BİLİMSEL DÜŞÜNMENİN YASALARI VE İLKELERİ - 2

Zorunluluk, her zaman belli nesnel koşullarda ortaya çıkar. Fakat bu koşullar da değişebilir. Bunun sonucu olarak, zorunlulukta değişikliğe uğrar ve evrimleşir. Bununla beraber ortaya çıkan her yeni zorunluluk, tam, bütün ve eksiksiz değildir. Başlangıçta, bir olanak (imkân) gibi belirir, daha sonra koşullar elverdiğinde gerçeklik durumuna dönüşür. Zorunluluğun başka biçimde ortaya çıkışı ve gerçekliğe dönüşü sürecini anlayabilmek için olanak ve gerçeklik kavramlarının incelememiz gerekir.

Olanak ve Gerçeklik :

Yemi gelişen bir şey zorunludur, fakat birden oluşamaz. Önce doğuş etkenleri, öncüleri belirir, daha sonra bunlar olgunlaşır, gelişir ve nesnel yasalar ışığında, yeni bir olgu, yeni bir nesne ortaya çıkmış olur. Daha önce var olan bir şeyin içerdiği öncüllere olanak adı verilir. Örneğin : Her embriyon, büyüme, ergin organizma durumuna dönüşme olanağına sahiptir. Oysa embriyonun gelişerek oluşturduğu ergin organizma daha şimdiden gerçekliktir Gerçeklik, oluşmuş, gerçekleşmiş olanaktır.

Olanaklar, nesnel yasalardan çıkar, nesnel yasalar tarafından yaratılır. Örneğin Organizma ve ortam birliği yasası, dış koşulları değiştirerek, organizma üzerine etken biçimde etki yapma ve yeni bitki ve hayvan türlerini yaratma olanağını doğurur.

Dünyadaki nesne ve olgular çelişkili olduğundan, olanaklar da çelişkilidirler. Olumlu (pozitif) ve gerici (negatif) olanaklar vardır. Evrendeki her şeyi gibi olanaklar da gelişirler, evrimleşirler, büyürler, genişlerler ya da küçülürler ve daralırlar.

Olanaklar, soyut (mânevi) ve somut (maddi) olanaklar olarak görünürler. Soyut bir olanak, belli tarihi koşullarda gerçekleşmesi son derece zayıf ve hattâ imkânsız olan bir olanaktır. Örneğin : Güneş sistemi gezegenlerinin, başka büyük gök cisimleri ile çarpışabilme olanağı soyut bir olanaktır. Bu çarpışma olanağı son derece zayıftır.

Öte yandan soyut olanağı, olanaksızlıkla karıştırmamak gerekir. Olanaksızlık hiçbir zaman gerçekleşmeyecektir, çünkü nesnel yasalara aykırıdır. Gerçek olanak, somut tarihi içerikte gerçekleşmesi için, tüm gerekli ön koşullara sahip olan olanaktır.

Soyut olanakla somut olanak arasındaki farklar görecelidir. Evrim sürecinde soyut olarak, gerçek olanak durumuna gelebilir. Örneğin : Daha yirmi otuz yıl önce, gezegenler arası yolculuk olanağı soyuttu. Bunun için gerekli teknik imkânlar yoktu. Günümüzde bu durum, somut, gerçek bir olanak haline gelmiştir.

Doğada, olanağın gerçekliğe dönüşümü kendiliğinden ve bilinçsizce oluşur. Toplum hayatında ise, olanağın somutlaştırılmasına, gerçekliğe dönüştürülmesinde, insanların bilinçli ve tutarlı eylemleri söz konusudur. Barışı koruma olanağı, bugün tüm barışçı güçlerin etkili eylemleri ile gerçekleşme yoluna koymaktadır. İnsanlar pratik eylemlerinde dünyayı dönüştürürken, dünyadaki olanakları tanırlar ve bunların gerçekleşmesi için gereken çalışmaları yaparlar.

Evrim :

Her günkü deneylerimiz, bilimin ve pratiğin gelişimi, dünyada her şeyin, her olgunun değiştiğini gösterir. Böylece her şey evrimleşir. Evrenin sayısız cisimleri, güneş sis temi, yeryüzü, yeryüzündeki her şey, maddenin çak uzun evriminin ürünüdür.

Bildiğimiz gibi insan toplumu da aynı şekilde evrimleşir. Tarihsel ilerleme, köklü toplumsal dönüşümler çağı olan yüzyılımız bu gerçeğin canlı tanığıdır. Bilim ve teknikte, büyük bir devrim oluşmaktadır. İnsan atomun derinliklerine inmiş ve atomun güçlerini egemenliği altına almış ve sınırsız uzaya yönelmiştir. Böylece, insanların maddi dünyanın evrimini yansıtan bilinçleri, düşünceleri, teorileri ve kavramları da aynı biçimde değişmektedir. Binlerce yıl önce Mağara devri insanı ve şimdi uzay araçları içinde uzaya açılan İnsan... Aradaki gelişim bir evrimdir.
Sürekli evrim, nesne ve olguların bir durumundan diğer bir duruma geçmeleri, birbirlerinin peşi sıra gelişmeleri, maddi dünyanın çak önemli bir özelliğidir. İşte bu yüzden, nesneleri ve olguları incelemek için, her şeyden önce bunların evrimini, sürekli değişimlerini araştırmak gerekir. Nesneyi gerçekten tanımak için, onu, evrimi, yoğun hareketi, oluşumu içinde görmek zorunluluğu vardır.

Yeni Kavramı :

Maddi dünyanın evrimi, sürekli olarak eskinin yitmesi, yeninin doğumu sürecidir. Örneğin: Yer kabuğunun tarihi, sürekli olarak yeni jeolojik yapıların oluşumundan başka bir şey değildir. Bitki ve hayvanların gelişiminde, eski organik biçimler, yerlerini sürekli olarak, daha yeni, daha yetkin biçimlere bırakırlar. Canlı organizmalarda, eski hücrelerin yitip yenilerinin doğmasının oluşturduğu hücre yenilenmesi gibi, insan toplumları da, eskiyen toplumsal biçimler yiterler ve yerlerini daha ileri, daha yeni toplumsal biçimler alır. Bunun sonucu olarak, yeni olan, ileri olan her şey tüm engelleri aşarak eski olanın yerimi alır. Yeninin bu gücü ve karakteri, doğanın, toplumun ve düşüncemin çok önemli bir özelliğidir.

O halde yeni nedir?

Yeni, ilerici olan, en yetkin ve yaşamaya en elverişli olan, durmaksızın büyüyen ve gelişendir. Başlangıçta, yeni, göreceli olarak zayıftır, göze zor gibi görülür, oysa eski egemendir, yenilmez gibi görünür. Zamanla eski yıpranır, parçalanır; fakat yeni eskiye karşı verdiği çetin savaşta büyür, gelişir ve utkuya ulaşır.

Yeni, niçin yenilmez?

Yeni yenilmez, çünkü o güçlüdür, çünkü o, her şeyden önce, bizzat gerçekliğin evriminim ilerleyişinin sonucu doğmuştur ve nesnel koşullara en sağlam biçimde uyum göstermektedir.

Nesnelerde Nitelik ve Nicelik :

Nesne ve olgular üstünde sağlam bilgi sahibi olabilmek ve pratik eylemde yararlanabilmek için, nesne ve olguların nitelik ve nicelik birliğini bilmek temel bir zorunluluktur. Bizi çevreleyen çeşitli nesne ve olgular devamlı hareket ederler, devamlı değişirler. Fakat biz bunları birbirine karıştırmayız, tersine birbirinden ayırır, her birini tanımlarız. Bizim için bu nesne ve olgular, kişiliksiz, renksiz bir yığın değildir. Hepsini kendime özgü nitelikleri ve özellikleri ile kavrarız, birbirinden ayırtırız. Örneğin : Altın metalini ele alalım; kendine özgü sarı renkte, dövülebilir, tel haline getirilebilir, belirli bir yoğunluğu, termik kapasitesi, kaynama ve ergime dereceleri vardır. Altın, ne alkalilerde ne de bir çok asitte erir, kimyasal olarak az aktiftir, havadan oksitlenmez. Bütün bunlar bir arada ele alındığı zaman, altını diğer metallerden ayırır.

Bir nesneyi olduğu gibi yapanı, onu, diğer sayısız nesnelerden ayıran, onun niteliğidir. Her nesne ve olgunun, onları ayırt etmemize ve tanımlamamıza yarayan bir niteliği vardır.

Nitelik özelliklerde belirir. Özellik, bir şeyin sadece bir yönünü karakterize eder. Oysa nitelik nesnenin bütünlüğü içinde kavramını verir. Altının sarı rengi, dövülgenliği., tel haline gelişi ve diğerleri, tek tek ele alındıklarında altının özelliklerini, bütün olarak kavrandıklarında ise niteliğini oluşturur.

Her nesnenin belli bir niteliğinden başka, belli bir niceliği de vardır. Nitekim farklı olarak nicelik, nesneyi gelişim derecesiyle, veya nesnedeki büyüklük, hacim v.b. özelliklerini karakterize eder. Kural olarak nicelik, sayı ile ifade edilir. Nesnelerinin boyutlarının, hacimlerinin, kendilerine özgü renklerinin, yeğinliğinin, çıkardıkları seslerin birer sayısal ifadesi vardır. Nitelik ve nicelik birbirlerine bağlıdır, çünkü aynı ve tek nesnenin görünümlerini yansıtırlar. Fakat çok önemli farklılıklar nitelik ve niceliği ayırır.

Nitelikten Niceliğe Geçiş :

Nesne bünyesinde daima nicelikleri taşır. Niceliklerin konusu ise matematik bilimine aittir. Böylece sayılara dayanan nicelikler matematik değerleri taşır. Nesnelerin yapısında niceliklerin azalıp çoğalması nesnelerin niteliklerini etkiler, yani evrim boyunca, nicelikte oluşan basit değişimler, belli bir dereceye vardıktan sonra, nitelikte farklılıklar doğurur.

Nicelikten niteliğe geçiş, maddi dünyanın evriminin bir genel yasasıdır. Bu yasanın genel karakterini görebilmek için gerçek dünyada çeşitli alanlardaki işlerliğini bilmek gerekir.
Maddenin, bir durumdan diğer bir duruma bir çok dönüşümleri, niceliğin niteliğe dönüşümü yasasının yaygın örneklerini oluşturur. Örneğin: Maddenin katı durumdan sıvı duruma, sıvı durumdan gaz durumuna geçmesi gibi. Su, eğer yüz derecenin üstünde ısıtılırsa, niteliği de değişir, buhar durumuna geçer. Su buharı, sudan farklı nitelikler gösterir. Örneğin : Su buharı tuzları, şekerleri eritemediği halde, bu maddeler su içinde erir.

Bu yasa, özellikle kimyasal süreçlerde belirir. Kimyasal maddelerin periyodik cetveli gösterir ki, kimyasal maddelerin niteliği, atomlarının çekirdeğinin artı (pozitif) elektrik yüklü niceliğine bağımlıdır. Belir ölçüler içinde, nükleer yükün niceliksel değişimleri, niteliksel değişiklikler yaratmaz, fakat, belli bir düzeye vardığında, bu nicelik değişiklikleri sayesinde, yeni elemanlar oluşur. Örneğin : Radyoaktif parçalanma (fission) sırasında, atomik ağırlık ve nükleer yük kaybı yüzünden uranyum diğer bir elemana dönüşür, kurşun gibi.

Genel olarak kimya, niceliksel değişikliklerin maddede niteliksel değişiklikleri yaratması bilimidir. Örneğin : Bir oksijen molekülü, iki atomu içerir. Fakat, bu moleküle, bir oksijen atomu daha katmakla yeni bir kimyasal madde elde edilir, ozon gibi.

