PLATON ve HOBBES' da "OTORİTER DEVLET' in GEREKÇELERİ - 2

Platon, devlet yönetimini, birbirleriyle örtüştürdüğü iki ilke bilgi ve ahlâk, üzerine kurmuştur. Fikirlerini bu yönde geliştirmesinin başlıca nedenlerinden biri Solistler' in tutumudur. Onların halkla olan ilişkilerini şiddetle eleştirmiştir. Bu eleştirilerden biri de Sofist, bilgi ve halk ilişkisidir: Sofistleri bir hayvan terbiyecisine benzetmiştir. Terbiyeci, hayvanı gözlemlemiş, hangi sesten hoşlandığını, hangisinden ürktüğünü, neresinden yaklaşıp tutulabileceğini tesbit eder. Sofist, bu tesbitlerden hareketle, güzel mi-çirkin mi, iyi mi- kötü mü, haklı mı haksız mı türünden değerlendirmeler yapmadan, hayvanın hoşuna gidenlere iyi gitmeyenlere kötü diyerek ders veren biridir. Nedenler üzerinde durmadan, iyi ve güzel doğal zorunluluklardan ayırmadan halka karşı konuşmalarını sürdürürler (493a-c). Platon için, bu kötüdür: çünkü, her hoşa giden iyi ve hoşa gitmeyen kötü değildir. Burada bakılması gereken doğrudur. Doğru olan iyidir: isterse kimsenin hoşuna gitmesin. Sofistlerin tutumu sallantılı bir yönetim getirirken. Platon, hakikat temellerine oturtulmuş bir devlet modeli arzulamıştır.

Devlet kitabında geliştirdiği sistem, Devlet Adamı' ndaki evren yönetimi. Epinomis' deki Atlantis Devleti. Yasalar' daki İsparta yönetimi göz önüne alınarak incelendiğinde, yönetim şeklinin sağlam temeller üzerine oturtulması gerektiği ortaya çıkmaktadır. İlk iki konuda Tanrılar yönetimi bıraktıkça kaos ortaya çıkmaktadır. Düzen mutlu yaşamak için şarttır. Bu Tanrı idaresinde de öyledir, İsparta'daki olumlu durum da düzenin sarsılmadan devam etmesine bağlanmıştır. Bunun da krallıkla yapılması, ve en eski geleneklerle yönetimin sürdürülmesi, Platon için, devlet yönetimindeki iyi ilkeler olmuştur.

Platon' un siyasi sistemleri eleştirisinde görülen nesnel tutumu, devlet yönetiminden ve otorite kavramından ne anladığını açıkça ortaya koymuştur. Yunan dünyasında uygulanan sistemlerin temel özellikleri ve yarattıkları insan tipleri gözönüne alınınca, yeni sistemin ne türden özellikleri olması gerektiği ortaya çıkmaktadır.

Platon' a göre timokrasi, düşüşün ilk basamağıdır. Çünkü, devlet hayatında felsefi tavır bir kenara bırakılıp duygusallığa dayalı coşkulu atılımlar önplana çıkmıştır. Sistemin insan tipi, güçlü ve şerefli mevkileri sevmişler: bu mevkiler için gerekli özelliklerinin olup olmadığına bakılmadan üst makamlara gelmiş ya da atanmışlardır. (549a) Timokrasinin eksikliklerinden yararlananlar, yasaları ve gelenekleri çiğneme pahasına bol para kazanmış ve harcamışlar. Dengesiz bir zenginlik ortaya çıkmış, bunun sonucu olarak da doğruluk gittikçe azalmış, dolandırıcılıklar ve ahlâksızlıklar görmezlikten gelinmiştir (550). Zenginlik belirleyici değer olduğundan, çok zenginler sürekli başta kalmışlardır (551a-e) Timokrat yönetim şekli, savaşmaktan çekinmiştir; zira savaş için silahlandırılan halkın yönetime saldırmasından korkmuştur. Halkın gittikçe fakirleşmesi, dilenciliği, yağmacılığı, saldırganlığı arttırmıştır.

Oligarşide tutkular, özellikle zenginlik tutkusu, hakim olmuştur. Ahlâki değerleri içeren ruh ile akıl tutkuların kölesi ve araçları haline getirilmişlerdir. Bir yandan cimrilik artarken, diğer yandan da halkın bol para harcamasına göz yumulmuş, hatta onları teşvik etmişlerdir. Halk borçlanmalar sonucu mal ve mülklerini zenginlere kaptırmışlar ve zenginlik çok az kişide toplanmış. Toplumda işsiz ve başıboş sayısı giderek artmıştır. Eğitim de bozulduğundan, toplumdaki dengenin düzeltilmesine çaba harcayan çıkmamıştır. Fakirlik ile açlığın dayanılmaz hal alması, zenginler ile fakirler arasında savaşın başlamasına sebep olmuştur. Savaşı fakirler kazanarak demokrasiyi kurmuşlardır (55Oa-556e).

Demokrasinin temel özelliği, özgürlüktür. Devlet işlerinde ustalık ve eğitim gerektiren görevlere ehliyetsizler geldiğinden, kurumlar felç olmuştur. Herkes, kendini her işte usta sandığından, istediği gibi davranıp konuşur olmuştur. Serbestlik nedeniyle herkes kendince kendi sistemini kurmuştur. Çok sayıda sistemin oluşu düzensizliğin ve başıbozukluğun kaynağını oluşturmuştur. Fakir halk önceki sistemin sıkıntısından bir ölçüde kurtulmuştur, ancak, başıbozukluk nedeniyle ahlâki değerlerini kaybetmiştir. Platon' a göre bu durumdaki insanlar. Tanrı' nın verdiği iyi bilgiler, güzel alışkanlıklar, gerçek töreler dışarı atmışlar, yerlerini kötü töreler, batıl inançlarla doldurmuşlar. Saygısızlık/düzensizlik, serserilik, yüzsüzlük baştacı yapılmıştır. Demokrasi insanları, akılları bulanık ve tutarsız davranışlar, umursamazlık ile işsizlik onların genel karakteri olmuştur. Ne kendine düzen kurmuş ne de iyi iş yapmak için sıkıntıya girmiştir; gelişigüzel, sorumsuz, bağımsız, kaygısız yaşamaktan hoşlanmıştır (557-561). Böyle insan tipine sahip sistem ne kadar ayakta kalır? Yerini bu özelliklerin tam tersi olan bir sisteme bırakarak kısa sürede yıkılır.

Sınırsızca istenen özgürlük, anarşiyi de birlikte getirdiğinden demokrasiyi yıkmıştır. Demokrasi için esas tehlike, halk arasından çıkan, halkın koruyuculuğuna soyunan zorbalar (Tiranlik) olmuştur. Çeşitli vaadlerle halkın başına geçen kişi, halkın kendisine kul köle olduğunu görünce onun kanına girmekten kendini alamamıştır. Borçların silineceği ve toprak dağıtımı yapılacağı gibi kimi umutlarla halkı oyalamış, kendi menfaatlerini ne pahasına olursa olsun korumuştur. Zorbanın yıkılması gerektiğini düşünenler başkaldırdıklarından çok sık iç savaş çıkmıştır. Kendi halkına güvenmediğinden dışarıdan paralı korucular getirmiştir, köleleri afederek onların desteğini sağlamıştır. Zorbalar devlette iyi olan ne varsa hepsini atmış, geriye sadece kötü şeyleri bırakmışlardır. Bu sistemin insan tipi bütün iyi değerleri yitirmiş, sadece tutkularının esiri olmuş, zorbadır (565-569).

Platon bu dünyada uygulanan sistemlerin hepsinin adaletsiz bir yapı olduğunu, (Bkz. Şenel 1970. 430) ve bunun önemli bir nedeninin de ekonomik olduğunu görmüştür. Sistemlerdeki bozuklukların tümünün yönetimden kaynaklandığını ileri sürmüştür. Her sistemin yetiştirdiği insan tipi de, bozulmanın hızlanmasını sağlarken, aynı zamanda, kurulan yeni sistemin yıkılışı için zemin hazırlamıştır. Sistem tartışmaları insanın içindeki iyi ve kötü duyguların mücadelesine benzetilmiştir. Sistemler arasında, en iyisi krallık olmakla birlikte, ondan çok uzaklaşılmıştır. Aynı insandaki iyi duyguların, kötülerin emrine verilmesi gibi, yönetimler de en kötülerin eline düşmüştür.

Platon, dört sistemin, insanın ihtiyacı olan huzur ve ahlâklı hayatı sağlayamadığını ve bunun gerekçelerini ortaya koymuştur. Önerdiği sistemde, diğer sistemlerde ortaya çıkan sorunları çözme kaygısı yanında, devletin amacına ulaşması için gerekli mekanizmaları da kurma düşüncesindedir. Eğitimle halkın tutkularını terbiyeyi amaçlarken, aynı zamanda, devleti idare edeceklere gerekli nitelikleri, doğduğu andan kırk yaşına kadar süren bir eğitimle, yüklemeyi de gerekli görmüştür. Sonra da felsefeyle ilgilenen kişi, aklın ve bilginin değerini kavramış olur ve devletin başına geçmeye hak kazanır. Platon' a göre akıl, diğer bölümler üzerinde denetimi sağlayamayınca, bireyin davranışlarında düzensiz ve bozuk bir görüntünün ortaya çıkması gibi devlette de benzer sorunlar ortaya çıkar. Devlet aklın denetiminde hiyerarşik şekilde çalışırsa, düzen sağlanır ve insan mutlu olur. Aynı şekilde toplumda da yöneten ile yönetilenler arasındaki ilişkiyi de belli bir hiyerarşiye dayandırmıştır.

Platon' un önerdiği sistem, otoriter ahlâk temeline oturtulmuş eşitlik taraftarı olmayan bir yapı olarak görülmektedir. (Bkz. Popper, 128) Platon, bütün bu sıkıntılardan filozofları işbaşına getirmek suretiyle kurtulmak istemiştir. Filozof kral yönetimini, bilgisi ve erdemiyle tanrısal niteliklere en yakın biri olması nedeniyle istemektedir. Çünkü filozof hükümdar, adaletli davranmanın, huzurlu bir toplum yaratılmasında temel teşkil ettiğini bilir; ayrıca doğruluktan yana olduğu için, şunun bunun hoşuna gidip gitmemesine bakmadan, gerekli kararları alır. Bu temel üzerine kurulacak devlet, insanını, amaç olan mutluluğa ulaştıracaktır. Bunu gerçekleştirmek için toplumun şartları ve amaçları doğrultusunda geliştirilen sıkı eğitim ve yönetim sistemine ihtiyaç vardır. Amaç benimsenmişse, ona ulaşmak için gerekli düzeni kurmak da kaçınılmazdır. Oluşturulan düzenin olumlu olumsuz yanları, amaç doğrultusunda alınan mesafeye bağlıdır.

Devletin görevlerini tam yerine getirmesi için toplumun bütün kesimlerini kavrayacak ve onları hedeflerine taşıyacak mekanizmayı geliştirmesi, sıkı ya da "otoriter" bir sistemin gerektiğini ortaya koymuştur. Ancak Platon' un yönetim için koyduğu ölçüleri hiç gözden ırak tutmamak gerekir. Bunlardan biri şöyledir: Bir devlette başa geçenler, başa geçmesi en az isteyenler oldu mu dirliğin de düzenin de en iyisi var demektir. Baştakilerin böyle olmadığı yerlerde, tam tersine, ne dirlik ne de düzen vardır. (520d) Bu anlayışa ulaşılabilirse, devlet ne kadar "otoriter" olur?

Hobbes

Hobbes' e göre, insanlar devletleşmedikçe, bir takım haklara da sahip olamazlar ve birbirleriyle sürekli savaşırlar.(Bkz. Leviathan, 94-95) Herkesin herkese karşı savaşması durumunda, doğru ve yanlış, adalet ve adaletsizlik gibi kavramlara yer yoktur. Çünkü genel bir gücün olmadığı yerde, yasa; yasanın olmadığr yerde de adaletsizlik olmaz. Bu tür savaş ortamlarında, cebir ve hile en büyük erdem kabul edilmiştir. (Bkz. Leviathan, 95-96) Hobbes, insanların doğuştan eşit olduğunu düşünmekle birlikte, eşitliğe olumsuz bir anlam yüklemiştir. Çünkü Hobbes'a göre, eşitlikten güvensizlik; güvensizlikten de savaş doğar. (Bkz. Leviathan, 92-93) Hobbes, savaşı besleyen başka nedenleri insan doğasında bulmuştur. Bunlar, rekabet, güvensizlik, şan ve şeref düşkünlüğü olarak gösterilmiştir.(Bkz. Leviathan, 94 )

İnsan, yapısı gereği savaş durumuna eğilimli olması nedeniyle, sürekli olarak ölüm korkusuyla karşı karşıyadır. Bu durum bir düzen arayışını ortaya çıkarmıştır. Bunun için doğaları gereği savaş eğilimi olan insan, barış arama durumunda kalmıştır. Hobbes'a göre, insanı barışa yönelten duygular: ölüm korkusu, rahat bir hayat için gerekli şeyleri elde etme arzusu ve çalışarak sahiplenme umududur.

İnsanların üzerinde anlaşabilecekleri uygun barış şartlarını da akıl gösterir. Bu şartlara doğa yasaları da denir. (Bkz. Leviathan, 96) Hobbes, insanların doğal hakları araşma, kendi geleceğini belirlemeyi de koymuştur. Buna göre insan, kendi hayatını korumak için, kendi gücünü dilediği gibi kullanmak; kendi muhakemesi ve aklı ile koyduğu amaca götürecek yöntemi yapma özgürlüğüne sahiptir. (Bkz. Leviathan, 96)

Hobbes' a göre, ebedi olan doğa yasaları temeline göre yaşayan insanların, sözü edilen yasalar hakkındaki bilgileri, yani doğa yasalarının bilimi, aynı zamanda, neyin iyi neyin kötü olduğunu söyleyen, ahlâk felsefesi içeriğini de oluşturmaktadır. (Bkz. Leviathan. 116) Toplum hayatında neyin iyi neyin kötü olduğuna, bireysel kararlardaki farklılıklar, anlaşmazlıklara, çatışmalara ve nihayet savaşa neden olmaktadır. İnsan doğa durumunda bulunduğu sürece, iyinin ve kötünün ölçüsü kişisel zevk olmaktadır. Kişisel zevkler doğrultusunda yaşanan bu süreç aynı zamanda savaş durumudur. Doğa yasası, dolayısıyla ahlâk yasası durumunda gözüken adalet, minnettarlık ve hakkaniyet insanları düzen doğrultusunda itmiştir. İnsanlar, olumsuz duyguların ortaya çıkardığı ölüm korkusundan kurtulmak, kendileri için koydukları amaca ulaşmak için, kendilerini yönetme haklarını, gönüllü olarak, hep birlikte bir ya da birçok kişiye vererek, kendilerini karmaşadan kurtaran devleti- oluşturmuşlardır.
1 | 2 | 3

1 Yorum

Adsız
8 Ocak 2011 14:22  

eline aklına sağlık... özellikle eşitliğe olumsuz anlam yüklemiş ifadeni çok beğendim

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP