İngiliz İdealizmi ve Michael Oakeshott'ın Tarih Felsefesi - 1
|
David BOUCHER
Çeviren: Kubilay AYSEVENER
M. Oakeshott siyaset felsefesinde önemli bir yer edinmiştir. Kendisi çağdaş İngiliz idealizminin sözcüsüdür. Oakeshott'ın idealist eğilimleri onu, dinden tutun da at yarışlarına varıncaya kadar çok çeşitli konuları kuramsal olarak ele almaya itmiştir. Israrla dönüp dolaşıp işlediği bir konu da tarih felsefesidir. Oysa yapıtlarında işlediği diğer konularla karşılaştırıldığında, bu konudaki çalışmasına fazlaca değilmemiştir. Collingwood'un Oakeshott'ın bu yapıtlarından hayranlıkla sözetmesi gözönünde bulundurulursa, bu ihmal şaşırtıcıdır. Örneğin Collingvvood, Oakeshott'ın "Experience and its Modes" adlı yapıtının tarihle ilgili bölümünün "tarihsel düşüncenin gelmiş geçmiş en derin çözümlemesi" olduğunu söyler. Bu, kendisi insanlara bugünün tarih yazıcılığının onun kendi geçmişiyle kaynaştığına ilişkin somut bir yöntembilimini geliştirme yolunda ömürboyu çaba harcamış bir kişi tarafından yöneltilen önemli bir övgüdür.
Benim bu denemedeki amacım, Oakeshott'ın tarih felsefesi ve îngiliz idealizminin sorunları bağlamında yaptığı yorumlamayı bir yere oturtmaktır. Gerekli olan yerlerde ve zaman zaman açıklamak amacıyla kıta-avrupası idealistlerinin düşüncelerine de değineceğim. Şunu belirtmek istiyorum; daha önceki İngiliz idealistlerinin kuramları tarihsel bir bakış açısını ima etmiştir; ancak bunlarm felsefi konuları ele alış biçimleri, kendi kuramlarının desteklediği türden bir tarihsel anlayışı ender olarak sergilemiştir. Sanırım Collingwood da Ruggiero'ya yazdığı bir mektupta buna benzer bir görüşü daha değişik bir biçimde dile getirir. Şöyle der:
İngiltere'deki 19. yüzyıl idealistleri bile, genelde tarihsel bir kata yapısına sahip değillerdi; Bradley, Green ve Caird'de tarihsel bakış açısının izleri vardır, ancak bu izler çok belirgin değildir. Bosanquet'de ise, tarihsel bakış açısının izleri bütünüyle kaybolmuştur. Oxford'da o ekolün kalıntıları tarihle pek bir bağıntı içinde değildir .
Kendilerinden önce gelenlerin epistemolojik ve ontolojik sonuçlarını bilincin tarihsel kip'ine dayandırmak, İngiltere'deki yeni kuşak idealist düşünürlere kalmıştı. Oysa daha önceki idealistler bir "geçmişi farketme" bilinci geliştirmişlerdir ve bunların söylediklerinin çoğu Oakeshott'm felsefesinde bir yer bulur. Benim bu denemedeki sorgulama düzenim, Oakeshott'ın İngiliz idealistlerinin genel kaygılarını nasıl paylaştığını ve onların sonuçlarına büyük ölçüde nasıl dayandığını göstermek olacaktır. Sonra da, bu genel felsefi bakış açısının Oakeshott'ın benimsediği tarih kuramına nasıl doğrudan doğruya katkıda bulunduğunu göstermek istiyorum.
İngiliz idealistleri, Almanya'dan, kendilerine bilginin deneyci ve duyumcu bilgi kuramlarından ayıran dayanağı oluşturan iki temel düşünce almışlardır. İlkin, bunlar deneyimdeki her şeyin diğer her şeyle ilişkili olduğunu öne sürmüşlerdir. Bir başka deyişle, kendi kendisiyle hapsolmuş hiçbir varlık, olgu ya da birey olamaz; bunların tümü kendi gerekli ilişkileri açısından anlaşılmak zorundadır, İkincileyin, bunlar, bir nesneyi anlamanın, o nesnenin yaratılış ve gelişim bilgisini de içerdiğine inanmışlardır. Bu yüzden idealistler tarih'in erdemlerini, bilgiye yöneltilen doğabilimsel iddialarla eş tuttukları, hatta bazı durumlarda daha üstün buldukları bir anlama kipi olması nedeniyle övmüşlerdir.
Bosanquet'nun, çağdaşı bazı idealistler gibi tarihe pek meraklı olmadığı doğrudur. Ancak yine de Bosanquet'nun toplumsal kuramı, her şeyin ayrılmaz bir biçimde ilişki içinde olduğu bağlam açısından anlaşılması gerektiği yolunda güçlü bir kanıt oluşturur. Örneğin Bosanquet, "yorumlamada bir bağlam bilinci olmayınca, olası yanlışlıkların düzelme umudunun ötesinde bir sonsuzluk taşıyacağını" söyler. Aynı zamanda düşüncenin, dönemsel olarak çöken ve diğerleri tarafından doldurulan, kendi kendini içeren birimlerle içice olduğunu önerir. Bu görüş daha sonra mutlak öndeyiler kurumanda Collingwood tarafından, paradigmalar kuramında da Kuhn tarafından ele alınıp işlenecektir. Ek olarak Bosanquet, daha sonra Emilio Betti'nin de açıkça belirttiği gibi, "yalnızca eşdeğerdeki ve aynı düzeydeki bir aklın bir başka akla ulaşabilip onu gerçekten yeterli bir biçimde anlayacağı " yolundaki görüşü destekler görünür.
Şimdi de, deneyimin karşılıklı ilişki içinde olmasına yönelik idealist sanıyı biraz daha ayrıntılı bir biçimde incelemek istiyorum. İdealistler dünya bilgisi edinmenin rakip yollarını benimser ve bilirler. Bunlara çeşitli biçimlerde kipler, deneyim biçimleri, idea dizgeleri ve konuşma evrenleri denir. Bunlar, ne ardından bağımsız ve dış bir dünyayı izlediğimiz kavramsal gözlükler ne de seçilmiş ve parçalanmış ışınlan süzen filtrelerdir. Bunlar ne dünyadan seçilerek ayrılmış, bilimsel, estetik ve tarihsel bir yapı oluşturmak için yanyana konmuş ayrı olguların bir koleksiyonu ne de, sayelerinde deneyimle ilgili kuram geliştirme araçlarını sağlayan düşüncelerdir. Bunlar yalnızca deneyimin kendisidirler. Ancak deneyim nedir?
İngiliz idealistleri, Kant'ı izleyerek, aklı, deneyim edinen benliğin içinde etkin bir varlık olarak kabul etmişlerdir. Başka bir deyişle, akıl, içine olgu yığınlarının dökülebileceği bir kap olarak görülmemiştir. Ancak İngiliz İdealistleri, şeylerin olasılığının kendi içlerinde olduğunu yadsımaları aşamasında Kant'dan ayrılırlar.
Deneyim edinen benliğin dışında bir yerlerde, bir olgular ya da nesneler dünyası olmadığını belirtirler. Bu, ayrı verileri duyumsayıp ayrı olguları yanyana yerleştirerek tanıdığımız ve akıldan bağımsız ayrı olguları yanyana yerleştiererek tanıdığımız ve akıldan bağımsız bîr dünya olduğu yolunda deneyci ve olgucuların ortaya attığı iddianın yadsınmasını gerektirir. Akıl ve nesneleri ayrılmazdırlar. Burada vurgulanması gereken, Santayana'nın deyişiyle, "İngiliz idealistleri için tek olası gerçekliğin bilinçlilik olduğudur". Ve de bilinçlilik, düşünceler dünyasına ya da düş kurmaya dayanarak gerçekleştirilecek bir anlamayı gerektirir. Bu söylem evrenleri "kendilerine uygun", sonuçlar doğururlar; kendi dünyaları çerçevesinde duyuyu duyu olmayandan ayırırlar. Bunların bünyesindeki her yargı örneği, bir önermenin ayrı bir onaylanması ya da yadsınması değildir; bu, tüm söylem evrenini bir olgunun seçilmesine dayama noktasma gelmedir. O zaman, bir olgu ulaşılan bir sonuçtur, verilmiş herhangi bir şey değil.
Bütün düşünceler bütünle ilişlidirlerek; biribirlerinin içermeleridirler. Bir olgunun, onun doğruluğunu onaylayan diğer olgular olmadan anlamı yoktur. Örneğin bir ürünün ederi yükseldiğinde ve gelirler sabit kaldığında, diğer ürünlerde bir eder yükselmesi olmadığından, herhangi bir yüksek edere göre bunların daha fazlasının düşük bir ederle alınabileceği yolunda bir deyide bulunursam, o zaman ekonomik kuram yapısının bütününü önermeme, getirip dayandırmış olurum, bu da, azalan kâr yasası, eder etkisi, rağbetsizlik etkisi çözümlemeleri ve de bunlar gibi; bunların hepsi biribiriyle ilişkilidir ve hiçbiri yalnızca bir olgu olarak tek başlarına bulunmazlar. Bir önermenin bağımsız hiçbir doğruluk statüsü yoktur; bir önerme bütünün parçası olan yetkiye katıldığı sürece doğrudur. Joachim bu bağlayıcı düşünceler birliğine bir "anlamlı bütün" adını verir; bu öyledir ki, "bunun yapı öğeleri karşılıklı olarak biribirlerini ilgilendirirler, ya da biribirlerinin varlığım, tek bir somut anlamda bulunan katılımcı özellikler olarak yine karşılıklı olarak belirlerler". Özde, idealist, aklın dünyanın kurucusu olduğunu öne sürmektedir. Deneyimin dışında hiçbir şey olamaz ve deneyimin kendine özgü olduğu düşünülür; öyleyse tüm deneyim bir düşünceler ya da kavramalar dünyasıdır.
Her kip nesneleri tasarlama yollarını kendine özgü bir biçimde belirlemez; onları yaratır. Gerçeklik düşüncenin bir nesnesi değildir, ancak düşünce tarafından yaratılıp korunur. Croce, bunu şöyle açıklar: "Bilgi biçimlerinin kuramsal birer nesnesi yoktur, ancak onu yaratırlar " . Doğanın ve bedenin bile., doğabilimlerinin nesneleri olarak, hiçbir bağımsız varoluşları yoktur; bunlar Bradley'in dediği gibi, "uygun kurgular ya da yapay soyutlamalardır"
Colling Wood da doğanın "bütün yanılsamalar gibi,... kendisini kavramaya çalışan akim bir uydurması" olduğunu söyler. Tarih, diğer herhangi bir kip gibi, kendi nesnesinin yanı, tarihsel geçmişin yaratıcı gücüdür. Oakeshott, uzun yıllar süren kariyeri süresince ısrarla bu görüşü savunmuştur. Örneğin, "tarihçinin işinin yaratmak ve yapı kurmak olduğunu; tarihçinin olayların yapıcısı olduğunu; tarihin devlet adamları, askerler ya da sokaktaki insanlar tarafından oluşturulmadığım, böcekbilimi nasıl böcekler oluşturmuyor da böcekbilimciler oluşturuyorlarsa tarihi de tarihçilerin oluşturduğunu söyler"; ve Oakeshott en son kitabında, "tarihin, sözleri ve eylemleri incelenenlerce değil, bir tarihçi tarafından oluşturulduğunun kabul edildiğini belirtir." Öyleyse bir kip, bir düşünceler ya da tasarlamalar dizgesidir, ve tarih de kendine uygun sonuçlar üretebilen türden bir kip'dir; tarih, olgunun son söz sahibidir.
Herhangi bir deyinin doğruluğu, içinde oluştuğu söylem evreninin tutarlılığına ve kapsamlılığına bağlıdır. İdealist doğruluk anlayışı, doğruluğun bir nesneyle onu doğru bir biçimde algılayan bir akıl arasında gerçekleşen bir uygunluğa bağlı olduğu yolundaki sanının doğrudan yadsınmasıdır . G.R.G. Mure, Bradley nin en çok, "doğruluğun ölçütünün uyum ve kapsamlılık birliği olduğu" yolundaki idealist seçeneğe katkıda bulunduğunu belirtir. Doğruluklar, deyiler ve nesneler arasındaki herhangi bir uygunlukta yatmazlar; bunlar, yargıların bir dizgesi ya da birleştirici bir birliğine katıldıkları ya da birliğince içerildikleri sürece yargıların parçalarıdırlar. Bradley ayrıca doğruluğun bir bütün olarak dizgenin bir parçası olduğunu ve ayrı yargıların değişik derecelerle bütünün "doğruluğunu" paylaştıklarını ya da dolaylı bir biçimde bunu yansıttıklarını öne sürer. Özde Bradley'nin öne sürdüğü, doğruluk ölçütünün bir dizgeye içrek olduğu ve olgunun bağımsız bir sonsöz sahibi olamayacağı ve dizgenin dışında yeralan bir olgu bulunamayacağıdır. Bir doğruluk, bir düşünceler dizgesi içinde, karşıtı kavranamaz olduğu için doğrudur . O zaman olgular özde kuramlardır ve bunların doğruluğu onları kapsayan dizgenin uygunluğuna ve tutarlılığına bağlıdır. Oakeshott bu görüşleri, "uygunluğun tek ölçüt olduğunu: ne değişiklik ne de ekleme gerektirdiğini, ve her zaman ve her yerde etkili olduğunu" öne sürerek yineler. Uygunluk yalınzca sınama değil, aynı zamanda doğruluğun tanımıdır. Çünkü, "doğruluğun kendisi yoluyla kurulacak hiçbir dış araç yoktur. Doğruluğun tek kanıtı kendi kanıtıdır".
Her kip yine de sınırlı ve soyuttur, ve bunun ürettiği doğruluk, sorgulanamayan koyutlarla koşulludur. Felsefenin çözücü eleştirisiyle incelendiğinde bu koyutların çelişik olduğu ortaya çıkabilir, çünkü bunların destekledikleri kip, deneyimi, sınırlı ve yanlı bir bakış açısıyla, bir bütün olarak görür. Bir kip'in diğeriyle ilişkisi değişik idealistlerce değişik biçimlerde algılanır. Örneğin Collingwood, Hegel'in deneyim evrelerinin zincirleme hiyerarşisini benimser. — Bu evrelerden her biri kendilerinden önce gelen evrelerin içeriğiyle birleşir. — Collingwood'un "bilgi haritası", Sanat, Din, Bilim, Tarih ve Felsefe anakaralarından oluşur. Bunlardan her biri, izledikleri biçimlerde görülen bozukluklara yanıt verir görünümdedir. Oysa Oakeshott, kiplerin ulamsal açıdan farklı ve sonuçlarını biribirlerinin üzerine yüklemekten yoksun olduklarını söyleyerek Bradley'i izler. Bradley'ye göre hiçbir kip ne diğerlerinin içinde çözülebilir ne de bir diğerine göre ikincildir. Bradley aynı zamada kiplerden hiçbirinin öncel olmadığını ya da diğerlerini ya da bütünü açıklamak için bulunmadıklarını belirtir.
Oakeshott, "öyleyse bir anlama kip'inin yalnızca bir tutum ya da bakış açısı olmadığını" söylediğinde söylemin değişik deyimlerinin tekelciliğini belirtir. "Bu, tam koşullar açısından belirnebilecek özerk bir anlama tutumudur, ki bu, diğer bir başka anlama kip'inin sonuçlarını yadsımak ya da doğrulamaktan ya da aslında onunla ilgili açıklama yapmaktan mantıksal olarak yoksundur".
İdealistler için bir bütün olarak deneyim, bütünüyle uygun bir dizgidir, ve kipler sınırlı ve sorgulanamaz koyutlar üzerine kurdukları dünyanın koşulsallığma boyun eğmeleri açısından bu tamamlanmış uygunluğa ulaşamazlar. Onlar için felsefe bir deneyim kip'i değildir; felsefe kuşkusuz ya da kesintisiz bir deneyimdir. Öyleyse felsefenin karşılıklı ilişki içinde olan iki ödevi vardır. Birincisi felsefe, bütünün karekterini belirlemeye girişmek zorundadır. Bradley'ye göre, bu, "evreni kavrama çabasıdır, ancak yalnızca bölük pörçük ya da parçalar halinde değil de, bir biçimde, bir bütün olarak." Bosanquet'ye göre de, "biz buna evreni inceleme deriz, olduğu gibi ve kendisi için ve hiçbir çekince ya da önsanı olmaksızın". İkincisi, duyumun içindeki hiçbir şey gereksiz değildir, her şeyin bütünün içinde bir yeri vardır. Sonuç olarak da, deneyimdeki duraksamalar incelenmeli, bunların koyutları tanımlanıp sorgulanmalıdır. Kiplerin koşula bağlı özelliği, bunların deneyimin somut bütünlüğüyle olan ilişkisine değinerek belirlenmelidir. Felsefe, deneyimde verilenin bir yansıması olarak ele alınır. Bu açıdan filozof zaten anlaşılan bir şeyi değişik bir biçimde anlamış olur.
Bîr bütün olarak deneyimin karşılıklı ilişki içinde olan doğası ile ilgili idealist görüş "Monizm" olarak bilinir. İdealistlere göre bütünü, hiçbir sorgulanmayan varsayım ya da önsanı ilgilendirmez. Her şey bir diğerine dayanır ve diğer parçaları ile ilgili olarak değil de, bütünle ilişkili olarak anlamlıdır. Örneğin Bradley ve Bosanquet, Hegel'ci bir mutlaklık açısından görüş bildirirken öte yandan Caird ve Oakeshott bu düşünceyi gözardı ederler, çünkü bu, anlayışın ötesinde ve duyum dünyasının dışındadır. Yine de bunlar bizi burada engelleyen konular olmamalıdır. Burada vurgulanması gereken, idealistlerin felsefenin ilgi alanına giren nesneleri katkıda bulunma ya da bunları değiştirmede felsefeye yüklenirken nasıl bir tavır takındıkları açısından biribirlerinden ayrıldıklarıdır. Oakeshott'ın görüşü, öğüt vermeye girişen filozofun, ilkeleri sorgulamakla ilgili yansız işten vazgeçtiğidir. Öğüt vermeye girişmek, felsefeyi uygulamalı söylem kip'i için bir kenara bırakmaktır ki, bu söylemde olan (şey), olması gereken açısından ele alınır. O zaman filozof dünyayı değiştirmek değil, onu anlamak kaygısını taşır. Öğüt verme işine
girişenler hiçbir biçimde fizolof değillerdir; bir yanılsama sonucu kendilerinin bir etkinliği kuramsal bir işlerinin daha iyi yürümesi için öğüt verme konusunda nitelikli kıldığına inanan kuramcılar, Fransız Uscuları (Philosophes), filozof bozuntuları (Philosophasters) ya da usculardır.
İngiliz idealistlerinin alışılmış anlama kip'lerinin önemini ve etkisini yadsıdıkları varayılmamalıdır. Aslında onların bize sağladığı bu eğreti düşünme biçimi olmadan biz, işlerimizin yürütülmesinde bir arpa boyu bile ilerleyemezdik. Bradley'in dediği gibi, "Felsefenin dışında, akla yatkın olmayanı kabul edip ondan faydalanarak ne kadar tutarsız olsa da en iyi işleyecekmiş gibi görünen düşünceleri kullanmaktan başka, tutarlı olan hiçbir yol yoktur. " Bu duyarlılık "On Human Conduct" adlı yapıtta Oakeshott tarafından yankı bulur.
Tarih, tarihçilerin gereksinimlerine yeterli gelecek akla yatkınlık sağlayan türden bir anlama kip'idir, ancak filozof tarihin yarattığı dünyadan hoşnut olup kalmaz. Bu bağlamdadır ki, idealist felsefenin atılımını anlamamız gerekir; çeşitli soyut ve eksik deneyim düzenleme yollarını aşma çabasında görülen ilkelerin ve önsanıların sürekli sınanıp reddedilişidir bu. O zaman, özde idealist filozofların ortak kaygısı, deneyimin içinde soyut olanı açıklamak ve tüm sınırlı ve kısmi olanı onun deneyimin somut bütünselliği içindeki yeriyle bağdaştırarak birleştirmektir.
Karşılıklı ilişkileri içinde tutarlı olan bütüne ilişkin idealist anlayış, insanların özerk, tek basma ve duyumsayan varlıklar olduğu yolundaki düşüncenin yadsınması olan bir birey ve toplum anlayışına varır. Kendi kendine dayanan ve bağlı bulunduğu olgu dünyasından ayrı olan hiçbir şey bulunmadığı gibi, içine alındığı toplumdan bağımsız ve ayrı olan hiçbir birey yoktur. Bir insan ne ise odur, çünkü o, diğerlerin de ise odur. İstekleri, düşleri, kimliği onundur, çünkü onu diğerleri ile dolduran toplum ona aynı zamanda şöyle bir kendini gerçekleştirme ve kendine varma olanağı tanımıştır. Bradley bunu, "topluluktan ayrı olan birey'in bir soyutlama" ya da "bir kuram hayali olduğunu" öne sürerek çok çarpıcı bir biçimde ortaya koyar.
İngiliz idealistleri Hegel'in "ne olursa olsun her bireyin zamanının çocuğu olduğu" yolundaki ünlü gözlemine katılırlar? Örneğin Green, her filozofun, içinde "felsefede ilerlemeyi oluşturan diyalektik hareketi bulduğu o evre tarafından, onun için saptanan belirli bir düşünce dizgesinin sözcüsü olduğunu" öne sürdüğünde bu düşünceyi onaylar.
Ancak İngiliz idealistlerin tümü Hegei'in, bireyin tarihsel gerçekliği düşüncesine aynı zamanda inandığı yolundaki düşüncelere katılmayacaklardır. Oakeshott, zamandaki ilk adımın mantıktaki ilki de gösterdiği düşüncesini kabul etmez, üstelik geçmişin diyalektik olarak belirli bir hedefe doğru geliştiğine de inanmaz. Dilthey'in yolunda giderek, tarihte hiçbir amaç ya da zaman içinde her topluma özgü olan geleneksel düzenlemelerin dışında kalan arzu edilen olay durumlarının olmadığını ileri sürer.
Çeviren: Kubilay AYSEVENER
M. Oakeshott siyaset felsefesinde önemli bir yer edinmiştir. Kendisi çağdaş İngiliz idealizminin sözcüsüdür. Oakeshott'ın idealist eğilimleri onu, dinden tutun da at yarışlarına varıncaya kadar çok çeşitli konuları kuramsal olarak ele almaya itmiştir. Israrla dönüp dolaşıp işlediği bir konu da tarih felsefesidir. Oysa yapıtlarında işlediği diğer konularla karşılaştırıldığında, bu konudaki çalışmasına fazlaca değilmemiştir. Collingwood'un Oakeshott'ın bu yapıtlarından hayranlıkla sözetmesi gözönünde bulundurulursa, bu ihmal şaşırtıcıdır. Örneğin Collingvvood, Oakeshott'ın "Experience and its Modes" adlı yapıtının tarihle ilgili bölümünün "tarihsel düşüncenin gelmiş geçmiş en derin çözümlemesi" olduğunu söyler. Bu, kendisi insanlara bugünün tarih yazıcılığının onun kendi geçmişiyle kaynaştığına ilişkin somut bir yöntembilimini geliştirme yolunda ömürboyu çaba harcamış bir kişi tarafından yöneltilen önemli bir övgüdür.
Benim bu denemedeki amacım, Oakeshott'ın tarih felsefesi ve îngiliz idealizminin sorunları bağlamında yaptığı yorumlamayı bir yere oturtmaktır. Gerekli olan yerlerde ve zaman zaman açıklamak amacıyla kıta-avrupası idealistlerinin düşüncelerine de değineceğim. Şunu belirtmek istiyorum; daha önceki İngiliz idealistlerinin kuramları tarihsel bir bakış açısını ima etmiştir; ancak bunlarm felsefi konuları ele alış biçimleri, kendi kuramlarının desteklediği türden bir tarihsel anlayışı ender olarak sergilemiştir. Sanırım Collingwood da Ruggiero'ya yazdığı bir mektupta buna benzer bir görüşü daha değişik bir biçimde dile getirir. Şöyle der:
İngiltere'deki 19. yüzyıl idealistleri bile, genelde tarihsel bir kata yapısına sahip değillerdi; Bradley, Green ve Caird'de tarihsel bakış açısının izleri vardır, ancak bu izler çok belirgin değildir. Bosanquet'de ise, tarihsel bakış açısının izleri bütünüyle kaybolmuştur. Oxford'da o ekolün kalıntıları tarihle pek bir bağıntı içinde değildir .
Kendilerinden önce gelenlerin epistemolojik ve ontolojik sonuçlarını bilincin tarihsel kip'ine dayandırmak, İngiltere'deki yeni kuşak idealist düşünürlere kalmıştı. Oysa daha önceki idealistler bir "geçmişi farketme" bilinci geliştirmişlerdir ve bunların söylediklerinin çoğu Oakeshott'm felsefesinde bir yer bulur. Benim bu denemedeki sorgulama düzenim, Oakeshott'ın İngiliz idealistlerinin genel kaygılarını nasıl paylaştığını ve onların sonuçlarına büyük ölçüde nasıl dayandığını göstermek olacaktır. Sonra da, bu genel felsefi bakış açısının Oakeshott'ın benimsediği tarih kuramına nasıl doğrudan doğruya katkıda bulunduğunu göstermek istiyorum.
I
İngiliz idealistleri, Almanya'dan, kendilerine bilginin deneyci ve duyumcu bilgi kuramlarından ayıran dayanağı oluşturan iki temel düşünce almışlardır. İlkin, bunlar deneyimdeki her şeyin diğer her şeyle ilişkili olduğunu öne sürmüşlerdir. Bir başka deyişle, kendi kendisiyle hapsolmuş hiçbir varlık, olgu ya da birey olamaz; bunların tümü kendi gerekli ilişkileri açısından anlaşılmak zorundadır, İkincileyin, bunlar, bir nesneyi anlamanın, o nesnenin yaratılış ve gelişim bilgisini de içerdiğine inanmışlardır. Bu yüzden idealistler tarih'in erdemlerini, bilgiye yöneltilen doğabilimsel iddialarla eş tuttukları, hatta bazı durumlarda daha üstün buldukları bir anlama kipi olması nedeniyle övmüşlerdir.
Bosanquet'nun, çağdaşı bazı idealistler gibi tarihe pek meraklı olmadığı doğrudur. Ancak yine de Bosanquet'nun toplumsal kuramı, her şeyin ayrılmaz bir biçimde ilişki içinde olduğu bağlam açısından anlaşılması gerektiği yolunda güçlü bir kanıt oluşturur. Örneğin Bosanquet, "yorumlamada bir bağlam bilinci olmayınca, olası yanlışlıkların düzelme umudunun ötesinde bir sonsuzluk taşıyacağını" söyler. Aynı zamanda düşüncenin, dönemsel olarak çöken ve diğerleri tarafından doldurulan, kendi kendini içeren birimlerle içice olduğunu önerir. Bu görüş daha sonra mutlak öndeyiler kurumanda Collingwood tarafından, paradigmalar kuramında da Kuhn tarafından ele alınıp işlenecektir. Ek olarak Bosanquet, daha sonra Emilio Betti'nin de açıkça belirttiği gibi, "yalnızca eşdeğerdeki ve aynı düzeydeki bir aklın bir başka akla ulaşabilip onu gerçekten yeterli bir biçimde anlayacağı " yolundaki görüşü destekler görünür.
Şimdi de, deneyimin karşılıklı ilişki içinde olmasına yönelik idealist sanıyı biraz daha ayrıntılı bir biçimde incelemek istiyorum. İdealistler dünya bilgisi edinmenin rakip yollarını benimser ve bilirler. Bunlara çeşitli biçimlerde kipler, deneyim biçimleri, idea dizgeleri ve konuşma evrenleri denir. Bunlar, ne ardından bağımsız ve dış bir dünyayı izlediğimiz kavramsal gözlükler ne de seçilmiş ve parçalanmış ışınlan süzen filtrelerdir. Bunlar ne dünyadan seçilerek ayrılmış, bilimsel, estetik ve tarihsel bir yapı oluşturmak için yanyana konmuş ayrı olguların bir koleksiyonu ne de, sayelerinde deneyimle ilgili kuram geliştirme araçlarını sağlayan düşüncelerdir. Bunlar yalnızca deneyimin kendisidirler. Ancak deneyim nedir?
İngiliz idealistleri, Kant'ı izleyerek, aklı, deneyim edinen benliğin içinde etkin bir varlık olarak kabul etmişlerdir. Başka bir deyişle, akıl, içine olgu yığınlarının dökülebileceği bir kap olarak görülmemiştir. Ancak İngiliz İdealistleri, şeylerin olasılığının kendi içlerinde olduğunu yadsımaları aşamasında Kant'dan ayrılırlar.
Deneyim edinen benliğin dışında bir yerlerde, bir olgular ya da nesneler dünyası olmadığını belirtirler. Bu, ayrı verileri duyumsayıp ayrı olguları yanyana yerleştirerek tanıdığımız ve akıldan bağımsız ayrı olguları yanyana yerleştiererek tanıdığımız ve akıldan bağımsız bîr dünya olduğu yolunda deneyci ve olgucuların ortaya attığı iddianın yadsınmasını gerektirir. Akıl ve nesneleri ayrılmazdırlar. Burada vurgulanması gereken, Santayana'nın deyişiyle, "İngiliz idealistleri için tek olası gerçekliğin bilinçlilik olduğudur". Ve de bilinçlilik, düşünceler dünyasına ya da düş kurmaya dayanarak gerçekleştirilecek bir anlamayı gerektirir. Bu söylem evrenleri "kendilerine uygun", sonuçlar doğururlar; kendi dünyaları çerçevesinde duyuyu duyu olmayandan ayırırlar. Bunların bünyesindeki her yargı örneği, bir önermenin ayrı bir onaylanması ya da yadsınması değildir; bu, tüm söylem evrenini bir olgunun seçilmesine dayama noktasma gelmedir. O zaman, bir olgu ulaşılan bir sonuçtur, verilmiş herhangi bir şey değil.
Bütün düşünceler bütünle ilişlidirlerek; biribirlerinin içermeleridirler. Bir olgunun, onun doğruluğunu onaylayan diğer olgular olmadan anlamı yoktur. Örneğin bir ürünün ederi yükseldiğinde ve gelirler sabit kaldığında, diğer ürünlerde bir eder yükselmesi olmadığından, herhangi bir yüksek edere göre bunların daha fazlasının düşük bir ederle alınabileceği yolunda bir deyide bulunursam, o zaman ekonomik kuram yapısının bütününü önermeme, getirip dayandırmış olurum, bu da, azalan kâr yasası, eder etkisi, rağbetsizlik etkisi çözümlemeleri ve de bunlar gibi; bunların hepsi biribiriyle ilişkilidir ve hiçbiri yalnızca bir olgu olarak tek başlarına bulunmazlar. Bir önermenin bağımsız hiçbir doğruluk statüsü yoktur; bir önerme bütünün parçası olan yetkiye katıldığı sürece doğrudur. Joachim bu bağlayıcı düşünceler birliğine bir "anlamlı bütün" adını verir; bu öyledir ki, "bunun yapı öğeleri karşılıklı olarak biribirlerini ilgilendirirler, ya da biribirlerinin varlığım, tek bir somut anlamda bulunan katılımcı özellikler olarak yine karşılıklı olarak belirlerler". Özde, idealist, aklın dünyanın kurucusu olduğunu öne sürmektedir. Deneyimin dışında hiçbir şey olamaz ve deneyimin kendine özgü olduğu düşünülür; öyleyse tüm deneyim bir düşünceler ya da kavramalar dünyasıdır.
Her kip nesneleri tasarlama yollarını kendine özgü bir biçimde belirlemez; onları yaratır. Gerçeklik düşüncenin bir nesnesi değildir, ancak düşünce tarafından yaratılıp korunur. Croce, bunu şöyle açıklar: "Bilgi biçimlerinin kuramsal birer nesnesi yoktur, ancak onu yaratırlar " . Doğanın ve bedenin bile., doğabilimlerinin nesneleri olarak, hiçbir bağımsız varoluşları yoktur; bunlar Bradley'in dediği gibi, "uygun kurgular ya da yapay soyutlamalardır"
Colling Wood da doğanın "bütün yanılsamalar gibi,... kendisini kavramaya çalışan akim bir uydurması" olduğunu söyler. Tarih, diğer herhangi bir kip gibi, kendi nesnesinin yanı, tarihsel geçmişin yaratıcı gücüdür. Oakeshott, uzun yıllar süren kariyeri süresince ısrarla bu görüşü savunmuştur. Örneğin, "tarihçinin işinin yaratmak ve yapı kurmak olduğunu; tarihçinin olayların yapıcısı olduğunu; tarihin devlet adamları, askerler ya da sokaktaki insanlar tarafından oluşturulmadığım, böcekbilimi nasıl böcekler oluşturmuyor da böcekbilimciler oluşturuyorlarsa tarihi de tarihçilerin oluşturduğunu söyler"; ve Oakeshott en son kitabında, "tarihin, sözleri ve eylemleri incelenenlerce değil, bir tarihçi tarafından oluşturulduğunun kabul edildiğini belirtir." Öyleyse bir kip, bir düşünceler ya da tasarlamalar dizgesidir, ve tarih de kendine uygun sonuçlar üretebilen türden bir kip'dir; tarih, olgunun son söz sahibidir.
Herhangi bir deyinin doğruluğu, içinde oluştuğu söylem evreninin tutarlılığına ve kapsamlılığına bağlıdır. İdealist doğruluk anlayışı, doğruluğun bir nesneyle onu doğru bir biçimde algılayan bir akıl arasında gerçekleşen bir uygunluğa bağlı olduğu yolundaki sanının doğrudan yadsınmasıdır . G.R.G. Mure, Bradley nin en çok, "doğruluğun ölçütünün uyum ve kapsamlılık birliği olduğu" yolundaki idealist seçeneğe katkıda bulunduğunu belirtir. Doğruluklar, deyiler ve nesneler arasındaki herhangi bir uygunlukta yatmazlar; bunlar, yargıların bir dizgesi ya da birleştirici bir birliğine katıldıkları ya da birliğince içerildikleri sürece yargıların parçalarıdırlar. Bradley ayrıca doğruluğun bir bütün olarak dizgenin bir parçası olduğunu ve ayrı yargıların değişik derecelerle bütünün "doğruluğunu" paylaştıklarını ya da dolaylı bir biçimde bunu yansıttıklarını öne sürer. Özde Bradley'nin öne sürdüğü, doğruluk ölçütünün bir dizgeye içrek olduğu ve olgunun bağımsız bir sonsöz sahibi olamayacağı ve dizgenin dışında yeralan bir olgu bulunamayacağıdır. Bir doğruluk, bir düşünceler dizgesi içinde, karşıtı kavranamaz olduğu için doğrudur . O zaman olgular özde kuramlardır ve bunların doğruluğu onları kapsayan dizgenin uygunluğuna ve tutarlılığına bağlıdır. Oakeshott bu görüşleri, "uygunluğun tek ölçüt olduğunu: ne değişiklik ne de ekleme gerektirdiğini, ve her zaman ve her yerde etkili olduğunu" öne sürerek yineler. Uygunluk yalınzca sınama değil, aynı zamanda doğruluğun tanımıdır. Çünkü, "doğruluğun kendisi yoluyla kurulacak hiçbir dış araç yoktur. Doğruluğun tek kanıtı kendi kanıtıdır".
Her kip yine de sınırlı ve soyuttur, ve bunun ürettiği doğruluk, sorgulanamayan koyutlarla koşulludur. Felsefenin çözücü eleştirisiyle incelendiğinde bu koyutların çelişik olduğu ortaya çıkabilir, çünkü bunların destekledikleri kip, deneyimi, sınırlı ve yanlı bir bakış açısıyla, bir bütün olarak görür. Bir kip'in diğeriyle ilişkisi değişik idealistlerce değişik biçimlerde algılanır. Örneğin Collingwood, Hegel'in deneyim evrelerinin zincirleme hiyerarşisini benimser. — Bu evrelerden her biri kendilerinden önce gelen evrelerin içeriğiyle birleşir. — Collingwood'un "bilgi haritası", Sanat, Din, Bilim, Tarih ve Felsefe anakaralarından oluşur. Bunlardan her biri, izledikleri biçimlerde görülen bozukluklara yanıt verir görünümdedir. Oysa Oakeshott, kiplerin ulamsal açıdan farklı ve sonuçlarını biribirlerinin üzerine yüklemekten yoksun olduklarını söyleyerek Bradley'i izler. Bradley'ye göre hiçbir kip ne diğerlerinin içinde çözülebilir ne de bir diğerine göre ikincildir. Bradley aynı zamada kiplerden hiçbirinin öncel olmadığını ya da diğerlerini ya da bütünü açıklamak için bulunmadıklarını belirtir.
Oakeshott, "öyleyse bir anlama kip'inin yalnızca bir tutum ya da bakış açısı olmadığını" söylediğinde söylemin değişik deyimlerinin tekelciliğini belirtir. "Bu, tam koşullar açısından belirnebilecek özerk bir anlama tutumudur, ki bu, diğer bir başka anlama kip'inin sonuçlarını yadsımak ya da doğrulamaktan ya da aslında onunla ilgili açıklama yapmaktan mantıksal olarak yoksundur".
İdealistler için bir bütün olarak deneyim, bütünüyle uygun bir dizgidir, ve kipler sınırlı ve sorgulanamaz koyutlar üzerine kurdukları dünyanın koşulsallığma boyun eğmeleri açısından bu tamamlanmış uygunluğa ulaşamazlar. Onlar için felsefe bir deneyim kip'i değildir; felsefe kuşkusuz ya da kesintisiz bir deneyimdir. Öyleyse felsefenin karşılıklı ilişki içinde olan iki ödevi vardır. Birincisi felsefe, bütünün karekterini belirlemeye girişmek zorundadır. Bradley'ye göre, bu, "evreni kavrama çabasıdır, ancak yalnızca bölük pörçük ya da parçalar halinde değil de, bir biçimde, bir bütün olarak." Bosanquet'ye göre de, "biz buna evreni inceleme deriz, olduğu gibi ve kendisi için ve hiçbir çekince ya da önsanı olmaksızın". İkincisi, duyumun içindeki hiçbir şey gereksiz değildir, her şeyin bütünün içinde bir yeri vardır. Sonuç olarak da, deneyimdeki duraksamalar incelenmeli, bunların koyutları tanımlanıp sorgulanmalıdır. Kiplerin koşula bağlı özelliği, bunların deneyimin somut bütünlüğüyle olan ilişkisine değinerek belirlenmelidir. Felsefe, deneyimde verilenin bir yansıması olarak ele alınır. Bu açıdan filozof zaten anlaşılan bir şeyi değişik bir biçimde anlamış olur.
Bîr bütün olarak deneyimin karşılıklı ilişki içinde olan doğası ile ilgili idealist görüş "Monizm" olarak bilinir. İdealistlere göre bütünü, hiçbir sorgulanmayan varsayım ya da önsanı ilgilendirmez. Her şey bir diğerine dayanır ve diğer parçaları ile ilgili olarak değil de, bütünle ilişkili olarak anlamlıdır. Örneğin Bradley ve Bosanquet, Hegel'ci bir mutlaklık açısından görüş bildirirken öte yandan Caird ve Oakeshott bu düşünceyi gözardı ederler, çünkü bu, anlayışın ötesinde ve duyum dünyasının dışındadır. Yine de bunlar bizi burada engelleyen konular olmamalıdır. Burada vurgulanması gereken, idealistlerin felsefenin ilgi alanına giren nesneleri katkıda bulunma ya da bunları değiştirmede felsefeye yüklenirken nasıl bir tavır takındıkları açısından biribirlerinden ayrıldıklarıdır. Oakeshott'ın görüşü, öğüt vermeye girişen filozofun, ilkeleri sorgulamakla ilgili yansız işten vazgeçtiğidir. Öğüt vermeye girişmek, felsefeyi uygulamalı söylem kip'i için bir kenara bırakmaktır ki, bu söylemde olan (şey), olması gereken açısından ele alınır. O zaman filozof dünyayı değiştirmek değil, onu anlamak kaygısını taşır. Öğüt verme işine
girişenler hiçbir biçimde fizolof değillerdir; bir yanılsama sonucu kendilerinin bir etkinliği kuramsal bir işlerinin daha iyi yürümesi için öğüt verme konusunda nitelikli kıldığına inanan kuramcılar, Fransız Uscuları (Philosophes), filozof bozuntuları (Philosophasters) ya da usculardır.
İngiliz idealistlerinin alışılmış anlama kip'lerinin önemini ve etkisini yadsıdıkları varayılmamalıdır. Aslında onların bize sağladığı bu eğreti düşünme biçimi olmadan biz, işlerimizin yürütülmesinde bir arpa boyu bile ilerleyemezdik. Bradley'in dediği gibi, "Felsefenin dışında, akla yatkın olmayanı kabul edip ondan faydalanarak ne kadar tutarsız olsa da en iyi işleyecekmiş gibi görünen düşünceleri kullanmaktan başka, tutarlı olan hiçbir yol yoktur. " Bu duyarlılık "On Human Conduct" adlı yapıtta Oakeshott tarafından yankı bulur.
Tarih, tarihçilerin gereksinimlerine yeterli gelecek akla yatkınlık sağlayan türden bir anlama kip'idir, ancak filozof tarihin yarattığı dünyadan hoşnut olup kalmaz. Bu bağlamdadır ki, idealist felsefenin atılımını anlamamız gerekir; çeşitli soyut ve eksik deneyim düzenleme yollarını aşma çabasında görülen ilkelerin ve önsanıların sürekli sınanıp reddedilişidir bu. O zaman, özde idealist filozofların ortak kaygısı, deneyimin içinde soyut olanı açıklamak ve tüm sınırlı ve kısmi olanı onun deneyimin somut bütünselliği içindeki yeriyle bağdaştırarak birleştirmektir.
Karşılıklı ilişkileri içinde tutarlı olan bütüne ilişkin idealist anlayış, insanların özerk, tek basma ve duyumsayan varlıklar olduğu yolundaki düşüncenin yadsınması olan bir birey ve toplum anlayışına varır. Kendi kendine dayanan ve bağlı bulunduğu olgu dünyasından ayrı olan hiçbir şey bulunmadığı gibi, içine alındığı toplumdan bağımsız ve ayrı olan hiçbir birey yoktur. Bir insan ne ise odur, çünkü o, diğerlerin de ise odur. İstekleri, düşleri, kimliği onundur, çünkü onu diğerleri ile dolduran toplum ona aynı zamanda şöyle bir kendini gerçekleştirme ve kendine varma olanağı tanımıştır. Bradley bunu, "topluluktan ayrı olan birey'in bir soyutlama" ya da "bir kuram hayali olduğunu" öne sürerek çok çarpıcı bir biçimde ortaya koyar.
İngiliz idealistleri Hegel'in "ne olursa olsun her bireyin zamanının çocuğu olduğu" yolundaki ünlü gözlemine katılırlar? Örneğin Green, her filozofun, içinde "felsefede ilerlemeyi oluşturan diyalektik hareketi bulduğu o evre tarafından, onun için saptanan belirli bir düşünce dizgesinin sözcüsü olduğunu" öne sürdüğünde bu düşünceyi onaylar.
Ancak İngiliz idealistlerin tümü Hegei'in, bireyin tarihsel gerçekliği düşüncesine aynı zamanda inandığı yolundaki düşüncelere katılmayacaklardır. Oakeshott, zamandaki ilk adımın mantıktaki ilki de gösterdiği düşüncesini kabul etmez, üstelik geçmişin diyalektik olarak belirli bir hedefe doğru geliştiğine de inanmaz. Dilthey'in yolunda giderek, tarihte hiçbir amaç ya da zaman içinde her topluma özgü olan geleneksel düzenlemelerin dışında kalan arzu edilen olay durumlarının olmadığını ileri sürer.