Hangi koşullar altında, nicelik değişimlerinin, niteliksel dönüşümlere yol açtığını bilmek güç olsa bile, organik dünyada da, yani canlı dünyada, ayni şekilde nitelik değişiklikleri görülür. Örneğin: Bitkiler, evrimlerinde iki aşamadan geçerler, bunlar gençlik ve ışık aşamaları. Bu niteliksel aşamaların birinden diğerine geçiş bitkileri çevreleyen ortamın nem, ısı gibi niceliklerindeki değişikliklere bağımlıdır. Bu yasa insan için de geçerlidir. Örneğin : İnsanın, çocukluk, gençlik, olgunluk ve yaşlılık aşamaları gibi. İnsan hayatının bu aşamalarında değişimleri sağlayan, zaman birimi olan yılların niceliksel yönden artışı ve doyum noktalarına gelmeleriyle olur.

Nesnel gerçeklik, sadece nicelikten niteliğe geçişe indirgemez. Bu olgunun bir de tersine süreci vardır : Nitelikteki değişikliklerin etkisi ite, niceliğin artışı, niceliksel belirtilerin köklü bir değişimine yol açar. Buradan da anlaşılacağı gibi, nicelikte ve nitelikteki değişiklikler birbirine bağlı olup, karışırlıklı etkileşim içindedirler.

Çelişkiler :

Bütün bilimsel araştırmalar, her pratik eylem, nesnel dünyanın çelişkilerini analiz etmeyi, bu çelişkilerin yapısını bilmeyi gerektirir.

Hepimiz biliriz ki, bir mıknatısın iki kutbu vardır. Birbirini karşılıklı olarak iter, fakat birbirinden ayrılmaz bir biçimde bağlı olan kuzey ve güney kutup. Bu iki kutup birbirinden ayrılmaz. Mıknatısı, ikiye, dörde, sekize v.b. bölün, yine her zaman iki kutbu olacaktır. Aynı zamanda her iki kutup birbirine karşıttırlar. Karşıtlar, nesnemin, birbirini hem iteleyen, hem de çeken güçleri, yönsemeleri, İç görünümleridir. Bu görünümlerin birbirinden ayrılmaz karşılıklı zincirlemeleri, karşıtların birliğini oluşturur.

Bu çelişkili görünümler, bütün nesnelerde ve olgularda vardır. Bu çelişkili görünümler, karşıtların organik bağını, birbirinden ayrılmaz birliğini meydana getirir. Örneğin : Atomun merkezindeki çekirdek artı (pozitif) elektrik yüklü olduğu halde, merkezin çevresinde dönen bir ya da birçok elektron eksi (negatif) elektrik yüklüdür. Kimyasal bir süreç, atomların birleşiminin ve ayrışımının çelişkili birliğidir.

Canlı organizmalarda da aynı özellikte çelişkiler vardır. Örneğin : Organizmalarda kalıtım ve kendini ortama uydurma çelişkili özelliklerini taşırlar. Kalıtım, (genetik) organizmanın, kazanılmış özellikleri koruma eğilimidir. Kendini ortama uydurma ise, yeni koşullara uygun, başka özellikler kazanma yeteneğidir.

İnsanın ruhsal durumu da çelişkili süreçler içerir. Örneğin : İnsanda bulunan iyi ve kötü, sertlik ve yumuşaklık, güzellik ve çirkinlik, merhametli ve zalim, haklılık ve haksızlık ve bunlara benzer daha birçok duygular (kişinin çelişkiler içinde olduğunu gösterir. Öte yandan bu çelişkiler insan ruhunda bir arada yer almakta ve birliği meydana getirmektedirler.

Karşıtların Savaşı :

Nesnelerim ve olguların (zıtların) birliğini içerdiklerini gördük. Acaba bu birliğin karakteri nedir? Karşıtlar, bu birliğim sinesinde barış içinde bir arada bulunurlar mı, yoksa çelişki durumunda mıdırlar, aralarında savaşırlar mı?

Çeşitli nesne ve olguların evrimli gösteriyor ki, karşıt yönelimler aynı ve tek nesne içinde, bir arada bulunamazlar, karşıtların bağdaşmaz yapıları, zorunlu olarak aralarında bir savaş yaratır. Örneğin : Eski ve yeni, yaşam ve ölüm, yaş ve kuru, gençlik ve yaşlılık gibi. Bunlar zorunlu olarak karşıtlaşırlar.

Evrimi, karşıtları savaşının tayin ettiğini gösterirken, karşıtların birliğinin önemi de büyüktür. Karşıtların birliği, savaşın vazgeçilmez koşuludur. Çünkü aynı nesnede veya olguda, çelişkili eğilimler bir arada olmasaydı savaşta olmayacaktı, Karşıtlar arasında her zaman için geçici bir denge vardır. Bu dengeden anlaşılması gereken şey, evrimin geçici bir aşamasında, taraftarlardan hiç birinin tam olarak egemen olmadığı bir durumdur.

Ayrıca karşıtların dengesi her zaman görecelidir. Başka türlü de olamaz. Bu denge eğer devamlı, sağlam olsaydı, dünya gelişemezdi. Sadece karşıtların savaşı gelişimin kökenidir, itici, motor gücüdür. Fakat unutulmaması gereken diğer bir durum var ki o da, karşıtların savaşı maddi geçekliği çeşitli alanlarında farklı biçimler alır. Örneğin : İnorganik (cansız) doğada bu savaş, daha çok, güçlerim etkileşimi olup, çekim ve itme gibi biçimlerde kendini gösterir. Mekanik, elektrik ve diğer çekim ve itme güçlerinin karşılıklı etkileşimi, atomik çekirdeklerin, atomların ve moleküllerin doğumunda ve varoluşunda çok önemli bir rol oynar. Modern gökbilim kuramına göre, güneş sistemin kökenini karşıt güçlerin savaşını oluşturur. Çekim ve itmenin karşılıklı etkileşimi uzayda oluşan çeşitli süreçlerin en önemli kaynağıdır. Evrenin her tarafından bu güçler hiçbir zaman mutlak denge sağlayamaz, zorunlu olarak içlerinden biri diğerine ağır basmaktadır. Ağır basan itme olursa, madde ve enerji dağılır, yıldızlar söner. Çekim ağır basarsa, madde ve enerji toplanır, yeni yıldızlar doğar. İşte madde ve enerjinin başlangıçsız ve sonsuz hareketi bu karşıt güçlerin savaşı, karşılıklı etkileşimi boyunca oluşur. Ayrıca, bu çelişkili güçler mutlak dengede bulunmazlar. İçlerinden biri diğerine ağır basar ve bu zorunludur.

Böylece, nesnelerin ve olguların iki karşıt görünüm taşımaları, karşıtların birliğimi oluşturur. Bu karşıtlar sadece bir arada var olmakla kalmazlar, aynı zamanda devamlı çelişki durumunda birbirleriyle savaşırlar. Karşıtların savaşı, gerçek gelişmenin kaynağı, temel içeriğidir.

Çelişkilerin Çeşitliliği :

Dünyada, sayısız çelişki birbiri ile, karşıtlaşmaktadır. Güncel hayatta hemen her gün, çok çeşitli çelişki ile karşılaşmaktayız. Çeşitli bilimler çelişkileri incelemektedir.

Çelişkiler iki kısma ayrılırlar. Bunlar : İç ve dış çelişkilerdir. İç çelişkiler, herhangi bir nesne içindeki karşıt tarafların karşılıklı etkileşimidir. Dış çelişkiler, herhangi bir maddenin, kendini çevreleyen ortamla bu ortamın nesneleri ile olan çelişkili ilişkilerdir.

Gerçekliğin, maddi olgu ve nesnelerinde iç ve dış çelişkiler beraber bulunur. Fakat önemli olan, nesnenin iç çelişkileridir. Hareketin kökeni, her şeyden önce iç çelişkilerdir. Bu yüzden maddenin kemdi kendine olan hareketi, gelişim durumundaki olguların ve nesnelerin içinde meydana gelen iç hareketten ileri gelir.

Gerçekliğin çeşitli alanlarında gelişim kaynağı olan maddenin dalga ve tanecik biçimimde, çekim ve itim güçleri ve diğerleri biçiminde beliren özelliklerinin savaşı ve karşılıklı etkileşimi, dıştan gelmez, nesne ve olguların içindedir.

