MANTIK SANATI VE FAYDALARI - 1

Hüseyin ÇALDAK

Her insan bilgisini arttırabilecek bir fıtrata sahiptir. Demek ki her insan bilgiyi yeğler ve onun artışını tercih eder. Hatta çocuk ve deliler bile masalları ve efsaneleri dinlemeyi yeğler ve çeşitli işler hakkındaki bilgilerini artırırlar. Ama bunlardan daha mükemmel olanlara gelince onlar daha yüksek bir tabakayı oluştururlar, çünkü onlar, bunlar (efsane ve masallardan) dan daha değerli olan ilim, sanat, edebiyat ve benzeri bilgileri tercih ediyor ve öğrenmeye çalışıyorlar. Bunların farklı yapılara sahip olmaları, her birinin (kendisine) uğraşedindiği bu sanat dallarının farklılığı ve her birinin bilgi edinme hususundaki yeteneğinin farklılığı bakımındandır.

Bu durum, her insanın fıtratında doğal olarak bulunmaktadır. Bilgileri edinmedeki bu farklılık, bilgiye karşı tembellik göstermeleri, ona az değer vermeleri ve onunla az uğraşmaları bakımından kendilerine arız olan bir durumdur. Onlarda bilgiye karşı en küçük bir ilgi uyandırılsa, onu çok önemli bir şey olarak görmeye başlar ve onu elde etmeye çalışırlar. Ne tür bilgi olursa olsun, onu artırmayı yeğlemeyen bir insan yoktur. Her bir insanda (öğrenme yeteneği) tabii olarak bulunduğuna göre, bu özellikle insanın doğasına ait bir şeydir. Öyleyse her bir insanda, kendisiyle bu şeyin kabiliyyet haline gelmesini sağlayan bir kuvve (güç)nin olması gerekir. Çünkü her fiil (eylem) ve infial (etkilenme) bu kabul edici kuvveden kaynaklanmaktadır. Bu kuvveye (potansiyel) sahip olmada bütün insanlar eşittir. Buna “nutk, kuvve-i natıka, nefs-i natıka verilir, zira o “nutk” kabiliyetine sahiptir. Onun varlığı, her insanda, bütün yönleriyle bir değildir. Fiil (etki) ve infiallerinin (etkilenme) çeşitliliği nisbetinde bu kuvve, her bir insanda farklı bir şekilde tezahür eder. Zihin, zeka, akletme, temyiz , tanıma, eğitebilme ve öğretme gibi ahlaki kitaplarda bu kuvveye ait olduğu belirtilen pek çok şey bu kuvvenin fiil ve infialleridir.

Bu nedenle insanlardan bazısı daha zeki, bazısı daha akıllı ve bazısı daha çok temyiz sahibidir. İşte, bu fiillerin ve onlarda mevcut olan kuvve-i natıkanın farklılığı sebebiyle, insanlarda bazısı diğerlerine göre bilgi ve güzel ahlak bakımından daha mükemmel olurlar. Birbirlerini anlamak için ve duygu ve düşüncelerini birbirlerine aktarmak için dil ile ifade etmeye (konuşmaya) ihtiyaç duyarlar, böylece fazilet ve mükemmelliği birbiriyle paylaşırlar. Bundan dolayıdır ki erdemli Aristo “Konuşma, (kendi) hayatına ait şeyleri düzenlemede iyibir imkana sahip olması için insana verilmiştir, böylece biri diğerini anlar ve yardımlaşma hususunda ihtiyaç duyduğu şeyi bir diğerine ifade eder” demiştir.

İnsana göre eşya bütün vechesiyle bilinen olmadığı gibi, tamamen bilinmeyen de değildir. Ama (eşyanın) bazısı “bu güneştir, bu yer küresidir, bütün parçadan büyüktür” (önermeleri) gibi açıkça bilinendir. Bazısı ise, “güneşin tutulma nedenin ne olduğu vb.” baştan beri apaçık olarak bilenemeyenler gibi anlaşılması zor olan bilinmeyenler kısmındandır. Durum böyle iken insan bu (nutk kabiliyetiyle) bilgileri ve ilimleri, hayatına ait işlerde istikameti ve dayanışmayı elde edeceğine göre, yaratılışında bulunan bilgiyi yeğleme ve onu kazanma yeteneği sebebi ile bilinmeyen şeyleri öğrenecek bilgisini mükemmelleştirmeye gereksinim duyacaktır.

Buna iki şeyden biri ile ulaşabilir: ya erdemli kişilerin bildirdiği tevkifi (dinin nassı ile olan, bilinen) bilgileri elde etmekle. –Vahiy yoluyla yüce Allah’tan gelen ve peygamberlerden alınan bilgiler gibi- Bu da sözü kabul görmüş ve görüşü beğenilmiş kişilerden alınan ve eski filozoflarca “makbulat” diye adlandırılan şeylerdir. Ya da insanın, kendisi ile bilinmeyen bir şeyin bilgisini elde ettiği şeydir ki oda bilinmeyeni bilinenle kıyaslamaktır. Bu metotda- kıyas esnasında- bilinmeyenlerin bilinen şeylere uygun olmasına ihtiyaç duyulur. Aralarında bu uygunluk yoksa insanın bilinen şey ile bilinmeyeni elde etmesi mümkün değildir. Elde edilen sonuçta hataya düşülmemesi ve yanılmalara maruz kalınmaması için bu uygunlukta bir takım kural ve metotlara ihtiyaç duyulur. Aksi halde bir şey açıklanmadığı halde açıklanmış veya açıklığa kavuştuğu halde açıklanmamış zannedilir. Bu durum çoğu zaman işlerin birbirine karışması sebebiyle meydana gelir. Böylece insan ulaştığı sonuçla aldanır, doğru ile yanlışı birbirinden ayıramaz.

Bu nedenle insan, zihnin hiçbir işte hata yapmayacağı, yanılmayacağı ve kural dışına çıkmayacağı bir şekilde bilinmeyenin doğru olarak bilinmesini sağlayan metot ve kuralları öğreten bir bilim dalını (sanat) meydana getirmeye (istinbat) muhtaçtır. Eski filozoflar bütün bilimleri (sanat) meydana getirdikleri gibi bu ilmi de elde ettiler ve onu sadece insanda bulunan nutk sıfatından türetilmiş olan bir isim ile adlandırdılar. Demek ki bu ilim insanı hatalardan sakındırarak, kendisinden kıyasların elde edildiği kurallarla varmak istediği doğruya ulaştırır ve bilinmeyeni öğrenmiş olur.

Bu ilim (sanat) bizzat kıyasın kendisi değildir. Fakat kıyasın suretini, maddesini, tabiatını, fasıllarını, hassasını ve arazlarını veren ve böylece öğrenim sırasında istenilen şey için oluşturulmuş ve bir kıyas olabilmesi için, onu ve diğer çeşitlerini ve onun lazımı ve ilavesi olan her şeyi içine alan odur. Çünkü bu ilim, bir diğerine kıyaslama veya istidlal (çıkarım) veya yorumlama yoluyla doğruyu elde etmeye çalıştığımız sürece düşüncelerimizi ona doğru isabetli bir şekilde yönlendirir. Az yukarıda belirttiğimiz gibi eski filozoflarca nutk diye adlandırılan kuvveden türetilmiş bir isim olmak üzere mantık adı verilmiştir. İşte bu sanat ( ilim ) “kuvve-i natıka”yı doğru olana yönlendirir. Zihni manaların, zihin haricindeki şeylerle – ki manalar bunlardan elde edilir- örtüşmesi ve aynı zamanda hafızanın zihindeki manalarla birlikte, zihin haricindeki şeylerle mutabakatını sağlar. İşte bu şeyler bu sanatın (ilmin) ilgilendirdiği konulardır. Gayelerine gelince:

1. Her durumda sadece doğru olanı konuşacak şekilde “kuvve-i natika” yı yönlendirmesidir. Ayrıca insanı aklın her durumda sadece gerçeği düşünmesini, ruhun arındırılmasını, aklın uyarılmasını, ince ve sağlıklı manaları kendisine kazandırmakla kalbin ( hatır) güçlenmesini sağlamak da bu ilmin amaçlarındandır.

2. Her şeyde doğru ve gerçek olanı tanıtması yanı sıra, yanlış şeyleri de bize bildirmek suretiyle, hata ve muğalataya düşmekten sakınmayı bize öğretmesi.

3. Tartışma (cedel) de karşı tarafa galip gelmemizi sağlayan durumları bildirmesi.

4. Karşı tarafın görüşlerimizi kabullenmesi için onu ikna etmemize hazırlayan şeyleri sağlaması.

5. Bir şeyi başka bir şeyle sağlıklı bir şekilde hikaye etme bilgisini bize kazandırması.

6. Uğraş edindiğimiz şeylerin her birinde kendisinden yararlanacağımız bütün şeyleri bize öğretmesidir.

İşte bunlar bu ilmin (sanat) nihayi faydalarıdır. Onun sayesinde birçok faydalar elde edildiği, pek çok güzel şeylere ulaşıldığı için her insanın onu öğrenmeye ve elde etmeye çalışması icab eder. Bu özellik, kesinlikle başka bir sanatta (ilim) bulunmaz. Bundan dolayı mantık başlı başına bir ilim olup ilgi alanı bakımından diğer ilimlerden hiç biriyle ortaklığı yoktur.

Her ikisinin de konusu lafız olduğundan, nahiv ilmi ile mantık ilminin ortak olduğu şekildeki yanılgının bertaraf olması için aralarındaki farkı açıklığa kavuşturmamız gerekir:

Mantık ilmi zihin haricindeki şeylere dayanan manalara delalet eden lafızları inceler. Nahiv ilmi ise, manaların başka bir şeye dayanıp dayanmadığına bakmaksızın, ruhta mevcut olan manalara delalet eden lafızları inceler. Hatta onun tek maksadı dilin doğru kullanılması için sözün kurallı bir şekilde ifade edilmesini sağlamaktır. Halbuki mantık ilminin gayesi bu değildir. Onun gayesi ancak her şeyde doğru olanın söylenmesi için “ nefs-i nâtıka” nın bütün eylem (fiil) ve etkilenme (infial) hallerini düzenlemektir.

Şu halde her iki ilmin ilgilendiği şeyler farklıdır. Bu, nahiv ilminin, ruhta mevcut olup zihin haricindeki şeylere dayanan manalara delalet etmeleri bakımından hafızları ve onu meydana getiren parçaları incelediği anlamına gelir. Bu nedenle biz nahiv ilmini ruhta mevcut olan ( manalar )ı dile getirmek; mantık ilmini ise, zihinde olanın hariçteki şeylerle örtüşmesini sağlamak için her şeyde gerçek ve doğru olanı elde etmek amacı ile öğrenmek istiyoruz.

1 | 2

1 Yorum

3 Mayıs 2010 09:58  

Her şeyde doğru ve gerçek olanı tanıtması yanı sıra, yanlış şeyleri de bize bildirmek suretiyle, hata ve muğalataya düşmekten sakınmayı bize öğretmesi bence en önemli maddedir diyebilirim neden sadece doğruyu bilmek yetmez bazen yanlışında bilinmesi gereklidir ikisininde bir anda elimizdeki bir bilgi oluşu ve ona göre kullanım hayatımızı düzgün idame ettirmeyi sağlayacaktır

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP