelerden ziyade çevre ve çevreden gelen baskılar davranışta temel rolü oynarlar.
Bihevyorist yaklaşıma çeşitli tartışmalarla karşı koymalar olmuştur.
Bihevyorizmin en ciddi problemi akli ifadelerin içsel (inner) özelliğini inkar etmesidir. Meselâ, deniyor ki, acı çekmek sadece çığlık atmak değildin aynı zamanda, içsel, niteliksel bir doğası da vardır. Acının bu içsel özelliği ancak bir tür içebakışla yaşayan kişi tarafından kavranabilir. Ayrıca, bu deneyimin ne kadar dile düşürülebileceği tartışılır.
Bihevyorizme karşı geliştirilen bir başka tartışmada "tüpteki beyin tartışması" (Brain in Vat) dir: Bir beyin düşünün ki kafatasından çıkartılıyor ve içi yaşaması için gerekli olan sıvıyla doldurulmuş bir deney tüpünün içine konuyor. Bu beynin sinir girdileri bir bilgisayarla uyarılıyor ve sinir çıktıları bir robot vasıtası ile davranışa dönüştürülüyor. Bu durum da, beyin uyarana tepki verdiğinde yaptığı hiçbir şey kendinin değildir, sanki kendininmiş gibi gösterilmektedir.
Bihevyoristler gibi sadece uyaran-tepki formülünü açıp içsel ifadeleri ve şuuru dîşlarsak deney tüpünün içindeki beyin durumuna düşeriz.
Hayattaki uygulamasında bilgisayarın yerini tabiat, robotun yerini vücut almaktadır. Biheyoristler tabii etkilerle beyin tepkileri arasında hiçbir ara fenomen kabul etmedikleri için kişi bilgisayar emrindeki beyin durumuna düşmektedir.
Görüldüğü gibi bihevyorizim şuurdan çok şuursuzluğu ön plana çıkarmaktadır. Materyalistlerin şuur'a yaklaşımı da bihevyorizme benzerdir. Materyalizmin biheyorizmden farkı, materyalistlerin uyaran-tepki ilişkisine ilave olarak beynin fonksiyonlarını ön plana çıkarmalarıdır.
Armstrong "zihnin materyalist teorisi" adlı kitabında "insan materyal objenin dışında hiçbirşey değildir" der. Zihni süreçler tamamen merkezi sinir sisteminin süreçleridir.
Armstrong şuurun varlığını kabul etmektedir. Ancak, şuurun nörofızyolojiden bağımsızlığını kabul etmemektedir. Armstrogn için şuur birincil zihni ifadeye yönelmiş ikincil bir zihni ifadedir. İçe bakışla veya dış algıyla bir şeyi farkına varmadır.
Armstrong'un bihevyortstlerden ayrıldığı ikinci nokta duygular konusudur. Bir bihevyorist için bir duygu ile bu duygunun bilincinde olma arasında bir fark yoktur. Acı çekmek ve acı çektiğinin farkına varmak ayn ayn iki zihni olay değildir. Oysa, Armstrong'a göre "ben" farkında olmadan da acı olabilir. Yani, acıyı farkına varma aklın ikinci bir olayıdır ki şuur da budur (Orjinal akli ifadeye yönelmek bu anlamdadır). Demek ki, her beyin faaliyeti kendini şuura yansıtmamaktadır.
Armstrong'a göre her akli faaliyet bir beyin faaliyetidir, ancak her düşüncenin tekabül ettiği belli bir beyin faaliyeti yoktur. Meselâ, Ankara'yı düşünmek beynin bir fonksiyonudur. Ancak, her ikimiz de Ankara'yı düşündüğümüzde ikimizin beyninde de aynı kimyasal faaliyetin olması zorunlu değildir. Şuurun beyinden araştırılmasını zorlaştıran neden de budur.
Materyalizme de çeşitli karşı koymalar olmuştur. Materyalizmin zorluklarından en önemlisi Leibniz kanunlarından kaynaklanmaktadır.
Bu kanun şöyle ifade edilebilir.
"Eğer iki şey birbirine özdeş ise birisinde bulunan bir özellik diğerinde de bulunmalıdır."
Kanuna göre eğer zihni ifadeler beyin süreçlerine özdeş ise akli ifadeler için söylenebilen herşey beyin süreçleri için de söylenebilmelidir. Ancak kanun zihin-beyin ilişkisine uygulandığında özdeşlik teorisi anlamsız bir duruma düşmektedir. Çünkü, beyin süreçleri beynin belli bir bölgesinde cereyan etmektedir, yani yeri bellidir. Oysa, zihni ifadeler için belli bir yer göstermek mümkün değildir. Meselâ parmağımın ucundaki acı beynimin şu noktasındadır demek, ya da benim venüsü bir gezegen olarak kabul edişim beynimin şu bölgesindedir demek anlamsız olmaktadır. Bu tür özdeşlikler "5 numara yeşildir" demek kadar anlamsızdır.
Aynı şekilde biz biliyoruz ki inanışların semantik bir değeri "vardır. Anlamlı veya anlamsız olabilirler. Buna karşılık kimyasal beyin süreçlerinde bu semantik değerleri bulmak mümkün değildir.
Diğer yandan, biliyoruz ki beyin faaliyetleri elektrokimyasal impulslardan ve sinirsel bir ağdan oluşmaktadır. Şuurumuzun muhtevasına yöneldiğimizde kendi duygu, istek ve arzularımızın farkına varırız. Şuurumuzu beynimizin kimyasal faaliyetlerine yönlendirecek bir yöntem yoktur.
Bu durumda, nasıl olur da her ikisi de aynı olay olabilir?
Bize göre bu konuda nitelik dualizmini savunmak mümkündür. Şuur ve bedenin yapıları nicelik olarak benzerdir, ancak, aralarında bir nitelik farkı vardır.
Bir elma ağacı ite elma ilişkisini düşünelim. Ağaç elmaya neden olsada "elma" ağaç değildir. Hatta "yeni elmalar" elmanın içindedir.
Burada maddi birliktelik olsa da fonksiyonel ayrılık vardır. Acaba elma ağacı "elmaların" o şekiide gelişebilmesi için mi o şekilde büyümüştür? Yoksa, o şekilde büyüdüğü için mi o şekilde meyve verir?
Burada, sanki teleolojik (amaçlı) bir gelişim vardır, acaba şuur varlığa anlam veren bir üst dil olarak mı ortaya çıkıyor? Böyle gibi görünmektedir. Alem anlamlıysa onu anlamlandıracak bir unsurun da olması gerekmez mi? Bu yorumculuğa en iyi aday "insan şuuru"dur. Bu anlamda şuur tabiatın en son meyvesidir. Ancak, tabiatın dışında olan birşey değildir. Varlığı ve çatışması bir üst dille açıklanabilir. Bu nedenle nitelik dualizmi savunulabilir bir pozisyon gibi görünmektedir.
Şuur çok kullanılan fakat muhtevası tam olarak belirlenemeyen bir kavramdır. Bunun bir nedeni şuurun kendi tabiatı ile ilgilidir. Diğer nedeni ise şuuru daha çok tabiatın konusuymuş gibi düşünmekten ileri gelir.
Şuurun felsefeyle kesiştiği nokta zdhin-beden ilişkisinde ortaya çıkar. Bu açıdan şuur konusu ilk çağ filozoflarından beri doğrudan veya dolaylı olarak ele alınmıştır. Descartes zihne tamamen ayn bir statü tanıdıktan sonra konu, felsefe için, daha da ilgi çeker bir hale gelmiştir. Bugünkü batı felsefesi konuyu "Zihin felsefesi" (Philosophy of Mind) adı altında detaylı bir şekilde ele almaya devam etmektedir.
Söylediğimiz gibi, şuur koiay belirlenebilen bir kavram değildir, ancak, en genel anlamıyla "insanın kendi bilincinin objesi olması" anlamında kullanılabilir. Locke bu terimi insanın içe bakışla kendine dönmesi ile ilgili olarak kullanmıştı. Bazende "baygınlık" halinin zıttı olarak kullanılır.
Biz insanlar akıllı yaratıklarız. Düşünürüz, isteriz, karar veririz ve konuşuruz. İstiyorum, inanıyorum, seviniyorum, hissediyorum gibi kişinin sübjektif halleriyle ilgili olan ifadelere "zihni ifadeler" (mental states) denir. Bugün zihni ifadeler ile şuur arasında ciddi bir ilişkinin olduğuna inanılmaktadır. Çünkü, bir anlamda, şuur bu ifadeleri muhteva olarak alır. Mesela acının şuurunda olmamak mümkün değildir.
Biz yazımızda şuurla yakın ilişkisi olan zihni ifadeler ve bu ifadelerin belirlenmesi ile ilgili olarak ortaya çıkan yaklaşımlara değineceğiz.
Bunlardan en eski ve en yaygın olanı dualizmdir. Dualizme göre şuurun konu aldığı ifadeler fiziki bir süreçle ilgili değillerdir. Bu nedenledir ki zihin (şuurun faaliyet alanı) fiziki bilimlerin, sinir fizyolojisinin ve bilgisayar bilimlerinin araştırma alanının ötesindedir. Zihnin kendisine has ayrı bir doğası vardır.
Dualizm iki şekilde ele alınabilir. Birincisi "Madde Dualizmi"dir. Bu görüsün en önemli öncüsü Descartes'dir. Descartes'a göre varlık (reality) iki ayn temel maddeye bölünebilir. Birincisi doğada yer kaplayan ve uzantısı olan alelade maddedir. İkincisi ise "düşünen" fakat uzammsız olan maddedir. Şuur bu ikincisinde temsil olunur .
Kişiler fiziki vücudun içindeki ruhlardır. Şuur beyinle ilişki içindedir ancak maddeleri farklıdır. Bu görüşe "popüler dualizm"de denir.
İkinci çeşit dualist yaklaşım "nitelik dualizmı" (Property Dualism) dir. Buna göre zihin ve beden iki ayn maddeye sahip olmasalar da farkiı niteliklere sahiptirler. (Meseiâ, Aristo'da ruh organizmanın ayn bir özelliği değil belirleyici bir özelliği idi). Zihni ifadeler beyin bağlantılı olsalar da fiziki değillerdir. Çünkü, fiziki bilimlerin kavramlarıyla izah edilemezler.
Nitelik dualizminden haraketle "epifenomenalizm" ortaya çıkar, Epifenomenalistler için de şuur fiziki dünyanın bir parçası değildir, dolayısı ile beyne indirgenemez. Şuur fenomeni beyin üstü bir özelliğe sahiptir, ancak, bu özellik beynin gelişip belli bir kompleksliğe ulaşmasından sonra ortaya çıkar.
Epifenomenalizme göre beyin şuura neden olur. ancak şuurun beynin çalışması üzerinde hiçbir etkisi yoktur. Bu durum şu örnekle açıklanabilir. Bir fabrikanın çalışması bacasından duman çıkmasına neden olur. Duman fabrikadan ayn bir özelliğe sahiptir ve fabrikanın çalışması üzerinde hiçbir etkisi yoktur. Bu anlamda beyinle şuur arasında tek yönlü bir nedensellik ilişkisi vardır (Huxley).
Dualizmi özetlemek için tüm dualistler için geçerli olan şu örneği verebiliriz: "Kırmızı bir obje algılıyorum" dediğimde hangi süreçler rol oynar?
1- Objeden çıkan ışınlar gözüme gelir.
2- Gözümdeki alıcılar uyarılır.
3- Bunu takiben, Optik sinirlerdeki elektrokimyasai impulslar harekete geçer.
4- İmpulslar beynin ilgili bölümüne gelir.
5- Beyinde kimyasal bir faaliyet oluşur.
6- "Ben" kırmızı objeyi algılıyorum.
Tüm dualistler için 1.2,3,4.5 fiziki bir süreçtir ancak 6 değildir. Ancak, Descartes 1,2,3,4,5 ve 6 arasındaki ilişkiyi açıklayabilmiş değildir. Epifenomenalistler için ise 6'nın varlığı 1,2.3,4,5 in varlığına bağlıdır. Fakat 6 kendisine neden olan süreçlerden nitelik olarak farklıdır.
Görüldüğü gibi dualizmi n klasik problemi olan zihin-beden ilişkisi şuur alanında da olduğu gibi yerini korumaktadır. Çözüme bir ölçüde yaklaşan Epifenomenalizmin ise "şuurlu davranışları" izah edememektedir. Çünkü, yukarıdaki örnekte, fabrika dumaninin fabrikanın çalışması üzerinde hiç bir etkisi yoktur.
Şuur konusuda bir başka yaklaşım da bihevyoristlerinkidir. Bihevyorizmin değişik formları vardır, ancak hapsinde ortak olan görüş "şuur"u gözlenebilir dış faktörlere indirgemeleridir.
Bihevyorizmin bir felsefi bir de psikolojik cephesi vardır. Felsefi bihevyorizmin daha çok anlamla ilgilidir. Şuurun muhtevası olarak kabul edilen zihni ifadelerin anlamlarını araştırılar. Amaçlar, zihni ifadeleri tamamen davranış ifadelerine dönüştürmektir.
Bir felsefi bihevyorist için inanışlar, arzular ve diğer zihni ifadeler üzerinde konuşmak fiziki olmayan ayn bir madde veya bir şey üzerinde konuşmak demek değildir. Bu ifadeler aktif veya potansiyel olarak davranış ifadeleridir. Meselâ, "x suda çözülür" dediğimizde biz x'in çözülebiliriik gibi soyut, fiziki olmayan bir karakterini ifade etmiyoruz. Sadece demek istiyoruz ki "eğer x'i suyun içine koyarsak x su da çözülür".
Benzeri bir analiz akli ifadeler için de geçerlidir. Bu durumda, inanış, istek ve dolayısıyla şuur gibi kavramların arkasında ayrı bir fenomen yoktur.
Felsefi bihevyorizmin önemli temsilcisi olarak Ryle kabul edilmiştir. Daha sonra bir ölçüde Wittgenstein'de bu yaklaşıma dahil kabul edildi.
Ryle'a göre "Şuur"un değişik kullanımlarının dışında kesinleşmiş bir tanımı yoktur. Kelimenin anlamı içinde kullanıldığı cümleye göre değişir. Aynı şekilde, zihni ifadelerinin de Descartes'in zannettiği gibi kesinleşmiş bir anlamı yoktur. Bu durumda, Ryle için, kesin olarak şuurlu olan akli bir süreç yoktur. Ryle'a göre Descartes'in doktrini "Ghost in the Machine" (makinenin içindeki ruh) doktirinidir ve yanlıştır. Descartes bir kategori hatası yapmıştır. Bir "üniversite" içindeki fakültelerden bağımsız onun üstünde olan bir kavram değildir.
Wittgenstein'da aklın bir madde olduğu fikrine ve dolayısıyla dualizme karşıdır. İçe bakışla elde edildiği söylenen özel bir fenomen yoktur. Çünkü, bu yöntemle elde edilen şeyin dil oyunun da yeri yoktur. (Language games). Duygularımızı biz tek başımıza öğrenmiyoruz. Duygularımızı dile getirme şeklimiz onları nasıl öğrendiğimize bağlıdır.
Eğer kişisel bir dil (private language) yoksa ve eğer biz duygulanmm dil sayesinde öğreniyorsak kişisel bir acı ve duygu da yoktur. Yani hiç kimse ben şunu hissediyorum fakat ifade edemiyorum diyemez. Şuur kavramıda bu tür ifadeler üzerine kurulamaz.
Wittgenstein'e göre kişisel duygular özel bir kutunun içindeki kurt gibidir. Hiç cimse diğerinin kutusunun içinde ne olduğnua bakamaz, ancak herkes kutunun içinde ne olduğunu bildiğini iddia eder. Eğer kişiler kutunun içinde ne olduğunu tam olarak biliniyorlarsa kutunun içinde olan şeyin dil oyununda yeri yoktur. Hatta kutu boş bile olabilir.
Biz şuur'u yaşantının objesi zannederiz ve şuurlu olduğumuzun tanığı olduğunu düşünürüz. Wittgenstein'e göre kimse kendi şuurluluğunu gözleyemez. Ben şuurluyum demek şuurun yaşantısı değildir.
Ben şuurluyum dediğimde kime bilgi vermekteyim? Bunu kendi kendime söylemenin amacı nedir? Witlgenstein'da "şuur" sanki ben'e değil de toplum içinde "biz"le birlikte anlam kazanmaktadır.
Skinner gibi radikal bihevyoristlerin yaklaşımı daha ekyicidir. Onlara gore, genetik olmayan bütün insan davranışları doğal veya sosyal ödül ve cezalarla açıklanabilir. Şuurlu davranışlara neden olan akli bir istem süreci yoktur.
Skinner bihevyorizminde içsel ifadelerden ziyade çevre ve çevreden gelen baskılar davranışta temel rolü oynarlar.
Bihevyorist yaklaşıma çeşitli tartışmalarla karşı koymalar olmuştur.
Bihevyorizmin en ciddi problemi akli ifadelerin içsel (inner) özelliğini inkar etmesidir. Meselâ, deniyor ki, acı çekmek sadece çığlık atmak değildin aynı zamanda, içsel, niteliksel bir doğası da vardır. Acının bu içsel özelliği ancak bir tür içebakışla yaşayan kişi tarafından kavranabilir. Ayrıca, bu deneyimin ne kadar dile düşürülebileceği tartışılır.
Bihevyorizme karşı geliştirilen bir başka tartışmada "tüpteki beyin tartışması" (Brain in Vat) dir: Bir beyin düşünün ki kafatasından çıkartılıyor ve içi yaşaması için gerekli olan sıvıyla doldurulmuş bir deney tüpünün içine konuyor. Bu beynin sinir girdileri bir bilgisayarla uyarılıyor ve sinir çıktıları bir robot vasıtası ile davranışa dönüştürülüyor. Bu durum da, beyin uyarana tepki verdiğinde yaptığı hiçbir şey kendinin değildir, sanki kendininmiş gibi gösterilmektedir.
Bihevyoristler gibi sadece uyaran-tepki formülünü açıp içsel ifadeleri ve şuuru dîşlarsak deney tüpünün içindeki beyin durumuna düşeriz.
Hayattaki uygulamasında bilgisayarın yerini tabiat, robotun yerini vücut almaktadır. Biheyoristler tabii etkilerle beyin tepkileri arasında hiçbir ara fenomen kabul etmedikleri için kişi bilgisayar emrindeki beyin durumuna düşmektedir.
Görüldüğü gibi bihevyorizim şuurdan çok şuursuzluğu ön plana çıkarmaktadır. Materyalistlerin şuur'a yaklaşımı da bihevyorizme benzerdir. Materyalizmin biheyorizmden farkı, materyalistlerin uyaran-tepki ilişkisine ilave olarak beynin fonksiyonlarını ön plana çıkarmalarıdır.
Armstrong "zihnin materyalist teorisi" adlı kitabında "insan materyal objenin dışında hiçbirşey değildir" der. Zihni süreçler tamamen merkezi sinir sisteminin süreçleridir.
Armstrong şuurun varlığını kabul etmektedir. Ancak, şuurun nörofızyolojiden bağımsızlığını kabul etmemektedir. Armstrogn için şuur birincil zihni ifadeye yönelmiş ikincil bir zihni ifadedir. İçe bakışla veya dış algıyla bir şeyi farkına varmadır.
Armstrong'un bihevyortstlerden ayrıldığı ikinci nokta duygular konusudur. Bir bihevyorist için bir duygu ile bu duygunun bilincinde olma arasında bir fark yoktur. Acı çekmek ve acı çektiğinin farkına varmak ayn ayn iki zihni olay değildir. Oysa, Armstrong'a göre "ben" farkında olmadan da acı olabilir. Yani, acıyı farkına varma aklın ikinci bir olayıdır ki şuur da budur (Orjinal akli ifadeye yönelmek bu anlamdadır). Demek ki, her beyin faaliyeti kendini şuura yansıtmamaktadır.
Armstrong'a göre her akli faaliyet bir beyin faaliyetidir, ancak her düşüncenin tekabül ettiği belli bir beyin faaliyeti yoktur. Meselâ, Ankara'yı düşünmek beynin bir fonksiyonudur. Ancak, her ikimiz de Ankara'yı düşündüğümüzde ikimizin beyninde de aynı kimyasal faaliyetin olması zorunlu değildir. Şuurun beyinden araştırılmasını zorlaştıran neden de budur.
Materyalizme de çeşitli karşı koymalar olmuştur. Materyalizmin zorluklarından en önemlisi Leibniz kanunlarından kaynaklanmaktadır.
Bu kanun şöyle ifade edilebilir.
"Eğer iki şey birbirine özdeş ise birisinde bulunan bir özellik diğerinde de bulunmalıdır."
Kanuna göre eğer zihni ifadeler beyin süreçlerine özdeş ise akli ifadeler için söylenebilen herşey beyin süreçleri için de söylenebilmelidir. Ancak kanun zihin-beyin ilişkisine uygulandığında özdeşlik teorisi anlamsız bir duruma düşmektedir. Çünkü, beyin süreçleri beynin belli bir bölgesinde cereyan etmektedir, yani yeri bellidir. Oysa, zihni ifadeler için belli bir yer göstermek mümkün değildir. Meselâ parmağımın ucundaki acı beynimin şu noktasındadır demek, ya da benim venüsü bir gezegen olarak kabul edişim beynimin şu bölgesindedir demek anlamsız olmaktadır. Bu tür özdeşlikler "5 numara yeşildir" demek kadar anlamsızdır.
Aynı şekilde biz biliyoruz ki inanışların semantik bir değeri "vardır. Anlamlı veya anlamsız olabilirler. Buna karşılık kimyasal beyin süreçlerinde bu semantik değerleri bulmak mümkün değildir.
Diğer yandan, biliyoruz ki beyin faaliyetleri elektrokimyasal impulslardan ve sinirsel bir ağdan oluşmaktadır. Şuurumuzun muhtevasına yöneldiğimizde kendi duygu, istek ve arzularımızın farkına varırız. Şuurumuzu beynimizin kimyasal faaliyetlerine yönlendirecek bir yöntem yoktur.
Bu durumda, nasıl olur da her ikisi de aynı olay olabilir?
Bize göre bu konuda nitelik dualizmini savunmak mümkündür. Şuur ve bedenin yapıları nicelik olarak benzerdir, ancak, aralarında bir nitelik farkı vardır.
Bir elma ağacı ite elma ilişkisini düşünelim. Ağaç elmaya neden olsada "elma" ağaç değildir. Hatta "yeni elmalar" elmanın içindedir.
Burada maddi birliktelik olsa da fonksiyonel ayrılık vardır. Acaba elma ağacı "elmaların" o şekiide gelişebilmesi için mi o şekilde büyümüştür? Yoksa, o şekilde büyüdüğü için mi o şekilde meyve verir?
Burada, sanki teleolojik (amaçlı) bir gelişim vardır, acaba şuur varlığa anlam veren bir üst dil olarak mı ortaya çıkıyor? Böyle gibi görünmektedir. Alem anlamlıysa onu anlamlandıracak bir unsurun da olması gerekmez mi? Bu yorumculuğa en iyi aday "insan şuuru"dur. Bu anlamda şuur tabiatın en son meyvesidir. Ancak, tabiatın dışında olan birşey değildir. Varlığı ve çatışması bir üst dille açıklanabilir. Bu nedenle nitelik dualizmi savunulabilir bir pozisyon gibi görünmektedir.
1 Yorum
şuuru tıpkı sevgi gibi öfke gibi beynin maddi bir yansıması olarak düşünüyorum.manic depresif hastalarının beynine elektrotlar yerleştirerek sahip olduğu duyguları(öfke,sinir,sevilmediği hissi vb)etkileyebiliyor modern tıp.hem leibnizin beyinde bu fonksiyonların yeri tesbit edilemez demesi 1600 lere göre olan bir yaklaşım olmuş olabilir.ölen bir insan maddi olarak şuurunu da kaybeder ki ölmeden önce bile çoğu zaman kaybeden hastalar vardır bitkisel hayat gibi.tüm bu örnekler materyalizmin şuura bakışını doğrulamıyor mu?