BİLİMSEL DÜŞÜNMENİN YASALARI VE İLKELERİ - 1
|
Yasalar :
Nesnel dünyada sayısız yasalar bulunur. Örneğin : İnorganik (cansız), organik (canlı) dünyanın, toplumun ve düşüncenin yasaları gibi Yasalar, nesneler, olgular arasında genel ve değişmez bağlardır. Bu bağlar aynı zamanda etkili güçlerdir. Bu güçler, nesne ve olguları ya da olayları etkileyerek, onların yapılanını, biçimlerini değiştirir, onlara birtakım yenilikler, özellikler, süreçler kazandırır. Tüm bunların değişimlerini sağlayan, yasa denilen etkin güçlerdir.
Yasaların çok çeşitli ve çok yönlü olmaları nedeniyle varlığın çeşitli alanlarında yer almışlardır. Örneğin : Doğa, sosyal, soyut ve teknik bilimlerin tüm alanlarını oluşturan ve yöneten bu yasalardır. Kısacası, canlı ve cansız doğayı ve evreni kapsayan yasalardır. Yasalar, maddi dünyanın olguları arasında tekrarlanan, olumlu ve olumsuz tüm olgu ve olayların, nesnelerin akışını, değişimini ve süreçlerini oluşturan etken güçlerdir.
Bu nedenle yasaları bilip öğrenmemizde çok büyük yararlar vardır. Çünkü yasaların yönlendirdiği algı ve nesneleri, bilimleri, anlayıp öğrenmemizi sağlayan onlardır, yani yasalardır. Bilimleri öğrenmek demek, temelde yasaları öğrenmek demektir. Örneğin: Toplumların hangi yasalarla evrimleştiğini ve hangi koşullarda bu yasaların uygulandığını bilirsek, tarihsel olayların ilerleyişini önceden görebiliriz. Ayrıca, bilip kavramak sayesinde birçok olgu ve olayların akışlarını, süreçlerini, anlar, ne gibi hedeflere yöneldiklerini izleyerek doğru tahminlerde bulunabiliriz. Böylece, yalakları bilmek ve öğrenmek sayesinde bazı algı ve olayları önceden görme, onları önceden tanıma yeteneğini geliştirmiş oluruz. Çevremizi, doğayı ve evreni yöneten, bunları değiştiren, geliştiren sınırsız ve sayısız yasalar, kişilerin dışında, kişilerden bağımsız güçlerdir. İnsanın varlığı ve yaşamı da bu etken yasalara bağlıdır. Ayrıca yasalar insandan çok üstün ve çök güçlü etkenlerdir. Örneğim hayatın varoluş yasası, hayat süreci, gelişim, üretim, ölüm, etkileşim, çekim vb. İnsan temel ve genel yasaları değiştiremez, ancak onları tanır, bilir ve onlarla uyum sağlar. Gerçi insanoğlu bazı özel yasaların yönlerini değiştirir, bazı alanlarda onlara egemen olabilirler. Fakat yasalara, ancak yasalar sayesinde egemen olunabilir. İnsanlar, yasaları, yasalara karşı kullanarak onlara egemen olma yollarını bulabilmişlerdir.
Dünyamız yasalarla yönetilen maddenin bir hareketinden başka bir şey değildir. Bilincimiz bu yasaları sadece yansıtabilir. Yasalar, insanı iradesinden ve arzusundan bağımsız olarak işlemlerimi yürütürler. İnsan, zamanla yasaların ilerlemelerini engellemeye, onlara karşı gelmeğe çalıştığı sürece başarısızlığa uğrar. insan ancak yasaları kendi doğrultularındaki akışlarını başka yollara yöneltmede yardımcı olur. Örneğin : Evrensel yer çekimi yasasına uymadan, ona uyum göstermeden çekim gücünün üstesinden gelmeden uzaya açılamaz.
İnsan, teknik alanda, iş alanında yasalardan çok yararlanır. Örneğin ; Paskal'ın sıvıların basınç iletme yasasından yararlanarak, hidrolik presleri, frenleri bulmuş ve bunları teknik alanında kullanmayı becermiştir. Gene elektrik enerjisine ait yasaları bularak, motorların çalışması, aydınlatmada, elektriğin ısı aygıtlarını bularak iş alanına koymasını becerebilmiştir. Zamanla doğa yasalarını öğrenerek güçlenen insan, su, rüzgâr ve diğer doğa güçlerinin yıkıcı özelliklerinin sınırlandırmakla yetinmemiş ayrıca, onlara yön vererek birçok alanlarda kendi yararına kullanabilmiştir.
Sağlıklı bir bilimsel düşünmeye sahip olabilmek işin, düşünmenin yasalarını iyi bir şekilde öğrenip bilmemiz gerekir. Çünkü insan bilimsel düşünme gücüne sahip olduktan sonra bilimleri ve bilimlerin yayıldığı alanları daha iyi bir şekilde öğrenebilir ve bunlara ait sorunları daha iyi bir şekilde çözebilir.
Nesnel dünyada bir çok yasa bulunur. İnorganik, organik dünyanın, toplumun ve düşüncenin yasaları gibi. Varlığın çeşitli alanlarında yer alan yasaların kendilerine özgü birtakım nitelikleri vardır. Doğada değişmeyen olaylara, bilim dillinde yasa denir. Bir yasa her şeyden önce, evrimleşmekte olan, nesneler ya da bunların görünümleri arasındaki bir ilişkidir, bir zincirlemedir. Fakat bir doğa yasası sadece zincirleme olmayıp, kalımlı, tekrarlanan bir İlişkidir; yasalar, çok büyük sayıda nesne ve olguyu karakterize ederler Örneğin : Madde ve enerji eşdeğerliliği yasası, bir çok fiziksel cismin, kütle ve enerjinin karşılıklı bağımlılığını içerir. Periyodik cetvel, tüm kimyasal elementlerin özelliklerinin, çekirdeğin pozitif yüklü büyüklüğünün değişikliklerine uyduğunu gösterir. Buradan da anlaşıldığı gibi, bir yasa, herhangi bir zincirleme olmayıp, olaylar arasında bir genel bağlantıdır.
Diğer yönden bir yasa, tekrarlanan herhangi ilişkileri değil, tekrarlanan ilişkilerden ancak gerekli ve temel karakter gösterenleri içerir. Yukarıda değindiğimiz yasa, madde ve enerji eşdeğerliliği yasası, fiziksel cisimlerin kütle ve enerjileri 'kadar önemli olan, nitelikleri arasındaki ilişkiyi karakterize eder. Organizma ve ortam arasındaki karşılıklı etkileşim yasası, organizma ve varlık koşulları kadar önemli bir zincirleme, ilişki gösterir. Olgularda gerekli ve temel olan yasa, belli koşullar bir araya gelmedikçe belirmez; belli şartların bir araya gelmesiyle beliren yasa, olayların kesin yönelimini verir.
Yasaların görev koşullarının çok sıkı bir şekilde belirlenmiş olması büyük önem taşır. Eğer yasalar iyi bilinirse, yasaların yönlendirdiği evrim önceden görülebilir. Örneğin : Toplumun hangi yasalarla evrimleştiğini ve hangi koşullarda bu yasaların uygulandığını bilirsek, tarihsel olanların ilerleyişini önceden görebiliriz.
O halde, yasa, maddi dünyanın olguları arasında tekrarlanan genel, yararlı, temel bir zincirleme olup, olayların akışını çok sıkı bir şekilde belirlemiş olarak verir. İnsan, keyfine göre, yasaları yaratmaz, değiştiremez, onları ancak tanır ve yansıtır. Dünya, yasalarla yönetilen maddenin bir hareketidir. Doğanın üstün bir ürünü olan bilincimiz, bu yasaları sadece yansıtabilir. Yasaların nesnelliği, insan iradesinden ve arzusundan bağımsız olup, bunun sonucu olarak, yasaların ilerlemesini engellemeye çalışmak insanı başarısızlığa sürükler. Örneğin : Evrensel yer çekimi yasasına uymadan, ağırlığın gücünün üstesinden gelmeden, uzaya çıkılamaz. Aynı şekilde, toplumun evrim yasalarını tanımadan onu anlamak olası değildir.
İnsan doğal yasaları yada nesnel yasaları yaratamaz ve yok edemez, fakat yasaları bilebilir, pratik eyleminde yasalardan yararlanabilir. Doğa yasalarını öğrenmekle güçlenen insan, su, rüzgâr ve diğer doğa güçlerinin yıkıcı özelliklerimi sınırlamakla yetinmemiş tam tersine, onları egemenliği altına almıştır. Tarlaları sulamak, elektrik santrallerinin türbinlerini çevirtmek v.b. Toplumsal evrimin yasalarımın bilgisi ile güçlenen insan, bu bilgi ile toplumun yapısını dönüştürmektedir.
Bilimsel düşünmenin konusu olan nesnelerin yapıları ve bu yapılarda yer alan yasaları nelerdir? Düşünme olayında nesnelerin içeriklikleri ve bu içerikliklerde rol oynayan yasalar vardır. Zihin, bunlar hakkında yeterli bilgiye sahip olmadan ele alacağı konular veya problemler üzerinde tam bir yorumlama yapamaz. Nesneleri oluşturan onların özelliklerini tayin eden, nesnelerin özel ve genel durumlarını, sonuç ve akışlarını, yani olgusal durumlarını oluşturan nesnelere ait yasalardır. Nasıl ki mantık, düşünmenin yasa ve ilkelerimi inceler ve sergiler ise, nesneler ya da varlık bilimi de nesnelerin yasalarını açıklar. Bu yasalar nelerdir, bunların bazılarını burada kısa ve öz olarak açıklamaya çalışacağız.
Özel ve Genel :
Varlıkta yer alan her nesne, sadece kendisinde olan bazı çizgileri içerir. Örneğin : Bir elma ağacına dikkatle bakacak olursak, bu ağacın kendine özgü bir gövdesi, dalları, bunların biçimleri, diğer karakteristik durumları vardır.
Bir insanın, başkasında olmayan, kendisine özgü çizgileri, yetenekleri, alışkanlıkları, eğilimleri, yürüyüş ve konuşma tarzları, duyguları, düşünceleri vardır. Böylece her insan, kendine özgü nitelikleriyle, diğer milyarlarca insandan ayrılır. İşte bu elma ağacı, bu insan, kendilerine ait özellikleriyle, diğer elma ağaçlarından, diğer insanlardan ayrılırlar. Düşünme olayında ele alınan bir nesnenin, bir olgunun, bir olayın daima özel durumları ele alınır ve tayin edilir, ya da saptanır.
Fakat bir nesnenin özel yanı, diğer nesne ve olaylardan ilişkisiz kalamaz, onlardan tamamen bağımsız ve soyutlanmış değildir. Yani yukarıda sözünü ettiğimiz elma ağacı, diğer elma ağaçlarıyla ortak özellikleri vardır. Örneğin, elma türünden meyve olması, çiçekleri, yaprakları yönünden benzer özelliklere sahiptir. Sözünü ettiğimiz özel kişi, yeryüzünde yine kendisi gibi özel olanla bağlıdır, onlarla ortak özellikler taşır. Örneğin : Dünyada her insanda, akıl, yetenek, heyecan, duygu, istek, gereksinim gibi özellikler tüm insanların ortak yanıdır. Fakat özel yönden her insanın akıl durumu, yeteneği, heyecan, duygu ve istekleri birbirinden farklıdır. O halde genel, birçok nesneye özgü olandır. Bireysel özellikler, bir nesneyi diğerlerinden ayırırsa da, genel onu diğerlerine bağlar, diğerleriyle birleştirir. Benzer nesnelerin bir türe ya da bir sınıfa bağlılıklarını koşullandırır.
Özel ve genel aralarında daima bir birlik oluştururlar. Bir yandan özel, geneli içerir, öte yandan genel de özeli içerir. Tek bir canlı organizma genele bağlıdır. Yani ait olduğu ve onunla ortak özellikleri taşıdığı türe bağlıdır. Her özel aynı zamanda, şu veya bu biçimde genel olur. Öte yandan, genel ancak özelin içinden geçerek varlığını ortaya koyar ya da gerçekleşebilir. Özel ve genel sadece birbirlerine bağlı değildir, aynı zamanda sürekli olarak birbirlerine dönüşürler. Onları birbirlerinden ayıran sınır hareketleridir. Belli koşullarda, karşılıklı olarak birbirlerine dönüşmeleridir. Yani özel genel olur, genel de özel.
Biçim ve İçerik :
İçerik, bir nesneyi ya da bir olguyu meydana getiren elemanların ve süreçlerin bütünüdür. Biçim ise, içerikten ayrı olmayan, içeriğin kendisinde olan bir şey olup içeriğin yapısını örgütsel durumunu oluşturur. İçerik çok etkendir, durmaksızın evrimleşir, sonra değişimlerine göre biçimi etkiler. Biçim, içeriğin bir fonksiyonudur. Örneğin : Eğer bir bitkiyi nemli bir iklimden daha kuru bir iklime taşırsak, bitkide madde alışveriş biçimi değişikliğe uğrar. Bu değişiklik, bitkiye, yeni koşullarda daha fazla nem tutma ve daha az nem harcama yeteneğini kazandırır. Bu durumda bitkinin yapısı da değişir. Kökler daha çok nem tutabilmek için toprağın daha derinine girer, yapraklar buharlaşmayı azaltmak için, daha da darlaşmaya yönelir.
Biçim, içerik tarafından yaratılmakla beraber, içeriğe göre edilgen kalmaz ve biçim de içeriği etkiler, onun gelişimini hızlandırır ya da frenler. İçeriğe uygun yeni bir biçim içeriğin evrimini, gelişmesini sağlar. Artık içeriğe uymayan eskimiş bir biçim, içeriğin gelişimini, koşullara göre, aynı bir içerik, çeşitli biçimlerde gelişebilir.
Öz ve Olgu :
Öz kavramı, içerik kavramı ile akrabadır, fakat özdeş değildir. İçerik, olguyu meydana getiren bütün eleman ve süreçlerin hepsini temsil eder. Öz ise, içeriğin göreceli olarak durgun, temel ve iç görünümüdür. Olgunun ya da nesnenim yapısını tayin eden özdür. Nesnede oluşan tüm görünümler ve karakterler kaynağını özden alır. Olgu, Özün araçsız dış belirtisi, görünüm ve biçimidir. Yaşayan her şeyin özü olan madde alışverişi, çeşitli olgularda belirir. Örneğin: Metabolizma, hemen hemen beş yüz bin bitki ve bir buçuk milyon hayvan türünde görmekteyiz. Burada metabolizma canlı varlıkların özüdür. Oysa, tüm bu hayvan ve bitki türleri, görünümleriyle, evrim dereceleriyle, farklı beslenme, büyüme ve çoğalma biçimleriyle birbirlerinden ayrılırlar. Öte yanda metabolizma ise, tüm hayvan ve bitkilerin özünü oluşturur.
Öz, zorunlu olarak: her olguda vardır, fakat bütünüyle değil, olgu, özün sadece bir parçasıdır. Öte yandan olgu da özün bütünü değildir, onun sadece özel bir karakterini yansıtır. Öz, yüzeyde hiçbir zaman görülemez, gizlenmiştir, doğrudan doğruya gözlenemez. Öz, ancak olgu üzerinde uzun bir araştırma sonucu olarak ortaya çıkar ve görülebilir.
Öz ve olgu, kendi aralarında bağımlı olup birbirlerinden ayrılmazlar. Çünkü öz olgudadır, olgu özdedir. Ayrıca, olgu meydana çıktığı zaman, özün karakterini taşır, örneğin : Olguda yer alan yüzeysel durumlar, dış görünümler, özellikler gibi. Olguda tüm bunları meydana getiren şey temeldeki özdür. Durum böyle olmakla beraber, hiçbir zaman olguyla öz birbirleriyle çakışmazlar, özdeş değildirler.
Öz ve Olgunun Önemi :
Hayat, bilimi ve pratik için, öz ve olgunun, birbirleriyle olan ilişkilerini bilmek oldukça önemlidir. Bilginler, bu bilgiye sahip, olmamakla, bilirler ki, olguların derinliğinde saklanmış olan özü bulmak, oldukça karmaşık ve uzun araştırmalara yönelik bir işlemdir. Örneğin : Bilginler, uzun bir zaman güneş üzerinde gözlemlerde bulundular. Güçlü araçlar yoluyla güneşte lekeler, kabartılar, fırtınalar gördüler. Fakat bütün bu olgular, güneşin kaynağında yer alan süreçlerin özü hakkında doğrudan bir bilgi sağlayamadılar. Uzun çalışmalar ve araştırmalar Sonucu, bilim adamları bu olguların özünü bulabildiler. Bu da, güneşin içinde oluşan «termonükleer» bir reaksiyondu. Bu reaksiyon sonucu ortaya çıkan enerji çok yüksek bir sıcaklığa ulaşıyordu.
Özü bilmek her zaman için gereklidir. Çünkü olgular çoğu zaman, süreçler üzerinde yanlış izlemler verirler Örneğin : Görünüşte güneşin dünya çevresinde döndüğü sanılır. Oysa gerçekte, dünya güneş çevresinde dönmektedir. Bu nedenle özün sadece görünüşlerine, dış belirtilerine dayanan bilgiler, dünyanın ve gerçeğin doğru bir tablosunu vermezler, bu nedenle de bu tür bilgiler eyleme öncülük yapamazlar. Bu balkımdan olguyla özün birbirlerinden ayrı olduklarını daima göz önünde tutmak zorunluluğu vardır.
Buraya kadar, nesne ve olgu üzerinde bilgi edinmemizi sağlayan özel ve geneli, içerik ve biçimi, öz ve olgu yasalarını inceledik. Fakat öte yandan bilmemiz gerekir iki, nesneler ve olgular birbirlerinden ayrı değildir, sürekli olarak birbirleriyle ilişki halindedirler. Bu bakımdan biri olmadan diğeri anlaşılamaz. Bir nesneyi diğer nesnelerle ilişkisi içinde incelemek, her şeyden önce bu nesnenin ortaya çıkış nedenini belirlemek demektir. Bu bakımdan, neden ve sonuç yasasını incelemek gereği ortaya çıkar.
Neden ve Sonuç :
Nesnel maddi dünyada, olguların sürekli ve karşılıklı etkileşimleri vardır, bu durumu her zaman ve her yerde gözleyebiliriz. Olguların bu karşılıklı etkileşim sürecinde, başka olguların ortaya çıkmasına neden olurlar. Yani birbirlerini etkileyerek diğer olguların doğmasına, yeni olguların meydana gelmesine sebep olurlar. Üstelik bu süreç hiçbir zaman durmaz sürekli olarak akıp gider. Örneğin : Sürtünme ısı yaratır; güneş havayı ısıtır; yağmurlar yeterince yağmayınca kuraklık olur. Kuraklık ise ürünlerin azalmasına neden olur. Böylece ısı sürtünmenin; güneş, hava ısınmasının; yağmurların az yağışı kuraklığın; kuraklık, ürünlerin azalmalarının birer nedeni olmakladır. Burada sürtünme, nedeni, ısı sonucu; güneş, nedeni, hava ısınması sonucu simgeler. Böylece her sonucun bir nedeni olduğu gibi, her nedenin de bir sonucu vardır.
Neden-sonuç yasası doğanın önemli yasalarından biridir. Bu yasaya göre, bir olgu, diğer bir olgunun öncüsü olup başka olguların ortaya çıkmasını sağlamaktadır. Burada öncül olgu, neden olarak tanımlanır. Nedenin yarattığı olguya da sonuç denir. Neden her zaman sonucun öncüsüdür. Fakat, nedenin zaman içindeki durumu, her zaman yeterli olmayabilir. Örneğin : Gündüz gecenin öncüsüdür. Fakat gece, gündüzün nedeni değildir. Gecenin ve gündüzün artarda gelişi, dünyanın kendi ekseni etrafında dönmesinin bir sonucudur. Eğer birinci olgu, ikinci olgunun önüne gelmekle beraber, ikinci olguyu kaçınılmaz olarak yaratmıyorsa, iki olgu arasında neden ve sonuç ilişkisi yoktur.
Öte yandan neden ve bahane kavramlarını birbiriyle karıştırmamak gerekir. Bahane de, neden gibi, sonucun hemen önünde gelen bir olgu olmakla birlikte, sonucun nedeni değildir, sadece sonuca bir itme etkisi yapar. Örneğin 1914 yılının Haziran ayında Avusturya Arşidükü Ferdinandın Saraybosna'da öldürülmesi, Birinci Dünya Savaşı'ın bahanesi olmuştur. Fakat bu savaşın asıl nedeni, emperyalist devletleri karşıt duruma getiren onların ekonomik çıkarlarıydı. Burada savaşın nedeni ekonomikti; Ferdinand'ın öldürülmesi ise bir bahane idi. Bu bakımdan bilimsel düşünme olayında, olguların etkileşimi üzerinde bir yorumlama ya da bir araştırma yapılırken çoğu zaman neden ve bahane kavramları birbirine karıştırılır. Böyle bir durum kişiyi daima yanılgıya yöneltir.
Öte yandan nedeni, (koşullardan da ayırt etmek gerekir. Örneğin, bir toplumda üretici çalışma toplumsal zenginliğin nedenidir. Fakat üretici çalışma da bir takım koşullara bağlıdır, Bunun için bir çalışma nesnesi, çalışma araçları gereklidir. Burada insan, çalışma eyleminin bir koşuludur, araçlar da öyle. İnsan ve araç nesneleri, üretici çalışmanın birer koşulu olmakla birlikte toplumsal zenginliğin nedeni değildirler. Çünkü, insan olur, araç olur fakat bunlar gereğinde çalışmaya katılmayabilirler de. Böylece toplumsal zenginliğin esas nedeni, üretici çalışma olduğu görülür.
Nedensellik Evrenseldir :
Burada nedensellik, neden - sonuç kavramlarının birleşimi anlamındadır. Nedensellik, genel ve evrensel bir karakter taşır. Çünkü, doğada ve evrende nedensiz hiçbir olgu yoktur ve olamaz. Bu bakımdan her şeyin bir nedeni vardır. Halk arasında : «Ateşsiz duman olmaz» denir. Doğrudur. Çünkü dumanın nedeni ateştir. Nedensellik nesneldir, vardır ve gerçekliğin içinde yer almıştır. İnsan, nedenselliği pratik eylemler içinde bilgilenerek bulur. Birbirine bağlı olduğunu göstermiştir.
Neden ve sonucun kendi aralarındaki bağımlılığı birbiri peşi sıra ortaya çıkan olguların, hem nedeni hem de sonucu olarak bir zincirleme biçiminde olduğu görülür. Örneğin : Kömürün, buhar kazanlarında yakılması, suyun buhar haline dönüşmesine neden olur. Fakat kömürün yakılmasının sonucu olan buhar, aynı zamanda alternatörün dönel hareketinin nedenidir. Bu dönme sırasında doğan elektrik alkımı, dönel hareketin bir nedenidir. Elektrik akımı insana sıcaklık, ışık gibi olguları sağlayan ve ayrıca birçok makinenin çalışmasının ve hareketinin nedenidir.
Burada buhar, kömürün yanmasından doğan ısının bir sonucudur. Öte yandan buhar da alternatördeki hareketin bir nedenidir. Böylece buhar hem sonuç, ve hem de diğer bir olgunun nedeni olmaktadır. Bu zincirleme devam eder. Ortaya çıkan elektrik olgusu, hareket olgusunun bir sonucu olup, öte yandan ısının, ışığın makine hareketinin nedeni olmaktadır.
Nedenselliğin Bilim ve Pratikteki Rolü :
Bilimsel ve pratik çalışmalar için, olguların neden ve sonuç ilişkilerin! bilmek çok önemlidir. İnsan, yararlı olguların nedenlerini bularak onlardan yararlanır ve onların oluşumlarını hızlandırabilir. Örneğin : Tohumun özenle seçilmesi, ekimin zamanında yapılması, gübrelenmesi, diğer tarım tekniklerinin yerinde kullanılması sonucunda, iyi ve verimli ürün alınmasında neden olduğunu bilen insan, bu teknikleri sürekli olarak geliştirir ve böylece daima iyi ürün elde eder.
Öte yandan insan, zararlı olguların nedenlerini bilirse bunları ortadan kaldırmaya, kendisini bunlardan korumaya onların olumsuz etkilerini önlemeye çalışır.
Pratik eylem için, bir olgunun temelini, belli-başlı nedenlerini bilmek mutlak, olarak gereklidir. Bir olgunun temel nedenleri belirlendikten sonra, o olgunun kökenini ve özünü bilmek, öteki olgular arasındaki yerini tanımlamak ve evriminde etkili olan yasaları bulmak mümkün olur. Burada temel nedenden amaç bir olgunun, o olmadan, ortaya çıkmadığı nedenidir. Ayrıca temel neden, bir olgunun temel özeli ilklerini belirler.
Nedenlerin çokluğunu ve çeşitliliğini göz önünde bulundurarak, her zaman için temel alanlarını, tayin edici olanlarını bulmak gerekir. Temel nedenleri seçmesini bilmek, olgular zinciri içinde temel halkayı bulmaya, ortaya çıkan hayati sorunların çözümlenmesine yarar.
Nedensellik, en genel ve en evrensel bir ilkedir. Ve bu ilke yasa kavramını da aşar. Neden sonuç ilişkilerimin karmaşık ortamında önemli olan diğer bir görev de zorunluluk ve olağanlık ilişkilerime düşmektedir. Bu bakımdan neden ve sonuç arasındaki ilişkinin bir iç ve zorunluluk karakteri vardır. Sonuç nedenden çıkar ve medenin sonucudur. Neden tarafından yaratılan sonuç etkisiz olarak kalmaz tersine o da, bu kez neden üstünde etkide bulunur. Yukarıdaki örneklerde görüldüğü gibi.
Zorunluluk ve Olağanlık:
Zorunluluk gerekliliktir. Olağanlık ise olabilirliktir. Belli koşullardaki tüm olgular zorunlu mudur, oldukları biçimden başka bir biçimde olmazlar mıydı?
Hepimiz biliriz ki, bir bitki, bir tohum ekildiği ya da serpildiği toprakta gerekli nemi ve ısıyı bulursa filizlenir. Fakat, daha sonra, aniden yağan bir dolu bu bitkiyi öldürebilir. Bu iki olgu, yani tohumun filizlenmesi ve bitkinin ölümü, zorunlu mudur? Hayır. Güncel deneyler gösterir ki, belli koşullar altında filizlenme, yani uygun nem ve ısıda tohumun filizlenmesi zorunludur. Bu bitkinin yapısı gereğidir. Fakat dolu yağabilir de yağmayabilir de; dolu olabilir de, sadece yaralayabilir de. Dolu, bitkinin yapısı gereği değildir ve belli koşullarda aynı etkiyi yapması zorunlu değildir.
Olağanlık zorunluluktan farklıdır. Verilen örnekte bitkinin dolu yağması sonucu ölmesinde olduğu gibi. Olağanlık, zorunlu ya da gerekli değildir. Belli koşullarda olabilir de, olmayabilir de. Olağanlık nesnenin yapısından doğmaz, sürekli ve kalımlı değildir, geçicidir, bir anlıktır. Fakat olağanlık da nedensiz değildir. Bu neden, bizzat, nesnenin içinde olmayıp, onun dışında, dış koşullarda ve dış durumlardadır.
Zorunluluk ve Olağanlık İlişkileri :
Zorunluluk ve olağanlık kendi aralarında bağımlıdırlar. Bir olgu, aynı zamanda, hem zorunludur, hem de olağandır. Belli bir ilişkide zorunludur, diğerinde ise olağandır. Yukarıdaki örnekte olduğu gibi, bitkinin ölümü için olağan olan aynı doku, bölgenin atmosferik koşullarının zorunlu sonucudur.
Bilimsel düşünme alanında, zorunluluk ve olağanlığın birbirleriyle olan ilişkilerini daima göz önünde tutmak ve ayrıca çeşitli olgular ve rastlantı, olağan ilişkiler gerisindeki zorunlu iç ilişkileri bulmak ve sergilemek gereği vardır, insan, nesnel zorunluluğun yasalarını bildiği zaman, bu yasalara dayanarak, doğanın ve toplumsal hayatın bir çok olgusundan yararlanabilir. Olgu ve olaylar karşısında yorum yapılınken her şeyden önce zorunluluğun bilinmesi sayesinde bilinmeyen gizli (kalan süreçler ortaya çıkmak zorunda kalır.
Bilim, hiçbir zaman, olağanlıkları tanımamazlıktan gelemez. Olağanlıklar var olduğuna göre, gerçekliğin süreci üzerine etkide bulunurlar. Bu yüzden bilim, olağanlıkların evrim, içimdeki rolünü hesaba katmak ve insanı, zararlı olağanlıklara karşı korumak zorundadır. Örneğin : Tarım bilimi, en beklenmedik kötü koşullara rağmen iyi ürün alınabilmesi için uygun tarım yöntemleri araştırmak ve bulmak zorundadır.
Nesnel dünyada sayısız yasalar bulunur. Örneğin : İnorganik (cansız), organik (canlı) dünyanın, toplumun ve düşüncenin yasaları gibi Yasalar, nesneler, olgular arasında genel ve değişmez bağlardır. Bu bağlar aynı zamanda etkili güçlerdir. Bu güçler, nesne ve olguları ya da olayları etkileyerek, onların yapılanını, biçimlerini değiştirir, onlara birtakım yenilikler, özellikler, süreçler kazandırır. Tüm bunların değişimlerini sağlayan, yasa denilen etkin güçlerdir.
Yasaların çok çeşitli ve çok yönlü olmaları nedeniyle varlığın çeşitli alanlarında yer almışlardır. Örneğin : Doğa, sosyal, soyut ve teknik bilimlerin tüm alanlarını oluşturan ve yöneten bu yasalardır. Kısacası, canlı ve cansız doğayı ve evreni kapsayan yasalardır. Yasalar, maddi dünyanın olguları arasında tekrarlanan, olumlu ve olumsuz tüm olgu ve olayların, nesnelerin akışını, değişimini ve süreçlerini oluşturan etken güçlerdir.
Bu nedenle yasaları bilip öğrenmemizde çok büyük yararlar vardır. Çünkü yasaların yönlendirdiği algı ve nesneleri, bilimleri, anlayıp öğrenmemizi sağlayan onlardır, yani yasalardır. Bilimleri öğrenmek demek, temelde yasaları öğrenmek demektir. Örneğin: Toplumların hangi yasalarla evrimleştiğini ve hangi koşullarda bu yasaların uygulandığını bilirsek, tarihsel olayların ilerleyişini önceden görebiliriz. Ayrıca, bilip kavramak sayesinde birçok olgu ve olayların akışlarını, süreçlerini, anlar, ne gibi hedeflere yöneldiklerini izleyerek doğru tahminlerde bulunabiliriz. Böylece, yalakları bilmek ve öğrenmek sayesinde bazı algı ve olayları önceden görme, onları önceden tanıma yeteneğini geliştirmiş oluruz. Çevremizi, doğayı ve evreni yöneten, bunları değiştiren, geliştiren sınırsız ve sayısız yasalar, kişilerin dışında, kişilerden bağımsız güçlerdir. İnsanın varlığı ve yaşamı da bu etken yasalara bağlıdır. Ayrıca yasalar insandan çok üstün ve çök güçlü etkenlerdir. Örneğim hayatın varoluş yasası, hayat süreci, gelişim, üretim, ölüm, etkileşim, çekim vb. İnsan temel ve genel yasaları değiştiremez, ancak onları tanır, bilir ve onlarla uyum sağlar. Gerçi insanoğlu bazı özel yasaların yönlerini değiştirir, bazı alanlarda onlara egemen olabilirler. Fakat yasalara, ancak yasalar sayesinde egemen olunabilir. İnsanlar, yasaları, yasalara karşı kullanarak onlara egemen olma yollarını bulabilmişlerdir.
Dünyamız yasalarla yönetilen maddenin bir hareketinden başka bir şey değildir. Bilincimiz bu yasaları sadece yansıtabilir. Yasalar, insanı iradesinden ve arzusundan bağımsız olarak işlemlerimi yürütürler. İnsan, zamanla yasaların ilerlemelerini engellemeye, onlara karşı gelmeğe çalıştığı sürece başarısızlığa uğrar. insan ancak yasaları kendi doğrultularındaki akışlarını başka yollara yöneltmede yardımcı olur. Örneğin : Evrensel yer çekimi yasasına uymadan, ona uyum göstermeden çekim gücünün üstesinden gelmeden uzaya açılamaz.
İnsan, teknik alanda, iş alanında yasalardan çok yararlanır. Örneğin ; Paskal'ın sıvıların basınç iletme yasasından yararlanarak, hidrolik presleri, frenleri bulmuş ve bunları teknik alanında kullanmayı becermiştir. Gene elektrik enerjisine ait yasaları bularak, motorların çalışması, aydınlatmada, elektriğin ısı aygıtlarını bularak iş alanına koymasını becerebilmiştir. Zamanla doğa yasalarını öğrenerek güçlenen insan, su, rüzgâr ve diğer doğa güçlerinin yıkıcı özelliklerinin sınırlandırmakla yetinmemiş ayrıca, onlara yön vererek birçok alanlarda kendi yararına kullanabilmiştir.
Sağlıklı bir bilimsel düşünmeye sahip olabilmek işin, düşünmenin yasalarını iyi bir şekilde öğrenip bilmemiz gerekir. Çünkü insan bilimsel düşünme gücüne sahip olduktan sonra bilimleri ve bilimlerin yayıldığı alanları daha iyi bir şekilde öğrenebilir ve bunlara ait sorunları daha iyi bir şekilde çözebilir.
Nesnel dünyada bir çok yasa bulunur. İnorganik, organik dünyanın, toplumun ve düşüncenin yasaları gibi. Varlığın çeşitli alanlarında yer alan yasaların kendilerine özgü birtakım nitelikleri vardır. Doğada değişmeyen olaylara, bilim dillinde yasa denir. Bir yasa her şeyden önce, evrimleşmekte olan, nesneler ya da bunların görünümleri arasındaki bir ilişkidir, bir zincirlemedir. Fakat bir doğa yasası sadece zincirleme olmayıp, kalımlı, tekrarlanan bir İlişkidir; yasalar, çok büyük sayıda nesne ve olguyu karakterize ederler Örneğin : Madde ve enerji eşdeğerliliği yasası, bir çok fiziksel cismin, kütle ve enerjinin karşılıklı bağımlılığını içerir. Periyodik cetvel, tüm kimyasal elementlerin özelliklerinin, çekirdeğin pozitif yüklü büyüklüğünün değişikliklerine uyduğunu gösterir. Buradan da anlaşıldığı gibi, bir yasa, herhangi bir zincirleme olmayıp, olaylar arasında bir genel bağlantıdır.
Diğer yönden bir yasa, tekrarlanan herhangi ilişkileri değil, tekrarlanan ilişkilerden ancak gerekli ve temel karakter gösterenleri içerir. Yukarıda değindiğimiz yasa, madde ve enerji eşdeğerliliği yasası, fiziksel cisimlerin kütle ve enerjileri 'kadar önemli olan, nitelikleri arasındaki ilişkiyi karakterize eder. Organizma ve ortam arasındaki karşılıklı etkileşim yasası, organizma ve varlık koşulları kadar önemli bir zincirleme, ilişki gösterir. Olgularda gerekli ve temel olan yasa, belli koşullar bir araya gelmedikçe belirmez; belli şartların bir araya gelmesiyle beliren yasa, olayların kesin yönelimini verir.
Yasaların görev koşullarının çok sıkı bir şekilde belirlenmiş olması büyük önem taşır. Eğer yasalar iyi bilinirse, yasaların yönlendirdiği evrim önceden görülebilir. Örneğin : Toplumun hangi yasalarla evrimleştiğini ve hangi koşullarda bu yasaların uygulandığını bilirsek, tarihsel olanların ilerleyişini önceden görebiliriz.
O halde, yasa, maddi dünyanın olguları arasında tekrarlanan genel, yararlı, temel bir zincirleme olup, olayların akışını çok sıkı bir şekilde belirlemiş olarak verir. İnsan, keyfine göre, yasaları yaratmaz, değiştiremez, onları ancak tanır ve yansıtır. Dünya, yasalarla yönetilen maddenin bir hareketidir. Doğanın üstün bir ürünü olan bilincimiz, bu yasaları sadece yansıtabilir. Yasaların nesnelliği, insan iradesinden ve arzusundan bağımsız olup, bunun sonucu olarak, yasaların ilerlemesini engellemeye çalışmak insanı başarısızlığa sürükler. Örneğin : Evrensel yer çekimi yasasına uymadan, ağırlığın gücünün üstesinden gelmeden, uzaya çıkılamaz. Aynı şekilde, toplumun evrim yasalarını tanımadan onu anlamak olası değildir.
İnsan doğal yasaları yada nesnel yasaları yaratamaz ve yok edemez, fakat yasaları bilebilir, pratik eyleminde yasalardan yararlanabilir. Doğa yasalarını öğrenmekle güçlenen insan, su, rüzgâr ve diğer doğa güçlerinin yıkıcı özelliklerimi sınırlamakla yetinmemiş tam tersine, onları egemenliği altına almıştır. Tarlaları sulamak, elektrik santrallerinin türbinlerini çevirtmek v.b. Toplumsal evrimin yasalarımın bilgisi ile güçlenen insan, bu bilgi ile toplumun yapısını dönüştürmektedir.
Bilimsel düşünmenin konusu olan nesnelerin yapıları ve bu yapılarda yer alan yasaları nelerdir? Düşünme olayında nesnelerin içeriklikleri ve bu içerikliklerde rol oynayan yasalar vardır. Zihin, bunlar hakkında yeterli bilgiye sahip olmadan ele alacağı konular veya problemler üzerinde tam bir yorumlama yapamaz. Nesneleri oluşturan onların özelliklerini tayin eden, nesnelerin özel ve genel durumlarını, sonuç ve akışlarını, yani olgusal durumlarını oluşturan nesnelere ait yasalardır. Nasıl ki mantık, düşünmenin yasa ve ilkelerimi inceler ve sergiler ise, nesneler ya da varlık bilimi de nesnelerin yasalarını açıklar. Bu yasalar nelerdir, bunların bazılarını burada kısa ve öz olarak açıklamaya çalışacağız.
Özel ve Genel :
Varlıkta yer alan her nesne, sadece kendisinde olan bazı çizgileri içerir. Örneğin : Bir elma ağacına dikkatle bakacak olursak, bu ağacın kendine özgü bir gövdesi, dalları, bunların biçimleri, diğer karakteristik durumları vardır.
Bir insanın, başkasında olmayan, kendisine özgü çizgileri, yetenekleri, alışkanlıkları, eğilimleri, yürüyüş ve konuşma tarzları, duyguları, düşünceleri vardır. Böylece her insan, kendine özgü nitelikleriyle, diğer milyarlarca insandan ayrılır. İşte bu elma ağacı, bu insan, kendilerine ait özellikleriyle, diğer elma ağaçlarından, diğer insanlardan ayrılırlar. Düşünme olayında ele alınan bir nesnenin, bir olgunun, bir olayın daima özel durumları ele alınır ve tayin edilir, ya da saptanır.
Fakat bir nesnenin özel yanı, diğer nesne ve olaylardan ilişkisiz kalamaz, onlardan tamamen bağımsız ve soyutlanmış değildir. Yani yukarıda sözünü ettiğimiz elma ağacı, diğer elma ağaçlarıyla ortak özellikleri vardır. Örneğin, elma türünden meyve olması, çiçekleri, yaprakları yönünden benzer özelliklere sahiptir. Sözünü ettiğimiz özel kişi, yeryüzünde yine kendisi gibi özel olanla bağlıdır, onlarla ortak özellikler taşır. Örneğin : Dünyada her insanda, akıl, yetenek, heyecan, duygu, istek, gereksinim gibi özellikler tüm insanların ortak yanıdır. Fakat özel yönden her insanın akıl durumu, yeteneği, heyecan, duygu ve istekleri birbirinden farklıdır. O halde genel, birçok nesneye özgü olandır. Bireysel özellikler, bir nesneyi diğerlerinden ayırırsa da, genel onu diğerlerine bağlar, diğerleriyle birleştirir. Benzer nesnelerin bir türe ya da bir sınıfa bağlılıklarını koşullandırır.
Özel ve genel aralarında daima bir birlik oluştururlar. Bir yandan özel, geneli içerir, öte yandan genel de özeli içerir. Tek bir canlı organizma genele bağlıdır. Yani ait olduğu ve onunla ortak özellikleri taşıdığı türe bağlıdır. Her özel aynı zamanda, şu veya bu biçimde genel olur. Öte yandan, genel ancak özelin içinden geçerek varlığını ortaya koyar ya da gerçekleşebilir. Özel ve genel sadece birbirlerine bağlı değildir, aynı zamanda sürekli olarak birbirlerine dönüşürler. Onları birbirlerinden ayıran sınır hareketleridir. Belli koşullarda, karşılıklı olarak birbirlerine dönüşmeleridir. Yani özel genel olur, genel de özel.
Biçim ve İçerik :
İçerik, bir nesneyi ya da bir olguyu meydana getiren elemanların ve süreçlerin bütünüdür. Biçim ise, içerikten ayrı olmayan, içeriğin kendisinde olan bir şey olup içeriğin yapısını örgütsel durumunu oluşturur. İçerik çok etkendir, durmaksızın evrimleşir, sonra değişimlerine göre biçimi etkiler. Biçim, içeriğin bir fonksiyonudur. Örneğin : Eğer bir bitkiyi nemli bir iklimden daha kuru bir iklime taşırsak, bitkide madde alışveriş biçimi değişikliğe uğrar. Bu değişiklik, bitkiye, yeni koşullarda daha fazla nem tutma ve daha az nem harcama yeteneğini kazandırır. Bu durumda bitkinin yapısı da değişir. Kökler daha çok nem tutabilmek için toprağın daha derinine girer, yapraklar buharlaşmayı azaltmak için, daha da darlaşmaya yönelir.
Biçim, içerik tarafından yaratılmakla beraber, içeriğe göre edilgen kalmaz ve biçim de içeriği etkiler, onun gelişimini hızlandırır ya da frenler. İçeriğe uygun yeni bir biçim içeriğin evrimini, gelişmesini sağlar. Artık içeriğe uymayan eskimiş bir biçim, içeriğin gelişimini, koşullara göre, aynı bir içerik, çeşitli biçimlerde gelişebilir.
Öz ve Olgu :
Öz kavramı, içerik kavramı ile akrabadır, fakat özdeş değildir. İçerik, olguyu meydana getiren bütün eleman ve süreçlerin hepsini temsil eder. Öz ise, içeriğin göreceli olarak durgun, temel ve iç görünümüdür. Olgunun ya da nesnenim yapısını tayin eden özdür. Nesnede oluşan tüm görünümler ve karakterler kaynağını özden alır. Olgu, Özün araçsız dış belirtisi, görünüm ve biçimidir. Yaşayan her şeyin özü olan madde alışverişi, çeşitli olgularda belirir. Örneğin: Metabolizma, hemen hemen beş yüz bin bitki ve bir buçuk milyon hayvan türünde görmekteyiz. Burada metabolizma canlı varlıkların özüdür. Oysa, tüm bu hayvan ve bitki türleri, görünümleriyle, evrim dereceleriyle, farklı beslenme, büyüme ve çoğalma biçimleriyle birbirlerinden ayrılırlar. Öte yanda metabolizma ise, tüm hayvan ve bitkilerin özünü oluşturur.
Öz, zorunlu olarak: her olguda vardır, fakat bütünüyle değil, olgu, özün sadece bir parçasıdır. Öte yandan olgu da özün bütünü değildir, onun sadece özel bir karakterini yansıtır. Öz, yüzeyde hiçbir zaman görülemez, gizlenmiştir, doğrudan doğruya gözlenemez. Öz, ancak olgu üzerinde uzun bir araştırma sonucu olarak ortaya çıkar ve görülebilir.
Öz ve olgu, kendi aralarında bağımlı olup birbirlerinden ayrılmazlar. Çünkü öz olgudadır, olgu özdedir. Ayrıca, olgu meydana çıktığı zaman, özün karakterini taşır, örneğin : Olguda yer alan yüzeysel durumlar, dış görünümler, özellikler gibi. Olguda tüm bunları meydana getiren şey temeldeki özdür. Durum böyle olmakla beraber, hiçbir zaman olguyla öz birbirleriyle çakışmazlar, özdeş değildirler.
Öz ve Olgunun Önemi :
Hayat, bilimi ve pratik için, öz ve olgunun, birbirleriyle olan ilişkilerini bilmek oldukça önemlidir. Bilginler, bu bilgiye sahip, olmamakla, bilirler ki, olguların derinliğinde saklanmış olan özü bulmak, oldukça karmaşık ve uzun araştırmalara yönelik bir işlemdir. Örneğin : Bilginler, uzun bir zaman güneş üzerinde gözlemlerde bulundular. Güçlü araçlar yoluyla güneşte lekeler, kabartılar, fırtınalar gördüler. Fakat bütün bu olgular, güneşin kaynağında yer alan süreçlerin özü hakkında doğrudan bir bilgi sağlayamadılar. Uzun çalışmalar ve araştırmalar Sonucu, bilim adamları bu olguların özünü bulabildiler. Bu da, güneşin içinde oluşan «termonükleer» bir reaksiyondu. Bu reaksiyon sonucu ortaya çıkan enerji çok yüksek bir sıcaklığa ulaşıyordu.
Özü bilmek her zaman için gereklidir. Çünkü olgular çoğu zaman, süreçler üzerinde yanlış izlemler verirler Örneğin : Görünüşte güneşin dünya çevresinde döndüğü sanılır. Oysa gerçekte, dünya güneş çevresinde dönmektedir. Bu nedenle özün sadece görünüşlerine, dış belirtilerine dayanan bilgiler, dünyanın ve gerçeğin doğru bir tablosunu vermezler, bu nedenle de bu tür bilgiler eyleme öncülük yapamazlar. Bu balkımdan olguyla özün birbirlerinden ayrı olduklarını daima göz önünde tutmak zorunluluğu vardır.
Buraya kadar, nesne ve olgu üzerinde bilgi edinmemizi sağlayan özel ve geneli, içerik ve biçimi, öz ve olgu yasalarını inceledik. Fakat öte yandan bilmemiz gerekir iki, nesneler ve olgular birbirlerinden ayrı değildir, sürekli olarak birbirleriyle ilişki halindedirler. Bu bakımdan biri olmadan diğeri anlaşılamaz. Bir nesneyi diğer nesnelerle ilişkisi içinde incelemek, her şeyden önce bu nesnenin ortaya çıkış nedenini belirlemek demektir. Bu bakımdan, neden ve sonuç yasasını incelemek gereği ortaya çıkar.
Neden ve Sonuç :
Nesnel maddi dünyada, olguların sürekli ve karşılıklı etkileşimleri vardır, bu durumu her zaman ve her yerde gözleyebiliriz. Olguların bu karşılıklı etkileşim sürecinde, başka olguların ortaya çıkmasına neden olurlar. Yani birbirlerini etkileyerek diğer olguların doğmasına, yeni olguların meydana gelmesine sebep olurlar. Üstelik bu süreç hiçbir zaman durmaz sürekli olarak akıp gider. Örneğin : Sürtünme ısı yaratır; güneş havayı ısıtır; yağmurlar yeterince yağmayınca kuraklık olur. Kuraklık ise ürünlerin azalmasına neden olur. Böylece ısı sürtünmenin; güneş, hava ısınmasının; yağmurların az yağışı kuraklığın; kuraklık, ürünlerin azalmalarının birer nedeni olmakladır. Burada sürtünme, nedeni, ısı sonucu; güneş, nedeni, hava ısınması sonucu simgeler. Böylece her sonucun bir nedeni olduğu gibi, her nedenin de bir sonucu vardır.
Neden-sonuç yasası doğanın önemli yasalarından biridir. Bu yasaya göre, bir olgu, diğer bir olgunun öncüsü olup başka olguların ortaya çıkmasını sağlamaktadır. Burada öncül olgu, neden olarak tanımlanır. Nedenin yarattığı olguya da sonuç denir. Neden her zaman sonucun öncüsüdür. Fakat, nedenin zaman içindeki durumu, her zaman yeterli olmayabilir. Örneğin : Gündüz gecenin öncüsüdür. Fakat gece, gündüzün nedeni değildir. Gecenin ve gündüzün artarda gelişi, dünyanın kendi ekseni etrafında dönmesinin bir sonucudur. Eğer birinci olgu, ikinci olgunun önüne gelmekle beraber, ikinci olguyu kaçınılmaz olarak yaratmıyorsa, iki olgu arasında neden ve sonuç ilişkisi yoktur.
Öte yandan neden ve bahane kavramlarını birbiriyle karıştırmamak gerekir. Bahane de, neden gibi, sonucun hemen önünde gelen bir olgu olmakla birlikte, sonucun nedeni değildir, sadece sonuca bir itme etkisi yapar. Örneğin 1914 yılının Haziran ayında Avusturya Arşidükü Ferdinandın Saraybosna'da öldürülmesi, Birinci Dünya Savaşı'ın bahanesi olmuştur. Fakat bu savaşın asıl nedeni, emperyalist devletleri karşıt duruma getiren onların ekonomik çıkarlarıydı. Burada savaşın nedeni ekonomikti; Ferdinand'ın öldürülmesi ise bir bahane idi. Bu bakımdan bilimsel düşünme olayında, olguların etkileşimi üzerinde bir yorumlama ya da bir araştırma yapılırken çoğu zaman neden ve bahane kavramları birbirine karıştırılır. Böyle bir durum kişiyi daima yanılgıya yöneltir.
Öte yandan nedeni, (koşullardan da ayırt etmek gerekir. Örneğin, bir toplumda üretici çalışma toplumsal zenginliğin nedenidir. Fakat üretici çalışma da bir takım koşullara bağlıdır, Bunun için bir çalışma nesnesi, çalışma araçları gereklidir. Burada insan, çalışma eyleminin bir koşuludur, araçlar da öyle. İnsan ve araç nesneleri, üretici çalışmanın birer koşulu olmakla birlikte toplumsal zenginliğin nedeni değildirler. Çünkü, insan olur, araç olur fakat bunlar gereğinde çalışmaya katılmayabilirler de. Böylece toplumsal zenginliğin esas nedeni, üretici çalışma olduğu görülür.
