İngiliz İdealizmi ve Michael Oakeshott'ın Tarih Felsefesi - 3
|
Tarihçinin işi, söylemin geçmişe ait deyimlerini tarihsel anlama kipine çevirmektir. Böylece, tarihsel geçmiş ulamı altında sınıflandırılan eldeki kanıt, o zamanlar şimdiki zaman olandan artık tarihsel geçmiş olana çevrilir. Bireylerin yaşamları tarih için yaşanmaz; nasıl tözel eylem içine bilimsel olarak anlaşılmak için girmiyorsak, yaptıklarımızı da tarihsel olarak anlaşılabilmek çin yapmayız. Hegel ve Draysen'in görüşünü benimseyen Oakeshott, kılgısal yaşamdaki öncel niyetimizin, olanı, olması gerekene dönüştürmek olduğunu ortaya atar. Yine de, tarihçinin tutumu bir tanığın ya da olayın içindeki bir kişinin tutumuyla aynı değildir. Bu yüzden tarihçinin görevi, kılgısal tarihi yeniden canlandırmak değil, katılımcıların dilini, kuramsal tarih diline çevirmektir. Sonuç olarak Oakeshott, Dilthey, Huizenga ve Collingwood'un, tarihsel anlamanın bir koşulunun, kendilerini tanımak istediğimiz o bireylerin düşüncelerinin yeniden canlandırılması olduğu yolundaki tartışmasını yalanlamaktadır.
Oakeshott'a göre, Collingwood'un görüşlerinin tersine, tarihçinin geçmişi hiç varolmamıştır. Tarihteki ve tarih için geçmiş olan olayları, "zamanlarında hiçbir zaman anlaşılmadıkları" biçimde anlamaya çalışma çabasının bir ürünüdür. Oakeshott böylece, E.D. Hirsch, Jr. ve Quentin Skinner gibi entellektüel tarihçiler tarafından ortaya koyulmuş olan, tarihsel anlamanın ancak, edimlerini anlaşılabilir kılmaya çabaladığımız yazar ve aktörlerin niyetlerini geri getirdiğimizde elde edilebileceği yolundaki tezi kabullenmez; bu nedenledir ki, daha önce de sözettiğim gibi, tarihçiler, yani katılımcı olmayanlar, tarihi yaratırlar.
Bu argümanı daha açık bir biçimde aydınlatayım. Oakeshott'ın yapısalcı tarih kavramı, yapısı gereği göreceli olsa da, genellikle yirminci yüzyıl'da ABD'de Cari Becker ve Charles Beard ve Avrupa'da Croce gibi yazarlarla bağdaştırılan tarihsel görececilikten ayrılır. Bu, tüm tarihin, belirli bir çağın bakış açısından yazıldığı ve o çağın korkularını, ilgilerini ve kaygılarını yansıttığı yolundaki kuramdır. Örneğin Croce, geçmişin, şimdiki zamanla ilişkili olarak rahatsız bir konumda bulunduğunu ima etmektedir.
Şimdiki zaman tarihçi için geçmişten önce geldiği için, tarihçinin araştırmalarına hız veren çağdaş kaygılar, geçmişi her zaman geçmişteki güncelliğinden farklı gösterecektir. Şimdiki zaman geçmişin üzerinde durur ve onu egemenliği altına alır. Bu yüzden, "tüm tarih çağdaş tarihtir." Bu çekişmeyle, tarih yazmanın kaçınılmaz olarak şimdiki zamanla bağıntılı olduğu yolundaki nokta vurgulanmak istenmektedir.
Oakeshott için tarih, şimdiki zamana ait kılgısal düşüncelerle, tözel davranışa bağlı olmayan ve ayrı olan kuramsal bir girişim iken, Croce için tarih, tarihçinin şimdiki zamana ait kılgısal arzu ve hırslarıyla sıkıca bağlantılıdır. Tarihsel girişim, şimdiki zamandaki eylemlerce belirlenir ve karşılığında bu eylemleri düzenler. Croce der ki, tarihsel düşünme eylemi bir gereksinimden doğar, bizim belirli arzulanmızca belirlenir, eyleme geçmek ya da kendimizi eylem için donandırmak, böylece kendimizi içinde bulunduğumuz herhangi bir durumu değiştirmek!..
Hiçbir kılgısal sorun tarafından uyanlmayan ve yönlendirilmeyen tarihler, olsa olsa, sanat yapıtı ya da peri masah olurlardı, ciddi tarih değil. Croce ayrıca, "geçmişin şimdiki zamanda yaşadığını ve geçmişe dönmenin, geçmişin tekbaşma içinde yaşadığı şimdiki zamanı yok etmeyle eşit olacağını" söyler. Hem Carl Becker hem de Charles A. Beard, ki bunlar Croce'nin hayranı olduklarını açıkça belirtmişlerdir, Croce'ninkine benzer bir tarihsel görecelik kavramını benimsemişlerdir. Becker, "tarihle ilgili kavramlarımızı büyük ölçüde şimdiki zamandaki gereksinim ve amaçlarımızdan yola çıkarak kurarız, Geçmiş, üzerine geleceğe ilişkin önsezimizi yönelttiğimiz bir tür ekrandır, ve aslında geçmiş bir film gibidir; biçiminin ve renginin çoğunu bizim korkularımızdan ve isteklerimizden alan bir film", dediğinde Croce'nin görüşüne yankı getirir. Beard, "yazılmış herhangi bir tarih, kaçınılmaz olarak, yazarın yaşadığı zamandaki ve kültürel ortam içindeki düşüncesini yansıtır, " dediğinde bu görüşü destekler.
Oakeshott, "tarihteki geçmişin, şimdi zamandan farklı olup, şimdiki zaman üzerine kurulu olmasının şimdiki zaman olduğunu" söylediğinde tüm tarihin, çağdaş tarih olduğu görüşünü onaylar. Croce'den sözederken Oakeshott, Croce, Becker ve Beard tarafından önesürülen görecelik türünden kendisini kesin bir biçimde ayırır. Bu üç düşünür, bir geçmiş bulunduğunu yadsımazlar, ancak bunu "insanın bilgisindeki kökten bir arıza (özür) dan dolayı " imişcesine kabullenmek istemezler. Croce için, Oakeshott ve Beard'm görüşlerinin tersine, soruşturma biçimi, şimdiki zamana ait kılgısal kaygılar tarafından değil de, şimdiki zamandaki kanıtlarla ilgili olan belirli bir düşünce biçimini uyandıran tarihsel bir şimdiki zaman tarafından başlatılır; ve de, dünyayı kılgısal ulamlar açısından anlamayı geçici olarak askıya almak ve bu ulamlardan tarihsel sorgulama yönünden önemli olanlarını benimsemek zor olsa bile, ne böyle yapmak ne de başka yollara başvurmadan bu tutumun doğruluğunu, iddia etmek olanaksızdır. Öyleyse, tarih sunulmaz. Tarih, tarih kılgısı yoluyla varılan bir sonuç ya da kazançtır. Bu, tarih, tarihçinin herhangi bir hayâli durumu süsleyip püsleyerek uydurmasına ve bunu tarih diye adlandırmasına açıktır anlamına gelmez.
Değindiğim idealistlerin hiçbiri, deneyime ait ilişkiler üzerinde herhangi bir keyfi düzenlemede bulunmanın olası olduğunu düşünmemişlerdir. Aynı şekilde, tarihçi, elindeki kanıt onu nasıl inanmaya zorunlu kılıyorsa öyle değerlendirme yapmak zorundadır. Bu en iyi olarak, bir örnekle açıklanabilir. Bir çocuk öyküleri yazarı olan Enid Blyton'ın yaşam öyküsünü yazmak isteseydim ve Enid Blyton'ın yaşamının bir matematikçinin yaşamı olduğunu iddia etme girişiminde bulunsaydım, tutarlı bir kanıt birliği kurma konusunda, güçlüklerle karşılaşırdım. Kuşkusuz, kitaplarındaki bazı karakterlerin. Noddy, Kocakulak, Josie, Click ve Bun diyelim, karmaşık matematiksel formülleri simgelediklerini tartışabilirdim. Ne kadar tutarlı olsa da, sunduğum kanıtların, aynı yaşamdan alman daha başka kanıtlarla karşılaştırıldığında yalanlanacağından kuşkulanırım. Bir tarih, eldeki bütün kanıtlarla uzlaşmalıdır, aksi halde tarih, kanıtları daha doyurucu bir biçimde içine alıyor görünen ona seçenek bir söylenti ile karşılaştıında hükümsüz kalır. Sorgulama sırasındaki tarihsel tutumla varılan sonuçlara, artık sürmeyen koşulların bir kompozisyonunu ya da belirli bir dizi düzenlemelerini, eldeki kanıtları başka bir biçimde değil de, özel bir biçimde yerleştirme yoluyla çıkarsanarak varılır; bu, varsaymaya bir çağrıdır.
Buraya kadar, geçmiş düşüncesine, tarihin bir koyutu olarak baktık. Tarih, açık bir biçimde geçmişle ilgilidir ve şimdiki zamandaki kanıtları yalnızca, bunların kendileri artık sürmeyen olaylar olarak ele alman insan eylemlerini ortaya vurmaları yönüyle anlar. Artık, tarihin bir başka koyutunu tanıtmak uygun olacaktır; bu koyutun adı, tarihsel olay düşüncesi, bunun (tarihsel olayın) diğer olaylarla bağlantısı ve olayların tarihsel şimdiki zamanının içinden çıkarsandığı işlemdir.
Görünürde ayrı ve soyut olan oluşları kavranabilir kılan şey, bağıntıların kurulmasıdır; karşımıza karışık bir ayrıntı yığını olarak çıkan şeyin, daha öte bir aydınlatma ve açıklama gerektirmeyen akıllıca bir düzene (diziye) dönüşmesidir. Doğal bilimlerde, örneğin, gözlemlenen oluşlar arasındaki ilişkiler, bir mekanizma ilkesi üzerine, ya da nedensellik düşüncesi yoluyla, ya da hatta, bunların genel bir yasaya bağlılıklarına bakılarak kurulabilir. Oysa, tarihte, bağıntıların kurulması, farklı bir düzenin işidir ve, tarihi bir sorgulama biçimi olarak ayırt eden özellikleri oluşturan ilkeler üzerine kurulmuştur.
Tarihçinin yüzyüze kaldığı kanıtlar, geçmişteki insan davranışlarının ayakta kalmasıdır; yani, her kayıt, bilinen ya da bilinmeyen kişi ya da kişilerce yerleştirilişlerinin bir izi olarak niteliğini ortaya koyan, şimdiki zamanda varolan bir yapıdır. Bu yüzden, yapılar, kendi yaratılışlarına ait geçmiş edimlerin ayakta kalışlarıdır. Daha önce, idealistler için, hiçbir şeyin yalıtlanmış olarak kalamayacağını görmüştük; böylece, Oakeshott'ın görüşüne göre, bu edimlerden her biri, ki bunların izleri sürmektedir, koşulsal bir ilişki içinde kendi türündeki diğerlerinden ayırtedilmeli ve onlarla birleştirilmelidir. Böylece her ayakta kalış, diğerleri ile olan ilişkisi açısından vardır. Bunların otantikliği, karşılıklı sorgulama ile sağlanır; birbirlerini desteklerler ya da kınarlar. Otantikliklerinin ölçütü, sorgulamanın tarihsel kipinin dışında kalan bir geçmiş değildir; bu ölçüt bütün yönlerini ortaya koyan kanıtlar bölümünün tutarlılığıdır. Tutarlılığı 'sarsan' kanıtlar anında gösterilmiş kuşkudur ve otantikle ilgili olarak daha fazla sorgulamayı gerektirir. Çelişme, otantikliği bozar.
Ayakta kalışlar, geçmiş zamanların kanıtı olarak ele alınmalıdır. Bunlar içlerinde bulundukları koşullarla ilgili olarak kavrayışı gerektirirler; bu koşullar, katılimcdar olarak bağlı bulundukları deyimler ya da uygulamalardır. Yine de, Oakeshott'a göre, bunlar henüz anlaşılmamışlardır ve, baki kalmış bir edimin karakterinden, artık sürmeyen bir geçmişin koşulsal kanıtlarına dönüşmeyi beklerler. Koşulsal kanıtlardan, oldukları söylenen ancak artık olmayan oluşları çıkarsıyoruz. Burada Oakeshott, Bradley'nin tarihsel olguların "özlerinde sürdükleri ve varoluşları açısından çıkarımsal mantığa bağlı oldukları" yolundaki görüşüne katılır.Bununla birlikte, şimdiye kadar genel hatlarıyla verilen çıkarsama tarzı, "karşılıklı ilişki içinde bulunan oluşlardan ibaret olan açımlanmış koşulsal özdeşlikler" kurma çabasından başka bir nitelik taşımaz. Tarihçiler bu anlama düzeyi ile yetinmezler. Koşulsal özdeşlikler, tarihsel olaylara çevrilmelidirler.
Oakeshott'a göre, tarihsel bir olay, kendilerinden önce gelen şeylerin bir sonucu olarak tanımlanan ve görülen oluşların bir birleşimidir. Geçmiş, olayların geçişi açısından görülür; geçmişte oiaylar birbirlerini dengelerler ve belirgin bir biçimde bir zaman ve değişim hareketi içinde birbirlerine bağlıdırlar. Bu yüzden koşulsal bir özdeşlik henüz anlaşılmamış bir şey olarak ele alınacaktır. Tarihçi bu özdeşliği, bir değişim sürekliliğine katkı sağlayan elemanlar olarak belirgin bir biçimde birbirlerine bağlı bulunan bir önertiler sürekliliğini bir araya toplayarak tarihsel bir olaya dönüştürmeye kalkışır.
Tarihçi bu etkinliğe kalkışırken, olayları, önertiler ve sonrakiler olarak belirleyen belirgin ilişkiler kurmalıdır. Öyleyse, bu ilişkinin doğası nedir?
Oakeshot, ilişkinin "içsel ve yaradılıştan gelen bir ilişki olduğunu ve yalnızca dışsal, rastlantısal ve kazara bir ilişkinin tam tersi olduğunu" belirtir. Oakeshott, burada, Hegel tarafından ortaya konmuş, ayrımın izinden girmektedir. Hegel'e göre, tarihi kavrayış, bir "içsel ilişki mantığı" kurma sorunudur ki, bu da, doğanın dışsal ilişkisiyle karşıtlık oluşturur. Nedenler ve sonuçlar, birbirleriyle dışsal olarak ilişkilidirler ve birbirlerinin dışında yeralırlar. Doğadaki, bitip tükenmek bilmeyen bir yineleme, ve dışsal gerekliliğin zorunlu kıldığı ve önceden sezilebilen oluşların sürekli ve döngüsel bir süreci vardır. Oysa tarihte, "Ruh'un alanında", dışsal gereklilikle aynı değerde olan şans ortadan kaldırılmak zorundadır. Daha sonra olanlar, daha önce olanların ve daha önce olanlardan doğanların ışığında anlaşılmalıdır. Değişim, içsel bir mantık yoluyla açıklanmalıdır. Bu değişim önceden sezilemez; çünkü tarihte, doğadakinin tersine, gerçek anlamda yenilik için yeterli bir yer vardır, ancak bu yemlik, dış gerekliliğin değil, "kusursuzluk arzusunun" bir sonucudur. Oakeshott, tarihte, "belirlenmiş bir hedefe doğru ilerleyen ve önceden varsayılan bir gizilgüç olduğu" yolundaki düşünceyi benimsemeksizin, Hegel'in vardığı ayrımı kabul eder.
O zaman, Oakeshott'a göre, bu içsel ya da yaradılışsal ilişkinin karakteri nedir? Bu ilişki, bir zaman aralığı eksikliğinin dışsal açıklama araçlarının işe karışmasına izin vermediği ve sonradan olanın öncekilerle belirgin bağlantısı açısından ele alınıp yetersiz bulunmadığı yerde, sonradan olan bir şeyin, sonradan olan açısından belirgin olarak tanımlanmasıdır. Bu ilişki, tarihçinin sözlüğünde bazen "neden" sözcüğüyle ifade edilmektedir ki, bu, gerekli ve yeterli koşulları ima etmek ya da belirlemek amacına yönelik değildir; çoğunlukla bu, "kayda değer öneriler anlamında retorik bir ifadeden başka bir şey", değildir. İlişki özde olumsallık ni- teliği taşır. Oakeshott için, olumsal bir ilişki, her oluşun birbirine hiçbir ara bulunmayacak kadar yakın bir mesafede olduğu bir ortamda bir "temas" sorunudur; ve bu oluşların ortaya koyduğu biçim, anlaşılabilir ve sürekli bir birlik sergiler. Olumsal olarak bağlantılı oluşların aynı çizgi üzerine oturtulmasını Oakeshott şuna benzeterek ele alır: taştan yapılmış bir duvarın taşları birbirine öylesine uymaktadır ki, duvarı ayakta tutmak için dıştan hiçbir desteğe gerek duyulmaz.
Olumsallık ilişkisini, bir duvardaki taşlardan ayıran şey, zeka sezinlemeleri olarak tanınan çıkarsanmış olayları birbirine bağlayan bir ilişki olmasıdır. Bunların her birinin daha önceden olan için koşulsal olduğu ve bir biçimde de daha sonra olana katkıda bulunduğu kabul edilmektedir. Ancak Oakeshott'ın vurguladığı gibi, süreklilik yalnızca zaman aralıklarının eksikliği değildir: bu, daha önce olanla daha sonra olanın uyumudur (benzeşimidir). Ve anlaşılabilirlik, daha sonra olanın onaylanıp, önertilerin ele alınıp ve bir biçimde onlara yanıt verilerek tanınmasında, ve daha sonra olana yolaçiyormuş gibi daha önce olanın benimsenmesinde yatmaktadır. Kısaca, olumsal ilişkiler kanalıyla anlayış bağlamsaldır; anlaşılması gereken şey ve bunun ne koşullarda anlaşıldığı iki ayrı türde kimlik (aynı bir "yasa" ve onun uygulanış (işleyiş) örnekleri gibi) değildir. Bunlar, kanıtsal ilişkilerinin sorgulanmasında birbirlerini aydınlatan bireysel oluşlardır.
Oakeshott'a göre, Collingwood'un görüşlerinin tersine, tarihçinin geçmişi hiç varolmamıştır. Tarihteki ve tarih için geçmiş olan olayları, "zamanlarında hiçbir zaman anlaşılmadıkları" biçimde anlamaya çalışma çabasının bir ürünüdür. Oakeshott böylece, E.D. Hirsch, Jr. ve Quentin Skinner gibi entellektüel tarihçiler tarafından ortaya koyulmuş olan, tarihsel anlamanın ancak, edimlerini anlaşılabilir kılmaya çabaladığımız yazar ve aktörlerin niyetlerini geri getirdiğimizde elde edilebileceği yolundaki tezi kabullenmez; bu nedenledir ki, daha önce de sözettiğim gibi, tarihçiler, yani katılımcı olmayanlar, tarihi yaratırlar.
Bu argümanı daha açık bir biçimde aydınlatayım. Oakeshott'ın yapısalcı tarih kavramı, yapısı gereği göreceli olsa da, genellikle yirminci yüzyıl'da ABD'de Cari Becker ve Charles Beard ve Avrupa'da Croce gibi yazarlarla bağdaştırılan tarihsel görececilikten ayrılır. Bu, tüm tarihin, belirli bir çağın bakış açısından yazıldığı ve o çağın korkularını, ilgilerini ve kaygılarını yansıttığı yolundaki kuramdır. Örneğin Croce, geçmişin, şimdiki zamanla ilişkili olarak rahatsız bir konumda bulunduğunu ima etmektedir.
Şimdiki zaman tarihçi için geçmişten önce geldiği için, tarihçinin araştırmalarına hız veren çağdaş kaygılar, geçmişi her zaman geçmişteki güncelliğinden farklı gösterecektir. Şimdiki zaman geçmişin üzerinde durur ve onu egemenliği altına alır. Bu yüzden, "tüm tarih çağdaş tarihtir." Bu çekişmeyle, tarih yazmanın kaçınılmaz olarak şimdiki zamanla bağıntılı olduğu yolundaki nokta vurgulanmak istenmektedir.
Oakeshott için tarih, şimdiki zamana ait kılgısal düşüncelerle, tözel davranışa bağlı olmayan ve ayrı olan kuramsal bir girişim iken, Croce için tarih, tarihçinin şimdiki zamana ait kılgısal arzu ve hırslarıyla sıkıca bağlantılıdır. Tarihsel girişim, şimdiki zamandaki eylemlerce belirlenir ve karşılığında bu eylemleri düzenler. Croce der ki, tarihsel düşünme eylemi bir gereksinimden doğar, bizim belirli arzulanmızca belirlenir, eyleme geçmek ya da kendimizi eylem için donandırmak, böylece kendimizi içinde bulunduğumuz herhangi bir durumu değiştirmek!..
Hiçbir kılgısal sorun tarafından uyanlmayan ve yönlendirilmeyen tarihler, olsa olsa, sanat yapıtı ya da peri masah olurlardı, ciddi tarih değil. Croce ayrıca, "geçmişin şimdiki zamanda yaşadığını ve geçmişe dönmenin, geçmişin tekbaşma içinde yaşadığı şimdiki zamanı yok etmeyle eşit olacağını" söyler. Hem Carl Becker hem de Charles A. Beard, ki bunlar Croce'nin hayranı olduklarını açıkça belirtmişlerdir, Croce'ninkine benzer bir tarihsel görecelik kavramını benimsemişlerdir. Becker, "tarihle ilgili kavramlarımızı büyük ölçüde şimdiki zamandaki gereksinim ve amaçlarımızdan yola çıkarak kurarız, Geçmiş, üzerine geleceğe ilişkin önsezimizi yönelttiğimiz bir tür ekrandır, ve aslında geçmiş bir film gibidir; biçiminin ve renginin çoğunu bizim korkularımızdan ve isteklerimizden alan bir film", dediğinde Croce'nin görüşüne yankı getirir. Beard, "yazılmış herhangi bir tarih, kaçınılmaz olarak, yazarın yaşadığı zamandaki ve kültürel ortam içindeki düşüncesini yansıtır, " dediğinde bu görüşü destekler.
Oakeshott, "tarihteki geçmişin, şimdi zamandan farklı olup, şimdiki zaman üzerine kurulu olmasının şimdiki zaman olduğunu" söylediğinde tüm tarihin, çağdaş tarih olduğu görüşünü onaylar. Croce'den sözederken Oakeshott, Croce, Becker ve Beard tarafından önesürülen görecelik türünden kendisini kesin bir biçimde ayırır. Bu üç düşünür, bir geçmiş bulunduğunu yadsımazlar, ancak bunu "insanın bilgisindeki kökten bir arıza (özür) dan dolayı " imişcesine kabullenmek istemezler. Croce için, Oakeshott ve Beard'm görüşlerinin tersine, soruşturma biçimi, şimdiki zamana ait kılgısal kaygılar tarafından değil de, şimdiki zamandaki kanıtlarla ilgili olan belirli bir düşünce biçimini uyandıran tarihsel bir şimdiki zaman tarafından başlatılır; ve de, dünyayı kılgısal ulamlar açısından anlamayı geçici olarak askıya almak ve bu ulamlardan tarihsel sorgulama yönünden önemli olanlarını benimsemek zor olsa bile, ne böyle yapmak ne de başka yollara başvurmadan bu tutumun doğruluğunu, iddia etmek olanaksızdır. Öyleyse, tarih sunulmaz. Tarih, tarih kılgısı yoluyla varılan bir sonuç ya da kazançtır. Bu, tarih, tarihçinin herhangi bir hayâli durumu süsleyip püsleyerek uydurmasına ve bunu tarih diye adlandırmasına açıktır anlamına gelmez.
Değindiğim idealistlerin hiçbiri, deneyime ait ilişkiler üzerinde herhangi bir keyfi düzenlemede bulunmanın olası olduğunu düşünmemişlerdir. Aynı şekilde, tarihçi, elindeki kanıt onu nasıl inanmaya zorunlu kılıyorsa öyle değerlendirme yapmak zorundadır. Bu en iyi olarak, bir örnekle açıklanabilir. Bir çocuk öyküleri yazarı olan Enid Blyton'ın yaşam öyküsünü yazmak isteseydim ve Enid Blyton'ın yaşamının bir matematikçinin yaşamı olduğunu iddia etme girişiminde bulunsaydım, tutarlı bir kanıt birliği kurma konusunda, güçlüklerle karşılaşırdım. Kuşkusuz, kitaplarındaki bazı karakterlerin. Noddy, Kocakulak, Josie, Click ve Bun diyelim, karmaşık matematiksel formülleri simgelediklerini tartışabilirdim. Ne kadar tutarlı olsa da, sunduğum kanıtların, aynı yaşamdan alman daha başka kanıtlarla karşılaştırıldığında yalanlanacağından kuşkulanırım. Bir tarih, eldeki bütün kanıtlarla uzlaşmalıdır, aksi halde tarih, kanıtları daha doyurucu bir biçimde içine alıyor görünen ona seçenek bir söylenti ile karşılaştıında hükümsüz kalır. Sorgulama sırasındaki tarihsel tutumla varılan sonuçlara, artık sürmeyen koşulların bir kompozisyonunu ya da belirli bir dizi düzenlemelerini, eldeki kanıtları başka bir biçimde değil de, özel bir biçimde yerleştirme yoluyla çıkarsanarak varılır; bu, varsaymaya bir çağrıdır.
Buraya kadar, geçmiş düşüncesine, tarihin bir koyutu olarak baktık. Tarih, açık bir biçimde geçmişle ilgilidir ve şimdiki zamandaki kanıtları yalnızca, bunların kendileri artık sürmeyen olaylar olarak ele alman insan eylemlerini ortaya vurmaları yönüyle anlar. Artık, tarihin bir başka koyutunu tanıtmak uygun olacaktır; bu koyutun adı, tarihsel olay düşüncesi, bunun (tarihsel olayın) diğer olaylarla bağlantısı ve olayların tarihsel şimdiki zamanının içinden çıkarsandığı işlemdir.
Görünürde ayrı ve soyut olan oluşları kavranabilir kılan şey, bağıntıların kurulmasıdır; karşımıza karışık bir ayrıntı yığını olarak çıkan şeyin, daha öte bir aydınlatma ve açıklama gerektirmeyen akıllıca bir düzene (diziye) dönüşmesidir. Doğal bilimlerde, örneğin, gözlemlenen oluşlar arasındaki ilişkiler, bir mekanizma ilkesi üzerine, ya da nedensellik düşüncesi yoluyla, ya da hatta, bunların genel bir yasaya bağlılıklarına bakılarak kurulabilir. Oysa, tarihte, bağıntıların kurulması, farklı bir düzenin işidir ve, tarihi bir sorgulama biçimi olarak ayırt eden özellikleri oluşturan ilkeler üzerine kurulmuştur.
Tarihçinin yüzyüze kaldığı kanıtlar, geçmişteki insan davranışlarının ayakta kalmasıdır; yani, her kayıt, bilinen ya da bilinmeyen kişi ya da kişilerce yerleştirilişlerinin bir izi olarak niteliğini ortaya koyan, şimdiki zamanda varolan bir yapıdır. Bu yüzden, yapılar, kendi yaratılışlarına ait geçmiş edimlerin ayakta kalışlarıdır. Daha önce, idealistler için, hiçbir şeyin yalıtlanmış olarak kalamayacağını görmüştük; böylece, Oakeshott'ın görüşüne göre, bu edimlerden her biri, ki bunların izleri sürmektedir, koşulsal bir ilişki içinde kendi türündeki diğerlerinden ayırtedilmeli ve onlarla birleştirilmelidir. Böylece her ayakta kalış, diğerleri ile olan ilişkisi açısından vardır. Bunların otantikliği, karşılıklı sorgulama ile sağlanır; birbirlerini desteklerler ya da kınarlar. Otantikliklerinin ölçütü, sorgulamanın tarihsel kipinin dışında kalan bir geçmiş değildir; bu ölçüt bütün yönlerini ortaya koyan kanıtlar bölümünün tutarlılığıdır. Tutarlılığı 'sarsan' kanıtlar anında gösterilmiş kuşkudur ve otantikle ilgili olarak daha fazla sorgulamayı gerektirir. Çelişme, otantikliği bozar.
Ayakta kalışlar, geçmiş zamanların kanıtı olarak ele alınmalıdır. Bunlar içlerinde bulundukları koşullarla ilgili olarak kavrayışı gerektirirler; bu koşullar, katılimcdar olarak bağlı bulundukları deyimler ya da uygulamalardır. Yine de, Oakeshott'a göre, bunlar henüz anlaşılmamışlardır ve, baki kalmış bir edimin karakterinden, artık sürmeyen bir geçmişin koşulsal kanıtlarına dönüşmeyi beklerler. Koşulsal kanıtlardan, oldukları söylenen ancak artık olmayan oluşları çıkarsıyoruz. Burada Oakeshott, Bradley'nin tarihsel olguların "özlerinde sürdükleri ve varoluşları açısından çıkarımsal mantığa bağlı oldukları" yolundaki görüşüne katılır.Bununla birlikte, şimdiye kadar genel hatlarıyla verilen çıkarsama tarzı, "karşılıklı ilişki içinde bulunan oluşlardan ibaret olan açımlanmış koşulsal özdeşlikler" kurma çabasından başka bir nitelik taşımaz. Tarihçiler bu anlama düzeyi ile yetinmezler. Koşulsal özdeşlikler, tarihsel olaylara çevrilmelidirler.
Oakeshott'a göre, tarihsel bir olay, kendilerinden önce gelen şeylerin bir sonucu olarak tanımlanan ve görülen oluşların bir birleşimidir. Geçmiş, olayların geçişi açısından görülür; geçmişte oiaylar birbirlerini dengelerler ve belirgin bir biçimde bir zaman ve değişim hareketi içinde birbirlerine bağlıdırlar. Bu yüzden koşulsal bir özdeşlik henüz anlaşılmamış bir şey olarak ele alınacaktır. Tarihçi bu özdeşliği, bir değişim sürekliliğine katkı sağlayan elemanlar olarak belirgin bir biçimde birbirlerine bağlı bulunan bir önertiler sürekliliğini bir araya toplayarak tarihsel bir olaya dönüştürmeye kalkışır.
Tarihçi bu etkinliğe kalkışırken, olayları, önertiler ve sonrakiler olarak belirleyen belirgin ilişkiler kurmalıdır. Öyleyse, bu ilişkinin doğası nedir?
Oakeshot, ilişkinin "içsel ve yaradılıştan gelen bir ilişki olduğunu ve yalnızca dışsal, rastlantısal ve kazara bir ilişkinin tam tersi olduğunu" belirtir. Oakeshott, burada, Hegel tarafından ortaya konmuş, ayrımın izinden girmektedir. Hegel'e göre, tarihi kavrayış, bir "içsel ilişki mantığı" kurma sorunudur ki, bu da, doğanın dışsal ilişkisiyle karşıtlık oluşturur. Nedenler ve sonuçlar, birbirleriyle dışsal olarak ilişkilidirler ve birbirlerinin dışında yeralırlar. Doğadaki, bitip tükenmek bilmeyen bir yineleme, ve dışsal gerekliliğin zorunlu kıldığı ve önceden sezilebilen oluşların sürekli ve döngüsel bir süreci vardır. Oysa tarihte, "Ruh'un alanında", dışsal gereklilikle aynı değerde olan şans ortadan kaldırılmak zorundadır. Daha sonra olanlar, daha önce olanların ve daha önce olanlardan doğanların ışığında anlaşılmalıdır. Değişim, içsel bir mantık yoluyla açıklanmalıdır. Bu değişim önceden sezilemez; çünkü tarihte, doğadakinin tersine, gerçek anlamda yenilik için yeterli bir yer vardır, ancak bu yemlik, dış gerekliliğin değil, "kusursuzluk arzusunun" bir sonucudur. Oakeshott, tarihte, "belirlenmiş bir hedefe doğru ilerleyen ve önceden varsayılan bir gizilgüç olduğu" yolundaki düşünceyi benimsemeksizin, Hegel'in vardığı ayrımı kabul eder.
O zaman, Oakeshott'a göre, bu içsel ya da yaradılışsal ilişkinin karakteri nedir? Bu ilişki, bir zaman aralığı eksikliğinin dışsal açıklama araçlarının işe karışmasına izin vermediği ve sonradan olanın öncekilerle belirgin bağlantısı açısından ele alınıp yetersiz bulunmadığı yerde, sonradan olan bir şeyin, sonradan olan açısından belirgin olarak tanımlanmasıdır. Bu ilişki, tarihçinin sözlüğünde bazen "neden" sözcüğüyle ifade edilmektedir ki, bu, gerekli ve yeterli koşulları ima etmek ya da belirlemek amacına yönelik değildir; çoğunlukla bu, "kayda değer öneriler anlamında retorik bir ifadeden başka bir şey", değildir. İlişki özde olumsallık ni- teliği taşır. Oakeshott için, olumsal bir ilişki, her oluşun birbirine hiçbir ara bulunmayacak kadar yakın bir mesafede olduğu bir ortamda bir "temas" sorunudur; ve bu oluşların ortaya koyduğu biçim, anlaşılabilir ve sürekli bir birlik sergiler. Olumsal olarak bağlantılı oluşların aynı çizgi üzerine oturtulmasını Oakeshott şuna benzeterek ele alır: taştan yapılmış bir duvarın taşları birbirine öylesine uymaktadır ki, duvarı ayakta tutmak için dıştan hiçbir desteğe gerek duyulmaz.
Olumsallık ilişkisini, bir duvardaki taşlardan ayıran şey, zeka sezinlemeleri olarak tanınan çıkarsanmış olayları birbirine bağlayan bir ilişki olmasıdır. Bunların her birinin daha önceden olan için koşulsal olduğu ve bir biçimde de daha sonra olana katkıda bulunduğu kabul edilmektedir. Ancak Oakeshott'ın vurguladığı gibi, süreklilik yalnızca zaman aralıklarının eksikliği değildir: bu, daha önce olanla daha sonra olanın uyumudur (benzeşimidir). Ve anlaşılabilirlik, daha sonra olanın onaylanıp, önertilerin ele alınıp ve bir biçimde onlara yanıt verilerek tanınmasında, ve daha sonra olana yolaçiyormuş gibi daha önce olanın benimsenmesinde yatmaktadır. Kısaca, olumsal ilişkiler kanalıyla anlayış bağlamsaldır; anlaşılması gereken şey ve bunun ne koşullarda anlaşıldığı iki ayrı türde kimlik (aynı bir "yasa" ve onun uygulanış (işleyiş) örnekleri gibi) değildir. Bunlar, kanıtsal ilişkilerinin sorgulanmasında birbirlerini aydınlatan bireysel oluşlardır.