TANRI TASAVVURLARI - 3
|
Yunanca tüm anlamına gelen pan kelimesi ile tanrı anlamına gelen theos sözcüklerinin birleşmesiyle oluşan panteizm; ‘bir bütün olarak kavranan evrenin Tanrı ile özdeş olduğu ve evrende açığa çıkan bileşik töz, güçler ve yasalar dışında Tanrı olmadığı öğretisidir.’
‘Panteizm, ilk olarak Hint doktrinlerinde görülmüştür. Sonra bu görüş Yunanlılarda, Stoa’cılık ve Yeni Eflatun’culukta bir felsefe doktrini haline gelmiştir. Stoacılara göre, Tanrı, dünyanın ruhudur, düzenlediği evrenle birleşir; ondan ayrı değildir.’
Panteizm ise Tanrı’nın dünya ile olan olumlu ve organik ilişkisi bakımından, deizmi aşan ve Tanrı’nın dünyaya aşkın değil de, içkin olduğunu öne süren bir Tanrı anlayışıdır.
Panteizmin Tanrısı semitik keşifteki gibi tasvir edilen bir varlıktır. Fakat panteizmde gerçek dünya, bu nihai varlığı oluşturan toplam olgunun bir aşamasıdır. Uzak Doğu’nun ve panteizmin Tanrı anlayışları birbirinin karşıtıdır. Birincisine göre Tanrı’dan söz etmek, dünyadan konuşmaktır. İkincisine göre dünyadan söz etmek, Tanrı hakkında konuşmaktır.
SÜREÇ FELSEFESİ
Süreç felsefesi ‘yaratıcı ve tözcü bir varlık görüşünden vazgeçerek yaratıcı gelişme ve değişmeyi ön plana çıkaran, doğanın sürekli olarak değişen olay dizilerinden meydana geldiğini, gerçekliğin temelinde töz değil de süreç yani belli bir doğrultusu olan bir değişme bulunduğunu, soyut kavramlar dışında her şeyin sürece tabi olduğunu, dolayısıyla dilin ve kavramların doğadaki süreçleri, değişmenin sürekli olan doğasını ve akış içindeki olay ve varlıkların bireyselliğini ifade edemeyeceğini, ifade etmeye kalktığında bir takım paradokslara yol açtığını’ dile getiren bir felsefi anlayıştır.
Süreç düşüncesi, Tanrıyla ilgili özgür bir açıklamaya ve Teizm sözcüğünün geniş bir şekilde algılanabilmesine gereksinim duyar.
Süreç teologlarının reddettiği tanrı anlayışlarından biri bir dizi ahlaki kurallar koyan, cezalar veren ve suçluları kaydeden tanrı anlayışıdır. Değişmez ve duygusuz mutlak Tanrı; Tanrı’nın mutlak olduğu fikri, Tanrı’nın gerçekte dünyayla ilişkisinin olmadığını kabul etmektir. Tanrı’nın kabul edilen değişmezlik, duygusuzluk ve mutlaklık özellikleri onun bu dünyaya bir katkısının olmadığının gösterir. Gücü kontrol eden tanrı; tanrının dünyadaki her ayrıntıyı belirlediğini ifade eder. Değişmez mutlak tanrı algılayışı tanrının dünyaya değişmez bir düzen verdiğini iddia eder ve kontrolü elinde bulunduran Tanrı bu düzenin değişmemesi için gerekli güce sahiptir.
Süreç felsefecileri Tanrı’yı değişebilen bir varlık olarak kabul etmektedir. Bu yüzden de Tanrı olmak ile mutlak olmak arasında bir ayrım yapmaktan çekinmezler. Mutlak; saf bilinçlilik, saf özgürlük ve sınırsız imkan olduğu halde Tanrı onun gerisine çekilerek gerçekleşmiş özel bir imkan olarak, Tanrı olarak gözükür. Yani Tanrı evrenle sınırlı iken mutlak sınırlı değildir. O halde Mutlak, Tanrı’nın fiile geçmemiş saf hali olarak tanımlanabilir. Mutlak kendinde seçilmemiş imkanlar barındırır.
Süreç Felsefesinin en önemli felsefecilerinden biri olan Whitehead, çift kutuplu bir Tanrı anlayışını benimsemektedir. Ona göre tanrının bir değişmeyen veçhesi bir de değişen yönü vardır. Bunlardan birincisi Tanrının asli tabiatı, diğeri ise oluşan tabiatı olarak adlandırılmaktadır. Tanrı değişmeyen asli tabiatıyla alemdeki düzenin teminatıdır. Süreç felsefesi Tanrının değişmesi sorununa yeni bir yön kazandırmıştır. Tanrının değişime uğramasının bir eksiklik olmadığını çünkü onun değişimde olmasının kendisindeki bir eksikliği gidermeye yönelik olmadığını savunur.
ANTROPOMORFİZM
Yunanca’da anthropos ve morphe, insan ve biçim kelimelerinin birleşmesiyle oluşan antropomorfizm; ‘insanın biçiminin ya da öbür özelliklerinin insan olmayan varlıklara yakıştırılmasıdır. Dini bir terim olarak, tanrısal varlığı insana benzer bir beden biçimi varmış ya da insanın yaşantısının uzantısı niteliğinde düşünce, irade ya da duygu özellikleri taşıyormuş gibi betimleyen ifadeler için kullanılır. Tanrısal varlıklardan insan bedenine ya da insan bedeninin bir parçasına sahipmişçesine sözedilmesidir’
Antropomorfizm; Tanrı’nın insan şekline ve niteliklerine veya tanrının insanın bilinç, niyet, irade, duygu ve duyumuna benzer yeti ve özelliklere sahip olduğunu savunan görüştür. Tanrı’nın insandan daha güçlü ve yetkin olduğunu kabul etmekle birlikte, şekil ve nitelik açısından temelde insana benzediğini iddia ederek, tanrıyı insan suretinde tasavvur eder.
Antropomorfik yaklaşım denildiğinde öncelikle yunan dini akla gelir. İnsan -Tanrı, Tanrı-İnsan tasavvurlarının en renkli inanç örneklerine eski yunan dininde rastlanır. Yahudiler arasında, tufandan dolayı Allah’ın pişman olduğuna, ağladığına, gözlerinin rahatsız olup parmaklarını ısırdığına ve sonra da meleklerin O’nu ziyarete geldiğine inanılır.
Ortaçağ İslam dünyasında ise Kuran’ın dinsel öğretilerine dayanılarak elde edilen Teistik perspektifle Allah tasavvuru dört şekilde özetlenebilir:
1. Katı Antropomorfizm ( Müşebbihe ve Mücessime)
2. Sıfatiyye (Hadisçiler/Selefiyye)
3. Sıfatları Reddetme (Muattıla)
4. Ilımlı Teşbih (Eş’arilik ve Maturidilik)
Katı Antropomorfizm’de insana atfedilen kavramlarla Tanrı’ya atfedilen kavramlar arasında önemli bir fark olmadığını savunulur. İslam Kelamında mücessime ve müşebbihe olarak bilinen ekoller Allah’a el, ayak ve mekan isnad etmişler, bazen de onu bir cisim olarak hayal etmişlerdir. Ilımlı teşbih olarak tanımlanan görüşe göre ise Tanrı hakkında oldukça sınırlı bir imkan ile konuşabiliriz. Bilgiyi hem insan hem de tanrı için kullanabiliriz. İnsanın bilmeye dair bilgisi, tanrının bilmesini anlaması için bir benzetme aracı olabilir. İnsan iyi kavramından hareketle daha iyi ve en iyi kavramlarına ulaşır ve ardından mutlak iyinin ne olduğunu algılamaya çalışır.
Tanrı’yı kişi olarak anlamak isteyen Hıristiyan düşünürlerin pek çoğu ise katı bir antropomorfizm tutumu içerisindedirler. Bunun nedenini İsa’nın tarih içerisinde tanrısal bir kişilik kazanması olarak görebiliriz.
Teolojik ahlakın iyi anlaşılabilmesi için Tanrı’nın kişi olarak düşünülmesi gerekir. Tanrı, sadece bilen, güç yetiren, isteyen bir varlık değil aynı zamanda kızan ve seven bir varlıktır. Tanrı, mutlak oluşuyla dünyanın üstünde aşkın bir varlık olarak durur ama aynı zamanda dünyanın içinde yer alan içkin bir varlıktır. Tanrının mahiyetini daha iyi kavramak ve tanımlama yapabilmek için ondan kişi olarak bahsetmek ve antropomorfik yaklaşımlarda bulunmak zorunludur.
Sonlu bir varlık olan insanın sonsuz olan Tanrı hakkında konuşabilmesi oldukça zordur. İnsan hayat tecrübeleri sayesinde kudret, bilgi ve irade gibi kavramların neler olduğunu öğrenir ancak bunları Tanrı için kullandığında mutlak kelimesiyle birlikte kullanır. Fakat bu kullanımın neticesinde ortaya çıkan şeyin mahiyetinin ne olduğunu tam ve net bir şekilde bilemez.
İnsanın mutlak olan yaratıcısını anlayabilmesi, onun hakkında ancak benzetmeler yapmasıyla mümkün olmaktadır. Tanrı hakkında düşünmenin bile imkansız olduğunu savunan görüş de Tanrı’yı yarattıklarına benzeten katı tutum da kanaatimizce uçları temsil etmektedir. Tanrı yaratıcı olarak cismen yarattıklarına benzemez ancak yaratılmışlardan yola çıkarak yaratıcıyı anlamaya çalışmak İslam geleneğinin aşina olduğu bir husustur.
İslam geleneği içerisinde Tanrı’nın mutlak ilim, irade ve kudretine zarar verme kaygısıyla onun hakkında konuşmaktan kaçınılmış, insanın sahip olduğu bir takım sıfatları Tanrı’nın bir yansıması ve gölgesi olarak görmek yerine Tanrı bilinemezci bir tutumla hayatın dışında tutulmuştur. Oysa onun hakkında fikir sahibi olabilmek için yapılabilecek en önemli ve doğru şey kainata bakıp O’nu okumaktır.
‘Panteizm, ilk olarak Hint doktrinlerinde görülmüştür. Sonra bu görüş Yunanlılarda, Stoa’cılık ve Yeni Eflatun’culukta bir felsefe doktrini haline gelmiştir. Stoacılara göre, Tanrı, dünyanın ruhudur, düzenlediği evrenle birleşir; ondan ayrı değildir.’
Panteizm ise Tanrı’nın dünya ile olan olumlu ve organik ilişkisi bakımından, deizmi aşan ve Tanrı’nın dünyaya aşkın değil de, içkin olduğunu öne süren bir Tanrı anlayışıdır.
Panteizmin Tanrısı semitik keşifteki gibi tasvir edilen bir varlıktır. Fakat panteizmde gerçek dünya, bu nihai varlığı oluşturan toplam olgunun bir aşamasıdır. Uzak Doğu’nun ve panteizmin Tanrı anlayışları birbirinin karşıtıdır. Birincisine göre Tanrı’dan söz etmek, dünyadan konuşmaktır. İkincisine göre dünyadan söz etmek, Tanrı hakkında konuşmaktır.
SÜREÇ FELSEFESİ
Süreç felsefesi ‘yaratıcı ve tözcü bir varlık görüşünden vazgeçerek yaratıcı gelişme ve değişmeyi ön plana çıkaran, doğanın sürekli olarak değişen olay dizilerinden meydana geldiğini, gerçekliğin temelinde töz değil de süreç yani belli bir doğrultusu olan bir değişme bulunduğunu, soyut kavramlar dışında her şeyin sürece tabi olduğunu, dolayısıyla dilin ve kavramların doğadaki süreçleri, değişmenin sürekli olan doğasını ve akış içindeki olay ve varlıkların bireyselliğini ifade edemeyeceğini, ifade etmeye kalktığında bir takım paradokslara yol açtığını’ dile getiren bir felsefi anlayıştır.
Süreç düşüncesi, Tanrıyla ilgili özgür bir açıklamaya ve Teizm sözcüğünün geniş bir şekilde algılanabilmesine gereksinim duyar.
Süreç teologlarının reddettiği tanrı anlayışlarından biri bir dizi ahlaki kurallar koyan, cezalar veren ve suçluları kaydeden tanrı anlayışıdır. Değişmez ve duygusuz mutlak Tanrı; Tanrı’nın mutlak olduğu fikri, Tanrı’nın gerçekte dünyayla ilişkisinin olmadığını kabul etmektir. Tanrı’nın kabul edilen değişmezlik, duygusuzluk ve mutlaklık özellikleri onun bu dünyaya bir katkısının olmadığının gösterir. Gücü kontrol eden tanrı; tanrının dünyadaki her ayrıntıyı belirlediğini ifade eder. Değişmez mutlak tanrı algılayışı tanrının dünyaya değişmez bir düzen verdiğini iddia eder ve kontrolü elinde bulunduran Tanrı bu düzenin değişmemesi için gerekli güce sahiptir.
Süreç felsefecileri Tanrı’yı değişebilen bir varlık olarak kabul etmektedir. Bu yüzden de Tanrı olmak ile mutlak olmak arasında bir ayrım yapmaktan çekinmezler. Mutlak; saf bilinçlilik, saf özgürlük ve sınırsız imkan olduğu halde Tanrı onun gerisine çekilerek gerçekleşmiş özel bir imkan olarak, Tanrı olarak gözükür. Yani Tanrı evrenle sınırlı iken mutlak sınırlı değildir. O halde Mutlak, Tanrı’nın fiile geçmemiş saf hali olarak tanımlanabilir. Mutlak kendinde seçilmemiş imkanlar barındırır.
Süreç Felsefesinin en önemli felsefecilerinden biri olan Whitehead, çift kutuplu bir Tanrı anlayışını benimsemektedir. Ona göre tanrının bir değişmeyen veçhesi bir de değişen yönü vardır. Bunlardan birincisi Tanrının asli tabiatı, diğeri ise oluşan tabiatı olarak adlandırılmaktadır. Tanrı değişmeyen asli tabiatıyla alemdeki düzenin teminatıdır. Süreç felsefesi Tanrının değişmesi sorununa yeni bir yön kazandırmıştır. Tanrının değişime uğramasının bir eksiklik olmadığını çünkü onun değişimde olmasının kendisindeki bir eksikliği gidermeye yönelik olmadığını savunur.
ANTROPOMORFİZM
Yunanca’da anthropos ve morphe, insan ve biçim kelimelerinin birleşmesiyle oluşan antropomorfizm; ‘insanın biçiminin ya da öbür özelliklerinin insan olmayan varlıklara yakıştırılmasıdır. Dini bir terim olarak, tanrısal varlığı insana benzer bir beden biçimi varmış ya da insanın yaşantısının uzantısı niteliğinde düşünce, irade ya da duygu özellikleri taşıyormuş gibi betimleyen ifadeler için kullanılır. Tanrısal varlıklardan insan bedenine ya da insan bedeninin bir parçasına sahipmişçesine sözedilmesidir’
Antropomorfizm; Tanrı’nın insan şekline ve niteliklerine veya tanrının insanın bilinç, niyet, irade, duygu ve duyumuna benzer yeti ve özelliklere sahip olduğunu savunan görüştür. Tanrı’nın insandan daha güçlü ve yetkin olduğunu kabul etmekle birlikte, şekil ve nitelik açısından temelde insana benzediğini iddia ederek, tanrıyı insan suretinde tasavvur eder.
Antropomorfik yaklaşım denildiğinde öncelikle yunan dini akla gelir. İnsan -Tanrı, Tanrı-İnsan tasavvurlarının en renkli inanç örneklerine eski yunan dininde rastlanır. Yahudiler arasında, tufandan dolayı Allah’ın pişman olduğuna, ağladığına, gözlerinin rahatsız olup parmaklarını ısırdığına ve sonra da meleklerin O’nu ziyarete geldiğine inanılır.
Ortaçağ İslam dünyasında ise Kuran’ın dinsel öğretilerine dayanılarak elde edilen Teistik perspektifle Allah tasavvuru dört şekilde özetlenebilir:
1. Katı Antropomorfizm ( Müşebbihe ve Mücessime)
2. Sıfatiyye (Hadisçiler/Selefiyye)
3. Sıfatları Reddetme (Muattıla)
4. Ilımlı Teşbih (Eş’arilik ve Maturidilik)
Katı Antropomorfizm’de insana atfedilen kavramlarla Tanrı’ya atfedilen kavramlar arasında önemli bir fark olmadığını savunulur. İslam Kelamında mücessime ve müşebbihe olarak bilinen ekoller Allah’a el, ayak ve mekan isnad etmişler, bazen de onu bir cisim olarak hayal etmişlerdir. Ilımlı teşbih olarak tanımlanan görüşe göre ise Tanrı hakkında oldukça sınırlı bir imkan ile konuşabiliriz. Bilgiyi hem insan hem de tanrı için kullanabiliriz. İnsanın bilmeye dair bilgisi, tanrının bilmesini anlaması için bir benzetme aracı olabilir. İnsan iyi kavramından hareketle daha iyi ve en iyi kavramlarına ulaşır ve ardından mutlak iyinin ne olduğunu algılamaya çalışır.
Tanrı’yı kişi olarak anlamak isteyen Hıristiyan düşünürlerin pek çoğu ise katı bir antropomorfizm tutumu içerisindedirler. Bunun nedenini İsa’nın tarih içerisinde tanrısal bir kişilik kazanması olarak görebiliriz.
Teolojik ahlakın iyi anlaşılabilmesi için Tanrı’nın kişi olarak düşünülmesi gerekir. Tanrı, sadece bilen, güç yetiren, isteyen bir varlık değil aynı zamanda kızan ve seven bir varlıktır. Tanrı, mutlak oluşuyla dünyanın üstünde aşkın bir varlık olarak durur ama aynı zamanda dünyanın içinde yer alan içkin bir varlıktır. Tanrının mahiyetini daha iyi kavramak ve tanımlama yapabilmek için ondan kişi olarak bahsetmek ve antropomorfik yaklaşımlarda bulunmak zorunludur.
Sonlu bir varlık olan insanın sonsuz olan Tanrı hakkında konuşabilmesi oldukça zordur. İnsan hayat tecrübeleri sayesinde kudret, bilgi ve irade gibi kavramların neler olduğunu öğrenir ancak bunları Tanrı için kullandığında mutlak kelimesiyle birlikte kullanır. Fakat bu kullanımın neticesinde ortaya çıkan şeyin mahiyetinin ne olduğunu tam ve net bir şekilde bilemez.
İnsanın mutlak olan yaratıcısını anlayabilmesi, onun hakkında ancak benzetmeler yapmasıyla mümkün olmaktadır. Tanrı hakkında düşünmenin bile imkansız olduğunu savunan görüş de Tanrı’yı yarattıklarına benzeten katı tutum da kanaatimizce uçları temsil etmektedir. Tanrı yaratıcı olarak cismen yarattıklarına benzemez ancak yaratılmışlardan yola çıkarak yaratıcıyı anlamaya çalışmak İslam geleneğinin aşina olduğu bir husustur.
İslam geleneği içerisinde Tanrı’nın mutlak ilim, irade ve kudretine zarar verme kaygısıyla onun hakkında konuşmaktan kaçınılmış, insanın sahip olduğu bir takım sıfatları Tanrı’nın bir yansıması ve gölgesi olarak görmek yerine Tanrı bilinemezci bir tutumla hayatın dışında tutulmuştur. Oysa onun hakkında fikir sahibi olabilmek için yapılabilecek en önemli ve doğru şey kainata bakıp O’nu okumaktır.