Nedensellik Evrenseldir :
Burada nedensellik, neden - sonuç kavramlarının birleşimi anlamındadır. Nedensellik, genel ve evrensel bir karakter taşır. Çünkü, doğada ve evrende nedensiz hiçbir olgu yoktur ve olamaz. Bu bakımdan her şeyin bir nedeni vardır. Halk arasında : «Ateşsiz duman olmaz» denir. Doğrudur. Çünkü dumanın nedeni ateştir. Nedensellik nesneldir, vardır ve gerçekliğin içinde yer almıştır. İnsan, nedenselliği pratik eylemler içinde bilgilenerek bulur. Birbirine bağlı olduğunu göstermiştir.
Neden ve sonucun kendi aralarındaki bağımlılığı birbiri peşi sıra ortaya çıkan olguların, hem nedeni hem de sonucu olarak bir zincirleme biçiminde olduğu görülür. Örneğin : Kömürün, buhar kazanlarında yakılması, suyun buhar haline dönüşmesine neden olur. Fakat kömürün yakılmasının sonucu olan buhar, aynı zamanda alternatörün dönel hareketinin nedenidir. Bu dönme sırasında doğan elektrik alkımı, dönel hareketin bir nedenidir. Elektrik akımı insana sıcaklık, ışık gibi olguları sağlayan ve ayrıca birçok makinenin çalışmasının ve hareketinin nedenidir.
Burada buhar, kömürün yanmasından doğan ısının bir sonucudur. Öte yandan buhar da alternatördeki hareketin bir nedenidir. Böylece buhar hem sonuç, ve hem de diğer bir olgunun nedeni olmaktadır. Bu zincirleme devam eder. Ortaya çıkan elektrik olgusu, hareket olgusunun bir sonucu olup, öte yandan ısının, ışığın makine hareketinin nedeni olmaktadır.
Nedenselliğin Bilim ve Pratikteki Rolü :
Bilimsel ve pratik çalışmalar için, olguların neden ve sonuç ilişkilerin! bilmek çok önemlidir. İnsan, yararlı olguların nedenlerini bularak onlardan yararlanır ve onların oluşumlarını hızlandırabilir. Örneğin : Tohumun özenle seçilmesi, ekimin zamanında yapılması, gübrelenmesi, diğer tarım tekniklerinin yerinde kullanılması sonucunda, iyi ve verimli ürün alınmasında neden olduğunu bilen insan, bu teknikleri sürekli olarak geliştirir ve böylece daima iyi ürün elde eder.
Öte yandan insan, zararlı olguların nedenlerini bilirse bunları ortadan kaldırmaya, kendisini bunlardan korumaya onların olumsuz etkilerini önlemeye çalışır.
Pratik eylem için, bir olgunun temelini, belli-başlı nedenlerini bilmek mutlak, olarak gereklidir. Bir olgunun temel nedenleri belirlendikten sonra, o olgunun kökenini ve özünü bilmek, öteki olgular arasındaki yerini tanımlamak ve evriminde etkili olan yasaları bulmak mümkün olur. Burada temel nedenden amaç bir olgunun, o olmadan, ortaya çıkmadığı nedenidir. Ayrıca temel neden, bir olgunun temel özeli ilklerini belirler.
Nedenlerin çokluğunu ve çeşitliliğini göz önünde bulundurarak, her zaman için temel alanlarını, tayin edici olanlarını bulmak gerekir. Temel nedenleri seçmesini bilmek, olgular zinciri içinde temel halkayı bulmaya, ortaya çıkan hayati sorunların çözümlenmesine yarar.
Nedensellik, en genel ve en evrensel bir ilkedir. Ve bu ilke yasa kavramını da aşar. Neden sonuç ilişkilerimin karmaşık ortamında önemli olan diğer bir görev de zorunluluk ve olağanlık ilişkilerime düşmektedir. Bu bakımdan neden ve sonuç arasındaki ilişkinin bir iç ve zorunluluk karakteri vardır. Sonuç nedenden çıkar ve medenin sonucudur. Neden tarafından yaratılan sonuç etkisiz olarak kalmaz tersine o da, bu kez neden üstünde etkide bulunur. Yukarıdaki örneklerde görüldüğü gibi.
Zorunluluk ve Olağanlık:
Zorunluluk gerekliliktir. Olağanlık ise olabilirliktir. Belli koşullardaki tüm olgular zorunlu mudur, oldukları biçimden başka bir biçimde olmazlar mıydı?
Hepimiz biliriz ki, bir bitki, bir tohum ekildiği ya da serpildiği toprakta gerekli nemi ve ısıyı bulursa filizlenir. Fakat, daha sonra, aniden yağan bir dolu bu bitkiyi öldürebilir. Bu iki olgu, yani tohumun filizlenmesi ve bitkinin ölümü, zorunlu mudur? Hayır. Güncel deneyler gösterir ki, belli koşullar altında filizlenme, yani uygun nem ve ısıda tohumun filizlenmesi zorunludur. Bu bitkinin yapısı gereğidir. Fakat dolu yağabilir de yağmayabilir de; dolu olabilir de, sadece yaralayabilir de. Dolu, bitkinin yapısı gereği değildir ve belli koşullarda aynı etkiyi yapması zorunlu değildir.
Olağanlık zorunluluktan farklıdır. Verilen örnekte bitkinin dolu yağması sonucu ölmesinde olduğu gibi. Olağanlık, zorunlu ya da gerekli değildir. Belli koşullarda olabilir de, olmayabilir de. Olağanlık nesnenin yapısından doğmaz, sürekli ve kalımlı değildir, geçicidir, bir anlıktır. Fakat olağanlık da nedensiz değildir. Bu neden, bizzat, nesnenin içinde olmayıp, onun dışında, dış koşullarda ve dış durumlardadır.
Zorunluluk ve Olağanlık İlişkileri :
Zorunluluk ve olağanlık kendi aralarında bağımlıdırlar. Bir olgu, aynı zamanda, hem zorunludur, hem de olağandır. Belli bir ilişkide zorunludur, diğerinde ise olağandır. Yukarıdaki örnekte olduğu gibi, bitkinin ölümü için olağan olan aynı doku, bölgenin atmosferik koşullarının zorunlu sonucudur.
Bilimsel düşünme alanında, zorunluluk ve olağanlığın birbirleriyle olan ilişkilerini daima göz önünde tutmak ve ayrıca çeşitli olgular ve rastlantı, olağan ilişkiler gerisindeki zorunlu iç ilişkileri bulmak ve sergilemek gereği vardır, insan, nesnel zorunluluğun yasalarını bildiği zaman, bu yasalara dayanarak, doğanın ve toplumsal hayatın bir çok olgusundan yararlanabilir. Olgu ve olaylar karşısında yorum yapılınken her şeyden önce zorunluluğun bilinmesi sayesinde bilinmeyen gizli (kalan süreçler ortaya çıkmak zorunda kalır.
Bilim, hiçbir zaman, olağanlıkları tanımamazlıktan gelemez. Olağanlıklar var olduğuna göre, gerçekliğin süreci üzerine etkide bulunurlar. Bu yüzden bilim, olağanlıkların evrim, içimdeki rolünü hesaba katmak ve insanı, zararlı olağanlıklara karşı korumak zorundadır. Örneğin : Tarım bilimi, en beklenmedik kötü koşullara rağmen iyi ürün alınabilmesi için uygun tarım yöntemleri araştırmak ve bulmak zorundadır.