İç çelişkiler, nesnenin görünümünü, yapısını belirleyen gelişimin kökenidir. Bu iç çelişkiler olmaksızın, nesne olduğu gibi olmayacaktı. Örneğin : Atom, artı elektrik yüklü çekirdekle, eksi elektrik yüklü elektronların savaşa karşılıklı etkileşimi olmaksızın varolamazdı, simülasyon ve disimilasyon süreçleri olmaksızın organizma canlı olamazdı.

Bütün dış etkiler, her zaman nesnenin iç çelişkilerine yansırlar ve burada da iç çelişkilerin evrimdeki tayin edici rolü belirir. Bütün ortam değişiklikleri, organizmaların gelişimlerinde bir itim yaratır. Fakat, burada da tayin edici olan, gelişimi onun sonuçlarını yaratacak olan, bu organizmada bulunan metabolizma, yani asimilasyon ve disimilasyon süreçlerinin karşılıklı etkileşimidir.

Dış çelişkilerin gelişimdeki rolü büyüktür. Çoğu zaman, gelişmenin zorunlu koşulunu oluştururlar. Dış çelişkiler, gelişmeye katkıda bulundukları gibi, bir yönde gelişmeyi de frenlerler. Gelişmeye çeşitli biçimler verirler. Fakat genellikle ve bütünüyle evrim sürecini tayin edemezler.

Kısacası, bütün nesne ve olguların gelişimini tayin eden, iç çelişkilerdir. Pratik eylemde ilk önce iç çelişkileri, doğru değerlendirmek ve çözmek gerekir. Öte yandan, evrimde önemli bir rol oynayan dış çelişkilerin karşılıklı bağımlılıkları ve karşılıklı etkileşimleri çok sıkı bir şekilde hesap edilmeden başarıya ulaşılamaz.

Temel ve İkincil Çelişkiler :

En basitlerinden, en karmaşalarına kadar bütün nesneler ve olgular, bir tek değil, fakat birçok çelişkiyi içerirler. Bu çelişki çokluğu karşısında, temel olanı, belli başlı olanı bulmak gerekir. Temel çelişki, evrimde birinci planda rol oynar ve diğer tüm çelişkileri etkiler.

Kimyasal bir süreçte, en belirleyici çelişki yani temel çelişki, atomların birleşiminde ve ayrışımındadır. Biyolojik bir süreçte ise, metabolizmaların çelişkili karakterindedir. Son derece karmaşık ve çok çeşitli görünümüyle diğerlerinden farklı olan toplumsal hayatta, temel çelişkiyi bulmak, özel bir önem taşır.

Hiçbir mutlak sınır, temel ve ikincil, iç ve dış çelişkileri birbirinden ayırmaz. Gerçekte, tüm bu çelişkiler birbiri içine girerler, birinden diğerine dönüşürler, evrimde farklı bir rol oynarlar. Bu yüzden, her çelişki, somut biçimde hangi koşullarda ortaya çıktığı ve rolünün ,ne olduğu saptanarak ele alınması gerekir.

İlke Kavramı :

İlke kavram olarak bir şeyin başlangıç ve hareket noktası, bir şeyin çıkış noktası, bir şeyin başlangıcını oluşturan etken. Düşünme alanında ilke, kendisinden, başka önermeler çıkarılan tümel ve temel bir önermedir. İlkeler, bilimlere ve bilimlerin inceledikleri nesne ve olaylara başlangıç ödevini görürler. İlkelerin doğrulukları tartışmadan kabul edilir.

Madde evriminde olduğu gibi tüm bilimlerin alanlarında ilkeler vardır. Ayrıca her bilim dalı, kendi içeriği mutlak: bir ilkeye dayalıdır Çünkü hiçbir alan, hiçbir, olgu temelden bir ilkeye dayanmadan varlığını gösteremez. Örneğin : Mantıkta düşünme ilkeleri, matematikte ispat ilkeleri, fizik ve kimyada enerjinin ve maddenin sakımı ilkeleri gelir.

İlkeler, toplum biliminde, ahlâk, hukuk ve sanat alanlarında yönetici ve yönlendirici görevini yaparlar. Adalet ilkesi, tüm hukukun ve hukuk yasalarının temelini oluşturan bir ilkedir. Ahlâk bilimini oluşturan, onun varlığını sağlayan iyilik ilkesidir. İyi niyet, iyi davranış eylemlerini temelde iyilik ilkesi oluşturur. Bu ilke olmadığı takdirde ahlâk bilimi meydana gelmez. Böylece ahlâk biliminin çıkış noktası, hareket noktası iyilik ilkesinden başlar. Gene estetik ya da güzel sanatları oluşturan (emel ilke güzellik ilkesidir. Eğer güzel ilkesi olmasaydı sanat yapıtları ortaya çıkmazdı. O halde estetiğin ya da güzel sanatların başlangıcı, çıkış noktası güzel ilkesine dayalıdır. Böylece güzel ilkesi temelde sanat yasalarını, somut kurallarının ortaya çıkmasını sağlar.

İlkeler, yasalardan farklıdır. Yasalar bulgular ve nesneler arasındaki zorunlu ve değişmez bağları yansıtırlar. Oysaki ilkeler yasalardan daha genel olup yasaları da kapsamına alır. Yasalar da ilkelere bağlıdır. Örneğin : Newton'nun bulduğu «Çekim» genel bir yasadır. Bu yasa evrenin her yerinde geçerlidir. Genel bir yasa olduğu için ilkedir. Fizik biliminin konusu olan Paskal yasası ise bir ilke değil, bir yasa görevini yapar. Çünkü Paskal yasası genel bir nitelik taşımaz. Örneğin: Paskal, yasası ancak sıvıların var olduğu yerde geçerlidir. Böylece bu yasa evrenin mahdut yerlerinde varlığını sürdürür. Buna karşı çekim yasası evrenseldir. Yani evrenin her yerinde etkisini sürdürür.

İlkeler, kurallardan da farklıdırlar. Kurallar hareketleri yöneten normaldir. Örmeğin : Sağlık, ahlâk, hukuk, görgü kurulları gibi ilkeler ise yalnız hareketleri değil, canlı ve cansız maddeleri, ruhsal olayları da kapsamına alır, bunların temelini ve özünü etkilerler. İlkeler, varlığın tüm alanlarına kuralları koymakla (kalmaz, bilimlere de temel teşkil ederler. Böylece ilkeler, kurallardan, yasalardan daha üst düzeyde, daha etkin ve ayrıca yasa ve (kuralları oluşturan, bunlara kaynaklık eden yaygın ve evrensel güçlerdir.

Bilimsel düşünme olayını gerçekleştiren, bilimsel düşünmeyi kolaylaştıran, onu açıklığa çıkaran ilkelerdir. İnsan ilke ve yasaları iyi bir şekilde öğrenip, düşünme olayında uygulamaya koyduğunda, her şeyi 'açık ve seçik olarak görebilir, güçlü bir fikir üreticisi olarak, yapma ve yaratma yeteneklerini kolayca geliştirebilir. Tüm bunlardan başka, ilkeler» ve yasaları bilmek, bunlar üzerinde araştırmalar yapmak, düşünme evreninde yeni ufuklara açılmanın insana verdiği heyecanı, mutluluğu, hazı, bu dünyada hiçbir şey veremez. Bu dünyada göremediğimiz ve bilemediğimiz bir çok şeyi, kişi düşünme evreninde görür ve yaşar. Çünkü düşünmenin sınırları yoktur. O, ufuksuz, sonsuz bir evrendir.

İlkeler ve yasalar, bu evrensel güçler tüm gerçeklerin, olgu ve olayların ana kaynakları, çıkış noktalarıdır. Gördüğümüz bu evren ilke ve yasaların savaşından başka bir şey değildir.
1 | 2

1 Yorum

Adsız
29 Eylül 2009 19:22  

bu ne ya tam olarak anlatılmams taw etmeyın bnı

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP