İngiliz İdealizmi ve Michael Oakeshott'ın Tarih Felsefesi - 2
|
İdealist düşüncede birey büyük ölçüde toplumsal olanın içinde erir gider. Ancak bu demek değildir ki, birey bireyselliğim yitirir ya da bireyin eylemleri ve düşünceleri toplumsal olarak belirlenir. Belirli bir düşünce ya da eylem kip'ine ilişkin bir dili konuşmayı öğrenirken biz bunu kullanırız ve kaynaklarına katkıda bulunuruz. Ortak bir dil sürekli olarak içimize işlese de, bizim sözlerimiz bir şekilde tektirler. Bu, Bosanquet'nin toplumsal kuralında belirtilir. Bosanquet, bir bütün olarak görülen her aklın, "farklı ve tek olan bir bakış açısıyla ele alındığında bir bütün olarak toplumun bir ifadesi ya da yansıması olduğunu" ileri sürer. Collingwood da der ki, "benim aklım açık bir biçimde toplumun bir ürünüdür ve de bunun tersi olarak benim bildiğim toplum aklımın bir ürünüdür".
Öyleyse ingiliz idealistleri bir toplumsal determinizmi savunmaktan ya da bir bilgi sosyolojisinden yoksundurlar. Böylece, bağlam insan eyleminin bir nedeni olarak görülmez. Bağlam kendini gerçekleştirmenin kuralını ortaya koyar. Rausseau ve Green'in izinden giden Bosanquet için kurumlar ancak kaprisli isteklerimizi aşan "toplumsal aklı" kapsayan akılların bir araya gelişini oluşturur.
Genel olarak idealist için hiçbir şeyin, ait olduğu dünyadan yalıtılarak ele alınamaycağının nasıl olduğunu göstermeye çalıştım. Bu, her şeyin biribiriyle ilişki içinde olduğunu dile getiren görüşün açık bir biçimde tarih incelemesi ve metinlerin yorumu açısından önemli dokundurmaları vardır. Her şeyden önce söylenen hiçbir şey mutlak olarak doğru olamaz. Söylenenin doğruluk statüsü bağlı bulunduğu düşünceler dünyası ile görecelidir. İkincileyin, ki bu özel bir önem taşıyor, tamı tamına aynı olan sözcükler ardılı (sırası) bile eğer cümle farklı söylem evrenlerinin sınırları içinde söylenmişse farklı anlamlar taşıyabilir. Örneğin bir ozan, "güneş yeryüzünü kavurdu" dediğinde, doğabilimcinin ortaya koyacağından daha farklı bir seri ilişkilere başvurauyor olacaktır. Ozan imgeler uyandırmaya ve metaforlar, benzetmeler ve ses yinelemleri gibi teknikler kullanarak duygular üretmeye kalkışır. Bilim adamı için ise "güneş yüryüzünü kavurdu" ifadesi kısaca, ölçülebilen ve sayılabilen kimyasal ve fiziksel değişimlerin karmaşık bir bileşkesini açıklama yolunda bir iddiadır.
Böylece sözcüklerin dilegetirildiği koşullar tamamıyla anlamlarına bağlıdırlar. Croce, bunu çok etkili bir biçimde açıklar. Der ki, "bir sözcük koşullardan, imalardan, vurgudan ve de içinde düşünüldüğü, canlandırıldığı ve üretildiği tutumdan ayrı tutulduğunda artık hiçbir anlam taşımaz ya da şöyle denirse, kesin hiçbir anlamı yoktur.
Bir üçüncü içerme, bir tümceyi (önermeyi) okuyan ya da duyanın, konuşmacının ya da yazarın başvurmak istediği ilişkiler kümesiyle uyum içine sokulmuş olması gerektiğidir. Diğer bir deyişle, eğer dinleyenin, alanın bağlı bulunduğu dizgeyle ilgili bilgisi konuşmacınınkinden azsa ve eğer konuşmacı bir önermenin içerildiği dünyaya o sözcüklerin hitab ettiği kişi kadar aşina değilse, aynı önermenin aynı düşünceler dünyasında değişik anlamları vardır. Joachim'in kullandığı bir örnek, bu ikinci noktayı oldukça açık bir biçimde belirginleştirir. Joachim, aritmetik cetvellerini öğrenirken 2+2 = 4 ettiğini söyleyen bir okul çocuğunun, bunu o disiplin içinde o zamana kadar edinilmiş bilginin bütünlüğünü göstermede bir kısaltma simgesi olarak kullanan aritmetikçiden çok farklı bir şey demek istediğini ileri sürer. Kısaca, idealist kuram, özde bağlamsal olan bir anlama kipini ortaya koyar.
Bu kuram, herhangi bir entellektüel anlama uğraşısındaki düşüncelerin yaratılışının ve gelişiminin bir bilgisini içerir. Yine de pratikte belirtilmek istenen tarihsel duyarlılık nadiren açıkça ortaya konmuştur. İngiliz idealistleri daha önceki filozofların yapıtlarıyla karşılaştıklarında, bir metnin tarihselliği ile bu metnin argumanlarinin mantığı arasında içsel bir ayrım yapmaya eğilimli olmuşlardır; daha sonra bu ayrım George Sabine ve John Plamenats gibi siyasal düşünce tarihçileri tarafından açığa çıkarılmıştır. Çoğunlukla ingiliz idealistleri, uygulamada bir metnin dış görünüşünü çevreleyen tarihsel koşullarla ilgili değillerdi. Bunun nedeni belli başlı İngiliz idealistlerinin temel uğraşısının kendi felsefelerini formüllendirmek olmasıydı. Geçmişe ilişkin metinler kendi başlarına ilgi uyandırmıyorlardı. Bunların mantığını sistematik bir biçimde çürütme süreci, daha önceki filozofların anlayışlarını içeren daha yüksek bir sentezin formüllendirilmesi ve sunulması için bir başlangıç olarak görülüyordu. Böylece tarih uygulaması, en azından onların kuramlarında belirtilen biçimde felsefi kusursuzluğa ulaşma eyleminde rahatlıkla gözardı ediliyordu. Örneğin Green, bir felsefe yapıtını çağdaş koşullar bağlamında anlama girişiminde bulunmayı bile pek yararlı görmemiştir. Green'e göre bu, edebi felsefe tarihi olurdu ki, bu da gerçek felsefe tarihi için yeterli olmazdı. Green kendinden önceki filozofları ele alırken ne onların özgeçmişleriyle ne de onların kuramlarının içinden çıktığı toplumsal koşullarla ilgilenmiştir. Bunun yerine Green, her filozofu eleştirebilecek ve aşılabilecek belirli bir düşünce dizgesini yayan bir kişi olarak görmüştür. Green kendi yöntemini savunurken "büyük bir filozofu paramparça etmeye benzeyen bir sürecin, o filozofun büyüklüğünü göstermek için doğru bir yol olabileceğini " öne sürer. Doğrusu Green'in Hume'la ilgili yapıtının girişindeki eleştiriler öylesine etkili olmuşlardır ki, bu eleştiriler bir yorumcunun "bu girişin bunu okuyan okuyucunun zihnindeki etkinin onu Hume'un insan doğası üzerine bir incelemeye bir daha bakmaya hiç gerek duymayacağına inandırmak olduğunu" ileri sürmesine yolaçmıştır. Caird ise, felsefeyi ele alırken yazarlara Green'den daha hoşgörülü bakar. Gal'li idealist, Henry Jones, bu tutumu "tarihsel olmak" diye niteler. Caird'in bir yazarrn çağdaşları ile ilintili olarak incelenmesi gerektiğine inandığı ve okuyucunun "hoşgörüye muhtaç" olmaması gerektiği fikri doğrudur. Öte yandan Caird'in eğilimi "Comte ya da Kant" gibi yazarlardan "Hegelci olmaya' neredeyse inandırılmış'" olarak sözetme yolunda olmuştur.
Tarih felsefesi, hem kurgusal hem eleştirel biçimleriyle, hiçbir zaman ingiliz idealistlerinin ilgi alanına girmemişdir. Tarihsel gelişim mantığını ve tarihsel araştırma yöntemlerini uzaktan uzağa etkileyen durumlar ortaya çıkmıştır. Ancak bunlardan biri çok önemlidir. 1874'de Bradley, eleştirel tarihe ilişkin önsanılarla ilgili yeni ufuklar açan denemesini yayınlamıştır. Bu deneme İngiltere'de sonradan gelecek olan idealist tarih düşüncesinin niteliğini ve sorunlarını ortaya koyacaktı.
Bu denemenin önemi dikkatleri yönlendirmesiydi. Tarih'i geçmiş olarak ele almak ve debdebeli bir şablon, ya da ussal bir gelişme düzeneği içinde araştırmak yerine, tarih'i, bir etkinlik ya da tarihçilere verilen ve tarihçiler tarafından icra edilen bir düşünce kipi olarak ele almıştır.
Collingwood, Bradley'nin tarihe ilişkin düşüncelerini "Kopernikçi bir devrim"diye betimlemiştir. Burada önemli olan nokta, Bradley'nin, mantıksal tarih anlayışından yana olup, kurgusal tarih felsefesini reddedişidir. Bradley, tarihin bir anlama kipi olarak görülmesi yönündeki düşünceye hiçbir zaman resmen dönmemiştir; ancak, göreceğimiz gibi, Bradley'nin daha sonra vardığı felsefi sonuçlar, Oakeshott'ın bir anlama kipi olarak tarihi ele aldığı görüşlerin temelini oluşturmaktadır.
Hem Collingwood'un hem Oakeshott'ın, kendilerinden önce gelen idealistlerin tarihe ilişkin açıklamalarını benimsedikleri ve Bradley'nin zaten belirlemiş olduğu yolu izledikleri söylenebilir. Her ikisi de, kurgusal tarih felsefesini reddetmiş ve bunun yerine tarihsel anlayışı belirleyen koşulları incelemeye koyulmuşlardır. Özellikle de Oakeshott, bir tarihçi olma etkinliğine, benzer idealist düşünce yollan uygulamıştır.
İdealist çerçeve bağlamında, Oakeshott'ın tarihe getirdiği bakış açısı hemen daha akıllıcı görünüyor. Yazımın devamında, Oakeshott'ın üstlendiği görevi ve vardığı sonuçlan net bir biçimde göstermek amacıyla, yapıtlarının tam bir serimlemesini yapacağım. Oakeshott için, tarih, ne tarihi yöneten genel yasalarm ayırt edilmesi yolunda bir gerişim, ne de, insan varoluşunun yapısını ya da planını keşfetmekten yana olmaktır. Tarih, bir anlama kipidir; ayrıştırılmamış insan etkinliğinin bütün kitlesi üzerine koşulsal anlaşılırlığı bağışlamanın bir biçimidir. Tarih felsefecisi, tarihçi ok a etkinliğim ilgili özellikleri taşıyan ideal bir karakter olmakla özdeşleştirir; tarihçiyi, tarihin koyutlarını sorgulamaya ya da keşfetmeye davet eden, hatta zorlayan şey, bu ilgili ve anlaşılabilir olaylar dünyasında ulaşılan sonuçların koşulsallığıdır.
Bu kuramsallaştırma noktasına ulaşmış olmak için, sınıfsal bir karara varılmış ya da tanımlama yapılmıştır. Elimizde bulunan ve farklı "sorgu düzenleri" belirleyen iki tanım kategorisi vardır. İlk önce, sürmekte olan (şey) bir süreç olarak tanınabilir—Örneğin bir kayanın oluşumu gibi, ya da evrenin geçirdiği evrim gibi.
Burada tanınan, insan zekasının sergilediği sonuç olarak benimsenmemektedir, ve burada belirlenen düzeni, işlemin genel yasaları ve örnekleri, ya da mekanik neden sonuç ilişkileri açısından anlamalıdır. İkinci olarak, süregelenin, süreçler ya da uygulamalar, ki bunlar "zekanın sergilemeleri" diye bilinir, olarak tanınabileceği söylenebilir. Bu uygulamalar, bir inançlar takım yıldızına dayanan ve koşulsal anlama bağlantısı içinde bireylerce onaylanan kuralları ve alışkanlıkları oluşturur.
Her uygulama, kendisine uygun bir deyimi gerektirir, ancak bunların tümü, davranış düşünceleriyle ilgili değildir: Bu şu demektir, anlamanın elde edildiği yerde tözel eylemlerin gerçekleşmesiyle birlikte, arzu edilen ve düşlenen sonuçların peşinde koşma eylemi için bir uyarıcı ortaya çıkar; yani, neredeyse olmakta olanın, olması gereken olarak değişimidir. Kuramsallaştırma, insan davranışıyla ilgili kuramları oluşturma etkinliği, tözel eylemlerin eylenmesi düşünceleriyle sınırlı değildir. Tözel dili ve siyaset becerilerini öğrenmek, kişinin kendisini siyasal davranış işi için donatmasıdır. Ancak, siyaset dünyasıyla ilgili akademik ya da entellektüel kaygı, kullanım için gerekli sözcük dağarcığının kazanılması değil, kuramsal anlayışa uygun bir konu oluşturacak bir eylem alanının belirlenmesidir. Öyleyse, duyulan kaygı katılımla ilgili değil, anlama ile ilgilidir. Tözel diller, evrimin, değer biçmenin, övgünün ve lanetlemenin dilidir; bu diller, önerici ve ikna edicidirler.
Kuramsal diller, sergiledikleri ilişkilerde sağladıkları tutarlılık ve uygunluğun derecesinin büyüklüğü nedeniyle zaman aşımıyla kazanılmış (olagelmiş) dillerden ayrılırlar. Oakeshott için, her kuramsal dil, değerli bir anlama kipidir; çünkü herbiri, açık - seçik ilgi ölçütleriyle çalışır; herbiri, kendisi için uygun sonuçlara varma yetisine sahiptir; herbirinde, bunun ya da şunun yanlış olduğu söylenebilir, ancak aynı zamanda (ve çok daha belirgin bir biçimde) bu ya da şunun karakter - dışı olduğu söylenebilir; ve bu "dillerle" oluşturulan deyiler, emir veren bir güce sahiplik taslamazlar.
Bir eylemin yerine getirilmesine ilişkin önsayıltıların kuramsal yapısı "hiçbir zaman, yerine getirmeyi oluşturan bilginin bir unsuru değildir." Bu yüzden, örneğin, siyasetin tarihsel açıdan incelenmesi," davranışla ilgili düşüncelerden kurtulan" bir tür "kavramsal anlama" biçimidir.
Özetle, Oakeshott'ın, görüşü şudur: ulamsal olarak, insan zekasının serimlemeleri diye tanımlanan, sınırlayan kural ve süreçler birikimine yapılan katkılarla düzenlenen inter homines davranış, en iyi, deyimsel olarak belirgin olan tarihsel kuramsallaştırma kipi açısından anlaşılabilir . Tarihsel kuramsallaştırma etmenleri, tarihsel tarzda sorgulama açısından sorular yöneltmeye çağıran insan davranışının koyutları olarak, anlamayı, ki bu eylemin yerine getirilmesinde apaçık ortadadır, gerektirir.
Tarihsel sorgulamanın işleyişlerine katkıda bulunmak ya da bunları değiştirmek gibi bir istek yoktur; bunun da tek amacı, anlama kipinin koşulsallığını açığa vurmaktır. Öyleyse, Oakeshott'tn kuramsal tarih anlayışının sonuçları nelerdir ve bunlar idealizmle nasıl bağlantılıdırlar?
Anlama kipleri ne olursa olsun, tarih, diğer idealistlerin benimsediği gibi, Oakeshott'a göre de, kendi sorgulama nesnesini yaratır. Olagelmiş olduğuna inanılan, ancak artık olagelmeyen birşeyin şu andaki kanıtından yola çıkan tarihçi, tarihsel geçmişi oluşturur. Ama bu tarihsel geçmiş, herhangi ya da her geçmiş değildir; bu, tarihsel anlamayla açıkça ilişkili olan ve tarihsel anlamanın içinde özümsenen geçmiştir. Tarihsel geçmiş, tarihsel anlayış kipinin bir koyutudur.
Düşünmenin her yolu, geçmişin bir ulamını ilgilendirir. Oakeshott'a göre, tarihsel düşünme, tarihi "anlamanın özerk bir yoludur" Bu yol, şimdiki zamanın yararı açısından, geçmişin değeriyle, ya da geleceği görebilmek için nicelikle ve genellemeyle ilgilenmediği sürece kılgısal ve bilimsel yollar gibi yollardan ayırdedilir. Tarihçiler, tarihçi olarak yetenekleriyle, kılgısal söylem biçimini reddederler. Bu, şimdiki zamanın kipsel koşullarının — ki bunlar tarihi bir sorgulama yolu olarak nitelendirir - kılgısal geçmişten, mantıksal ya da biçemsel olarak ayrı olan bir tarihsel geçmiş akla getirirler demektir. Öyleyse, Oakeshott'ın kaygısı, aralarında uygun işleyişin de bulunduğu kipsel koşulları, tarihsel geçmişin bilinebilmesi yönünden tanımlanmak ve belirlemektir.
Tarihsel geçmiş ve tarihsel şimdiki zaman mantıksal olarak ilişkilidirler. Tarihsel anlamada, elimizde bir özneyi içeren bir şimdiki zaman vardır; bu da, "geçmişle açıkça ilgilenen" tarihçidir. Bu açık ilgi, tarihçinin, geçmişin kendisi uğruna geçmişe duyduğu sevgi ve merak tarafından harekete geçirilir. Tarihteki şimdiki zaman, açıkça "geçmişten günümüze kalanlar" olarak tanımlanan şeylerden oluşur; "bu, bir şeyin, tarihsel ilgi nesnesi olabilmesi yönünden koşuldur."
Tarihsel şimdiki zamandaki nesneler bir geçmiş duygusu uyandırırlar; bu nesneler, geçmişe göre ilgiden yoksundurlar ve böylesi düşünceleri uyandırma gücüne sahip değillerdir. Tarihsel şimdiki zamanla ilişkili olan bir anlayış biçimini sürdürmek herşeyden daha zordur; çünkü, tarihçinin böylesi biçimsel çeşitlilikler karşısında ilgisi kolayca dağılabilir; o, herhangi bir yerin iskan edilebilirliği ya da herhangi belirli bir eylemin ahlaka uygunluğuna takabilir kafasını. Böylesi düşüncelere tarihsel anlamada yer yoktur; çünkü bunlar, şimdiki zamandaki kılgısal düşünceler tarafından kışkırtılmış, kılgısal bir geçmiş izlenimi uyandırırlar. Kendi amaçlarımızı ve ulamlarımızı gözönüne almadan şimdiki zamanda, onun içindeyken, geçmişle ilgili olarak bir şeyler nasıl yazabiliriz?
Deneyimin şimdiki zamandaki deneyim olmasına karşın, bütün deneyimler kılgısal kiple ilişkili değildir. Şimdiki zamandaki kılgısal sorunlarla uzlaşma girişimlerimiz, artık ölü olan bir dünyaya ilişkin sahip olduğumuz kanıtta serimlenenlerden farklı varsayım ve ulamlara dayalı olacaktır. Eyleme ilişkin tözel düşüncelerden ayrılıp, tarih disiplinin kuramsal yanlarına eğilmede, daha öncekiyle ilgili ulamlar daha sonrakine uygulanamaz hale gelir. Tarih uygulanımının her zaman şimdiki zamanda olmasına karşın, bu herşeyi tarihsel geçmiş ulamı altında varsayıp, sınıflandırır.
Tarihsel geçmiş ulamı, kılgısal geçmiş ulamından farklıdır. Herbiri, değişik bir düşünceler dünyasına bağlı olan ulamlardır. Bu yüzden, tarihi yazarken kişi, eleştirinin, lanetlemenin ve kutlamanın kılgısal ulamlarından vazgeçer; bunu, bütün bu yargılarm, kılgısal etkinliğin uyarıcı dünyasında olası ve uygun olduğunu yadsımadan yapar.
Öyleyse ingiliz idealistleri bir toplumsal determinizmi savunmaktan ya da bir bilgi sosyolojisinden yoksundurlar. Böylece, bağlam insan eyleminin bir nedeni olarak görülmez. Bağlam kendini gerçekleştirmenin kuralını ortaya koyar. Rausseau ve Green'in izinden giden Bosanquet için kurumlar ancak kaprisli isteklerimizi aşan "toplumsal aklı" kapsayan akılların bir araya gelişini oluşturur.
Genel olarak idealist için hiçbir şeyin, ait olduğu dünyadan yalıtılarak ele alınamaycağının nasıl olduğunu göstermeye çalıştım. Bu, her şeyin biribiriyle ilişki içinde olduğunu dile getiren görüşün açık bir biçimde tarih incelemesi ve metinlerin yorumu açısından önemli dokundurmaları vardır. Her şeyden önce söylenen hiçbir şey mutlak olarak doğru olamaz. Söylenenin doğruluk statüsü bağlı bulunduğu düşünceler dünyası ile görecelidir. İkincileyin, ki bu özel bir önem taşıyor, tamı tamına aynı olan sözcükler ardılı (sırası) bile eğer cümle farklı söylem evrenlerinin sınırları içinde söylenmişse farklı anlamlar taşıyabilir. Örneğin bir ozan, "güneş yeryüzünü kavurdu" dediğinde, doğabilimcinin ortaya koyacağından daha farklı bir seri ilişkilere başvurauyor olacaktır. Ozan imgeler uyandırmaya ve metaforlar, benzetmeler ve ses yinelemleri gibi teknikler kullanarak duygular üretmeye kalkışır. Bilim adamı için ise "güneş yüryüzünü kavurdu" ifadesi kısaca, ölçülebilen ve sayılabilen kimyasal ve fiziksel değişimlerin karmaşık bir bileşkesini açıklama yolunda bir iddiadır.
Böylece sözcüklerin dilegetirildiği koşullar tamamıyla anlamlarına bağlıdırlar. Croce, bunu çok etkili bir biçimde açıklar. Der ki, "bir sözcük koşullardan, imalardan, vurgudan ve de içinde düşünüldüğü, canlandırıldığı ve üretildiği tutumdan ayrı tutulduğunda artık hiçbir anlam taşımaz ya da şöyle denirse, kesin hiçbir anlamı yoktur.
Bir üçüncü içerme, bir tümceyi (önermeyi) okuyan ya da duyanın, konuşmacının ya da yazarın başvurmak istediği ilişkiler kümesiyle uyum içine sokulmuş olması gerektiğidir. Diğer bir deyişle, eğer dinleyenin, alanın bağlı bulunduğu dizgeyle ilgili bilgisi konuşmacınınkinden azsa ve eğer konuşmacı bir önermenin içerildiği dünyaya o sözcüklerin hitab ettiği kişi kadar aşina değilse, aynı önermenin aynı düşünceler dünyasında değişik anlamları vardır. Joachim'in kullandığı bir örnek, bu ikinci noktayı oldukça açık bir biçimde belirginleştirir. Joachim, aritmetik cetvellerini öğrenirken 2+2 = 4 ettiğini söyleyen bir okul çocuğunun, bunu o disiplin içinde o zamana kadar edinilmiş bilginin bütünlüğünü göstermede bir kısaltma simgesi olarak kullanan aritmetikçiden çok farklı bir şey demek istediğini ileri sürer. Kısaca, idealist kuram, özde bağlamsal olan bir anlama kipini ortaya koyar.
Bu kuram, herhangi bir entellektüel anlama uğraşısındaki düşüncelerin yaratılışının ve gelişiminin bir bilgisini içerir. Yine de pratikte belirtilmek istenen tarihsel duyarlılık nadiren açıkça ortaya konmuştur. İngiliz idealistleri daha önceki filozofların yapıtlarıyla karşılaştıklarında, bir metnin tarihselliği ile bu metnin argumanlarinin mantığı arasında içsel bir ayrım yapmaya eğilimli olmuşlardır; daha sonra bu ayrım George Sabine ve John Plamenats gibi siyasal düşünce tarihçileri tarafından açığa çıkarılmıştır. Çoğunlukla ingiliz idealistleri, uygulamada bir metnin dış görünüşünü çevreleyen tarihsel koşullarla ilgili değillerdi. Bunun nedeni belli başlı İngiliz idealistlerinin temel uğraşısının kendi felsefelerini formüllendirmek olmasıydı. Geçmişe ilişkin metinler kendi başlarına ilgi uyandırmıyorlardı. Bunların mantığını sistematik bir biçimde çürütme süreci, daha önceki filozofların anlayışlarını içeren daha yüksek bir sentezin formüllendirilmesi ve sunulması için bir başlangıç olarak görülüyordu. Böylece tarih uygulaması, en azından onların kuramlarında belirtilen biçimde felsefi kusursuzluğa ulaşma eyleminde rahatlıkla gözardı ediliyordu. Örneğin Green, bir felsefe yapıtını çağdaş koşullar bağlamında anlama girişiminde bulunmayı bile pek yararlı görmemiştir. Green'e göre bu, edebi felsefe tarihi olurdu ki, bu da gerçek felsefe tarihi için yeterli olmazdı. Green kendinden önceki filozofları ele alırken ne onların özgeçmişleriyle ne de onların kuramlarının içinden çıktığı toplumsal koşullarla ilgilenmiştir. Bunun yerine Green, her filozofu eleştirebilecek ve aşılabilecek belirli bir düşünce dizgesini yayan bir kişi olarak görmüştür. Green kendi yöntemini savunurken "büyük bir filozofu paramparça etmeye benzeyen bir sürecin, o filozofun büyüklüğünü göstermek için doğru bir yol olabileceğini " öne sürer. Doğrusu Green'in Hume'la ilgili yapıtının girişindeki eleştiriler öylesine etkili olmuşlardır ki, bu eleştiriler bir yorumcunun "bu girişin bunu okuyan okuyucunun zihnindeki etkinin onu Hume'un insan doğası üzerine bir incelemeye bir daha bakmaya hiç gerek duymayacağına inandırmak olduğunu" ileri sürmesine yolaçmıştır. Caird ise, felsefeyi ele alırken yazarlara Green'den daha hoşgörülü bakar. Gal'li idealist, Henry Jones, bu tutumu "tarihsel olmak" diye niteler. Caird'in bir yazarrn çağdaşları ile ilintili olarak incelenmesi gerektiğine inandığı ve okuyucunun "hoşgörüye muhtaç" olmaması gerektiği fikri doğrudur. Öte yandan Caird'in eğilimi "Comte ya da Kant" gibi yazarlardan "Hegelci olmaya' neredeyse inandırılmış'" olarak sözetme yolunda olmuştur.
Tarih felsefesi, hem kurgusal hem eleştirel biçimleriyle, hiçbir zaman ingiliz idealistlerinin ilgi alanına girmemişdir. Tarihsel gelişim mantığını ve tarihsel araştırma yöntemlerini uzaktan uzağa etkileyen durumlar ortaya çıkmıştır. Ancak bunlardan biri çok önemlidir. 1874'de Bradley, eleştirel tarihe ilişkin önsanılarla ilgili yeni ufuklar açan denemesini yayınlamıştır. Bu deneme İngiltere'de sonradan gelecek olan idealist tarih düşüncesinin niteliğini ve sorunlarını ortaya koyacaktı.
Bu denemenin önemi dikkatleri yönlendirmesiydi. Tarih'i geçmiş olarak ele almak ve debdebeli bir şablon, ya da ussal bir gelişme düzeneği içinde araştırmak yerine, tarih'i, bir etkinlik ya da tarihçilere verilen ve tarihçiler tarafından icra edilen bir düşünce kipi olarak ele almıştır.
Collingwood, Bradley'nin tarihe ilişkin düşüncelerini "Kopernikçi bir devrim"diye betimlemiştir. Burada önemli olan nokta, Bradley'nin, mantıksal tarih anlayışından yana olup, kurgusal tarih felsefesini reddedişidir. Bradley, tarihin bir anlama kipi olarak görülmesi yönündeki düşünceye hiçbir zaman resmen dönmemiştir; ancak, göreceğimiz gibi, Bradley'nin daha sonra vardığı felsefi sonuçlar, Oakeshott'ın bir anlama kipi olarak tarihi ele aldığı görüşlerin temelini oluşturmaktadır.
Hem Collingwood'un hem Oakeshott'ın, kendilerinden önce gelen idealistlerin tarihe ilişkin açıklamalarını benimsedikleri ve Bradley'nin zaten belirlemiş olduğu yolu izledikleri söylenebilir. Her ikisi de, kurgusal tarih felsefesini reddetmiş ve bunun yerine tarihsel anlayışı belirleyen koşulları incelemeye koyulmuşlardır. Özellikle de Oakeshott, bir tarihçi olma etkinliğine, benzer idealist düşünce yollan uygulamıştır.
II
İdealist çerçeve bağlamında, Oakeshott'ın tarihe getirdiği bakış açısı hemen daha akıllıcı görünüyor. Yazımın devamında, Oakeshott'ın üstlendiği görevi ve vardığı sonuçlan net bir biçimde göstermek amacıyla, yapıtlarının tam bir serimlemesini yapacağım. Oakeshott için, tarih, ne tarihi yöneten genel yasalarm ayırt edilmesi yolunda bir gerişim, ne de, insan varoluşunun yapısını ya da planını keşfetmekten yana olmaktır. Tarih, bir anlama kipidir; ayrıştırılmamış insan etkinliğinin bütün kitlesi üzerine koşulsal anlaşılırlığı bağışlamanın bir biçimidir. Tarih felsefecisi, tarihçi ok a etkinliğim ilgili özellikleri taşıyan ideal bir karakter olmakla özdeşleştirir; tarihçiyi, tarihin koyutlarını sorgulamaya ya da keşfetmeye davet eden, hatta zorlayan şey, bu ilgili ve anlaşılabilir olaylar dünyasında ulaşılan sonuçların koşulsallığıdır.
Bu kuramsallaştırma noktasına ulaşmış olmak için, sınıfsal bir karara varılmış ya da tanımlama yapılmıştır. Elimizde bulunan ve farklı "sorgu düzenleri" belirleyen iki tanım kategorisi vardır. İlk önce, sürmekte olan (şey) bir süreç olarak tanınabilir—Örneğin bir kayanın oluşumu gibi, ya da evrenin geçirdiği evrim gibi.
Burada tanınan, insan zekasının sergilediği sonuç olarak benimsenmemektedir, ve burada belirlenen düzeni, işlemin genel yasaları ve örnekleri, ya da mekanik neden sonuç ilişkileri açısından anlamalıdır. İkinci olarak, süregelenin, süreçler ya da uygulamalar, ki bunlar "zekanın sergilemeleri" diye bilinir, olarak tanınabileceği söylenebilir. Bu uygulamalar, bir inançlar takım yıldızına dayanan ve koşulsal anlama bağlantısı içinde bireylerce onaylanan kuralları ve alışkanlıkları oluşturur.
Her uygulama, kendisine uygun bir deyimi gerektirir, ancak bunların tümü, davranış düşünceleriyle ilgili değildir: Bu şu demektir, anlamanın elde edildiği yerde tözel eylemlerin gerçekleşmesiyle birlikte, arzu edilen ve düşlenen sonuçların peşinde koşma eylemi için bir uyarıcı ortaya çıkar; yani, neredeyse olmakta olanın, olması gereken olarak değişimidir. Kuramsallaştırma, insan davranışıyla ilgili kuramları oluşturma etkinliği, tözel eylemlerin eylenmesi düşünceleriyle sınırlı değildir. Tözel dili ve siyaset becerilerini öğrenmek, kişinin kendisini siyasal davranış işi için donatmasıdır. Ancak, siyaset dünyasıyla ilgili akademik ya da entellektüel kaygı, kullanım için gerekli sözcük dağarcığının kazanılması değil, kuramsal anlayışa uygun bir konu oluşturacak bir eylem alanının belirlenmesidir. Öyleyse, duyulan kaygı katılımla ilgili değil, anlama ile ilgilidir. Tözel diller, evrimin, değer biçmenin, övgünün ve lanetlemenin dilidir; bu diller, önerici ve ikna edicidirler.
Kuramsal diller, sergiledikleri ilişkilerde sağladıkları tutarlılık ve uygunluğun derecesinin büyüklüğü nedeniyle zaman aşımıyla kazanılmış (olagelmiş) dillerden ayrılırlar. Oakeshott için, her kuramsal dil, değerli bir anlama kipidir; çünkü herbiri, açık - seçik ilgi ölçütleriyle çalışır; herbiri, kendisi için uygun sonuçlara varma yetisine sahiptir; herbirinde, bunun ya da şunun yanlış olduğu söylenebilir, ancak aynı zamanda (ve çok daha belirgin bir biçimde) bu ya da şunun karakter - dışı olduğu söylenebilir; ve bu "dillerle" oluşturulan deyiler, emir veren bir güce sahiplik taslamazlar.
Bir eylemin yerine getirilmesine ilişkin önsayıltıların kuramsal yapısı "hiçbir zaman, yerine getirmeyi oluşturan bilginin bir unsuru değildir." Bu yüzden, örneğin, siyasetin tarihsel açıdan incelenmesi," davranışla ilgili düşüncelerden kurtulan" bir tür "kavramsal anlama" biçimidir.
Özetle, Oakeshott'ın, görüşü şudur: ulamsal olarak, insan zekasının serimlemeleri diye tanımlanan, sınırlayan kural ve süreçler birikimine yapılan katkılarla düzenlenen inter homines davranış, en iyi, deyimsel olarak belirgin olan tarihsel kuramsallaştırma kipi açısından anlaşılabilir . Tarihsel kuramsallaştırma etmenleri, tarihsel tarzda sorgulama açısından sorular yöneltmeye çağıran insan davranışının koyutları olarak, anlamayı, ki bu eylemin yerine getirilmesinde apaçık ortadadır, gerektirir.
Tarihsel sorgulamanın işleyişlerine katkıda bulunmak ya da bunları değiştirmek gibi bir istek yoktur; bunun da tek amacı, anlama kipinin koşulsallığını açığa vurmaktır. Öyleyse, Oakeshott'tn kuramsal tarih anlayışının sonuçları nelerdir ve bunlar idealizmle nasıl bağlantılıdırlar?
Anlama kipleri ne olursa olsun, tarih, diğer idealistlerin benimsediği gibi, Oakeshott'a göre de, kendi sorgulama nesnesini yaratır. Olagelmiş olduğuna inanılan, ancak artık olagelmeyen birşeyin şu andaki kanıtından yola çıkan tarihçi, tarihsel geçmişi oluşturur. Ama bu tarihsel geçmiş, herhangi ya da her geçmiş değildir; bu, tarihsel anlamayla açıkça ilişkili olan ve tarihsel anlamanın içinde özümsenen geçmiştir. Tarihsel geçmiş, tarihsel anlayış kipinin bir koyutudur.
Düşünmenin her yolu, geçmişin bir ulamını ilgilendirir. Oakeshott'a göre, tarihsel düşünme, tarihi "anlamanın özerk bir yoludur" Bu yol, şimdiki zamanın yararı açısından, geçmişin değeriyle, ya da geleceği görebilmek için nicelikle ve genellemeyle ilgilenmediği sürece kılgısal ve bilimsel yollar gibi yollardan ayırdedilir. Tarihçiler, tarihçi olarak yetenekleriyle, kılgısal söylem biçimini reddederler. Bu, şimdiki zamanın kipsel koşullarının — ki bunlar tarihi bir sorgulama yolu olarak nitelendirir - kılgısal geçmişten, mantıksal ya da biçemsel olarak ayrı olan bir tarihsel geçmiş akla getirirler demektir. Öyleyse, Oakeshott'ın kaygısı, aralarında uygun işleyişin de bulunduğu kipsel koşulları, tarihsel geçmişin bilinebilmesi yönünden tanımlanmak ve belirlemektir.
Tarihsel geçmiş ve tarihsel şimdiki zaman mantıksal olarak ilişkilidirler. Tarihsel anlamada, elimizde bir özneyi içeren bir şimdiki zaman vardır; bu da, "geçmişle açıkça ilgilenen" tarihçidir. Bu açık ilgi, tarihçinin, geçmişin kendisi uğruna geçmişe duyduğu sevgi ve merak tarafından harekete geçirilir. Tarihteki şimdiki zaman, açıkça "geçmişten günümüze kalanlar" olarak tanımlanan şeylerden oluşur; "bu, bir şeyin, tarihsel ilgi nesnesi olabilmesi yönünden koşuldur."
Tarihsel şimdiki zamandaki nesneler bir geçmiş duygusu uyandırırlar; bu nesneler, geçmişe göre ilgiden yoksundurlar ve böylesi düşünceleri uyandırma gücüne sahip değillerdir. Tarihsel şimdiki zamanla ilişkili olan bir anlayış biçimini sürdürmek herşeyden daha zordur; çünkü, tarihçinin böylesi biçimsel çeşitlilikler karşısında ilgisi kolayca dağılabilir; o, herhangi bir yerin iskan edilebilirliği ya da herhangi belirli bir eylemin ahlaka uygunluğuna takabilir kafasını. Böylesi düşüncelere tarihsel anlamada yer yoktur; çünkü bunlar, şimdiki zamandaki kılgısal düşünceler tarafından kışkırtılmış, kılgısal bir geçmiş izlenimi uyandırırlar. Kendi amaçlarımızı ve ulamlarımızı gözönüne almadan şimdiki zamanda, onun içindeyken, geçmişle ilgili olarak bir şeyler nasıl yazabiliriz?
Deneyimin şimdiki zamandaki deneyim olmasına karşın, bütün deneyimler kılgısal kiple ilişkili değildir. Şimdiki zamandaki kılgısal sorunlarla uzlaşma girişimlerimiz, artık ölü olan bir dünyaya ilişkin sahip olduğumuz kanıtta serimlenenlerden farklı varsayım ve ulamlara dayalı olacaktır. Eyleme ilişkin tözel düşüncelerden ayrılıp, tarih disiplinin kuramsal yanlarına eğilmede, daha öncekiyle ilgili ulamlar daha sonrakine uygulanamaz hale gelir. Tarih uygulanımının her zaman şimdiki zamanda olmasına karşın, bu herşeyi tarihsel geçmiş ulamı altında varsayıp, sınıflandırır.
Tarihsel geçmiş ulamı, kılgısal geçmiş ulamından farklıdır. Herbiri, değişik bir düşünceler dünyasına bağlı olan ulamlardır. Bu yüzden, tarihi yazarken kişi, eleştirinin, lanetlemenin ve kutlamanın kılgısal ulamlarından vazgeçer; bunu, bütün bu yargılarm, kılgısal etkinliğin uyarıcı dünyasında olası ve uygun olduğunu yadsımadan yapar.