İSLAM FELSEFESİNDE METODOLOJİ PROBLEMİ - 3
|
İslâm Felsefesinin günümüz dünyasında yerini alması için ilk Müslüman düşünürlerin eserlerinin günümüz Türkçesine aktarılması önde gelen bir zorunluluk arz etmektedir. Kindî, Maturîdî (?-944), Farâbî, İbn Sina, Gazâlî, İbn Rüşd, Fahrettin Razî (1149-1209)... gibi düşünürlerimizin eserleri dilimize kazandırılıp, yukarıda zikredilen felsefî metodla üzerinde çalışılırsa Türkiye’de İslâm Felsefesi canlılık kazanabilir. Elde edilen bu canlılık İslâm düşüncesindeki skolastik zihniyeti temizleyebilir. Batı dünyası skolastik zihniyeti Rönesansla atabildi, ve gelişmesini sağlayabildi. Batı dünyasının kurtulduğu bu skolastik zihniyet, Platon, Aristoteles, Plotinos ve Stoacıların eserlerinin Arapçaya çevirileri ile İslâm düşüncesine de girmiştir.
Zikrettiğimiz bu batılı düşünürlerin fikirleri tam olarak öğrenilip, bunların skolastik düşünceleri İslâm düşüncesinden tamamıyla temizlenmelidir. O zaman yukarıda isimlerini zikrettiğim düşünürlerimizin, skolastik zihniyetten arındırılmış fikirleri günümüz İslâm dünyasına yeniden bir aktiflik sağlayabilir.
Batılı her büyük filozof, sistemini daima, kabul ettiği değişmeyen ilkeler üzerine kurmuştur. Onlar, değişmeyen bu ilkeleri kendi çabası ile keşfettiği için yanlışta da kalabilmişlerdir. Değişmeyen ilkeyi, esası, bulamadan bu filozoflar kendi sistemlerini kuramamışlardır. Müslüman düşünürler değişmeyen ilke olarak, yanlışı imkansız Kur’an’ı ve onun en doğru açıklaması olan sünneti esas alırlarsa, hem İslâm dünyasını, hem de dünyanın bütün insanlarını, düştüğü hata ve yanlışlardan kurtarabilirler.
İnsanın ihtiyaçları her zaman değişebilir, fakat tabiatı asla değişmez. İnsanı yaratan Allah, değişmeyen insan tabiatına uygun değişmez ilkeler vahyetmiştir. Bu değişmez esasları, kendi bütünlük ve tutarlılığı içinde, asr-ı saadete uygun olarak, rasyonel bir şekilde açıklamak Müslüman düşünürlerin görevidir. Müslüman toplumun millî değer ve gayelerine uygun olarak fikir üretebilen Müslüman düşünürler ancak toplumun birlik içinde gelişmesini sağlayabilirler. Müslümanların değişen ihtiyaçlarına, değişmeyen ilkelerden (Kur’an ve sünnet) kalkarak çözüm üretmek ancak, Müslüman toplumu geri kalmışlıktan kurtarabilir. Müslüman mütefekkirler ve Müslüman halk, millî gayeye hizmet ederek onu kuvvetlendirmeye beraberce çalıştıkları an İslâm aleminde ilerleme meydana gelebilir. İşte o zaman İslâm Felsefesi gerçek görevini yerine getirmiş sayılabilir.
Her yıl uluslararası İslâm Felsefesi kongreleri düzenlenip, neticelerin Türkçe, Arapça, İngilizce, Fransızca ve Almanca’ya çevrilerek yayınlanması, İslâm Felsefesinin dünyaca tanınmasını sağlayacak, Müslüman düşünürler arasında iletişimi gerçekleştirecek en etkili ve önemli bir araç olacaktır.
Sonuç olarak, bize göre İslâm Felsefesinde takip edilmesinde yarar gördüğümüz metodu şöyle özetleyebiliriz:
1- İslâm Felsefesi eğitimiyle uğraşanların, felsefenin önemini mutmain olarak kabul etmesi gerekir. Bunun için “Allah hikmeti dilediğine verir. Kime de hikmet verilmişse şüphesiz ona çok hayır verilmiş demektir. Bunu akıl sahiplerinden başkası düşünemez.” hükmünü esas almak yeterli olsa gerektir. Bu lütfe mazhar olmak, inanan bir kimse için en büyük şereflerden biridir. Bu mertebeye nail olmuş kimse, “hikmet Müslüman’ın yitik malıdır, bulduğu yerde onu alır”, “kişinin hikmetten bir kelime öğrenmesi, onun için dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır” açıklamaları ışığında “iki günü birbirini tutan ziyandadır esası doğrultusunda, “insan için ancak çalıştığının karşılığı vardır” ilkesi gereğince, bu sahada terakkiye doğru koşmak mecburiyetindedir.
Kur’an’daki, ilim ve düşünceyle ilgili ayetlerin sayısı 750’yi aşmaktadır. Ayrıca Kur’an’daki “akıl” ve türevleriyle ilgili ayetlerin sayısı 49, tefekkür 18, tedebbür 4, kalp sahipleri 16, kalp kelimesinin geçtiği ayetler ise 132’dir. Bu durum da Müslümanların felsefeyle uğraşmak mecburiyetini açık olarak ortaya koyuyor.
Katip Çelebi (1609-1657)’nin “felsefe ve hikmet ilimleri, İslâm’ın fethinden sonra Osmanlı Devletinin orta devrelerine kadar Anadolu’da da faydalı oldu. (...) Gerileme devri başlayınca, bazı müftülerin, felsefeyi tedrisattan kaldırıp, onun yerine Hidaye ve Ekmel derslerini koymaları sebebiyle ilimlerin rüzgarı durdu. İlimler bütünüyle yok oldu,” şeklindeki haykırışı kültürümüzde felsefenin önemini yeteri kadar vurgulamaktadır. Osmanlı medreselerinde Tefsir, Hadis, Fıkıh, Kelâm, Mantık dersleri tedrisattan kaldırılmıyor, kaldırılan sadece felsefe dersi. Netice, medreselerde ilim rüzgarı tamamıyla duruyor. Günümüz Müslüman düşürlerinin üzerinde önemle duracakları konulardan birinin, bu durum olduğu inancındayım.
Descartes bu hususta şöyle diyor: “İnsan zihninin bilebildiği bütün şeyleri içine alan bu felsefenin faydalarını göz önüne koymak ve bizi yalnız onun, en vahşi ve en barbar insanlardan ayırdığına, ve bir milletin fertleri ne kadar iyi felsefe bilirse o milletin de o kadar medenî ve incelmiş olacağına inanmak gerektiğini göstermek istedim. Böylece bir devlette mevcut olabilecek en büyük nimet, orada gerçek feylasofların bulunmasıdır. Bundan başka, her insanın, kendini felsefe tetkiklerine veren kimselerle özel olarak bir arada yaşaması faydalı olduğu gibi, asıl kendinin felsefeyle uğraşması, şüphe yok, ölçülmez derecede daha iyidir. (...) Daha doğrusu felsefesiz yaşamak, açmaya çalışmadan gözü kapalı yaşamaktır. Üstelik, gözümüzün görüp meydana çıkardığı bütün şeyleri görmenin verdiği zevk, asla felsefenin bulup meydana çıkardığı şeylerden edinilen bilginin verdiği neşeyle ölçülemez. Ve sonra bize, ahlâkımızı düzenleme ve bu dünyada hayatımızı idare için felsefe öğrenmek, adımlarımıza öncülük için gözlerimizi kullanmaktan çok daha elzemdir.”
2- Arapça ve batı dillerinden en az birini çok iyi bilmek gerekir. Kaynak eserlere doğrudan ulaşmanın biricik yolu budur. Dil öğrenimini verimli ve kısa yoldan halletmekse adayın, öğrenilmek istenilen dilin konuşulduğu ülkelerde en az bir yıl dil öğrenimi görmesidir.
3- Klasik mantığın mükemmelen öğrenilmesi, dissertasyon ve metin yorumlama bilgisinin detaylı olarak geliştirilmesi gereklidir. Araştırma tekniği ve imlâ bilgisinin yeterli hale getirilmesi de önemlidir. Arapça kaynak metinlerin içinden çıkacak derecede Arapça bilgisi adayı başarıya ulaştırır.
4- Bütün felsefelerin temelini teşkil eden Antik doğu ve Antik batı felsefeleri ile Orta Çağ Felsefesine tam hakimiyetin sağlanması gerekir. Bu çağların bilgisine sahip olmak, Kur’an’la ilgili görüşleri karartmamalıdır. Yani Öğrenilen felsefî bilgiler esas alınarak Kur’an yorumlanmamalıdır. Kur’an ve sünnet esas alınmalı, Felsefî bilgiler bu ölçüye göre değerlendirilmelidir. Muhammet İkbal (1873-1938)’in ifadesi ile “ilk zamanlarda Kur’an-ı Kerim’in ruhunun Yunan felsefesine ters düşmediği fikrine kapılan Müslüman düşünürler bu mukaddes kitabı da Yunan düşüncesinin ışığında okuyup, incelemeye çalıştılar. Kur’an-ı Kerim, gözle görülür, elle tutulur gerçeklere ağırlık veren bir ruh taşırken, Yunan felsefesi hayal ve faraziyelere dayanır. Onun için bu tür çabalar eninde sonunda başarısız olmaya mahkumdur.”
5- Her Müslüman Türk düşünür, Türkçe’nin felsefî bir dil halini alması için kendi çapında bir çaba sarf etmeyi amaç edinmelidir. Bunun için de Türkçe felsefî kavramlar üretmek, her çağın önemli felsefî eserlerinin Türkçe’ye çevrilmesini gerçekleştirmek gerekir. Felsefeyle uğraşan her Müslüman Türk, kendi sahası ile ilgili önemli gördüğü felsefî eserleri dilimize kazandırmalıdır.
6- Felsefe tarihine bütünüyle hakim olmaya çalışmak gerekir. Çünkü İslâm düşüncesine yöneltilen haksız ve kasıtlı eleştiriler, ancak saldıran sistemin bilinmesiyle reddedilebilir. Bunun için de teist, ateist, nihilist, pragmatist vs. bütün felsefî sistemler bilinmek durumundadır. İkbal’ın deyişiyle “Müslümanlara büyük bir görev düşmektedir. Bizim görevimiz geçmişle ilişkimizi koparmadan İslâmiyet’i bir düşünce sistemi olarak ele almak derinliğine yeniden incelemektir.”
7- Mukallit değil orijinal olmaya çalışmak gerekir. Descartes’ın şu sözleri dikkate değer niteliktedir: “İtiraf edeyim benim için en büyük tetkik zevki, başkalarının kanıtlarını dinlemek değil, onları kendi vasıtalarımla bulmaktı.
(...) Ben, kendilerini yenisini yapacak güçte görmedikleri için ancak eski eserleri tamirle uğraşan küçük sanatkarlar gibi olmak istemiyorum.”
Meseleye bu açıdan bakacak olursak, daima Müslüman filozofların taklitçi ve aktarmacı yönünü değil, orijinal yönünü ortaya çıkarmaya çalışmak gerekmektedir. Yeni yetişen Müslüman düşünürlerin de orijinal olmaya çalışması tabiî olarak zorunluluk arz etmektedir.
8- Yukarıda da vurgulandığı gibi, her Müslüman düşünür, uğraştığı konuya başlarken büyük bir savaşa giriyormuş gibi ciddî davranmak, o saha ile ilgili bütün kaynakların bilgisini elde ettikten sonra eleştirel yöntemle işe girişmek mecburiyetindedir. İlmî ve felsefî bilgi temelde eleştiriye dayanır. Bir problem üzerinde rasyonel, objektif, şumullu ve tutarlı düşünürken eleştirel yönü de unutmamak gerekir.
Savaş ciddiyeti ile ele alınıp başarılabilen bir konunun zafer edasıyla da kutlanması, hak edilmiş akademik bir mutluluk olmalıdır.
Zikrettiğimiz bu batılı düşünürlerin fikirleri tam olarak öğrenilip, bunların skolastik düşünceleri İslâm düşüncesinden tamamıyla temizlenmelidir. O zaman yukarıda isimlerini zikrettiğim düşünürlerimizin, skolastik zihniyetten arındırılmış fikirleri günümüz İslâm dünyasına yeniden bir aktiflik sağlayabilir.
Batılı her büyük filozof, sistemini daima, kabul ettiği değişmeyen ilkeler üzerine kurmuştur. Onlar, değişmeyen bu ilkeleri kendi çabası ile keşfettiği için yanlışta da kalabilmişlerdir. Değişmeyen ilkeyi, esası, bulamadan bu filozoflar kendi sistemlerini kuramamışlardır. Müslüman düşünürler değişmeyen ilke olarak, yanlışı imkansız Kur’an’ı ve onun en doğru açıklaması olan sünneti esas alırlarsa, hem İslâm dünyasını, hem de dünyanın bütün insanlarını, düştüğü hata ve yanlışlardan kurtarabilirler.
İnsanın ihtiyaçları her zaman değişebilir, fakat tabiatı asla değişmez. İnsanı yaratan Allah, değişmeyen insan tabiatına uygun değişmez ilkeler vahyetmiştir. Bu değişmez esasları, kendi bütünlük ve tutarlılığı içinde, asr-ı saadete uygun olarak, rasyonel bir şekilde açıklamak Müslüman düşünürlerin görevidir. Müslüman toplumun millî değer ve gayelerine uygun olarak fikir üretebilen Müslüman düşünürler ancak toplumun birlik içinde gelişmesini sağlayabilirler. Müslümanların değişen ihtiyaçlarına, değişmeyen ilkelerden (Kur’an ve sünnet) kalkarak çözüm üretmek ancak, Müslüman toplumu geri kalmışlıktan kurtarabilir. Müslüman mütefekkirler ve Müslüman halk, millî gayeye hizmet ederek onu kuvvetlendirmeye beraberce çalıştıkları an İslâm aleminde ilerleme meydana gelebilir. İşte o zaman İslâm Felsefesi gerçek görevini yerine getirmiş sayılabilir.
Her yıl uluslararası İslâm Felsefesi kongreleri düzenlenip, neticelerin Türkçe, Arapça, İngilizce, Fransızca ve Almanca’ya çevrilerek yayınlanması, İslâm Felsefesinin dünyaca tanınmasını sağlayacak, Müslüman düşünürler arasında iletişimi gerçekleştirecek en etkili ve önemli bir araç olacaktır.
Sonuç olarak, bize göre İslâm Felsefesinde takip edilmesinde yarar gördüğümüz metodu şöyle özetleyebiliriz:
1- İslâm Felsefesi eğitimiyle uğraşanların, felsefenin önemini mutmain olarak kabul etmesi gerekir. Bunun için “Allah hikmeti dilediğine verir. Kime de hikmet verilmişse şüphesiz ona çok hayır verilmiş demektir. Bunu akıl sahiplerinden başkası düşünemez.” hükmünü esas almak yeterli olsa gerektir. Bu lütfe mazhar olmak, inanan bir kimse için en büyük şereflerden biridir. Bu mertebeye nail olmuş kimse, “hikmet Müslüman’ın yitik malıdır, bulduğu yerde onu alır”, “kişinin hikmetten bir kelime öğrenmesi, onun için dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır” açıklamaları ışığında “iki günü birbirini tutan ziyandadır esası doğrultusunda, “insan için ancak çalıştığının karşılığı vardır” ilkesi gereğince, bu sahada terakkiye doğru koşmak mecburiyetindedir.
Kur’an’daki, ilim ve düşünceyle ilgili ayetlerin sayısı 750’yi aşmaktadır. Ayrıca Kur’an’daki “akıl” ve türevleriyle ilgili ayetlerin sayısı 49, tefekkür 18, tedebbür 4, kalp sahipleri 16, kalp kelimesinin geçtiği ayetler ise 132’dir. Bu durum da Müslümanların felsefeyle uğraşmak mecburiyetini açık olarak ortaya koyuyor.
Katip Çelebi (1609-1657)’nin “felsefe ve hikmet ilimleri, İslâm’ın fethinden sonra Osmanlı Devletinin orta devrelerine kadar Anadolu’da da faydalı oldu. (...) Gerileme devri başlayınca, bazı müftülerin, felsefeyi tedrisattan kaldırıp, onun yerine Hidaye ve Ekmel derslerini koymaları sebebiyle ilimlerin rüzgarı durdu. İlimler bütünüyle yok oldu,” şeklindeki haykırışı kültürümüzde felsefenin önemini yeteri kadar vurgulamaktadır. Osmanlı medreselerinde Tefsir, Hadis, Fıkıh, Kelâm, Mantık dersleri tedrisattan kaldırılmıyor, kaldırılan sadece felsefe dersi. Netice, medreselerde ilim rüzgarı tamamıyla duruyor. Günümüz Müslüman düşürlerinin üzerinde önemle duracakları konulardan birinin, bu durum olduğu inancındayım.
Descartes bu hususta şöyle diyor: “İnsan zihninin bilebildiği bütün şeyleri içine alan bu felsefenin faydalarını göz önüne koymak ve bizi yalnız onun, en vahşi ve en barbar insanlardan ayırdığına, ve bir milletin fertleri ne kadar iyi felsefe bilirse o milletin de o kadar medenî ve incelmiş olacağına inanmak gerektiğini göstermek istedim. Böylece bir devlette mevcut olabilecek en büyük nimet, orada gerçek feylasofların bulunmasıdır. Bundan başka, her insanın, kendini felsefe tetkiklerine veren kimselerle özel olarak bir arada yaşaması faydalı olduğu gibi, asıl kendinin felsefeyle uğraşması, şüphe yok, ölçülmez derecede daha iyidir. (...) Daha doğrusu felsefesiz yaşamak, açmaya çalışmadan gözü kapalı yaşamaktır. Üstelik, gözümüzün görüp meydana çıkardığı bütün şeyleri görmenin verdiği zevk, asla felsefenin bulup meydana çıkardığı şeylerden edinilen bilginin verdiği neşeyle ölçülemez. Ve sonra bize, ahlâkımızı düzenleme ve bu dünyada hayatımızı idare için felsefe öğrenmek, adımlarımıza öncülük için gözlerimizi kullanmaktan çok daha elzemdir.”
2- Arapça ve batı dillerinden en az birini çok iyi bilmek gerekir. Kaynak eserlere doğrudan ulaşmanın biricik yolu budur. Dil öğrenimini verimli ve kısa yoldan halletmekse adayın, öğrenilmek istenilen dilin konuşulduğu ülkelerde en az bir yıl dil öğrenimi görmesidir.
3- Klasik mantığın mükemmelen öğrenilmesi, dissertasyon ve metin yorumlama bilgisinin detaylı olarak geliştirilmesi gereklidir. Araştırma tekniği ve imlâ bilgisinin yeterli hale getirilmesi de önemlidir. Arapça kaynak metinlerin içinden çıkacak derecede Arapça bilgisi adayı başarıya ulaştırır.
4- Bütün felsefelerin temelini teşkil eden Antik doğu ve Antik batı felsefeleri ile Orta Çağ Felsefesine tam hakimiyetin sağlanması gerekir. Bu çağların bilgisine sahip olmak, Kur’an’la ilgili görüşleri karartmamalıdır. Yani Öğrenilen felsefî bilgiler esas alınarak Kur’an yorumlanmamalıdır. Kur’an ve sünnet esas alınmalı, Felsefî bilgiler bu ölçüye göre değerlendirilmelidir. Muhammet İkbal (1873-1938)’in ifadesi ile “ilk zamanlarda Kur’an-ı Kerim’in ruhunun Yunan felsefesine ters düşmediği fikrine kapılan Müslüman düşünürler bu mukaddes kitabı da Yunan düşüncesinin ışığında okuyup, incelemeye çalıştılar. Kur’an-ı Kerim, gözle görülür, elle tutulur gerçeklere ağırlık veren bir ruh taşırken, Yunan felsefesi hayal ve faraziyelere dayanır. Onun için bu tür çabalar eninde sonunda başarısız olmaya mahkumdur.”
5- Her Müslüman Türk düşünür, Türkçe’nin felsefî bir dil halini alması için kendi çapında bir çaba sarf etmeyi amaç edinmelidir. Bunun için de Türkçe felsefî kavramlar üretmek, her çağın önemli felsefî eserlerinin Türkçe’ye çevrilmesini gerçekleştirmek gerekir. Felsefeyle uğraşan her Müslüman Türk, kendi sahası ile ilgili önemli gördüğü felsefî eserleri dilimize kazandırmalıdır.
6- Felsefe tarihine bütünüyle hakim olmaya çalışmak gerekir. Çünkü İslâm düşüncesine yöneltilen haksız ve kasıtlı eleştiriler, ancak saldıran sistemin bilinmesiyle reddedilebilir. Bunun için de teist, ateist, nihilist, pragmatist vs. bütün felsefî sistemler bilinmek durumundadır. İkbal’ın deyişiyle “Müslümanlara büyük bir görev düşmektedir. Bizim görevimiz geçmişle ilişkimizi koparmadan İslâmiyet’i bir düşünce sistemi olarak ele almak derinliğine yeniden incelemektir.”
7- Mukallit değil orijinal olmaya çalışmak gerekir. Descartes’ın şu sözleri dikkate değer niteliktedir: “İtiraf edeyim benim için en büyük tetkik zevki, başkalarının kanıtlarını dinlemek değil, onları kendi vasıtalarımla bulmaktı.
(...) Ben, kendilerini yenisini yapacak güçte görmedikleri için ancak eski eserleri tamirle uğraşan küçük sanatkarlar gibi olmak istemiyorum.”
Meseleye bu açıdan bakacak olursak, daima Müslüman filozofların taklitçi ve aktarmacı yönünü değil, orijinal yönünü ortaya çıkarmaya çalışmak gerekmektedir. Yeni yetişen Müslüman düşünürlerin de orijinal olmaya çalışması tabiî olarak zorunluluk arz etmektedir.
8- Yukarıda da vurgulandığı gibi, her Müslüman düşünür, uğraştığı konuya başlarken büyük bir savaşa giriyormuş gibi ciddî davranmak, o saha ile ilgili bütün kaynakların bilgisini elde ettikten sonra eleştirel yöntemle işe girişmek mecburiyetindedir. İlmî ve felsefî bilgi temelde eleştiriye dayanır. Bir problem üzerinde rasyonel, objektif, şumullu ve tutarlı düşünürken eleştirel yönü de unutmamak gerekir.
Savaş ciddiyeti ile ele alınıp başarılabilen bir konunun zafer edasıyla da kutlanması, hak edilmiş akademik bir mutluluk olmalıdır.